Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Akılcılığı
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 231694" data-attributes="member: 27"><p><strong>Yönetici Kadroların Temini ve Yetiştirilmesi </strong></p><p><strong></strong></p><p>Osmanlı Devleti, özellikle Fatih’ten sonra, devlet yönetiminde etnik yapıdan ziyade, liyakat ve dürüstlüğe önem vermiştir. Akraba kayırmacılığının, asalet ve imtiyaz hastalığının yönetimi felç etme niteliğini derinden kavrayan Osmanlılar, bilginlerin önerdiği ilkeler doğrultusunda devlet yönetimini bizzat kendisinin temin ederek yetiştirdiği profesyonel kadrolarla yürütme yoluna gitmiştir. İnsan sarraflarından oluşan bir kadro ile Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu’nun en asil, en sağlıklı, en yakışıklı, en zeki ve en güçlü çocuklarını toplayarak belli başlı saraylarda devletin yönetici sınıfını bizzat kendisi üretmiştir. Bugünkü anlayışla değerlendirildiğinde insan haklarına sığmayan bazı noktaları olabileceği savunulsa da o günkü şartlar içinde mümkün alternatiflerin en verimli ve en etkinini benimseyerek yönetimde akılcılığı müesseseleştirmiştir. Kendi tarihimizi objektif kriterlerle değerlendirmemiz zor olacağından, sözü Batılı bir araştırmacı olan Lybyer’e bırakalım ve onun bu konudaki görüşlerini özetleyelim: </p><p></p><p></p><p> Osmanlılarda yönetim kurumu, en geniş anlamıyla öğrencilerin ömür boyu devam ettikleri bir okuldu. Sürekli ve özenli bir yönlendirme ve disiplin altındaki bu kişiler, ömürleri boyunca bir aşamadan ötekine ilerler, liyakatlerine uygun olarak terfi, rütbe ve ihsanlarla sistematik biçimde ödüllendirilir, kuralları çiğnedikleri zaman şiddetle cezalandırılırlardı. Ödüller ve cezalar da rütbeden rütbeye artar, sonunda bu ödüller İslami hayat biçiminin sunabileceği her şeyi kapsar, cezalar ise hayatın kendisini yok etme tehlikesini taşırdı. Sistem, özellikle bir savaş ve yönetim okulu olmanın getirdiği sınırlılık içinde, öğrencilerinin bütün özelliklerini geliştirirdi. En yeteneklilerin beyinleri nasıl eğitiliyorsa, hepsinin bedeni de öyle özenle eğitilirdi. Her ne kadar öğrencilerin tümüne, Müslüman hayat tarzı dahil olmak üzere belli bir zihinsel eğitim veriliyor idiyse de, içlerinde en yetenekli olanlara Doğu dilleri, ahlak ve teolojiyi de içeren İslam ve Osmanlı hukuku konularında çok ağır ders-ler verilirdi. Böylece, hem beden, hem beyin, hem dinsel inanç, sistematik olarak ve ömür boyunca geliştirilirdi. </p><p></p><p></p><p> Plato, Osmanlı yönetici kadrolarının eğitim sistemini çok beğenirdi herhalde. Her ne kadar bu ailenin soylulardan oluşmamasına ruhu isyan etse de, ömür boyu süren eğitimi, gövde ile kafanın eşit olarak eğitilmesini, asker ve yönetici ayrımını, aile bağlarından görece sıyrılışı, sistemin bireyi denetlemesini ve her şeyden çok da, akıllıların yönetime gelmesini yürekten onaylardı. Osmanlı sistemini kuranların Plato’dan haberleri var mıydı bilinmez, ama onun planına uygulanabilir bir şema içinde olabildiğince yaklaştıkları kesindi. Hatta bazı pratik bakımlardan, Plato’nun tasarısını geliştirmiş de sayılırlardı. Babadan oğula devir yönteminin doğuracağı belirsiz sonuçları önlemekle, kişisel yönetim erki getirmekle, güçler dengesi sayesinde sürekliliği sağlamakla ve sistemlerini geniş bir imparatorluğu yönetecek yetkinliğe ulaştırmakla, Plato’yu geride bırakmışlardı </p><p></p><p></p><p> Düşünür Osmanlı yönetim kadrolarının eğitilmesi ve istihdamının modern demokrasiler de dahil tüm Doğulu ve Batılı yönetim tarzlarından daha etkin ve daha akılcı olduğunu vurgular. İzlemeye devam edelim: </p><p></p><p></p><p> Osmanlı eğitim sistemi, bu açıdan bakıldığında, eğitim görenlerin tüm yaşamlarıyla bağlantılı olması yönünden Batı öğrenim kurumlarının hepsinden daha kapsamlıydı. Batı ordularındaki subaylar da hem beden hem beyin yönünden eğitim görürler ve ömür boyu sürecek bir sistem içinde organize edilirler, ama onlar teoloji (dini eğitim) öğrenimi görmezler ve ülkeyi yönetmezlerdi. Amerika’daki büyük demiryolu ve imalat şirketleri, ömür boyu sürmesi, meziyetin ödüllendirilmesi, en alt kademeden en üst kademeye yükselme imkanı açısından Osmanlı sistemine benzeyen eğitim ve yetiştirme programları uygularlar. Ama en yetenekli elemanlarına bile verdikleri düşünsel eğitim, Osmanlı sisteminde en yetenekli olanlara verilen genel kültüre ve belirli uzmanlık dallarındaki kültüre hiç benzemeyen, sadece teknik çerçevede kalan bir eğitimdir. Düşünsel eğitimin kapsamı ve karakteri açısından Osmanlı eğitim programından çok ilerde oldukları halde, Batı üniversiteleri ve eğïtim sistemleri de Osmanlı eğitimindekiyle karşılaştırılabilecek sistematik bir beden eğitimi uygulamazlar. Üstelik, öğrencilerinin hayatı üzerindeki kontrolleri, erken çağda sona erer. </p><p></p><p></p><p> Düşünürün de tespit ettiği gibi Osmanlı yönetim kadrolarının yetiştirilmesinde liyakatin değerlendirilmesi ve ödüllendirilmesi temel ilkeydi. Katı bir cezalandırma ve pusturma yöntemi değil, ılımlı bir ceza sistemi yanında, aşırıya varan bir ödüllendirme sistemi esastı. </p><p></p><p></p><p> Düşünürün vurguladığı gibi Osmanlı yönetici sınıfının eğitilmesinde ödül cezadan daha etkiliydi. Gerçekten bu okulda eşi görülmedik ödüller kazanma imkanı vardı ve bu ödüller, her öğrencinin sahip olma isteğini uyandıracak, bunu başarmak için de elinden geldiğince çalışmasına yol açacak bir ustalık derecelendirmesiyle dağıtılırdı. </p><p></p><p></p><p> Dar anlamıyla eğitim sistemini kapsayan geniş programın ilk evrelerinde, yeni gelenlerin eskilere ayak uydurması işlemi yer alırdı. Sultanın sarayı için getirilenlerin tümü (kaçırılma, satın alınma, esir alınma veya armağan edilme yoluyla gelen yılda üç veya dört bin köle ile on, on iki bin kişiyi bulan devşirmeler) subayların karşısına çıkarılır, künyeleri kaydedilir ve iki sınıfa ayrılırlardı. Beden yapısı, kas gücü ve uzun uzadıya sınamaya gerek kalmadan görünürdeki zihinsel yeteneği yönünden belirli ölçütlere uyanlar, üstün eğitim düzeyinde ve özellikle zihinsel planda öğrenim görmek üzere ayrılırlardı. Bunların sayısı onda bir oranı dolayındaydı. Geri kalanlar ise, fiziksel ağırlıklı bir eğitim görürlerdi. Birinciler genellikle İçoğlanı ve Saray Sipahisi olurlar, bunların içinden de en yeteneklileri ordu ve hükümette üst görevlere getirilirlerdi. Ötekiler ise Acemioğlanı ve Yeniçeri olurlar, ama bunların en yeteneklileri de Saray Sipahilerine, hatta paşalığa ve üst rütbe subaylığa kadar yükselirlerdi. Bu nedenle, yüksek öğrenim için seçilmemiş olmak, alt kademelerde kalmayı kesinleştiren bir olgu değildi. Hangi görevde olunursa olunsun, yararlılık göz önünde tutulur ve yükselmeye yol ve-rilirdi. Kuşkusuz genç bir adam için yüksek öğrenime seçilmek, büyük avantajdı, çünkü çok daha özenli yetiştirilir, gerek kuramsal gerek pratik düzeyde çok daha kapsamlı bilgi edinir ve yüksek görevlilerle, hatta bizzat sultanla yakınlaşmak fırsatını bulabilirdi. </p><p></p><p></p><p> Yüksek öğrenim için ayrılanların bir bölümü, başkent dışındaki valilerin evlerine gönderilir ve başkentteki yüksek kademe görevlilerin yanına verilirdi. Bunlar, sultanın yanında kalsalar nasıl yetiştirilecekler ise, gittikleri yerlerde de aynı eğitimi görürlerdi. Toplanan delikanlıların en seçkinleri, yılda ancak iki yüz kişi kadar olur veya tüm devşirmeler toplamı içinde bin iki yüz, bin beş yüz dolayında bulunurdu. Bunlar sultanın üç sarayına İçoğlanı olarak verilirdi. Edirne sarayında üç veya dört yüz İçoğlanı bulunur. Galata’daki sarayda da bir o kadar İçoğlanı yaşardı. İstanbul’daki esas sarayda ise beş ila sekiz yüz İçoğlanı olurdu. Bunların hepsi yakışıklı, güçlü kuvvetli ve zeki delikanlılardı. Enderunun uluslararası karakterini çok iyi belirten Venedikli bir yazar, saraydaki İçoğlanları arasında Bulgar, Macar, Transilvanyalı, Leh, Bohemyalı Cermen, İtalyan, İspanyol, bir kaç Fransız, pek çok Arnavut, Slav, Rum, Çerkez ve Rus delikanlısı olduğunu belirtir. </p><p></p><p></p><p> Osmanlı yönetim sisteminde tüm meka-nizmaların kaliteli insan unsuru yetiştirme amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bunu, bizzat sultan dahil üst düzey bürok-ratların devşirilen gençlerle yakından ilgi-lenmesinden anlıyoruz. Balkan, Kafkaslar ve Anadolu’nun en değerli serveti sayılan gençlerini çok sıkı sınamalardan sonra belirleyip merkeze taşımak ve onları akıl almaz ödüllerle ödüllendirmek üzere yetiştirmek Türklerin tarihte başardığı en önemli projelerden biri olarak değerlendirilmelidir. İnsana değer vermek ve onun mesleki, psikolojik, ahlaki, duygusal ve dini açıdan gelişmesini sağlamak üzere tüm kaynakları seferber etmek akılcı davranışın en açık örneği olmalıdır. Sultan-lar saraya getirilen gençlerle teker teker ilgilenmekte onları bir ata şefkatiyle sarmalamaktaydılar. Mesela Kanuni, üstün nitelikli bir genç olan Menavino ile yakından ilgilenmiş, onun gönlüne girmeyi başarmıştır. </p><p></p><p></p><p> Osmanlıların İçoğlanlarına ve tüm devşirilen delikanlılara karşı genel tutumu, gerçekten çarpıcıydı. Bunu bir Batılı gözlemciden dinleyelim: </p><p></p><p></p><p> “Türkler, olağanüstü bir insan bulduklarında, değerli bir nesne edinmişçesine coşku duyarlar ve o kişi, özellikle de savaşa yatkın biriyse, onu yetiştirmek için hiç bir emekten kaçınmazlar. Bizim planımız ise çok farklıdır. Çünkü bizler iyi bir köpek, şahin ya da at bulduğumuz zaman çok seviniriz ve onu türünün en mükemmeli durumuna getirmek için elimizden geleni yaparız. Ama bir insanda olağanüstü nitelikler varsa, onu geliştirmek için kendimizi zahmete sokmayız. Onu eğitmenin bize düşen bir iş olduğunu düşünmeyiz. İyi yetiştirilmiş attan, köpekten ve şahinden zevk alır, hizmetlerinden yararlanırız. Oysa Türkler, insan nasıl öteki hayvanlardan daha hayranlık uyandırıcı ve mükemmel ise, iyi yetiştirilmiş insandan o oranda bü-yük zevk alırlar”. (Zikreden: Lybyer, s. 76) </p><p></p><p></p><p> Yukarıdaki satırlar Türk akılcılığının en çarpıcı ifadesi olarak değerlendirilebilir. Ama anlaşılan akılcılığımız da sosyo-ekonomik gelişmemiz gibi konjonktürel bir yönelime sahip. Belki de akılcılığımızın ortaya çıktığı ve derinleştiği çağlarda sosyo-ekonomik gelişmemiz de sağlıklı bir yörüngeye oturuyor, yepyeni uygarlıkların kurulması mümkün oluyor, akılcılığımızın ortadan kalkmasıyla da her türlü gelişme tersine dönüyor. </p><p> Akılcılığı dilimizden düşürmediğimiz günümüz Türkiye’sinde sadece tek bir alanda akılcılığın gereği şu olabilirdi: geçmişimizden ilham alarak kaliteli insan unsuru yetiştirmek üzere mesela bir “Süper Üniversite” kurabilir ve çok sıkı bir sınav maratonundan sonra Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın en zeki, en sağlıklı ve en kültürlü gençlerini çok yüksek burslarla o üniversitede okutup yetiştirebilir ve bunları hem kendimizin hem de bölgemizin sosyo-ekonomik gelişmesinde istihdam edebilirdik. </p><p></p><p></p><p> Ancak bunu günümüz şartlarında hayal etmenin bile ne kadar komik bir şey olduğunu hissetmiyor değilim. Çünkü biz bırakın başkalarının zeka tarlalarını, bizzat kendi zekalarımızı bile son derece sudan bahanelerle her gün biçmekte, savurmakta, başka ülkelere çekip gitmesi için adeta zorlamaktayız. Sanırım günümüzde en fazla muhtaç olduğumuz şey akılcılık olmalıdır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 231694, member: 27"] [B]Yönetici Kadroların Temini ve Yetiştirilmesi [/B] Osmanlı Devleti, özellikle Fatih’ten sonra, devlet yönetiminde etnik yapıdan ziyade, liyakat ve dürüstlüğe önem vermiştir. Akraba kayırmacılığının, asalet ve imtiyaz hastalığının yönetimi felç etme niteliğini derinden kavrayan Osmanlılar, bilginlerin önerdiği ilkeler doğrultusunda devlet yönetimini bizzat kendisinin temin ederek yetiştirdiği profesyonel kadrolarla yürütme yoluna gitmiştir. İnsan sarraflarından oluşan bir kadro ile Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu’nun en asil, en sağlıklı, en yakışıklı, en zeki ve en güçlü çocuklarını toplayarak belli başlı saraylarda devletin yönetici sınıfını bizzat kendisi üretmiştir. Bugünkü anlayışla değerlendirildiğinde insan haklarına sığmayan bazı noktaları olabileceği savunulsa da o günkü şartlar içinde mümkün alternatiflerin en verimli ve en etkinini benimseyerek yönetimde akılcılığı müesseseleştirmiştir. Kendi tarihimizi objektif kriterlerle değerlendirmemiz zor olacağından, sözü Batılı bir araştırmacı olan Lybyer’e bırakalım ve onun bu konudaki görüşlerini özetleyelim: Osmanlılarda yönetim kurumu, en geniş anlamıyla öğrencilerin ömür boyu devam ettikleri bir okuldu. Sürekli ve özenli bir yönlendirme ve disiplin altındaki bu kişiler, ömürleri boyunca bir aşamadan ötekine ilerler, liyakatlerine uygun olarak terfi, rütbe ve ihsanlarla sistematik biçimde ödüllendirilir, kuralları çiğnedikleri zaman şiddetle cezalandırılırlardı. Ödüller ve cezalar da rütbeden rütbeye artar, sonunda bu ödüller İslami hayat biçiminin sunabileceği her şeyi kapsar, cezalar ise hayatın kendisini yok etme tehlikesini taşırdı. Sistem, özellikle bir savaş ve yönetim okulu olmanın getirdiği sınırlılık içinde, öğrencilerinin bütün özelliklerini geliştirirdi. En yeteneklilerin beyinleri nasıl eğitiliyorsa, hepsinin bedeni de öyle özenle eğitilirdi. Her ne kadar öğrencilerin tümüne, Müslüman hayat tarzı dahil olmak üzere belli bir zihinsel eğitim veriliyor idiyse de, içlerinde en yetenekli olanlara Doğu dilleri, ahlak ve teolojiyi de içeren İslam ve Osmanlı hukuku konularında çok ağır ders-ler verilirdi. Böylece, hem beden, hem beyin, hem dinsel inanç, sistematik olarak ve ömür boyunca geliştirilirdi. Plato, Osmanlı yönetici kadrolarının eğitim sistemini çok beğenirdi herhalde. Her ne kadar bu ailenin soylulardan oluşmamasına ruhu isyan etse de, ömür boyu süren eğitimi, gövde ile kafanın eşit olarak eğitilmesini, asker ve yönetici ayrımını, aile bağlarından görece sıyrılışı, sistemin bireyi denetlemesini ve her şeyden çok da, akıllıların yönetime gelmesini yürekten onaylardı. Osmanlı sistemini kuranların Plato’dan haberleri var mıydı bilinmez, ama onun planına uygulanabilir bir şema içinde olabildiğince yaklaştıkları kesindi. Hatta bazı pratik bakımlardan, Plato’nun tasarısını geliştirmiş de sayılırlardı. Babadan oğula devir yönteminin doğuracağı belirsiz sonuçları önlemekle, kişisel yönetim erki getirmekle, güçler dengesi sayesinde sürekliliği sağlamakla ve sistemlerini geniş bir imparatorluğu yönetecek yetkinliğe ulaştırmakla, Plato’yu geride bırakmışlardı Düşünür Osmanlı yönetim kadrolarının eğitilmesi ve istihdamının modern demokrasiler de dahil tüm Doğulu ve Batılı yönetim tarzlarından daha etkin ve daha akılcı olduğunu vurgular. İzlemeye devam edelim: Osmanlı eğitim sistemi, bu açıdan bakıldığında, eğitim görenlerin tüm yaşamlarıyla bağlantılı olması yönünden Batı öğrenim kurumlarının hepsinden daha kapsamlıydı. Batı ordularındaki subaylar da hem beden hem beyin yönünden eğitim görürler ve ömür boyu sürecek bir sistem içinde organize edilirler, ama onlar teoloji (dini eğitim) öğrenimi görmezler ve ülkeyi yönetmezlerdi. Amerika’daki büyük demiryolu ve imalat şirketleri, ömür boyu sürmesi, meziyetin ödüllendirilmesi, en alt kademeden en üst kademeye yükselme imkanı açısından Osmanlı sistemine benzeyen eğitim ve yetiştirme programları uygularlar. Ama en yetenekli elemanlarına bile verdikleri düşünsel eğitim, Osmanlı sisteminde en yetenekli olanlara verilen genel kültüre ve belirli uzmanlık dallarındaki kültüre hiç benzemeyen, sadece teknik çerçevede kalan bir eğitimdir. Düşünsel eğitimin kapsamı ve karakteri açısından Osmanlı eğitim programından çok ilerde oldukları halde, Batı üniversiteleri ve eğïtim sistemleri de Osmanlı eğitimindekiyle karşılaştırılabilecek sistematik bir beden eğitimi uygulamazlar. Üstelik, öğrencilerinin hayatı üzerindeki kontrolleri, erken çağda sona erer. Düşünürün de tespit ettiği gibi Osmanlı yönetim kadrolarının yetiştirilmesinde liyakatin değerlendirilmesi ve ödüllendirilmesi temel ilkeydi. Katı bir cezalandırma ve pusturma yöntemi değil, ılımlı bir ceza sistemi yanında, aşırıya varan bir ödüllendirme sistemi esastı. Düşünürün vurguladığı gibi Osmanlı yönetici sınıfının eğitilmesinde ödül cezadan daha etkiliydi. Gerçekten bu okulda eşi görülmedik ödüller kazanma imkanı vardı ve bu ödüller, her öğrencinin sahip olma isteğini uyandıracak, bunu başarmak için de elinden geldiğince çalışmasına yol açacak bir ustalık derecelendirmesiyle dağıtılırdı. Dar anlamıyla eğitim sistemini kapsayan geniş programın ilk evrelerinde, yeni gelenlerin eskilere ayak uydurması işlemi yer alırdı. Sultanın sarayı için getirilenlerin tümü (kaçırılma, satın alınma, esir alınma veya armağan edilme yoluyla gelen yılda üç veya dört bin köle ile on, on iki bin kişiyi bulan devşirmeler) subayların karşısına çıkarılır, künyeleri kaydedilir ve iki sınıfa ayrılırlardı. Beden yapısı, kas gücü ve uzun uzadıya sınamaya gerek kalmadan görünürdeki zihinsel yeteneği yönünden belirli ölçütlere uyanlar, üstün eğitim düzeyinde ve özellikle zihinsel planda öğrenim görmek üzere ayrılırlardı. Bunların sayısı onda bir oranı dolayındaydı. Geri kalanlar ise, fiziksel ağırlıklı bir eğitim görürlerdi. Birinciler genellikle İçoğlanı ve Saray Sipahisi olurlar, bunların içinden de en yeteneklileri ordu ve hükümette üst görevlere getirilirlerdi. Ötekiler ise Acemioğlanı ve Yeniçeri olurlar, ama bunların en yeteneklileri de Saray Sipahilerine, hatta paşalığa ve üst rütbe subaylığa kadar yükselirlerdi. Bu nedenle, yüksek öğrenim için seçilmemiş olmak, alt kademelerde kalmayı kesinleştiren bir olgu değildi. Hangi görevde olunursa olunsun, yararlılık göz önünde tutulur ve yükselmeye yol ve-rilirdi. Kuşkusuz genç bir adam için yüksek öğrenime seçilmek, büyük avantajdı, çünkü çok daha özenli yetiştirilir, gerek kuramsal gerek pratik düzeyde çok daha kapsamlı bilgi edinir ve yüksek görevlilerle, hatta bizzat sultanla yakınlaşmak fırsatını bulabilirdi. Yüksek öğrenim için ayrılanların bir bölümü, başkent dışındaki valilerin evlerine gönderilir ve başkentteki yüksek kademe görevlilerin yanına verilirdi. Bunlar, sultanın yanında kalsalar nasıl yetiştirilecekler ise, gittikleri yerlerde de aynı eğitimi görürlerdi. Toplanan delikanlıların en seçkinleri, yılda ancak iki yüz kişi kadar olur veya tüm devşirmeler toplamı içinde bin iki yüz, bin beş yüz dolayında bulunurdu. Bunlar sultanın üç sarayına İçoğlanı olarak verilirdi. Edirne sarayında üç veya dört yüz İçoğlanı bulunur. Galata’daki sarayda da bir o kadar İçoğlanı yaşardı. İstanbul’daki esas sarayda ise beş ila sekiz yüz İçoğlanı olurdu. Bunların hepsi yakışıklı, güçlü kuvvetli ve zeki delikanlılardı. Enderunun uluslararası karakterini çok iyi belirten Venedikli bir yazar, saraydaki İçoğlanları arasında Bulgar, Macar, Transilvanyalı, Leh, Bohemyalı Cermen, İtalyan, İspanyol, bir kaç Fransız, pek çok Arnavut, Slav, Rum, Çerkez ve Rus delikanlısı olduğunu belirtir. Osmanlı yönetim sisteminde tüm meka-nizmaların kaliteli insan unsuru yetiştirme amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bunu, bizzat sultan dahil üst düzey bürok-ratların devşirilen gençlerle yakından ilgi-lenmesinden anlıyoruz. Balkan, Kafkaslar ve Anadolu’nun en değerli serveti sayılan gençlerini çok sıkı sınamalardan sonra belirleyip merkeze taşımak ve onları akıl almaz ödüllerle ödüllendirmek üzere yetiştirmek Türklerin tarihte başardığı en önemli projelerden biri olarak değerlendirilmelidir. İnsana değer vermek ve onun mesleki, psikolojik, ahlaki, duygusal ve dini açıdan gelişmesini sağlamak üzere tüm kaynakları seferber etmek akılcı davranışın en açık örneği olmalıdır. Sultan-lar saraya getirilen gençlerle teker teker ilgilenmekte onları bir ata şefkatiyle sarmalamaktaydılar. Mesela Kanuni, üstün nitelikli bir genç olan Menavino ile yakından ilgilenmiş, onun gönlüne girmeyi başarmıştır. Osmanlıların İçoğlanlarına ve tüm devşirilen delikanlılara karşı genel tutumu, gerçekten çarpıcıydı. Bunu bir Batılı gözlemciden dinleyelim: “Türkler, olağanüstü bir insan bulduklarında, değerli bir nesne edinmişçesine coşku duyarlar ve o kişi, özellikle de savaşa yatkın biriyse, onu yetiştirmek için hiç bir emekten kaçınmazlar. Bizim planımız ise çok farklıdır. Çünkü bizler iyi bir köpek, şahin ya da at bulduğumuz zaman çok seviniriz ve onu türünün en mükemmeli durumuna getirmek için elimizden geleni yaparız. Ama bir insanda olağanüstü nitelikler varsa, onu geliştirmek için kendimizi zahmete sokmayız. Onu eğitmenin bize düşen bir iş olduğunu düşünmeyiz. İyi yetiştirilmiş attan, köpekten ve şahinden zevk alır, hizmetlerinden yararlanırız. Oysa Türkler, insan nasıl öteki hayvanlardan daha hayranlık uyandırıcı ve mükemmel ise, iyi yetiştirilmiş insandan o oranda bü-yük zevk alırlar”. (Zikreden: Lybyer, s. 76) Yukarıdaki satırlar Türk akılcılığının en çarpıcı ifadesi olarak değerlendirilebilir. Ama anlaşılan akılcılığımız da sosyo-ekonomik gelişmemiz gibi konjonktürel bir yönelime sahip. Belki de akılcılığımızın ortaya çıktığı ve derinleştiği çağlarda sosyo-ekonomik gelişmemiz de sağlıklı bir yörüngeye oturuyor, yepyeni uygarlıkların kurulması mümkün oluyor, akılcılığımızın ortadan kalkmasıyla da her türlü gelişme tersine dönüyor. Akılcılığı dilimizden düşürmediğimiz günümüz Türkiye’sinde sadece tek bir alanda akılcılığın gereği şu olabilirdi: geçmişimizden ilham alarak kaliteli insan unsuru yetiştirmek üzere mesela bir “Süper Üniversite” kurabilir ve çok sıkı bir sınav maratonundan sonra Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın en zeki, en sağlıklı ve en kültürlü gençlerini çok yüksek burslarla o üniversitede okutup yetiştirebilir ve bunları hem kendimizin hem de bölgemizin sosyo-ekonomik gelişmesinde istihdam edebilirdik. Ancak bunu günümüz şartlarında hayal etmenin bile ne kadar komik bir şey olduğunu hissetmiyor değilim. Çünkü biz bırakın başkalarının zeka tarlalarını, bizzat kendi zekalarımızı bile son derece sudan bahanelerle her gün biçmekte, savurmakta, başka ülkelere çekip gitmesi için adeta zorlamaktayız. Sanırım günümüzde en fazla muhtaç olduğumuz şey akılcılık olmalıdır. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Akılcılığı
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst