وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاۤءَ الدُّنْياَ بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْناَهَا رُجوُماً لِلشَّياَطِينِ
EY KOZMOĞRAFYANIN ruhsuz meseleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen ve şu âyetin azametli sırrını o sıkışmış zihninde yerleştiremeyen mektepli efendi! Şu âyetin semâsına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir. Gel, beraber çıkacağız.
BİRİNCİ BASAMAK
Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi semâvâtın da kendine münasip sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’îde, o ecnâs-ı muhtelifeye “melâike ve ruhaniyat” tesmiye edilir.
Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira, zemin, küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîşuur mahlûklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semâvât dahi zîşuur ve zevi’l-idrak mahlûklarla doludur. Onlar dahi, ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalâacıları ve şu saltanat-ı Rububiyetin dellâllarıdırlar. Çünkü, kâinatı had ve hesaba gelmeyen tezyinat ve mehâsin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi, bilbedâhe, mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister.
[NOT]Dipnot-1 “And olsun ki, dünya semasını Biz kandillerle süsledik ve şeytanlar için o kandilleri birer taş yaptık.” Mülk Sûresi, 67:5.[/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)</td><td>azametli: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>bilbedâhe: ap açık bir şekilde</td><td>burç: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi, gök kalesi</td></tr><tr><td>dellâl: duyurucu, ilan edici</td><td>ecnâs-ı muhtelife: değişik cinsler</td></tr><tr><td>enzâr: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)</td><td>had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak</td></tr><tr><td>hakaret: bayağılık, basitlik</td><td>hakikat: doğru gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yaratılması (bk. ḥ-k-m)</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>ins: insanlar</td><td>istihsan edici: beğenen, güzel bulan (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>kasır: saray, köşk</td><td>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>lisan-ı şer’î: dinî literatür (bk. ş-r-a)</td></tr><tr><td>mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>mektep: okul (bk. k-t-b)</td><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td></tr><tr><td>muhteşem: ihtişamlı, görkemli</td><td>münasip: uygun (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>mütalâacı: etraflıca inceleyip düşünen </td><td>mütefekkir: düşünen (bk. f-k-r)</td></tr><tr><td>mütehayyir: hayrete düşen</td><td>müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)</td></tr><tr><td>nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)</td><td>ruhaniyat: ruhânî varlıklar (bk. r-v-ḥ)</td></tr><tr><td>sekene: sakinler, ikamet edenler (bk. s-k-n)</td><td>sema: gök (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>semavat: gökler (bk. s-m-v)</td><td>tasrih etmek: açıkça ifade etmek</td></tr><tr><td>tesmiye etmek: isimlendirmek (bk. s-m-v)</td><td>tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n)</td></tr><tr><td>tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)</td><td>zemin: yer</td></tr><tr><td>zevi’l-idrak: düşünebilen varlıklar, idrak sahipleri</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)</td><td>âlem: kâinat (bk. a-l-m)</td></tr></tbody></table>