Aşkın yeri ve zamanı olmadığı gibi, okumanın da yoktur. Öyle ki okurken gece, gündüze; yer, yatağa; karanlık, ışığa karışır. Dolayısıyla, düşünebildiğiniz her yer, okuyabileceğiniz yer anlamına da gelir. Okuyan, bu haliyle, mekânın ötesine geçer. Kalabalık, gürültü, sessizlik hepsi, okuyanı rahatsız etmemek için, ayrı bir safa toplanır. Okuyan, yeter ki okuduğunu anlasın, tüm dünya onun için kul, köle olur. Ama dünyanın kalbinden kopan bunca büyük ödünü hakketmek için de ama gönülden, ama aşkla, ama coşkuyla okumak gerekir. Gönlünüzde o aşkı, o coşkuyu hissettiniz mi, ne yorgunluğunuz kalır ne de yaşamınızı uzatan kalbiniz. Evren, sizin için susmuştur. Sanki evren, okuduklarınızı daha iyi anlayabilmeniz için ağzınızın içinde dönüp duran dilinizden dökülenleri dinlemektedir. Ahenk, başka nasıl olur ki?
Bunu bilmediniz mi? Yaşamadınız mı? Üzülün! Elbette ki üzülün. Okurken harfleri seçmeye çalışan gözlerinizi, daha çok görmesi için ovalamadınızsa; ayaklarınızı, uyuşukluğunu gidermek için sabırsız ve ritimsiz hareketlerle sallamadınızsa; elinizdeki kalemi nereye koyacağınızı bilmeden elinizi yüzünüzü çizmedinizse üzülün. Elbette ki üzülün ve hikayenizi okuyamayanlardan dinleyin. Okuyamayanlardan... İmkanı olmadığı için okuyamayanlar var ya hani. Hah! İşte onlar. Onlar, fakirin fukaranın çocukları.
Derler ki “okumak istiyoruz”. Okumanın ne olduğunu, nasıl olduğunu dahi bilmeyen bu aç beyinler ezberlerindeymiş gibi ağızlarından dökülen kelimelerle “kurtulmak için okuyoruz” deyiverirler. Kimi doktor olmak ister, kimi öğretmen, kimi hakim. Onlara göre ancak okuyunca büyük adam olunur veya büyümek, ancak okumakla olur ya da okumak, insanı büyüten tek şeydir. Nasıl okuyacaklarını bilmezler, ama okumanın ne anlama geldiğini bilirler. Biz gafiller ise bizden gayrısını dinlemeden, üç satır dahi okumaktan çekiniriz. Bu gözler ışığı ne zaman görecek?
"Metod oluşturmak gerekir", "Akademisyen olmadan okuduğunu anlamazsın", "Meselenin ilmini almadan okunmaz", "Çok okursan" da... Yok! "Çok okursan, delirirsin." ...
Bilgiye karşı birimiz değil, hepimiz cahiliz. Şu çağda dahi çok okuyana delireceği söyleniyorsa, bu çağla önceki çağ arasında hiçbir fark yok demektir. Buradaki anlamı çözmektense aklını –izm’lerden alamayan ve hayatta kitabı olmamış olana bir kitap vermeyi dahi aklına getirmeyen cahillerin vay haline...
"Okumak, bir derya?", "Nereden başlayacağımı bilmiyorum!", "Neye yatkın olduğumu bilmiyorum.", "Okuduğumun sonrasında ne okumam gerektiğini bilmiyorum!", Yok! "Öneriniz var mı?" ...
Öneriniz var mı?
Öneriniz...
Önerimiz?
Önerimiz!
Var...
Okuduğunu bir daha oku. Zira okuduğun kitapta yazılanları anlasaydın, ne bir öneri beklerdin ne de bu boş laflarla vakit geçirirdin.
“Ama çok okumak istiyorum.”
Tutan mı var?
Ama kimi o-koyunlar, pardon okuyanlar, güdülmek, pardon, metodik düşünmek isterler. Metodik düşünmek, ele bulaşan çamuru başkasının sırtını sıvazlayarak temizlemeye benzer. Bunu yaparken, yolunda yürüyeni de durdurduğunu bilmez. Ama ne onlar durmayı ve sormayı bırakır, ne de biz durmayı ve anlatmayı. Bu yüzden o-koyunlara, pardon, okuyanlara nasıl okunacağını anlatacak üç beş kelime etmemiz gerekiyor.
Hızlı okuyun.
Ama hızlı okumak uğruna anlamayı ihmâl etmeyin.
Bunu bilmediniz mi? Yaşamadınız mı? Üzülün! Elbette ki üzülün. Okurken harfleri seçmeye çalışan gözlerinizi, daha çok görmesi için ovalamadınızsa; ayaklarınızı, uyuşukluğunu gidermek için sabırsız ve ritimsiz hareketlerle sallamadınızsa; elinizdeki kalemi nereye koyacağınızı bilmeden elinizi yüzünüzü çizmedinizse üzülün. Elbette ki üzülün ve hikayenizi okuyamayanlardan dinleyin. Okuyamayanlardan... İmkanı olmadığı için okuyamayanlar var ya hani. Hah! İşte onlar. Onlar, fakirin fukaranın çocukları.
Derler ki “okumak istiyoruz”. Okumanın ne olduğunu, nasıl olduğunu dahi bilmeyen bu aç beyinler ezberlerindeymiş gibi ağızlarından dökülen kelimelerle “kurtulmak için okuyoruz” deyiverirler. Kimi doktor olmak ister, kimi öğretmen, kimi hakim. Onlara göre ancak okuyunca büyük adam olunur veya büyümek, ancak okumakla olur ya da okumak, insanı büyüten tek şeydir. Nasıl okuyacaklarını bilmezler, ama okumanın ne anlama geldiğini bilirler. Biz gafiller ise bizden gayrısını dinlemeden, üç satır dahi okumaktan çekiniriz. Bu gözler ışığı ne zaman görecek?
"Metod oluşturmak gerekir", "Akademisyen olmadan okuduğunu anlamazsın", "Meselenin ilmini almadan okunmaz", "Çok okursan" da... Yok! "Çok okursan, delirirsin." ...
Bilgiye karşı birimiz değil, hepimiz cahiliz. Şu çağda dahi çok okuyana delireceği söyleniyorsa, bu çağla önceki çağ arasında hiçbir fark yok demektir. Buradaki anlamı çözmektense aklını –izm’lerden alamayan ve hayatta kitabı olmamış olana bir kitap vermeyi dahi aklına getirmeyen cahillerin vay haline...
"Okumak, bir derya?", "Nereden başlayacağımı bilmiyorum!", "Neye yatkın olduğumu bilmiyorum.", "Okuduğumun sonrasında ne okumam gerektiğini bilmiyorum!", Yok! "Öneriniz var mı?" ...
Öneriniz var mı?
Öneriniz...
Önerimiz?
Önerimiz!
Var...
Okuduğunu bir daha oku. Zira okuduğun kitapta yazılanları anlasaydın, ne bir öneri beklerdin ne de bu boş laflarla vakit geçirirdin.
“Ama çok okumak istiyorum.”
Tutan mı var?
Ama kimi o-koyunlar, pardon okuyanlar, güdülmek, pardon, metodik düşünmek isterler. Metodik düşünmek, ele bulaşan çamuru başkasının sırtını sıvazlayarak temizlemeye benzer. Bunu yaparken, yolunda yürüyeni de durdurduğunu bilmez. Ama ne onlar durmayı ve sormayı bırakır, ne de biz durmayı ve anlatmayı. Bu yüzden o-koyunlara, pardon, okuyanlara nasıl okunacağını anlatacak üç beş kelime etmemiz gerekiyor.
Hızlı okuyun.
Ama hızlı okumak uğruna anlamayı ihmâl etmeyin.