molla_zehra
Well-known member
I.
Necip Fazıl, yaşamı boyu yakasını kurtaramayacağı “vehim ve şüphe akrebinin kıskacın”dadır. Kendisinde bu, kronik bir durum alır ve apayrı bir kişilik olarak belirir. İnsana bakışı, olayları algılayışı, dikkati, sezgisi, onun bir kişiliği halinde belirir. Bunu bir zaaf olarak görmemek gerek. Buna bir kişilik duruşu olarak bakılmalıdır. Şiirinde olduğu gibi, hayatında hem gergin, hem titiz, hem de şaşırtıcı aşırılıklar içerir. Bu aşırılıklar onun taşkın mizacından ileri gelmektedir. Koşullara göre böyle değerlendirilebilinir.
Bunu iki dönem olarak ele almak gerekir. Bu oluşumu sağlayan, oluşturan koşulları anımsamada yarar var. Onun hayatının sürecini, koşullarını, psikolojisini ve dönemlerini kavrarsak söyleyeceklerimiz daha bir karşılık bulur.
KONAK
Yirmi odalı bir yapıdır. Bu konağın kapıları sanki kendiliğinden ya da gizli bir gücün etkisiyle açılıp kapanmaktadır. Merdivenleri gıcırdamakta; pencere ve kapı boşluklarından, sürekli içeri rüzgârlar girmektedir. Bu rüzgârlar eşyayı devindirmekte, evde bir şeyler olmaktadır. Kalabalık koridor ve sofalardan bir sel gibi akmakta, konağı gürültülere boğmaktadır. Evin içinde bir şeyler uçuşup durmaktadır. Konağın dışındaki sesler ile içeridekiler bir uyum içindedir. Sokaktan gelen ayak sesleri, bağırışlar, evin içindeki gizemli sesler. Burada ayraç içinde belirtmek gerekirse, bu iç oluşum Necip Fazıl’daki durumu da aynîleştiriyor. Algısını, bakışını, sezgisini ve hayat tarzını oluşturuyor ya da belirliyor.
Çocuk Necip Fazıl bir odada yalnız başınadır; cinler, periler adeta ortalıkta dolaşmaktadır. Konağın duvarları bir surun duvarları kadar kalın, sesini duyuramayacak kadar sağırdır. Bunun için, böylesi bir ortamda, vehmin onda nüvelendiğini düşünüyorum. Bu yalnızlık vehimli anlarında, bazen annesini seslendiği, yanına çağırdığını söyler. Gece sessizliğindeki en ufak bir ses, bir kıpırtı, onu ayağa kaldırır ve uyutmaz. Yatağına çakılıp kalır. Ev ile korku onda özdeştir.
ÖLÜM
Küçük yaşlarda kardeşi Selma’yı yitirir. Kardeşiyle aralarında geçen bir olay onda “ukde” olarak kalır. Kız kardeşi Selma ısırılmış bir elma ile yanına gelir: ” kuzum ağabeyciğim, büyük babamın sana verdiği bir lirayı ver de sana bu elmayı vereyim. Biraz ısırdım ama ziyanı yok.” der. Ondan elmayı aldığı, parayı verdiği için hayatı boyu üzülecektir. Hem elmayı hem de parayı kardeşine bırakabilirdi. Dolayısıyla çocuk Necip Fazıl, onun bu isteğini yerine getirmemiştir. Bir zaman sonra, Selma’nın küçücük bir tabutun içinde evden çıkarılışı, annesinin canhıraş ağlayışı, bir sürü kalabalığın tabutun peşinden gidişi, kendisinde iyice yer edecek ve bu olay hayatı boyu yakasını bırakmayacaktır. Üstelik bu, birçok eserinde adeta bir leitmovit olarak yer alacaktır. Birçok eserinde hüzünlü olarak yer alacaktır.
BÜYÜK BABA
Kendisini aile içerisinde en çok sevendir. Onu hediyelere boğar, yanından ayırmaz. O da dedesinin yanında kendisini büyük biri gibi hisseder. Bir muhafız gibi dedesinin peşindedir. Bağlandığı büyük babası, gözlerinin önünde, bir gün başı önüne düşer ve ölür. O an, ölüm bir soru olarak belleğine takılır. O diri, sevecen, hâkim, evin direği insan – bu yanıyla ve tam anlamıyla bir bütünlük gösterir. Ailenin dengesi onun üzerine kuruludur. – başı önüne düşüp ölünce, onu boylu boyunca uzatılmış halini görür. Dedesinin asla ölmeyeceğini ve yıkılmayacağını düşünmüştür. Dedesinin ayak parmaklarının üzerindeki örtü dehşet verecek biçimde durmaktadır. Sakalları yüzüne yapıştırılmış gibidir. Bunlar önemli ayrıntılar olarak belleğinde yer eder.
Necip Fazıl, yaşamı boyu yakasını kurtaramayacağı “vehim ve şüphe akrebinin kıskacın”dadır. Kendisinde bu, kronik bir durum alır ve apayrı bir kişilik olarak belirir. İnsana bakışı, olayları algılayışı, dikkati, sezgisi, onun bir kişiliği halinde belirir. Bunu bir zaaf olarak görmemek gerek. Buna bir kişilik duruşu olarak bakılmalıdır. Şiirinde olduğu gibi, hayatında hem gergin, hem titiz, hem de şaşırtıcı aşırılıklar içerir. Bu aşırılıklar onun taşkın mizacından ileri gelmektedir. Koşullara göre böyle değerlendirilebilinir.
Bunu iki dönem olarak ele almak gerekir. Bu oluşumu sağlayan, oluşturan koşulları anımsamada yarar var. Onun hayatının sürecini, koşullarını, psikolojisini ve dönemlerini kavrarsak söyleyeceklerimiz daha bir karşılık bulur.
KONAK
Yirmi odalı bir yapıdır. Bu konağın kapıları sanki kendiliğinden ya da gizli bir gücün etkisiyle açılıp kapanmaktadır. Merdivenleri gıcırdamakta; pencere ve kapı boşluklarından, sürekli içeri rüzgârlar girmektedir. Bu rüzgârlar eşyayı devindirmekte, evde bir şeyler olmaktadır. Kalabalık koridor ve sofalardan bir sel gibi akmakta, konağı gürültülere boğmaktadır. Evin içinde bir şeyler uçuşup durmaktadır. Konağın dışındaki sesler ile içeridekiler bir uyum içindedir. Sokaktan gelen ayak sesleri, bağırışlar, evin içindeki gizemli sesler. Burada ayraç içinde belirtmek gerekirse, bu iç oluşum Necip Fazıl’daki durumu da aynîleştiriyor. Algısını, bakışını, sezgisini ve hayat tarzını oluşturuyor ya da belirliyor.
Çocuk Necip Fazıl bir odada yalnız başınadır; cinler, periler adeta ortalıkta dolaşmaktadır. Konağın duvarları bir surun duvarları kadar kalın, sesini duyuramayacak kadar sağırdır. Bunun için, böylesi bir ortamda, vehmin onda nüvelendiğini düşünüyorum. Bu yalnızlık vehimli anlarında, bazen annesini seslendiği, yanına çağırdığını söyler. Gece sessizliğindeki en ufak bir ses, bir kıpırtı, onu ayağa kaldırır ve uyutmaz. Yatağına çakılıp kalır. Ev ile korku onda özdeştir.
ÖLÜM
Küçük yaşlarda kardeşi Selma’yı yitirir. Kardeşiyle aralarında geçen bir olay onda “ukde” olarak kalır. Kız kardeşi Selma ısırılmış bir elma ile yanına gelir: ” kuzum ağabeyciğim, büyük babamın sana verdiği bir lirayı ver de sana bu elmayı vereyim. Biraz ısırdım ama ziyanı yok.” der. Ondan elmayı aldığı, parayı verdiği için hayatı boyu üzülecektir. Hem elmayı hem de parayı kardeşine bırakabilirdi. Dolayısıyla çocuk Necip Fazıl, onun bu isteğini yerine getirmemiştir. Bir zaman sonra, Selma’nın küçücük bir tabutun içinde evden çıkarılışı, annesinin canhıraş ağlayışı, bir sürü kalabalığın tabutun peşinden gidişi, kendisinde iyice yer edecek ve bu olay hayatı boyu yakasını bırakmayacaktır. Üstelik bu, birçok eserinde adeta bir leitmovit olarak yer alacaktır. Birçok eserinde hüzünlü olarak yer alacaktır.
BÜYÜK BABA
Kendisini aile içerisinde en çok sevendir. Onu hediyelere boğar, yanından ayırmaz. O da dedesinin yanında kendisini büyük biri gibi hisseder. Bir muhafız gibi dedesinin peşindedir. Bağlandığı büyük babası, gözlerinin önünde, bir gün başı önüne düşer ve ölür. O an, ölüm bir soru olarak belleğine takılır. O diri, sevecen, hâkim, evin direği insan – bu yanıyla ve tam anlamıyla bir bütünlük gösterir. Ailenin dengesi onun üzerine kuruludur. – başı önüne düşüp ölünce, onu boylu boyunca uzatılmış halini görür. Dedesinin asla ölmeyeceğini ve yıkılmayacağını düşünmüştür. Dedesinin ayak parmaklarının üzerindeki örtü dehşet verecek biçimde durmaktadır. Sakalları yüzüne yapıştırılmış gibidir. Bunlar önemli ayrıntılar olarak belleğinde yer eder.