اَقِمِ
الصَّلوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْانَ الْفَجْرِ اِنَّ قُرْانَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا () وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه نَافِلَةً لَكَ عَسى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
İsra / 78-79. Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir. Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.
فَاصْبِرْ
عَلى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ انَائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضى
Tâhâ / 130. (Resûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce
de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen, Allah'tan hoşnut olasın, (Allah da senden!).
يَا
اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا نُودِىَ لِلصَّلوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلى ذِكْرِ اللّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ () فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلوةُ فَانْتَشِرُوا فِى الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّهِ وَاذْكُرُوا اللّهَ كَثيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Cum’a / 9-10. Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
فَسُبْحَانَ
اللّهِ حينَ تُمْسُونَ وَحينَ تُصْبِحُونَ
Rum / 17. Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
فَاصْبِرْ
عَلى مَايَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ
Kaf / 39. (Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et.
وَمِنَ
الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ
Tur / 49. Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu tesbih et.
وَاَقِمِ
الصَّلوةَ طَرَفَىِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّاَتِ ذلِكَ ذِكْرى لِلذَّاكِرينَ
Hud / 114. Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.
HAD
İS...
* Hz. Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'a bir zat gelerek namaz vakitlerini sordu. Efendimiz ona hiçbir cevap vermedi." (Sabah vaktinde) şafak sökünce, henüz kimse kimseyi tanıyamayacak kadar ortalık karanlık iken Bilâl'e emretti, sabah ezanını okudu. Sonra, güneş tam tepe noktasından batıya dönme (zeval) anında yine Bilâl'e emretti, öğle ezanını okudu. Bu vakit için, -öbürlerinden daha iyi bilen- birisi: "Bu, gün ortası (nısfu'n-Nehar)" demişti. Sonra, güneş henüz yüksekte olduğu zaman emretti, Bilâl akşam narnazı için ezan okudu. Sonra ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca yatsı için emretti, Bilâ! yatsı ezanını okudu. Sonra ertesi gün, sabah namazını tehir etti. O kadar geciktirdi ki, kişinin, "sabah vakti çıktı veya çıkmak üzere" demesi ânında namazı tamamladı. Sonra öğleyi tehir etti, öyle ki, öğle namazını dün ikindiyi kıldığımız âna yakın bir vakitte kıldı. Sonra ikindiyi tehir etti. Bir kimsenin, "Güneş (ikindi) kızıllığına büründü" diyebileceği bir vakitte namazdan çıktı. Sonra akşamı, nerdeyse ufuktan aydınlığın (şafak) kaybolduğu âna kadar tehir etti."
* Bir rivayette de şöyle gelmiştir: Akşamı, ikinci günde, ufuktaki aydınlığın kaybolmasından önce kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin ilk üçte birine kadar tehir etti. Sonra sabah oldu ve soru sahibini çağırdı: "İşte namazın vakti bu iki hudud arasındadır" buyurdu.
* Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Sabah namazını kişi arkadaşının yüzünü tanıyamayacak -veya kişi yanındakini tanımayacak- kadar (ortalığın karanlık olduğu) bir anda kıldı. Sonra ikindiyi öylesine tehir etti ki, namazdan çıktığı zaman güneş sararmıştı..." Rivayetin sonunda Ebü Dâvud der ki: Bu hadisi rivayet edenlerden bazısı şöyle dedi: "sonra yatsıyı gece yarısına kadar tehir ederek kıldı."
* Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a namazların vaktinden sormuştu. Ona: "Şu (önümüzdeki) iki günde namazları bizimle kıl!"buyurdu. (O gün) güneş tam tepe noktasından (batıyor) kayınca ezan için Bilâl'e emretti. O da öğle ezanını okudu. Sonra öğle için kâmet okumasını emretti. Sonra güneş yüksekte, beyaz parlak iken emretti ve ikindi için kâmet okudu. Sonra güneş batınca emretti, akşam için kâmet okudu. Sonra ufuktaki aydınlık kaybolunca emretti, yatsı için kâmet okudu. Sonra şafak sökünce emretti sabah için kâmet okudu. İkinci gün olunca, Bilâl'e ortalığın serinlemesini beklemeyi emretti. O da öğleyi, ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. İkindiyi, güneş yüksekten, dünkü vakitten biraz sonra kıldı. Akşamı ufuktaki beyazlık kaybolmazdan az önce kıldı. Yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabahı ortalık iyice ağarınca kıldı. Sonra: "Namaz vakitlerinden soran kimse nerede?" diye sordu. Soru sahibi: "Benim ey Allah'ın Resülü!" dedi. "Namazlarınızın vakti dedi, gördüğünüz (iki vakit) arasındadır."
* İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselâm) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibrîl (aleyhisselam) bana yönelip: "Ey Muhammedl Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselâm) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!" dedi. "
* Nesaî'nin Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den yaptığı bir rivayette şöyle denmiştir: "Sonra O'na (Cibrîl), Fecr uzayıp sabah olunca daha yıldızlar parlak ve cıvıl cıvıl iken geldi. Dünkü yaptığını aynen yaptı, sabah namazını kıldı. Sonra da: "Namaz vakti, işte gördüğünüz bu iki namaz arasıdır" dedi."
* Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "...Öğleyi, güneş (tepeden batıya) meyledince kıldı. (Bu sırada) gölge ayakkabı bağı kadardı. Sonra ikindiyi, gölge ayakkabı bağının misli ve adam boyu olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık kaybolunca kıldı. Sonra, sabahı, şafak sökünce kıldı. Sonra ertesi günün öğlesini, gölge, adam boyu olunca kıldı. Sonra ikindiyi, kişinin gölgesi iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte birine veya yarısına doğru kıldı. Sonra sabahı kıldı ve ortalık ağardı."
* Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Bilesiniz, namazın bir ilk vakti bir de son vakti vardır. Öğle vaktinin evveli güneşin tepe noktasından batıya meyil (zeval ânıdır. Son vakti de ikindinin girdiği andır. İkindi vaktinin evveli, vaktinin girdiği andır. Vaktin sonu da güneşin sarardığı andır. Akşam vaktinin evveli, güneşin battığı andır. Vaktin sonu da ufuktaki aydınlığın (şafak) kaybolduğu andır. Yatsı vaktinin evveli, ufuğun kaybolduğu andır. Vaktin sonu da gecenin yarısıdır. Sabah vaktinin evveli fecrin (aydınlığı) doğmasıdır. Vaktin sonu da güneşin doğmasıdır."
* Ebü'l-Minhâl Seyyâr İbnu Selâme (rahimehullah) anlatıyor: "Ben ve babam birlikte Ebü Berze el-Eslemî (radıyallâhu anh)'nin yanına girdik. Babam ona: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) farz namazları nasıl kılardı?" diye sordu. Şu cevabı verdi: "Efendimiz sizin "el-Evvel" dediğiniz öğle namazını güneş (tepe noktasından) batıya kayınca kılardı. Birimiz ikindiyi kılınca, Medîne'nin en uzak yerindeki evine dönerdi de güneş hâlâ canlılığını korurdu. Akşam namazı hakkında ne söylediğini unuttum. Sizin atame dediğiniz yatsıyı geciktirmeyi iyi bulurdu (müstehap addederdi). Yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh addederdi. Kişi (yanında beraber oturduğu) arkadaşını tanıyınca sabah namazından ayrılırdı. Namazda altmış-yüz âyet miktarınca Kur'ân okurdu."
* Mersed İbnu Abdillah el-Müzenî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ebü Eyyüb, gâzi (mücahid) olarak yanımıza geldi. Bu sırada Ukbe İbnu Amir de Mısır'da vali idi. Ukbe, akşam namazını tehir etti. Ebü Eyyüb ona yönelerek: "Ey Ukbe! dedi. Bu kıldırdığın namaz ne namazıdır?" Ukbe, hatasını anlayarak: "Meşguliyetimiz vardı" diye özür beyan etti. Ebü Eyyüb: "Sen Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın şu sözünü işitmedin mi? Buyurmuştu ki: "Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar cıvıldayana kadar geciktirmedikçe hayır üzere -veya fıtrat üzere demişti- olmaktan geri kalmaz. "
* Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana şu tembihte bulundu: "Ey Ali, üç şey vardır, sakın onları geciktirme: Vakti girince namaz, (hemen kıl!) Hazır olunca cenaze, (hemen defnet!) Kendisine denk birini bulduğun bekar kadın, (hemen evlendir!)"
* Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim sabah namazından bir rek'ati güneş doğmazdan önce kılabilirse, sabah namazına yetişmiş demektir. Kim ikindi namazından bir rek'ati güneş batmadan önce kılabiIirse ikindi namazına yetişmiş demektir."
* Buhârî ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Sizden kim, ikindi namazının bir secdesini güneş batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah namazının da bir secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın." Ancak Nesâî (bir rivayetinde de) şöyle der: ". . iIk rekatinde kılarsa. . . "
* Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hararet şiddetlenince namazı (vakit) biraz serinleyince kılın. Çünkü, şiddetli hararet cehennemden bir kabarmadır.
* İmam Mâlik in bir rivayetinde (Resülullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir): "Cehennem, Rabbine (ey Rabbim! bir kısmım, diğer bir kısmımı yiyor diye) şikayet etti. Bunun üzerine Rab Teâlâ ona yılda iki kere teneffüs etmesine izin verdi: Kışta bir nefes, yazda bir nefes. (İşte, hararetten en şiddetli hissedilen ve soğuktan en şiddetli hissedilen şey bu soluklardır)."
* Ebü Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz bir sefer sırasında Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Müezzinimiz öğle namazı için ezan okumak istedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Serinlemeyi bekle!" dedi. Bir müddet geçince müezzin ezan okumak istemişti, yine ikinci ve hatta üçüncü defa: "Serinlemeyi bekle!" dedi. (Bekledik), hatta tümseklerin (doğu cihetindeki) gölgelerini gördük. O zaman aleyhissalâtu vesselâm: "Şiddetli hararet cehennemin bir kabarmasıdır. Öyleyse, hararet şiddetlenince öğle namazını (vakit) serinleyince kılın" dedi.
* Bir rivayette de şöyle gelmiştir: Akşamı, ikinci günde, ufuktaki aydınlığın kaybolmasından önce kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin ilk üçte birine kadar tehir etti. Sonra sabah oldu ve soru sahibini çağırdı: "İşte namazın vakti bu iki hudud arasındadır" buyurdu.
* Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Sabah namazını kişi arkadaşının yüzünü tanıyamayacak -veya kişi yanındakini tanımayacak- kadar (ortalığın karanlık olduğu) bir anda kıldı. Sonra ikindiyi öylesine tehir etti ki, namazdan çıktığı zaman güneş sararmıştı..." Rivayetin sonunda Ebü Dâvud der ki: Bu hadisi rivayet edenlerden bazısı şöyle dedi: "sonra yatsıyı gece yarısına kadar tehir ederek kıldı."
* Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a namazların vaktinden sormuştu. Ona: "Şu (önümüzdeki) iki günde namazları bizimle kıl!"buyurdu. (O gün) güneş tam tepe noktasından (batıyor) kayınca ezan için Bilâl'e emretti. O da öğle ezanını okudu. Sonra öğle için kâmet okumasını emretti. Sonra güneş yüksekte, beyaz parlak iken emretti ve ikindi için kâmet okudu. Sonra güneş batınca emretti, akşam için kâmet okudu. Sonra ufuktaki aydınlık kaybolunca emretti, yatsı için kâmet okudu. Sonra şafak sökünce emretti sabah için kâmet okudu. İkinci gün olunca, Bilâl'e ortalığın serinlemesini beklemeyi emretti. O da öğleyi, ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. İkindiyi, güneş yüksekten, dünkü vakitten biraz sonra kıldı. Akşamı ufuktaki beyazlık kaybolmazdan az önce kıldı. Yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabahı ortalık iyice ağarınca kıldı. Sonra: "Namaz vakitlerinden soran kimse nerede?" diye sordu. Soru sahibi: "Benim ey Allah'ın Resülü!" dedi. "Namazlarınızın vakti dedi, gördüğünüz (iki vakit) arasındadır."
* İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselâm) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibrîl (aleyhisselam) bana yönelip: "Ey Muhammedl Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselâm) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!" dedi. "
* Nesaî'nin Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den yaptığı bir rivayette şöyle denmiştir: "Sonra O'na (Cibrîl), Fecr uzayıp sabah olunca daha yıldızlar parlak ve cıvıl cıvıl iken geldi. Dünkü yaptığını aynen yaptı, sabah namazını kıldı. Sonra da: "Namaz vakti, işte gördüğünüz bu iki namaz arasıdır" dedi."
* Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "...Öğleyi, güneş (tepeden batıya) meyledince kıldı. (Bu sırada) gölge ayakkabı bağı kadardı. Sonra ikindiyi, gölge ayakkabı bağının misli ve adam boyu olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık kaybolunca kıldı. Sonra, sabahı, şafak sökünce kıldı. Sonra ertesi günün öğlesini, gölge, adam boyu olunca kıldı. Sonra ikindiyi, kişinin gölgesi iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte birine veya yarısına doğru kıldı. Sonra sabahı kıldı ve ortalık ağardı."
* Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Bilesiniz, namazın bir ilk vakti bir de son vakti vardır. Öğle vaktinin evveli güneşin tepe noktasından batıya meyil (zeval ânıdır. Son vakti de ikindinin girdiği andır. İkindi vaktinin evveli, vaktinin girdiği andır. Vaktin sonu da güneşin sarardığı andır. Akşam vaktinin evveli, güneşin battığı andır. Vaktin sonu da ufuktaki aydınlığın (şafak) kaybolduğu andır. Yatsı vaktinin evveli, ufuğun kaybolduğu andır. Vaktin sonu da gecenin yarısıdır. Sabah vaktinin evveli fecrin (aydınlığı) doğmasıdır. Vaktin sonu da güneşin doğmasıdır."
* Ebü'l-Minhâl Seyyâr İbnu Selâme (rahimehullah) anlatıyor: "Ben ve babam birlikte Ebü Berze el-Eslemî (radıyallâhu anh)'nin yanına girdik. Babam ona: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) farz namazları nasıl kılardı?" diye sordu. Şu cevabı verdi: "Efendimiz sizin "el-Evvel" dediğiniz öğle namazını güneş (tepe noktasından) batıya kayınca kılardı. Birimiz ikindiyi kılınca, Medîne'nin en uzak yerindeki evine dönerdi de güneş hâlâ canlılığını korurdu. Akşam namazı hakkında ne söylediğini unuttum. Sizin atame dediğiniz yatsıyı geciktirmeyi iyi bulurdu (müstehap addederdi). Yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh addederdi. Kişi (yanında beraber oturduğu) arkadaşını tanıyınca sabah namazından ayrılırdı. Namazda altmış-yüz âyet miktarınca Kur'ân okurdu."
* Mersed İbnu Abdillah el-Müzenî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ebü Eyyüb, gâzi (mücahid) olarak yanımıza geldi. Bu sırada Ukbe İbnu Amir de Mısır'da vali idi. Ukbe, akşam namazını tehir etti. Ebü Eyyüb ona yönelerek: "Ey Ukbe! dedi. Bu kıldırdığın namaz ne namazıdır?" Ukbe, hatasını anlayarak: "Meşguliyetimiz vardı" diye özür beyan etti. Ebü Eyyüb: "Sen Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın şu sözünü işitmedin mi? Buyurmuştu ki: "Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar cıvıldayana kadar geciktirmedikçe hayır üzere -veya fıtrat üzere demişti- olmaktan geri kalmaz. "
* Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana şu tembihte bulundu: "Ey Ali, üç şey vardır, sakın onları geciktirme: Vakti girince namaz, (hemen kıl!) Hazır olunca cenaze, (hemen defnet!) Kendisine denk birini bulduğun bekar kadın, (hemen evlendir!)"
* Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim sabah namazından bir rek'ati güneş doğmazdan önce kılabilirse, sabah namazına yetişmiş demektir. Kim ikindi namazından bir rek'ati güneş batmadan önce kılabiIirse ikindi namazına yetişmiş demektir."
* Buhârî ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Sizden kim, ikindi namazının bir secdesini güneş batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah namazının da bir secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın." Ancak Nesâî (bir rivayetinde de) şöyle der: ". . iIk rekatinde kılarsa. . . "
* Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hararet şiddetlenince namazı (vakit) biraz serinleyince kılın. Çünkü, şiddetli hararet cehennemden bir kabarmadır.
* İmam Mâlik in bir rivayetinde (Resülullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir): "Cehennem, Rabbine (ey Rabbim! bir kısmım, diğer bir kısmımı yiyor diye) şikayet etti. Bunun üzerine Rab Teâlâ ona yılda iki kere teneffüs etmesine izin verdi: Kışta bir nefes, yazda bir nefes. (İşte, hararetten en şiddetli hissedilen ve soğuktan en şiddetli hissedilen şey bu soluklardır)."
* Ebü Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz bir sefer sırasında Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Müezzinimiz öğle namazı için ezan okumak istedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Serinlemeyi bekle!" dedi. Bir müddet geçince müezzin ezan okumak istemişti, yine ikinci ve hatta üçüncü defa: "Serinlemeyi bekle!" dedi. (Bekledik), hatta tümseklerin (doğu cihetindeki) gölgelerini gördük. O zaman aleyhissalâtu vesselâm: "Şiddetli hararet cehennemin bir kabarmasıdır. Öyleyse, hararet şiddetlenince öğle namazını (vakit) serinleyince kılın" dedi.
TEFS
İR...
وَاَقِمِ
الصَّلوةَ طَرَفَىِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّاَتِ ذلِكَ ذِكْرى لِلذَّاكِرينَ
Hud / 114. Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.
Ve namazı kıl, ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde.
Zülef: Zülfe'nin çoğuludur ve Arapça'da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir. Gündüz namazlarının kırâetinde cehir (sesli okuma) meselesinde sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için "tarafeyi'n-nehar" dan murad öğle ve ikindi vakitleri, "zülefen mine'l-leyl"den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak lazımgelir ki, İsra Sûresi'nde de "Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı gerçekten de şahitlidir." (İsra, 17/78) diye buyurulmuştur. Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi'n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır. Şer'an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır. Nitekim bir başka âyette "Gündüzün tarafları" (Tâhâ, 20/130) diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir. Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam namazları "zülefen mine'l-leyl" in kapsamı içinde kalmış olurlar. Böylece gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Bununla beraber mutlak anlamda "gündüzün iki tarafı" tabiri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı mânâsına geldiğinden, şer'î anlamda gündüz de fecir vaktinden geçerli olduğundan birçok âlim, bunun "Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et." (Tâhâ, 20/130) âyetini örnek alarak sabah namazı ile ikindi namazı olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Fakat bu şekilde tefsir edildiği takdirde, başka âyetlerde sarahatle yer almış olan öğle vakti burada hiç zikredilmemiş olur. Keşşaf sahibi gibi, birçokları da iki taraftan maksadın bir tarafın öğleden önce, bir tarafın da öğleden sonra demek olduğunu ifade etmişler, yani "gudüvv ve aşiyy" şeklinde anlamışlardır. Böyle alındığı takdirde birinci tarafta sabah namazı, ikinci tarafta da öğle ve ikindi namazları yer almış olur ki, böylece gündüz namazı olarak üç vakit namaz bulunmuş olur. Bu şekilde "tara-feyi'n-nehar" ifadesi ile diğer âyetteki aynı anlama gelmiş olur. Ve sabah namazı onun biri olur, diğer ikisi de öğle ve ikindi namazları olmuş olur.
Gündüzün iki tarafında üç namaz yer almış olursa "zülefen mine'l-leyl" sözü de çoğul olduğudan ve en az üç namazı ifade etmesi gerektiğinden, o takdirde farz namazların sayısı beş değil, altı vakit olmuş olur, ki, bu altı vaktin biri bizzat peygamber efendimiz hakkında "Ve gece namazından olmak üzere teheccüd namazını da kıl, sırf sana mahsus nafileten bir namaz olarak." (İsrâ, 17/79) uyarınca fazla olarak teheccüd, ümmet hakkında da vitir altıncı namaz olmuş olur.
Nitekim "Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et." (Tâhâ, 20/130) ifadeleri de en az altı sayıyı içerir. Şu kadar var ki, beş, bütün vecihlerce kesin, altıncısı ihtimal olarak vitir itikadi farz değil, ameli farzdır, başka bir deyişle vaciptir. Gerçekten de mutlak anlamda gündüzün iki tarafı denildiği zaman sabah ve ikindi, hatta sabah ve akşam dahi açıklık kazanırsa da burada bu iki tarafın karşılığı olan "zülefen mine'l-leyl" den olmadığı da belli olmak karinesiyle "tarafeyi'n-nehar" ifadesinden gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı demek olmayıp örfte başlıca üç kısım sayılan etrafı nehardan ikisi demek olması bizce bütün açılardan tercih edilmesi gereken bir tefsirdir. Gündüzün taraflarından iki taraf: Öğle ile ikindi ve geceden üç zülfe: Akşam, yatsı ve sabah olmak üzere hepsi tam beş vakit namazdır ki, ikamet aynı zamanda namaz kıldırmak anlamına da geldiğinden bunlar cemaatle kılınan namazlardır, ikamet sünnet, cemaat vaciptir.
Hasılı işte bu beş vakit namazı ikame et. Zira şurası kesindir ki, iyilikler kötülükleri giderir. Yani her namaz bir hasenedir, beş vakit ise hasenattır. Hasenata devam edildikçe seyyiat, yani kötülükler silinir gider, işte bu muhakkaktır. Binaenaleyh beş vakit namaza devam edildikçe arada beşeriyet icabı işlenen bazı seyyiat da silinir gider. Beş vakit namaz, arada meydana gelebilecek küçük günahlara keffaret olur. Nitekim bir hadisi şerifte de varid olmuştur ki "Namazdan namaza kadar ikisi arasındakilere keffarettir, büyük günahlardan uzak durulduğu sürece". Ayrıca {*} "Muhakkak ki, namaz, çirkin ve kötü şeylerden uzak tutar." (Ankebut, 29/45) buyurulduğundan, namaza devam edildikçe, genellikle namaz kılanda kötülüklere ve günahlara karşı nefret duygusu gelişir. Böylece namaz insanları büyük günanlardan da uzaklaştırmaya, şayet alıştığı şeyler varsa onda pişmanlık uyandırıp tevbeye de sebep olur...
Ve namazı kıl, ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde.
Zülef: Zülfe'nin çoğuludur ve Arapça'da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir. Gündüz namazlarının kırâetinde cehir (sesli okuma) meselesinde sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için "tarafeyi'n-nehar" dan murad öğle ve ikindi vakitleri, "zülefen mine'l-leyl"den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak lazımgelir ki, İsra Sûresi'nde de "Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı gerçekten de şahitlidir." (İsra, 17/78) diye buyurulmuştur. Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi'n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır. Şer'an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır. Nitekim bir başka âyette "Gündüzün tarafları" (Tâhâ, 20/130) diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir. Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam namazları "zülefen mine'l-leyl" in kapsamı içinde kalmış olurlar. Böylece gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Bununla beraber mutlak anlamda "gündüzün iki tarafı" tabiri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı mânâsına geldiğinden, şer'î anlamda gündüz de fecir vaktinden geçerli olduğundan birçok âlim, bunun "Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et." (Tâhâ, 20/130) âyetini örnek alarak sabah namazı ile ikindi namazı olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Fakat bu şekilde tefsir edildiği takdirde, başka âyetlerde sarahatle yer almış olan öğle vakti burada hiç zikredilmemiş olur. Keşşaf sahibi gibi, birçokları da iki taraftan maksadın bir tarafın öğleden önce, bir tarafın da öğleden sonra demek olduğunu ifade etmişler, yani "gudüvv ve aşiyy" şeklinde anlamışlardır. Böyle alındığı takdirde birinci tarafta sabah namazı, ikinci tarafta da öğle ve ikindi namazları yer almış olur ki, böylece gündüz namazı olarak üç vakit namaz bulunmuş olur. Bu şekilde "tara-feyi'n-nehar" ifadesi ile diğer âyetteki aynı anlama gelmiş olur. Ve sabah namazı onun biri olur, diğer ikisi de öğle ve ikindi namazları olmuş olur.
Gündüzün iki tarafında üç namaz yer almış olursa "zülefen mine'l-leyl" sözü de çoğul olduğudan ve en az üç namazı ifade etmesi gerektiğinden, o takdirde farz namazların sayısı beş değil, altı vakit olmuş olur, ki, bu altı vaktin biri bizzat peygamber efendimiz hakkında "Ve gece namazından olmak üzere teheccüd namazını da kıl, sırf sana mahsus nafileten bir namaz olarak." (İsrâ, 17/79) uyarınca fazla olarak teheccüd, ümmet hakkında da vitir altıncı namaz olmuş olur.
Nitekim "Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et." (Tâhâ, 20/130) ifadeleri de en az altı sayıyı içerir. Şu kadar var ki, beş, bütün vecihlerce kesin, altıncısı ihtimal olarak vitir itikadi farz değil, ameli farzdır, başka bir deyişle vaciptir. Gerçekten de mutlak anlamda gündüzün iki tarafı denildiği zaman sabah ve ikindi, hatta sabah ve akşam dahi açıklık kazanırsa da burada bu iki tarafın karşılığı olan "zülefen mine'l-leyl" den olmadığı da belli olmak karinesiyle "tarafeyi'n-nehar" ifadesinden gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı demek olmayıp örfte başlıca üç kısım sayılan etrafı nehardan ikisi demek olması bizce bütün açılardan tercih edilmesi gereken bir tefsirdir. Gündüzün taraflarından iki taraf: Öğle ile ikindi ve geceden üç zülfe: Akşam, yatsı ve sabah olmak üzere hepsi tam beş vakit namazdır ki, ikamet aynı zamanda namaz kıldırmak anlamına da geldiğinden bunlar cemaatle kılınan namazlardır, ikamet sünnet, cemaat vaciptir.
Hasılı işte bu beş vakit namazı ikame et. Zira şurası kesindir ki, iyilikler kötülükleri giderir. Yani her namaz bir hasenedir, beş vakit ise hasenattır. Hasenata devam edildikçe seyyiat, yani kötülükler silinir gider, işte bu muhakkaktır. Binaenaleyh beş vakit namaza devam edildikçe arada beşeriyet icabı işlenen bazı seyyiat da silinir gider. Beş vakit namaz, arada meydana gelebilecek küçük günahlara keffaret olur. Nitekim bir hadisi şerifte de varid olmuştur ki "Namazdan namaza kadar ikisi arasındakilere keffarettir, büyük günahlardan uzak durulduğu sürece". Ayrıca {*} "Muhakkak ki, namaz, çirkin ve kötü şeylerden uzak tutar." (Ankebut, 29/45) buyurulduğundan, namaza devam edildikçe, genellikle namaz kılanda kötülüklere ve günahlara karşı nefret duygusu gelişir. Böylece namaz insanları büyük günanlardan da uzaklaştırmaya, şayet alıştığı şeyler varsa onda pişmanlık uyandırıp tevbeye de sebep olur...