Mubarek ramazan ayi ve duanin önemi

lafzadi

Active member
MUBAREK RAMAZAN AYI VE DUANIN ÖNEMİ

Yazıma başlarken, mübarek Ramazan ayının dünyanın dört bir yanında yaşayan tüm Müslümanlar için hayırlara ve güzelliklere vesile olmasını, huzur ve barış getirmesini Allah'tan temenni ederim.

Ramazan Ayı tüm insanlar için çok büyük hayırlar taşıyan, insanları bir çok kötü fiili işlemekten alıkoyan, çok mübarek bir aydır ve en önemli özelliğı Kuran'ı Kerim'in 1400 sene evvel bu kutlu ayda indirilmiş olmasıdır. Bakara Suresi'nde Ramazan ayı şu şekilde tarif edilir:


"Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz." (Bakara Suresi, 185)

Ayette de bildirildiği gibi, Allah'ın iman sahibi ve sağlığı yerinde olan tüm insanlara orucu farz kıldığı bu ay, birçok insanın kalbinin İslam'a ısınmasına, Kuran'ı öğrenmesine ve ibadet etmesine vesile olarak çok büyük hayırları beraberinde getirir. Bu ay boyunca birlikte aynı saflarda namaz kılan, aynı vakitte oruçlarını açıp, aynı vakitlerde sahura kalkan müslümanların birbirlerine olan sevgi ve saygıları artar, imanın getirdiği manevi neşeyi birlikte yaşarlar. Bediüzzaman Said Nursi Ramazan ayı boyunca hep beraber oruç tutup, namaz kılan, Rablerine dua edip tevbe eden, bağışlanma dileyen, kötülüklerden uzak duran Müslümanların oluşturdukları bu manevi mescidi şu şekilde tanımlamaktadır:


"Ramazan-ı Şerifte güya alem-i İslam bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hafızlar, o mescid-i ekbarin köşelerinde; o Kur'an'ı hafızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde; o Kur'an'ı, o hitab-ı semaviyi, arzlılara işittiriyorlar."

Dünya üzerindeki tüm müslümanların Allah'ın rızasını kazanmak için nefis terbiyesinde bulunduğu mübarek Ramazan ayı, insanın maneviyatını, Allah'a olan yakınlığını daha da artırması için bir vesiledir. Bu kıymetli ibadeti yerine getirirken gönülden Allah'a yönelir, dünya hayatının geçiciliğini, ahiret günü tek başlarına verecekleri hesaba çekileceklerini düşünür, tevbe eder ve yalvara yalvara Rablerine dua eder. Ramazan ayı bu yönüyle insanların Allah'a daha fazla dua etmelerine vesile olmaktır. Çünkü oruçla geçirilen her dakika insanın aczini anlamasına, Rabbine ne kadar ihtiyacı olduğunu tekrar düşünmesine ve içten dua etmesine neden olur.

Dua Allah'ın kullarına çok büyük bir lütfu, dünya hayatınndaki çok kıymetli bir nimetidir. Allah'tan ibadetlerinin kendilerinden kabul edilmesini dua ile dileyen inananlar, samimi bir kalple yapılan dualarına Rablerinin mutlaka icabet edeceğini akıllarından çıkarmazlar. Bu Allah insanlara Bakara Suresi'nde bildirdiği vaadidir:


"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara Suresi, 186)

Allah bir ayetinde insanlara şah damarından daha yakın olduğunu bildirmiştir. Allah her yeri sarıp kuşatmakta, dua ederken insanı işitmekte, görmekte ve gizlinin gizlisini bilmektedir. İnsanın içinde gizlediğini zannetiği hiçbir şey, Allah'tan gizli kalmaz. O halde insanın samimi olarak Rabbinden bir istekte bulunmak için sadece düşünmesi, hatta içinden geçirmesi dahi yeterlidir. Allah'tan başka duaları duyan ve icabet edebilen yoktur. Dolayısıyla dua, tamamen samimiyete dayalı bir ibadettir.

Allah Dualara İcabet Edendir
İnsan yaratılışı gereği son derece zayıf, aciz ve Rabbine muhtaçtır. Ancak insanın bu şekilde yaratılmasının sayılamayacak kadar çok hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden biri, insanın içinde bulunduğu acizliği görmesi, her yaptığı işte, her sözünde, her hareketinde kendisini Yaratan Rabbine yönelip, yardım dileme ihtiyacı hissetmesidir. Allah "De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?" (Furkan Suresi, 77) ayetiyle insanlara duanın önemini bildirmiştir. Çünkü dua aynı zamanda bir insanın Allah'ın varlığına olan imanını, Allah'ın gücüne olan güvenini, Allah'ın dualarına icabet edeceğine olan inancını, Allah'a olan sevgisini ve yakınlığını gösteren çok önemli bir ibadettir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, duanın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu şöyle ifade eder:


"İnsan, nihayetsiz acziyle beraber beliyyata maruz ve hadsiz adnın hücumuna mübtela ve nihayetsiz fakriyle beraber nihayetsiz hacata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan; vazife-i asliye-i fıtriyesi imandan sonra duadır. Dua ise esas-ı ubudiyettir."

Dua insan için çok büyük bir nimet ve imkandır. Ancak bir çok insan Allah'a iman etmediği ve acizliğini fark etmediği için duanın kıymetini bilemez. Bir yardıma ihtiyacı olduğunda, zor bir durumda kaldığında, bir sıkıntı ya da rahatsızlığı olduğunda ilk önce çevresindeki insanlardan, yakınlarından yardım ister, onlara yönelir. İhtiyacını diğer insanların giderebileceğini düşünür. Halbuki hiçbir insanın Allah dilemediği sürece bir insana şifa olması, yardım etmesi, ihtiyacını gidermesi mümkündür. İnsanın bir sıkıntısı, ihtiyacı, eksikliği olduğu zaman bunu iletebileceği tek makam Allah'tır. Bu gerçeğin üstünde Bediüzzaman da önemle durmuş, duanın insanların üzerinden dünya kadar ağır yükleri kaldıracağını belirtmiştir:


"Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır olanı meyvesi, neticesi şudur ki; Dua eden adam bilir ki; birisi var ki onun sesini dinler; derdine derman yetiştirir; ona merhamet eder; O'nun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var; ona bakar, ünsiyet eder. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp "Elhamdülillahi Rabbi'l alemin" der."

Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi dua insanın önündeki çok büyük bir imkandır. Ancak buna rağmen insanlar cahiliyeden öğrendikleri nedeniyle, dua hakkında pekçok yanlış bilgiye sahiptirler. Örneğin bu anlayışa göre dua belli vakitlerle sınırlandırılmıştır. Belli saatlerde ve belli şartlar altında yapılır. Oysa Kuran'a göre duanın belli bir vakti yoktur. Her insan istediği zaman Rabbine dua edebilir, onun yardımını isteyebilir. Allah "Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.' (Araf Suresi, 205) ayetiyle insanlara her an dua etmeyi hatırlatmaktadır. Mümin, Kuran'ın bu ayetini bildiğinden duasını günün yirmi dört saatine yayar. Duanın belli bir zamanı olmadığı gibi belli bir şekli ve yeri de yoktur. Ancak yine çarpık cahiliye anlayışına göre insan yatarken, bir işle meşgulken, gülerken dua edemez. Oysa bunların hiçbiri kişinin dua etmesi için bir engel değildir. Elbette kişi bazı zamanlarda daha sessiz ve dikkatini kolayca toplayacağı bir yere çekilmek isteyebilir, ama bu bir zorunluluk değil, kişinin tercihidir.

Kuran'a göre insan her zaman, her nerede olursa olsun Allah'a dua edebilir. Kuran'da Hz. Yunus'ın balığın karnında, Hz. Yusuf'un hapiste bulunduğu sırada, Hz. Süleyman'ın görkemli sarayının içinde, Hz. Nuh'ın dalgaların arasındayken Allah'a dua ederek, yöneldikleri bildirilmiştir. Mümin tek başınayken, ya da binlerce kişinin arasındayken, ne iş üzerinde olursa olsun kendi içinde sürekli Rabbiyle sıcak bir bağlantı içindedir. Gerçek dostunun, velisinin ve sahibinin Allah olduğunu, O'nun kendisini her an işittiğini ve gördüğünü bilerek hep O'na yönelir. Allah samimi müminlerin nasıl dua ettikleri ile ilgili şu örneği vermiştir:


Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." "Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu 'hor ve aşağılık' kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur."

"Rabbimiz, biz: "Rabbinize iman edin" diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür." "Rabbimiz, elçilerine va'dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi 'hor ve aşağılık' kılma. Şüphesiz Sen, va'dine muhalefet etmeyensin." (Ali İmran Suresi, 191-194)

İman edenler ayette de olduğu gibi Rablerine için için, samimiyetle, gönülden yönelerek dua eder, Rablerini kendilerine dost ve vekil edinirler. Çünkü bir mümin için hayatta en önemli konu Allah'a yakınlık ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaktır. İnsan duasıyla, Allah'ın sonsuz gücüne sığınır. Diğer insanlardan içinde gizlediği tüm sıkıntılarını, dertlerini ya da dileklerini O'na açar. Allah samimi olarak kendisine dua edenlerin duasına mutlaka icabet edendir. Bediüzzaman Said Nursi de "İşte ey aciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma; ona yapış; ala-yı illiyin-i insaniyete çık. Bir sultan gibi, bütün kainatın dualarını kendi duan içine al; bir abd-i külli ve vekil-i umumi gibi, "Ancak Senden yardım isteriz" de; kainatın güzel bir takvimi ol" diyerek elimizdeki en önemli hazinenin duamız olduğunu ifade etmiştir.
 
Üst