Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak. İşte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir." (Yunus; 7-8)
Nasıl dünyada bazı insanlar, kağıt üzerinde karar verip o kararları tatbik etmedikleri için, o kararlar kağıt üzerinde kaldı diyoruz. Allah-u Zülcelal Kur'an-ı Kerim de, Hz. Peygamber (S.A.V) de hadis-i şeriflerinde, bütün emir ve nehiyleri bizlere bildirmişlerdir. Bu emir ve nehiyleri tatbik edip, kağıt üzerinde bırakmamamız lazımdır. Hz. Peygamber (S.A.V)'in ümmetinin ömrü çok kısadır.
Bir gün İsa (A.S) çölde giderken birisini gördü. O kimse çölün ortasına oturmuş güneşin altında ibadet etmekte idi. Yanında bulunan kocaman bir ağacın gölgesine varır varmaz bu zata selam verdi ve: "Ey Allah'ın abid kulu! Bu çölde ne diye güneşin karşısında ibadet edersin, şu ağacın gölgesinde ibadet etsen olmaz mı?" diye sordu. O kimse: "Ey Allah'ın nebisi! Yedi-sekiz yüz yıllık ömrüm içinde, buradan gölgeye gidinceye kadar geçen zaman zarfında tesbihlerim fevt olabilir. Bundan korktuğum için burada ibadet ederim." diye cevap verdi. Bunun üzerine İsa (A.S): "Doğrudur. Senin için gerekli olan da budur. Fakat sana çok garip bir şey söyleyeceğim. Ahirzamanda bir ümmet gelecek ki, onların ömrü en fazla doksan yüz sene olacaktır. Fakat, onlar öyle emek içine girip bina yapacaklar ki, sanki bin sene yaşayacakmış gibi umut içerisinde olacaklardır." dedi. O kimse: "Eyvah, bu ne gaflettir. Eğer ben onların yerinde olsaydım, bir secde ile ömrümü bitirirdim." diye karşılık verdi.
Allah-u Zülcelal, insan için öyle bir imtihan yaratmış ki, ister gavs olsun, isterse kutup, herkesin gözünde dünyayı güzelleştiriyor. Fakat Allah-u Zülcelal, hayrını istediği kişiye bir tefekkür, bir düşünce ihsan eder. İnsan kendi nefsine: "Ey nefsim! Sen dünyayı güzel görüyorsun, peki ya sonun nedir?" demelidir. Şam dolaylarından biri, Hz. Peygamber (S.A.V)'i ziyarete geldi. Hz. Peygamber (S.A.V) oranın arazisinin nasıl olduğunu sorunca, adam arazilerinin geniş, verimli ve bol ürünlü olduğunu anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) ona: "Elde ettiğiniz bu bol ürünleri ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Adam: "Onlardan çeşit çeşit yemekler yapıp yiyoruz." dedi. Hz. Peygamber (S.A.V): "Peki, yedikleriniz ne oluyor, nereye gidiyor?" diye sordu. Adam: "Ya Resulallah, bildiğiniz yere gidiyorlar, açıkcası sidik ve dışkı oluyorlar." dedi. O zaman Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: "İşte dünya da tıpkı böyledir." (Ahmed bin Hanbel)
İşte insanın böyle düşünmesi lazımdır. İnsan böyle düşünüp tefekkür etmediği zaman, kendi nefsini helak edip cehennem ateşine atıyor demektir. Çünkü insan, Allah'ı zikretmekle meşgul olduğu zaman, şeytan: "Bu, Allah'ın zikriyle meşgul oldu. Ben buna bir şey yapamam." der. Fakat dünya, şeytana: "Sen onu bırak, o zikirden ayrıldıktan sonra, ben onu tutup sana teslim edeceğim." der. İşte dünya böyledir. Kalbimizi dünyanın sevgisinden çözüp Allah'a bağlamadığımız zaman, dünya sanki boğazımıza bir ip takıp, bizi Allah'a ibadetten ve zikirden çekip daima hiç bir işe yaramayan şeylerle bizi meşgul ettirecektir.
Ne yazık ki, öyle şeylerden zarar ediyoruz ki, bu zararı ancak Allah-u Zülcelal bilir. Halbuki, ehlullahın yanına gidip ahiret ticaretiyle meşgul bulunmamız lazım ki, ahiretimizi kazanalım. İnsan, ahiret işiyle meşgul olan kimselerle oturup kalktığı ve onlarla alışveriş yaptığı zaman, ahiret ticaretini kazanmış olacaktır. Bir kişi, bir camide vaaz ediyormuş. Bir padişah, hizmetkarları ile beraber caminin kapısına gelerek: "Acaba bu adam ne söylüyor?" diye merak etmişler. Tam bu arada vaiz: "Allah-u Zülcelal insanları zayıf yaratmıştır. Peki nasıl oluyor da o zayıflığıyla beraber, kuvvetli ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelal'e karşı günah işleyebiliyor?" dedi. Bu sözleri duyan ve etkilenen padişah, bütün makam ve mülkünü bırakıp evliyanın büyüklerinden olmuştur.
Hakikaten her insanın kendi zayıflığını düşünmesi lazımdır. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimelerde, Hz. Peygamber (S.A.V) hadis-i şeriflerinde, cehennemin ne kadar korkunç ve ne kadar dehşetli olduğunu bildirmişlerdir. İnsan böyle düşünüp kendine hitap etmek suretiyle, nefsini ıslah olmaya çağırması lazımdır. Daha önce de denildiği gibi, bunları kağıt üzerinde bırakmayıp tatbik ettiğimiz zaman, Allah-u Zülcelal, bizden razı olacaktır. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Her ümmetten bir (peygamber) şahid getirdiğimizde, ve seni de onlara şahid yaptığımız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak?" (Nisa; 41)
Dünyada ne yapmış isek, kıyamet gününde hepsinden sorguya çekileceğiz. İster hayır olsun, ister şer olsun ve daha ne olursa olsun, zerre kadar hiç bir şey kaybolmayacaktır. Adamın biri, Arafat'ta vakfeye durmuştu, elinde de yedi tane taş vardı. O taşlara: "Ey taşlar, tanık olunuz ki; ben Allah'tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (S.A.V)'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ediyorum." dedi. Sonra o taşları başının altına koyup uyudu. Rüyasında şöyle gördü: Kıyamet kopmuş, kendisi de hesaba çekilmiş, cehennem'e girmesi de gerekli olmuştur. Bundan sonra onu alıp cehennemin kapısına kadar götürürler. Tam bu sırada, o taşlardan biri gelir; kendisini cehennem'in kapılarından birine atar, orayı kapatır. Melekler toplanır, onu oradan kaldırıp atmak için çalışırlar ama bir türlü güçleri yetmez.
Sonra onu bir başka kapıya götürürler. Bu defa da, o taşlardan bir başkası gelir, o kapıyı da kapatır. Melekler yine toplanır, onu oradan kaldırıp atmak için çalışırlar; ama bir türlü güçleri yetmez. Böyle o kimseyi, cehennemin tüm kapılarına götürürler ama hepsinde görürler ki; o taşlardan biri gelip o kapılardan birini kapamış. Bundan sonra o kimseyi Arş'a götürürler. Allah-u Zülcelal: "Ey kulum, sen taşları tanık tuttun. Onlar senin tanıklık hakkını yitirmedi. Şimdi ben senin hakkını nasıl boşa çıkarırım, şehadetine ben de tanık oldum. Ey meleklerim, onu şimdi cennete götürün!" buyurur. O kimse cennete yaklaştığı zaman, birden cennetin tüm kapılarını "La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah" anahtarı ile açılmış bulur.
Bakın zikrullah, Allah-u Zülcelal'in yanında, ne kadar kıymetlidir. Ömür sermayemiz boşa gittiği zaman, bu konuda çok pişman olmamız ve hasret ile keder çekmemiz lazımdır. Nice saatler, nice günler, nice aylar geçiyor. Bu minval üzere daima nefsimize hitap etmemiz gerekir. İnsan tefekkür ettiği zaman, içi bir güneş gibi parlar. Ama insan düşünmeyip kendisiyle hiç hesap görmediği takdirde de, hem vakit boşa geçer ve hem de içi zulmet kaplanarak karanlık olur.
Şeyh Şibli evliyanın büyüklerindendir. O, kendisini her gün hesaba çekerdi. Yine bir gün, nefsini hesaba çektiği sırada, düşüp bayılır. Bu hadiseden üç gün sonra hastalanır ve bu hastalığından kurtulamayarak vefat eder. Müridlerinden birinin, şeyhinin vefatından haberi yoktur. Rüyasında Şeyh Şibli'yi süratle koşarken görür. Şeyhinin arkasına takılıp onu takip eden mürid: "Ey şeyhim, biraz dur! Ben de yetişeyim." deyince Şeyh Şibli: "Ey mürid, ben şimdi dünya hapishanesinden yakamı kurtarıp kaçıyorum. Sen bana yetişemezsin." der. Mürid sabah olunca, çarşıya gider. Orada şeyhinin vefat ettiğini öğrenir. İkinci gece tekrar şeyhini rüyasında gören mürid: "Ya Şeyhim! Allah-u Zülcelal sana ne gibi muamelede bulundu?" diye sorar. Bunun üzerine Şeyh Şibli müridine: "Gördüğün gibi, Allah-u Zülcelal beni bağışladı. Cennetine koydu." diye cevap verir. Şeyhinden böyle cevap alan mürid: "Hesap, Mizan, Sırat görmeden, mahşere varmadan mı cennete girdiniz?" Müridin bu sorusunu, Şeyh Şibli şöyle cevaplandırır: "Evet onlardan hiçbirini görmedim. Gerçi vefat ettiğim zaman beni mahşere götürmek, hesaba çekmek istediler. Fakat Allah-u Zülcelal şöyle buyurdu: "Kuluma dokunmayın. Dünyada iken kendini hesaba çeken, amellerini ölçen kimse için burada hesap ve mizan yoktur." Buradan anlaşıldığına göre insan kendisini dünyada hesaba çekmekle bir çok uhrevi faydalara nail oluyor. Çünkü insan dünyada iken kendisini hesaba çekerse, kendisinin kötü yolda bulunup günah işlediğini bilir, hemen tevbe ve istiğfar eder.
Böylece yakasını günahlardan kurtarmış olur. Manen, yılan ve akrepler gibi olan günahlardan uzaklaşmak, günah işlemekten kurtulmak, büyük bir fayda değil midir? Denildiği gibi, insanın ilk önce kendi nefsine ve sonra da bütün kainattaki yaratıklara merhametli olması lazımdır. Bu konuda Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Adamın biri bir yolculuk sırasında, bir ara çok susamışken önüne çıkan bir kuyuya indi, susuzluğunu gidererek yukarı çıktı. Fakat yukarı çıkınca, susuzluktan soluyup toprak yiyen bir köpekle karşılaştı. İçinden: "Az önce ben nasıl susuzluk çekiyor idiysem, şimdi de bu köpek aynı şekilde susuzluktan yanıyor." diyerek tekrar kuyuya indi, pabucuna su doldurdu ve onu dişleri arasına sıkıştırarak yukarı çıkarıp köpeğe su verdi, arkasından da Allah 'a şükretti. Bu yüzden de Allah onu afetti." (Buhari, Müslim, İmam Malik, Ebu Davud)
Musa (A.S) bir defasında Allah-u Zülcelal'e: "Ya Rabbi, beni ne sayede seçkin kıldın?" diye sordu. Allah-u Zülcelal O'na şöyle buyurdu: "Seni seçip kendime yakın kılmamın sebebi, yarattıklarıma karşı merhametli oluşundur. Hani sen bir ara, Şuayb'ın yanında çobanlık yaparken süründeki bir koyun kaybolmuştu. Sen de onun peşine düştün. Araya araya halsiz düştüğün bir sırada onu buldun. Bulur bulmaz kucağına alıp bağrına basarak ona: "Zavallı hayvan, hem beni ve hem de kendini yordun." dedin. İşte, yarattıklarıma karşı böyle merhametli davrandığın için seni seçerek Peygamberlikle görevlendirdim."
İşte insan, bu şekilde merhametli olmalıdır. Tabi ki insanın ilk önce kendi nefsine karşı merhametli olması lazımdır. Şeyh Muhammed Diyauddin, Allah-u Zülcelal'i o kadar severdi ki, hiç kimse görmediği zaman küçük çocukları toplayıp onlara Allah'ın sohbetini yapardı. Onun hanımı Medine: "Kurban, bu çocuklar seni anlamıyorlar ki, sen bunlara niye sohbet ediyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Şeyh Muhammed Diyauddin şöyle dedi:
"Ey Medine! bu çocukların anlamadıklarını ben de biliyorum. Fakat Allah-u Zülcelal'den bahsettiğim zaman, Allah'ın rahmeti benim ve onların üzerine geliyor."
İşte bu gibi fırsatlar elimizdeyken, bunları değerlendirmemiz lâzımdır. İnsanın, ahiretteki hesabının kolay olması için, her gün kendisini hesaba çekmesi gerekir. Onun için elimizden geleni yapalım ve sonrasını Allah-u Zülcelal'e havale edelim.
Allah-u Zülcelal'e güzel bir kul olmak için, kendimizi teslim edelim. Kısacası, Allah'ın razı olacağı hayırlara, daima meyilli olalım. Allah-u Zülcelal, bu şekilde gördüğü zaman, bizlere daima hayır nasip ederek günahlardan muhafaza edecektir.
Allah-u Zulcelal kendi fazli ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razi olacagi sekilde salih amel nasip etsin...aminnnn