Tahirî, Lütfi’nin yerini alır
“Üstad Hazretleri Barla’da bulunduğu yıllardaydı. Bizim Atabey’den ve civar köylerden yanına giden ve ona talebe olanlar vardı: Küçük Lütfi, Mesut, Hafız Ali, Küçük Zühtü. Bu arkadaşlar, daha sonra Eskişehir hapsine de gitmişlerdi.
“Küçük Lütfi, Eskişehir hapsinden döndükten sonra vefat etmişti. Kendisi Hafız Ali’nin akrabası olurdu. Vefatına biz de gitmiştik. Defnettikten sonra, merhum Hafız Ali, İmam H.Mustafa’ya beni göstererek, “Lütfi’nin yerini boş bırakalım. Tahirî, Lütfi’nin yerini alır” diyordu.
“Demek kısmetimiz varmış….. Cenab-ı Hak nasip etti. Daha önceleri, l930 yıllarında da tanırdım. Ama asıl Nur’un hizmetine girişim l935′den sonra oldu.
Üstad’a Lemeat’ı götürmüştüm.“Kastamonu’da Üstad’ın ziyaretine gitmiştim. Bastırdığım eserleri, İstanbul’da Sahaflar çarşısında bulduğum Lemeat’ı götürmüştüm. Çok sevindi, Lemeat’ı Sözler’in arkasına yazdırdı. Dersler yaptı. O günkü sevinç içinde, bana, Mevlâna Halid Hazretleri’nin cübbesini giydirmişti.”
***
Tahirî Mutlu, mektuplarda geçen bazı tabirleri şöyle anlatıyordu:
“Mübarekler heyeti : Kuleönü talebeleridir…
“Medrese-i Nuriye : Sav Köyü..
“Gül Fabrikası sahipleri : Hüsrev Altınbaşak, Rüştü Çakın, Refet Barutçu…
“Nur fabrikasının mensupları ise: H.Ali Ergün, Büyük Ruhlu Küçük Ali, H.Mustafa ve Tahirî Mutlu…”
İhtiyarların genci
Nur hizmetindeki müstesna sadakat ve doğruluğu ile, bir yıldız gibi parlamıştı. Eserlerin yazılmasında, matbaalarda basılmasında, her yerde çeşitli şartlar altında unutulmayan hizmetleri olmuştu.
İslâmköylü Hafız Ali’nin varisi, Nur fabrikası mensubu Tahirî Mutlu, Üstad’ın yine başka bir tabiriyle “İhtiyarların genci” şimdi hakiki gençlik diyarına gitmişti.
Uzun boylu, ak sakallı, iri, kalın kaşlı, gür maveraî bir sesi vardı. Konuşurken sanki, başka âlemlerden,ötelerden, ebediyetten gibi gelir sesi.
Huzur ve sükûnla dolu bir dünyası vardı. Zaman zaman onun bu huzurlu dünyasından huzur almaya giderdik.
Cübbenin tapusu
Yine böyle bir ziyaretine gitmiştim. Doyumsuz sohbetinden, yine istifade etmek istemiştim.
Üstadından bir yâdigar, bir mübarek namaz cübbesi vardı. Bunun kendisine ne zaman intikal ettiğini sordum. Hemen kalkarak “Cübbenin tapusu” dediği yine Üstadının el yazısı olan bir kâğıdı tutuşturdu elime… Bu yazıda, bizzat Bediüzzaman l943′de Denizli hapsinde bu cübbeyi Tahirî Mutlu’ya hediye ettiğini yazıyordu.
Cübbenin kendisine gelişini şöyle anlatıyordu :
“Denizli hapsine gitmeden evvel iki cübbesi vardı. Bunlardan birisini ‘Nur Fabrikasının Sahibi’ dediği Hafız Ali Efendiye [Ergün] vermişti. Fakat bundan H. Ali’nin haberi yoktu. Bir arkadaş vasıtasıyla göndermişti. Denizli’de Ali Efendi vefat edince, Üstad cübbeyi bir senet mukabiline bana verdi.”
Son görüşmemizde bir çocuk safiyet ve masumiyetiyle “Cübbenin Senedi” dediği yazıyı çıkarıp bana teslim etmişti. Bu yazıda şunları okuyorduk :
“Bismihi Sübhanehu
“Aziz, sıddık, kahraman, ikinci Hüsrev, ikinci Hafız ali ve onun ve Lütfi’nin varisi ve birinci Tahirî kardaşım:
“O meşlahı sana hediye ediyorum.
Kardeşiniz Said Nursî”
“Üstad Hazretleri Barla’da bulunduğu yıllardaydı. Bizim Atabey’den ve civar köylerden yanına giden ve ona talebe olanlar vardı: Küçük Lütfi, Mesut, Hafız Ali, Küçük Zühtü. Bu arkadaşlar, daha sonra Eskişehir hapsine de gitmişlerdi.
“Küçük Lütfi, Eskişehir hapsinden döndükten sonra vefat etmişti. Kendisi Hafız Ali’nin akrabası olurdu. Vefatına biz de gitmiştik. Defnettikten sonra, merhum Hafız Ali, İmam H.Mustafa’ya beni göstererek, “Lütfi’nin yerini boş bırakalım. Tahirî, Lütfi’nin yerini alır” diyordu.
“Demek kısmetimiz varmış….. Cenab-ı Hak nasip etti. Daha önceleri, l930 yıllarında da tanırdım. Ama asıl Nur’un hizmetine girişim l935′den sonra oldu.
Üstad’a Lemeat’ı götürmüştüm.“Kastamonu’da Üstad’ın ziyaretine gitmiştim. Bastırdığım eserleri, İstanbul’da Sahaflar çarşısında bulduğum Lemeat’ı götürmüştüm. Çok sevindi, Lemeat’ı Sözler’in arkasına yazdırdı. Dersler yaptı. O günkü sevinç içinde, bana, Mevlâna Halid Hazretleri’nin cübbesini giydirmişti.”
***
Tahirî Mutlu, mektuplarda geçen bazı tabirleri şöyle anlatıyordu:
“Mübarekler heyeti : Kuleönü talebeleridir…
“Medrese-i Nuriye : Sav Köyü..
“Gül Fabrikası sahipleri : Hüsrev Altınbaşak, Rüştü Çakın, Refet Barutçu…
“Nur fabrikasının mensupları ise: H.Ali Ergün, Büyük Ruhlu Küçük Ali, H.Mustafa ve Tahirî Mutlu…”
İhtiyarların genci
Nur hizmetindeki müstesna sadakat ve doğruluğu ile, bir yıldız gibi parlamıştı. Eserlerin yazılmasında, matbaalarda basılmasında, her yerde çeşitli şartlar altında unutulmayan hizmetleri olmuştu.
İslâmköylü Hafız Ali’nin varisi, Nur fabrikası mensubu Tahirî Mutlu, Üstad’ın yine başka bir tabiriyle “İhtiyarların genci” şimdi hakiki gençlik diyarına gitmişti.
Uzun boylu, ak sakallı, iri, kalın kaşlı, gür maveraî bir sesi vardı. Konuşurken sanki, başka âlemlerden,ötelerden, ebediyetten gibi gelir sesi.
Huzur ve sükûnla dolu bir dünyası vardı. Zaman zaman onun bu huzurlu dünyasından huzur almaya giderdik.
Cübbenin tapusu
Yine böyle bir ziyaretine gitmiştim. Doyumsuz sohbetinden, yine istifade etmek istemiştim.
Üstadından bir yâdigar, bir mübarek namaz cübbesi vardı. Bunun kendisine ne zaman intikal ettiğini sordum. Hemen kalkarak “Cübbenin tapusu” dediği yine Üstadının el yazısı olan bir kâğıdı tutuşturdu elime… Bu yazıda, bizzat Bediüzzaman l943′de Denizli hapsinde bu cübbeyi Tahirî Mutlu’ya hediye ettiğini yazıyordu.
Cübbenin kendisine gelişini şöyle anlatıyordu :
“Denizli hapsine gitmeden evvel iki cübbesi vardı. Bunlardan birisini ‘Nur Fabrikasının Sahibi’ dediği Hafız Ali Efendiye [Ergün] vermişti. Fakat bundan H. Ali’nin haberi yoktu. Bir arkadaş vasıtasıyla göndermişti. Denizli’de Ali Efendi vefat edince, Üstad cübbeyi bir senet mukabiline bana verdi.”
Son görüşmemizde bir çocuk safiyet ve masumiyetiyle “Cübbenin Senedi” dediği yazıyı çıkarıp bana teslim etmişti. Bu yazıda şunları okuyorduk :
“Bismihi Sübhanehu
“Aziz, sıddık, kahraman, ikinci Hüsrev, ikinci Hafız ali ve onun ve Lütfi’nin varisi ve birinci Tahirî kardaşım:
“O meşlahı sana hediye ediyorum.
Kardeşiniz Said Nursî”