Günün Risale-i Nur Dersi

harp

Well-known member
Hiçbir şey Rab'den uzak ve gizli değildir
13 Kasım 2010 / 05:00
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak, Yunus Sûresinin 61. Ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) dır.
 

harp

Well-known member
Dünya sevgisi ve ölüm korkusu zaaftır
13 Kasım 2010 / 05:30
Günün Hadis-i Şerif'i...

Bismillahirrahmanirrahim
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır." Orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu: "Hayır," buyurdular. "Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!" "Zaaf da nedir ey Allah'ın Resulü?" denildi. "Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdular.
Ravi: Sevban, Hadis No: 4771-BUHARİ
 

harp

Well-known member
Van üniversitesine ilk harcı Sad Nursi koydu
13 Kasım 2010 / 06:00
Van Üniversitesinin temeli, büyük merasimlerle atılmıştı...

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitler'den Nuh Polatoğlu anlatıyor:
(1892'de Van'da doğmuş, 1978'de vefat etmiştir. Bediüzzaman'la birlikte Eskişehir'de mevkuf kalmıştı.)
Üstad'ı gençlik yıllarında Van Valisi Tahir Paşanın konağında kaldığı yıllarda tanırdım.
Tahir Paşa kendisini çok severdi, hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse beraber bulunurdu.
Edremit sahillerinde Van Üniversitesinin temeli, büyük merasimlerle atılmıştı. Bu merasimlerde gerek Vali Tahir Paşa, gerek Üstad Bediüzzaman konuşmalar yaptılar. Üstad'ımın elinde gümüş saplı, çift uçlu bir kamçı vardı. Elindeki çift uçlu kamçı ile iki hayatını, yani dünya ve âhiret hayatını ortaya koyarak, eline alarak, mücadele meydanlarına atıldığını, ifade etmek istiyordu.
Edremit'teki temel atma merasimlerini gören, Vanlı Hakkı Edremit:
"Büyük ziyafetler verildi. Çeşitli yemekler yapıldı. Uzun tulumba tatlıları yenildi. Temel atılmadan önce, 'Şarkın ve garbın âli şahsiyeti, Hâzâ Bediüzzaman, Molla Said Hazretleri' diye kendisini takdim ettiler. Daha sonra da temele ilk harcı, bizzat kendisi koydu" diyor.
(Son Şahitler, Necmeddin Şahiner)
 

harp

Well-known member
30 yıldır sönmeyen ışık: Mehmet Zahit Kotku
13 Kasım 2010 / 10:15
Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi, insanları sevgi, hoşgörü ve sabırla Kur'an yoluna davet etti

Murat Palavar'ın haberi:
30 YILDIR SÖNMEYEN IŞIK MEHMET ZAHİT KOTKU HOCAEFENDİ - 1
Bir Cuma günü... Tarih 14 Kasım 1980... İstanbul Süleymaniye Camii'nde muhteşem bir kalabalık... Avrupa ve Türkiye'nin dört bir yanından gelen, hüzünlü, gözü yaşlı ama vakur insanlar... Kalabalık, caminin avlusundan taşmış, Esnaf Hastanesi'ne kadar uzanıyor... Yetişemeyen binlerce kişi yollarda kalmış... Şehzadebaşı, Fatih, Süleymaniye çevresinde trafik tamamen durmuş... Herkesin dilinde dualar tekbirler... On binlerce seveni, belki de yüzünü hayattayken bir kez bile görmedikleri, elini sıkmadıkları Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi'ye son görevini yerine getirmek için toplanmış; onun "Görmez misin ki, yağmur ne kadar çok yağarsa yağsın, tanecikleri hemen birleşir. Nehirler meydana gelir. Barajlar dolar. Enerji santrallerini işletir, araziyi sular" diyerek yaptığı 'birleşin' çağrısının tecellisi olmuştu.
KAFKAS MUHACİRİ MÜTEVAZI BİR SEYYİD
13 Kasım 1980'de Hakk'ın rahmetine kavuşan Kotku Hocaefendi, Türkiye'nin siyasi, sosyal, iktisadi hayatı ile tasavvuf ve İslam'a bakışında derin izler bıraktı. Vefatından 30 yıl sonra bile canlılığını koruyan bu izler, onun sevgi, hoşgörü ve sabırla ilmek ilmek ördüğü bir mücadelenin eseriydi. Kafkas muhaciri bir aileden gelen Kotku Hocaefendi, 1897'de Bursa Türkmenzade Çıkmazı'ndaki baba evinde dünyaya geldi. Soyadı kanunu çıktığında aldığı soyadının 'mütevazı' manasına geldiği nüfus cüzdanına not edildi. Dedeleri Hazar Denizi kenarındaki Azerbaycan'daki Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha'dan gelmişlerdi. Hazret-i Peygamber (SAV) sülalesinden bir Seyyid'di. Mehmed Efendi bu durumu talebelerine "Sülalemiz Hz. Ali'ye bağlandığını babamdan dinlerdim" diyerek nakletmiştir.
GÜMÜŞHANEVİ DERGÂHI'NDA YETİŞTİ
Birinci Dünya Savaşı'nda henüz 18 yaşındayken askere çağrılan Kotku Hocaefendi, Osmanlı'nın ağır kayıplar verdiği Suriye cephesinde savaştı. Cephede hastalıklar atlattı. Görev yaptığı birliğin Suriye'den çekilmesi üzerine binbir güçlükle İstanbul'a dönebildi. İstanbul'da kaldığı sürede çeşitli dini toplantılara, özel derslere ve camilerdeki vaazlara katıldı. Bir cuma namazını Ayasofya Camii'nde kıldıktan sonra, valilik karşısındaki Fatma Sultan Camii yanında bulunan Nakşibendiyye'nin Halidiye koluna bağlı Gümüşhanevi Dergahı'na giderek büyük mutasavvıf Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyaüddin Efendi'nin öğrencisi oldu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in de hocası olan Gümüşhanevi'nin sohbet ve derslerine katılarak tasavvuf yolunda ilerledi. Beyazıt, Fatih, Ayasofya Camii ve medreselerindeki derslere katıldı. Bu sırada hafızlığını tamamladı. Dönemin ünlü alimi ve mutasavvıfı Hacı Hasib Efendi'den kıraat ve fıkıh icazeti aldı.
KİŞİLİĞİ VE SOHBETLERİ KİTLELERİ ETKİLEDİ
Ziyaüddin Hocaefendi'nin yönlendirmesiyle birçok kasaba ve köyde imamlık ve hatiplik yaptı. İslam'ı, tasavvufu ve Peygamber'in sünnetini anlattı. Hocaefendi, ileride kitleleri etrafında toplayacak, 'ağzından hikmetler dökülüyor' dedirtecek sohbetleri için temel oluşturan bu görevlerde hitabet yeteneğini de geliştirdi. 1958'de Fatih'teki İskenderpaşa Camii'ne atanan Mehmed Zahid Kotku, vefatına kadar burada görev yaptı. Vaazları ve her pazar ikindi namazından sonra Ramuzü'l-Ehâdis'ten yaptığı hadis sohbetlerindeki üslubu ile insanların dikkatini çeken Hocaefendi, küçük bir grupla çıktığı yolda kitleleri etrafında toplamaya başladı. Kendisine gösterilen ilginin nedeni sadece insanların iç dünyasına seslenen sohbetleri değildi. İnsanları davet ettiği Kur'an ve Peygamberimiz'in sünnetini hayatının her anında uygulayan Hocaefendi, kişiliği ile de bir çekim merkezi oldu. Tanımayanların bile ilk görüşlerinde sevgi ve saygı duyduğu mütevazı hali, herkese selam vermesi, güler yüzü ve eğitim metodu gittiği her yerde etrafında bir halka oluşmasını sağlıyordu.
ZOR DÖNEMDE ZOR SINAV
'İslam' kelimesinin irtica ile bir tutulduğu zor bir dönemde, Kur'an ve Sünnet'i insanlara anlatmayı görev edinen Hocaefendi, 27 Mayıs 1960, 21 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahalelerinin neden olduğu siyasi kaos ortamına rağmen hizmet anlayışından ödün vermedi. En kritik dönemlerde bile, aralarından cumhurbaşkanı, başbakan, siyasetçi, bürokrat ve akademisyenler çıkan takipçilerine yol gösteren bir kutup yıldızı gibi hareket ederek, sevgi ve hoşgörüyle her kesimden insanı bir araya getirmeyi başardı. Türkiye'nin kamplara bölündüğü bir dönemde birlik ve beraberlik mesajı vermeyi ihmal etmeyen Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi sohbetlerinde sık sık şöyle diyordu: "Görmez misin ki, yağmur ne kadar çok yağarsa yağsın, tanecikleri hemen birleşir, toplanırlar. Derken dereler, nehirler meydana gelir. Neticede bunlar barajları doldurur. Enerji santrallerini işletir, araziyi sular, şehirlerin elektriğini temin ederler."
YOLDA KALANLARA DÖNÜŞ PARASI VERDi
Her yönüyle örnek aldığı Peygamberimiz'in ümmetine gösterdiği titizliği ve düşkünlüğü, Hocaefendi de etrafındaki insanlara gösteriyordu. Vefatından sonra yerine bıraktığı Merhum Prof. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendi onun eğitim metoduyla ilgili şu tespitte bulunuyor: "Talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmazdı. Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışır, ilk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı."
Prof. Dr. Orhan Çeker ise Kotku Hocaefendi'nin öğrencilerinin her türlü ihtiyacıyla ilgilendiğini şu sözlerle dile getiriyor: "Talebelerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Yine bir sefer İstanbul seferi yapmıştık. Konya'dan gelen arkadaşlarımız arasında para sıkıntısı çekenler vardı, oraya vardık, gerekli ziyaretleri yaptık. İskenderpaşa'da bizi misafir ettiler. Oranın işleriyle ilgilenenlerden biri, elinde bir demet parayla içeri girdi. Meğer Hocaefendi merhum bizim sayımızca her birine birer tane verilmek üzere yüzer lira göndermiş ki, o zaman için geliş-gidiş parası zaten 46 liraydı."
Batı toplumu nefsinin esiridir
Hocaefendi sadece İslam, Kur'an sünnet ve tasavvuf gibi konularda değil, dünyanın gidişatı ve devletlerin durumuyla ilgili herkesin anlayabileceği sadelikte değerlendirmelerde bulunuyordu: "Çin ve Rusya'nın yıkılması da pek uzak değildir. Tarihte, esaret idarelerinin uzun sürdüğü görülmemiştir. Sürdüğü takdirde insanlığa acımaktan başka elimizden bir şey gelmez... Lakin hürriyet sahibi olan ve bir de dininden bahseden Amerika ve Avrupa'nın çılgın ve şımarık halkı, ister zengin, ister fakir olsun hepsi nefislerinin esiridir."
Ünü Türkiye'yi aşmıştı
Mehmed Zahid Efendi, ölümünden önce şiddetli ağrılarına rağmen sohbetlerine devam etti. 1979 senesi yazında uzunca bir süre kalmak niyetiyle gittiği Hicaz'dan 1980'in Şubat ayında ağır hasta olarak döndü. Kısa bir süre sağlığı düzelse de Peygamberimiz'in kabr-i şerifini ziyaret ettikten sonra Kasım 1980'de ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de dualar, Yasin'ler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde ruhunu teslim etti. Hocaefendi'nin etkilediği kitleler sadece Türkiye ile sınırlı değildi. Bu nedenle vefatı İslam dünyasında da büyük üzüntüye yol açtı. Suudi Arabistan (Mekke, Medine), Mısır ve Kuveyt gibi birçok İslam ülkesinde gıyabında cenaze namazı kılındı.
Yeni Şafak
 

harp

Well-known member
Kedilerin sıçratmadan su içme sırrı çözüldü
13 Kasım 2010 / 12:15
ABD’de bilim insanları üşenmedi bunu da araştırdı. Kedilerin ıslanmadan, etrafa dökmeden nasıl su içtiklerinin sırrını çözdü

Virginia Politeknik Enstitüsü ve Princeton Üniversitesi’yle işbirliği yapan Dr. Stocker, yüksek hızlı kamerayla kedinin nasıl su içtiğini sabırla filme aldı, analiz etti. Buna göre; Kedi dilinin ucu, su kabına doğru inerken arkaya doğru kıvrılıyor. Bu noktada suyun içine girmek yerine hafifçe yüzeyine dokunuyor. Kedi diliyle temas sağlayan su ona yapışıyor ve tam bu anda geri çekilen dil bir su sütunu meydana getiriyor. Sütunun girişiyle ağzını kapayan kedi de sıvının bir bölümünü almış oluyor.
Zamanlaması çok önemli
Ekibin bir de robot kedi diliyle yaptığı çalışmada tüm işlevin eylemsizlik ve çekim kuvvetlerinin etkileşiminden kaynaklandığını ortaya kondu. Su sütununun eylemsizlik kuvvetiyle meydana geldiğini belirten Dr. Stocker, “Su kütlesi büyük hacme ulaştığında noktada çekim kuvveti eylemsizliği kırarak suyun geri dökülmesine neden oluyor. Burada kedinin zamanlaması çok önemli. Çünkü ağzını kapadığı nokta işte tam da eylemsizliğin kalktığı o an” diyor.
Hürriyet
 

harp

Well-known member
Deccal sonrası Ye'cüc Me'cüc ve Risale-i Nur
15 Kasım 2010 / 12:20
Yeni Akit yazarı Özcan, Bediüzzaman'ın Risale-i Nur’un bir nevi Seddi Zülkarneyn olduğunu söylediğini belirtti

Risale Haber-Haber Merkezi
Yeni Akit yazarı Mustafa Özcan, Bediüzzaman'ın Risale-i Nur’un bir nevi Seddi Zülkarneyn olduğunu söyleyerek benzetmede ve tevilde bulunduğunu belirtti.
Zülkarneyn ve İskender başlıklı yazısında, Hadis kitaplarında, Ye’cüc ve Me’cüc’ün Deccal’ın öldürülmesinden sonra çıkacakları ve Hazreti İsa’nın onlara mukabele edeceğinin belirtildiğini ifad eden Özcan, "Demek ki, tarihin derinliklerinde yaşanan olaylar, Ye’cüc ve Me’cüc’ün seddin ötesine geçmeleriyle birlikte ahirzaman dilimine bağlanacak ve yeniden alevlenecektir" dedi.
Bediüzzaman'ın Risale-i Nur’un bir nevi Seddi Zülkarneyn olduğunu söyleyerek benzetmede ve tevilde bulunduğunu belirten Özcan, yazısını şöyle sürdürdü:
"Deccal ve adası da müteşabihattan olup sembolizm yüklüdür. Deccal’ın bağlanması ve iki minare boyundan daha uzun olması ve kırk günde devri alem yapması tevile muhtaç konular arasındadır. Set konusunda da Bediüzzaman, Risale-i Nur’un bir nevi Seddi Zülkarneyn olduğunu söyleyerek benzetmede ve tevilde bulunur. Manevi hizmetler bu kapsamdadır ve sadece Ye’cüc ve Mecüc kavminin çıkışını geciktirir.
 

harp

Well-known member
Teşrik tekbirlerini unutmayalım
14 Kasım 2010 / 14:45
Teşrik tekbirlerine arefe günü; sabah namazından sonra başlanır. Kurban Bayramı'nın dördüncü gününün ikindi namazına kadar devam edilir.

Teşrik tekbirlerine arefe günü; sabah namazından sonra başlanır. Kurban Bayramı'nın dördüncü gününün ikindi namazına kadar (ikindi namazı da dahil) yirmi üç vakit "farz namazların hemen arkasından" getirilir.
Teşrik tekbiri şu şekildedir: "Allâhû - Ekber, Allâhû-Ekber, Lâ ilâhe illâllâhu Vallâhu Ekber, Allâhû Ekber ve li'llâhi'l-Hamd" Teşrik günlerinde alınan tekbirler vaciptir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de, "Allah'ı sayılı günlerde (teşrik günlerinde) zikrediniz." buyurulmuştur. Teşrik tekbirinin aslı; Hz. İbrahim'den rivayet edilen şu olaydır: Cebrail (as) Allahû Teâla (cc)'nın ihsan buyurduğu kurban ile Hz. İbrahim (as)'e geldiği zaman; Hz. İsmail'i kurban etme hususunda acele edeceği endişesi ile "Allahû Ekber, Allahû Ekber" diye nida etmiştir. Hz. İbrahim, Cebrail'i görünce "La ilâhe illâ'llahû va'llahû Ekber" diyerek cevap vermiştir. İşte teşrik tekbirleri, bu teslimiyeti ifade eder.
 

harp

Well-known member
Said Nursi'ye zulmedenler tarihin çöplüğünde
14 Kasım 2010 / 10:45
Hüseyin Çelik, "O çöp arabası bulun' diyenler tarihin çöplüğünde yerini aldı ama Bediüzzaman gönüllerde yaşıyor." dedi.

Şanlıurfa'da AK Parti Siyaset Akademisi'nin açılışına katılan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, eski devlet anlayışının ortadan kaldırılması gerektiğinin altını çizen Çelik, kırgın halkın, devletle barışması için şaşı bakışın değişmesi gerektiğini ifade etti. Tek parti döneminde 5 kesimin ötekileştirildiğini savunan Çelik, bunların köylüler, Aleviler, gayrimüslimler, Kürtler ve mütedeyyin insanlar olduğunu kaydetti. Bu kesimlerin farklı ideoloji ve inançlarından dolayı ötekileştirildiğini belirten Çelik, "Yabancı misyon şefleri ayağında düzgün ayakkabısı olmayan, üstü başı perişan olan köylüleri görür de çağdaş imajımız zedelenir" diye bir dönem köylülerin, Ulus ve Kızılay'a sokulmadığını anlattı.
"BEDİÜZZAMAN'I ÇÖP ARACIYLA TAŞIMAK İSTEYENLER TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNDE YERİNİ ALDI"
Bir dönemler evinde Kur'an okuduğu için birçok insanın bin bir türlü eziyete maruz kaldığını hatırlatan Çelik, Bediüzzaman Said Nursi'nin çektiği sıkıntılara dikkat çekti. Çelik, şöyle konuştu; "Dönemin İçişleri Bakanı diyor ki, 'derhal çıkarın' bir araç bulamayınca 'çöp arabası ile çıkarın' diyordu. Bediüzzaman vefat edince cenazesine bile saygı göstermediler. 'O çöp arabası bulun' diyenler tarihin çöplüğünde yerini aldı ama Bediüzzaman gönüllerde yaşıyor. Bunun tek örneği Bediüzzaman da değil. Dinini yaşamak isteyenler birçok eziyete maruz kaldı."
Cihan
 

harp

Well-known member
Arefe günü 1000 İhlas-ı Şerif
15 Kasım 2010 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, mübarek kardeşlerim,


Pek çok selâm... Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum, fakat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim. (Şualar sh. 266)

Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: "Elfâz-ı Kur'âniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddit cihetlerle insanın letâif-i mâneviyesini tenvir eder, mânevî gıda verir. Mânâları bilinmezse, yalnız lâfız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lâfız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o mânâlara elfaz giydirse, daha nâfi olmaz mı?"

Elcevap:

Elfâz-ı Kur'âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır.

Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.

Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim, gördüm ki, o hâlet hakikattir. O hâlet şudur ki:

Sûre-i İhlâsı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder.

Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbi' olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.

Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.

İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, membaı daimî olan elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letâifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabirâtı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur. (Mektubat)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLER:

ALEM : Bayrak, işaret, nişan.
AREFE : Kurban bayramından bir evvelki gün.
CÂMİD : Cansız, durgun, donmuş.
ELFÂZ : Ağızdan çıkan sözler, kelimeler.
ELFÂZ-I KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın lâfızları, ifâdeleri.
ELFÂZ-I MÜBÂREKE : Mübarek, bereketli ve feyizli lâfızlar.
FEYZ : mânevî gıdâ
GAFLET : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık; nefsine uyarak Allah'ı ve emirlerini unutmak.
HÂKEZÂ : Öylece; bunun gibi; böyle.
HÂLET : Durum, hâl, vaziyet, keyfiyet.
HÂLET : Durum, hâl, vaziyet, keyfiyet.
HUZUR-U DAİMÎ : Allah'ın her an yanında olduğunu ve herşeyi bildiğini hissetme ve yaşama hâli. Gönül ferahlığı.
KUVVE-İ MÜFEKKİRE : Düşünme duygusu.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından
LÂFIZ : Kelime, söz.
LÂFZ-I MÜŞEBBİ' : Doyurucu, tatmin edici söz.
LETÂİF : Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.
LETÂİF-İ MÂNEVİYE : Mânevî hisler, duygular.
LİBAS : Elbise.
MÂNÂ-İ ÖRFÎ : Bilinen, alışılan, kabul edilen mânâ; insanların anlayışları, telâkkileri, âdetleri.
MEÂL-İ İCMÂLÎ : Kısaca mânâ, mânânın özeti.
MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.
MEFHUM : Anlaşılan şey, mânâ; kavram.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜRÛR-U ZAMAN : Zamanın geçmesi; zaman aşımı, zamanla.
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
MÜTEVECCİH : Yönelmiş, dönmüş, bir yere doğru yola çıkan.
NÂFİ : Menfaatli, faydalı, şifalı.
NÂM : İsim, ün, şan.
SÂİR : Başkası, diğeri, birşeyden geri kalan, maadâ.
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
TAALLÜM : İlim edinme, öğrenme, ders okuyarak öğrenme.
TÂBİRÂT : Tâbirler, deyimler, sözler.
TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.
TAHKÎK : Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu yanlışlığını ortaya çıkarmak. İncelemek, içyüzünü araştırmak.
TEFEHHÜM : Anlama.
TEKELLÜM-Ü İLÂHÎ : Allah'ın kulları ile (vahiy yoluyla) konuşması.
TENVİR : Nurlandırma, aydınlatma.
TESBİH : Allah'ın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu ifâde etmek.
TESBİHÂT-I NEBEVİYE : Peygamberimizin (a.s.m.) tesbihleri, söz ve zikirleri.
TETKİKAT : Araştırmalar. İncelemeler.
TEVECCÜH : Yönelme, sevgi, ilgi.
ZÂYİ : Elden çıkan, kaybolan, zarar, ziyan, kayıp.
ZİKRİYE : Zikre ait.

 

harp

Well-known member
Birinin kurbanı kabul oldu, diğerinin olmadı
15 Kasım 2010 / 05:00
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak, Mâide Sûresinin 27. Ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
(Ey Muhammed!) Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
 

harp

Well-known member
Kurban günü yapılacak en sevimli iş...
15 Kasım 2010 / 05:30
Günün Hadis-i Şerif'i...

Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Aişe (radıyAllahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zîra, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, sınnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifâ edin."
 

YILDIZNAME

Well-known member
Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi. Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber'lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat'ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü'l-Arz ve Rabbü'l-âlemîn azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.

Şualar | On Birinci Şuâ | 210
 

harp

Well-known member
Kurban Bayramınızı tebrik ederiz
16 Kasım 2010 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık, muktedir, müteyakkız kardeşlerim,
Sizin mübarek leyâli-i aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik ederiz. Nur fabrikası sahibi Hafız Ali'nin haşr-i cismanî hakkındaki hatırına gelen mesele ehemmiyetlidir ve mektubun ahirindeki temsili, gayet güzel ve manidardır. (Kastamonu Lahikası)
Benim namıma kurban kestiğine bin barekallah ve maşaallah
Rabian: Bir zaman bin kalemle Nurlara çalışan Sava kahramanlarından ve Nurun ehemmiyetli şakirtlerinden Mustafa Yıldız ın hüdhüd-misal kuşu hüdhüd-ü Süleymani nev inde Nur işleri hakkında harika vaziyetleri göstermek acip değil, çok emsali var. Kuşların Nurlarla alakadarlıkları, çok hadiselerle tahakkuk etmiş.
Hapishanede, hakikaten şahsıma ve Nurcuların ittihadına ve mahpusların Nurcularla tevafukuna unutulmayacak derecede Hilmi ile hizmet eden ve memleketinde hapisten evvel ve sonra kahramanane çalışan ve ismine tam mutabık Sadık Beyin, akrabasıyla, validesiyle tebrikine ve benim namıma orada kurban kestiğine mukabil, bin barekallah ve maşaallah deriz. Ve onunla Risale-i Nur a hem talebe ve bize selam gönderen Salih oğlu Osman a hem selam ederiz, hem Nur dairesinde kabul edildi deriz. (Emirdağ Lahikası)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
EMSÂL : Misaller, denk ve benzerler.
HAŞR-İ CİSMÂNÎ : Cisimle, bedenle dirilme.
HÜDHÜD : Bir kuş ismi. çavuş.
İTTİHAD : Birleşmek, birlik, aynı fikirde olmak.
LEYÂLİ-İ AŞERE : Kurban bayramı öncesi on mübârek gece.
MAHPÛS : Hapsedilmiş.
MİSÂL : Benzer, örnek.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MUKTEDİR : Kuvvetli, iktidar sahibi.
MUTÂBIK : Uygun, muvâfık.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜTEYAKKIZ : Uyanık, uyanmış, tetikte, gözü açık olan.
NEV : Çeşit, sınıf, cins, tür.
ŞÂKİRT : Talebe, yardımcı.
TAHAKKUK : Delil ile ispat edilme, gerçekleşme.
TEVÂFUK : Uygunluk, rastlama, aynı zamanda bulunma.
VÂLİDE : Anne.
 

harp

Well-known member
Dünya da Allahu Ekber diyor
17 Kasım 2010 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri,
âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi,

âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtima etse,
küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nispeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber'e müsavi geldiğinden,
o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri,
küre-i arzın büyük bir Allahu ekber'i hükmüne geçiyor.

Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup,
aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip,
kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip,
Mekke ağzıyla,
Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek,
o tek kelime,
etraf-ı arzdaki umum mü'minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor.

Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek sadâ veriyor.

İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle,
yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki,
bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş. (Lemalar Sh. 131)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ÂBİD : İbâdet eden kul.
AKS-İ SADÂ : Ses yankısı.
AKTÂR : Çaplar.
ÂLEM-İ GAYB : Görülmeyen âlem.
ÂLEM-İ ŞEHÂDET : Şehâdet âlemi, gözle görülen âlem, dünya, kâinât.
AZAMET : Büyüklük.
BERZAH : Ölümden sonra, Kıyâmete kadar yaşanacak âlem; İki âlem arasındaki geçit âlem; Perde.
CEBEL-İ AREFE : Mekke'nin 16. km. doğusunda ve hacıların arefe günü toplandıkları tepenin adı.
ETRAF-I ARZ : Yer küresinin her tarafı.
HAMD : Allah'a hamd etme; Onu övme,medhetme, şükür.
İBÂD : Kullar.
İÇTİMÂ : Toplantı, toplanma.
İTTİHAD : Birleşmek, birlik, aynı fikirde olmak.
KÂBE-İ MÜKERREME : Müslümanların kıblegâhı olan şerefli, kıymetli mekân.
KÜRE-İ ARZ : Yerküre; dünya.
MAĞARAMİSÂL : Mağara gibi, mağaraya benzer.
MAHLÛK : Yaratılmış, yoktan var edilmiş olan.
MAKBUL : Kabul edilmiş olan, geçerli.
MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.
MESCİD : Allah'a secde edilen yer, namaz kılınan yer, câmi.
MUVAHHİDÎN : İnananlar; Allah'ı bir kabul edenler.
MÜKEBBİR : Tekbir getiren. #Allahü Ekber# diyen.
MÜSÂVİ : Birbirine denk, aynı seviyede olan.
MÜSEBBİH : Tesbih eden. Cenâb-ı Hakk'ın, kusur ve noksan sıfatlardan uzaklığı ilân etme.
NİSBET : Münâsebet, yakınlık, bağlılık, oran, ölçü; rağmen, inat olarak, inat olsun diye.
SÂCİD : Secde eden.
SADÂ : Ses.
SADÂ : Ses.
SEMÂVÂT : Gökler.
TEKBİR : Allah en büyüktür mânâsına gelen “Allahü Ekber” kelimesini söyleme.
TEMESSÜL : Birşeyin bir yerde sûret ve mâhiyetini aksettirmesi, benzeşme, cisimleşme, şekillenme.
TEMEVVÜC : Dalgalanma.
TESBİH : Allah'ın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu ifâde etmek.
ZÂT-I ZÜLCELÂL : Celâl ve büyüklük sâhibi Cenab-ı Hak.
ZELZELE-İ KÜBRÂ : Büyük sarsıntı.
ZERRÂT : Atomlar, zerreler.
 

yakuti

New member
Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.


Her hakkı ve doğruyu söylemeğe neden hakkımız yok veya doğru değil ?
Bunun makul bir izahı var mı ? Yahutta hangi ilahi emirle ya da emr-i peygamberiyle yasak edilmiş ?
 

Huseyni

Müdavim
Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.


Her hakkı ve doğruyu söylemeğe neden hakkımız yok veya doğru değil ?
Bunun makul bir izahı var mı ? Yahutta hangi ilahi emirle ya da emr-i peygamberiyle yasak edilmiş ?


Misal özrü olan bir insana ortam içinde bu şahıs özürlüdür deyip rencide etmek gibi. Kusurunu ortaya çıkarmak. Buna benzer biçok doğru olan şey vardır fakat söylenmesi gerekmez. Lakin bazıları da vardır ki ben özürlüyüm diye ısrarla ortam içinde haykırır. Böylelerine özürlü demekte gayet normaldir. 1. si her doğru heryerde söylenmezi, 2. si de her söylediğin hak olsunu izah eder.
 

yakuti

New member
Misal özrü olan bir insana ortam içinde bu şahıs özürlüdür deyip rencide etmek gibi. Kusurunu ortaya çıkarmak. Buna benzer biçok doğru olan şey vardır fakat söylenmesi gerekmez. Lakin bazıları da vardır ki ben özürlüyüm diye ısrarla ortam içinde haykırır. Böylelerine özürlü demekte gayet normaldir. 1. si her doğru heryerde söylenmezi, 2. si de her söylediğin hak olsunu izah eder.

Yaw, özürlü bir insana ---kendi kendini bilmiyor mu ki--- ne diye "sen özürlüsün diyeceksin ki ? Yani, neden söylensin böyle birşey ? Buna siz "doğruyu söylemek mi diyorsunuz ?" bırakın Allah aşkına ! Burada çocuk mu eğitiyorsunuz ! Ben sizden konu hakkında bir nass varmı onu istedim ! Varsa bilginiz yazın !
 

Huseyni

Müdavim
Yaw, özürlü bir insana ---kendi kendini bilmiyor mu ki--- ne diye "sen özürlüsün diyeceksin ki ? Yani, neden söylensin böyle birşey ? Buna siz "doğruyu söylemek mi diyorsunuz ?" bırakın Allah aşkına ! Burada çocuk mu eğitiyorsunuz ! Ben sizden konu hakkında bir nass varmı onu istedim ! Varsa bilginiz yazın !


İşte söylenemsin diye böyle bi veciz ifade kullanmış. Mesela aile içi mahremdir. Çıkıp aile içinde olanı ifşa etttiğiniz şey doğru olabilir fakat bunu söylemek doğru değildir. Ayet hadis bu meseleler hakkında tabiki yüzlerce bulunur. Bunu siz de bilirsiniz fakat muhatabın durumuna göre. Yani bunu istemekten maksadı belli olan birine gidipte ayet hadis toplamak zahmetine girmeye gerek yok. Niyet belli çünkü.
 
Üst