Huseyni
Müdavim
اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ.
فَنَحْمَدُهُ مُصَلِّينَ عَلٰى نَبِيِّهِ مُحَمَّدٍنِالَّذِى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَجَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ
بِرُمُوزِهَا وَاِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدِّينِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ عَامَّةً وَاَصْحَابِهِ كَافَّةً
Fatiha Sûresi
Saniyen: Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.
Sual: Kur’ân’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?
Cevap: Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:
[NOT]Dipnot-1 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. O Rahmân ki Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona anlamayı ve anlatmayı öğretti.” Rahmân Sûresi, 55:1-4.
Dipnot-2 Biz dahi, kâinat hakaikine dair rumuz ve işârâtıyla câmi ve aradan geçen asırlara rağmen kıyamete kadar bâki kalacak mu’cize-i kübrâsı olan Kur’ân ile âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm ederek o Rahmân’a hamd ederiz.
[/NOT]
ahval: haller, davranışlar | anâsır-ı esasiye: esas, temel unsurlar |
azîm: çok büyük | benî Adem: Âdemoğlu, insanlık |
beyan etmek: açıklamak | celb etmek: kendine çekmek |
fenn-i hikmet: varlıkların hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine göre açıklayan ilim, felsefe | haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması |
hilkat: yaratılış | ibare: bir metnin ifadesi |
istikbal: gelecek | i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük |
kafile: grup, topluluk | lâfz: ifade, söz |
mahlûk: yaratık, yaratılmış | muhavere: karşılıklı konuşma |
mâzi: geçmiş zaman | müteselsilen: zincirleme olarak, peş peşe |
müteveccihen: yönelmiş olarak | müzeyyen: süslü |
nazar-ı dikkat: dikkat içeren bakış | nazm: tertip, diziliş, düzen; Kur'ân-ı Kerîmin Allah teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri |
nübüvvet: peygamberlik, elçilik | remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme |
saniyen: ikinci olarak | tecelli etmek: yansımak, görünmek |
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma | vech: yön, yüz |