F.Gülen Hocaefendinin eserlerinde Bediüzzaman!

• Gelmiş-geçmiş İslâm âlimleri arasında Üstad Bediüzzaman’a en çok benzeyen İmam Gazzâlî’dir. Eğer yaşadıkları şartlar ve ortam aynı olsaydı, belki aralarındaki misliyet de ayniyete inkılâp ederdi.(Fikir Atlası.s:18)


• Hazreti Üstad konuşurken orada bulunan diğer insanlar sessizce söylenenleri yazarlardı; bu yazma da bir nevî aktif dinlemeydi. Talebeleri ve ziyaretçileri onun yanında konuşmazlardı, hatta ona olan güven ve itimatlarından dolayı, büyük ölçüde fikir beyan etmekten bile çekinirlerdi. Belki bazen onun havale ettiği, “Kendi aranızda istişare edin” dediği hususlarda birkaç söz ederlerdi. Ama yine kendi re’yleri olarak bir şey söylemez, dinleyip öğrendiklerini hatırlatmakla yetinirlerdi. Bir Barla Lahikasına bakarsanız görürsünüz ki; onlar, yazdıkları mektuplarda bile kendi düşünce ve fikirlerini nazara vermiyorlar; Üstad’dan ne anladıklarını, Nurlardan neler öğrendiklerini bir de kendi üsluplarıyla özetliyor, duydukları iman hakikatlerini bir de kendi anlayış ve idrakleri zaviyesinden seslendiriyor ve bir manada anladıklarının da sağlamasını yapıyorlar. Hem meseleleri daha iyi anlamaya gayret ediyor, hem kompozisyon kabiliyetlerini geliştiriyor ve hem de konuşma ihtiyacını o şekilde gidermiş oluyorlar.(Ümit Burcu-s:64-65)


• “Et-tahiyyâtu” dediği zaman Üstad Hazretleri kim bilir onu kaç defa tekrar ediyordu. Bütün zihin, his, şuur ve iradesiyle Allah’a yönelerek ve tam konsantrasyon içinde belki defalarca “et-Tahiyyâtu...” diyordu; onu söylerken âdeta başı dönüyor, gözleri doluyordu. Çünkü Allah’ın huzurunda olduğunun tam şuuru içindeydi(Ümit Burcu-s:84)

• Üstad hazretlerini bu mevzuda değerlendirme bize düşmez, onun ufku çok derindir, biz ona yetişemeyiz. Fakat, ister bir tefekkür hazinesi olan Yirmidördüncü Mektup’taki ifadelerine, ister Yirmialtıncı Lema’daki ricâlara, isterseniz de Hastalar Risalesi’ndeki devalara bakın; onun bazı ızdıraplarına, gurbetinden şikayet ettiği bazı hallerine şahit olacak ama bütün o sözleri aslında varlığa karşı derin bir aşk u alakanın ifadeleri olarak okuyacaksınız. Önceki ızdırap ve gurbet gamzeden cümlelerin daha sonra huzur ve kurbet nağmelerine dönüştüğünü fark edeceksiniz. Nazarlarını eşyadan kurtarıp onların sahibine çevirdiği zaman, elem ve ızdıraplarının gittiğini, onların sebep olduğu yaralara adetâ merhem sürüldüğünü, her derde bir deva yaratan Allah’ın onun muvakkat gurbetlerini, elem ve hicranlarını da kendi varlığını duyurmak suretiyle ve ebedi saadet inancıyla izale ettiğini göreceksiniz.(Ümit Burcu-s:135-136)

• İşte, Hazreti Üstad’ın yeğenine karşı ciddi bir alaka duymasını da bu manaya hamletmek lazımdır. Onun alakası sadece cibilli değildir; daha çok, yeğeninde bir varis-i hakikî özelliklerini görmesinden dolayıdır. Bu yönüyle de, onun alakası çok kıymetli ve büyüktür; çünkü bu, davasını hayatının önünde düşünme manasına gelmektedir. Yani, onun sevgi ve alakasında “bu işi hiç zâyi etmeyecek, davayı kendi orijiniyle koruyup sonraki nesillere intikal ettirebilecek, emanette emin bir emanetçi bırakma” mülahazası vardır. (Ümit Burcus:141)


• Hazreti Bedîuzzaman ve onun ilk talebelerindeki şuur, imanın içlerinde tutuşturduğu korun tezahürüydü.(Ümit Burcu-s:149)

• Hazreti Üstad da eserlerinde hep tahkik yolunu göstermiştir. O, tahkik adına ortaya koyduğu eserleriyle, sergilediği tahkik yörüngeli tavırlarıyla, dile getirdiği tahkîk desenli nasihatleriyle milletin hakikî imana ulaşması için üzerine düşen vazifeyi tam eda etmiştir. O yapması gerekli olan hizmeti yapmıştır ama tahkîkin sonucunu hâsıl etmeye onun gücü yetmez. Bu konuda, sizin Allah’a, Hazreti Kur’an’a ve Peygamber Efendimize teveccühünüz ve günümüzde Kur’an’ı Kerim’in tercümanı olmaları itibarıyla, iman hakikatlerini anlatan eserlere itimadınız lazımdır.(Ümit Burcu-s:198)

• Üç yerde yalanın tecviz edildiğine dair bir rivayet vardır. Fakat, Hazreti Üstad’ın çağın müftüsü olarak bu konuda verdiği fetvayı esas almak ve “Zaman, yalanı nesh etmiştir” demek daha doğrudur. Üstad Hazretleri, “Maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü, yalanın muayyen bir haddi yoktur; o, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez” der.(Ümit Burcu-s:304)
• O yaşadığı asırda mukaddes bir çığlık olmuş, on üçüncü asrın minaresinin başına çıkmış, sureten medeni, sireten çok geri, dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olan kimseleri bile imana, Kur’an’a ve camiye davet etmiştir. O, sesini herkese duyurabilme ve mesajıyla herkesi tanıştırabilme sevdalısı bir müezzindir, müezzin-i kebirdir. Herkesi çağırmış, millet camiyi doldurmuş ama bazıları namaz kılmadan veya namazı yarıda keserek camiyi terk etmiş, kulluk namazını yarıda bırakarak geriye dönüp gitmişler; Üstad ise, onlar için de ağlamış ve tekrar o kudsî daireye dönmeleri adına inlemiştir. Öyle bir insanın, kimseye darılması ve küsmesi mümkün olamaz. Onun işi, vazifesi ve misyonu davettir, çağrıdır, insanları mübarek bir gaye etrafında toplamadır. Cennete girmekle hissedeceği zevkten daha fazla haz duyar kazandığı her insanla.. Uzaklaşıp yolunu yitiren insanlardan dolayı da Cehenneme girmiş gibi azab çeker.(Ümit Burcu-s:361–362)

• Şu sözler, küsmeyen, darılmayan, gönül koymayan, misliyle mukabeleyi hiç hatırına getirmeyen, herkesi bağışlayan ve sadece davasını düşünen bir mefkûre kahramanına ne kadar da çok yakışır: “Eğer Risale-i Nur’u tenkit fikriyle tetkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip kurtarırlarsa, sonra beni idamla mahkûm etseler bile, şahit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nur’un vazifesi imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hiçbir tarafgirliğe girmeyerek hizmet-i imaniyeyi yapmaya mükellefiz.”(Ümit Burcus:362)

• Evet, Hazreti Bediüzzaman gibi dava adamlarının da, insanlara küsmesi ve darılması söz konusu olamaz. Fakat şayet bir insan sırtını dönüyor, ona ve davasına ihanet ediyor; dine, diyanete söven kefereyle işbirliği yapıyor ve Kur’an hizmetini yıkmaya çalışıyorsa, bu öyle büyük bir cinayettir ki, o cinayeti işleyene karşı affedici olma ve ona şefaat etme Bediuzzaman’ın da elinden gelmez.(Ümit Burcu-s:362)


· Bu dönemde azıcık okuyan herkes sarsıktı; sarsığı bol o günlerde sarsılmayan bir insan vardır, o da, bir yönüyle bu cahiliyeye karşı kavga veren, küfrün planlarını alt-üst eden Bediüzzaman'dı. O meşrutiyet yıllarında yazdığı ilk eserlerinden en son risalelerine kadar bütün kitaplarında hilkatı vurguladı ve her şeyi O biricik yaratıcıya bağlamasını bildi. "Tekâmül yok, yaratılış var" dedi ve hep dimdik durdu.
Evet, o, 20. asrın bu denli karanlık cahiliyesi içinde neş'et ettiği halde, ne duyguda, ne düşüncede, ne de amelde cehalet asla ona bulaşmamış ve o hep kendi çağının üstünde yaşamıştır. O, âdeta çağıyla hesaplaşmak üzere yaratılmış bir fıtrattır. Bu haliyle o, Eşref Edip'in haklı olarak dediği gibi, "Şayet Devr-i Risalet Penahi'de yaşasaydı, Allah Rasulü'ne çok yakın sahabilerden biri olurdu. Ve putperestliğe o kadar düşmandır ki, Mekke fethinde Allah Rasulü, putları kırma vazifesini ona verirdi. "
Yine o, tam bir iffet abidesiydi; mesela, 15–20 yaşlarında, Van'da(*) Tahir Paşa'nın sarayında(**) altı ay kadar kaldığı halde,(***) onun kerimelerini bir türlü tanıyamamıştı. Aynı şekilde 20–25 yaşlarında İstanbul'a geldiğinde, Çamlıca'da Yusuf İzzettin'le birlikte onun köşkünde kalırken, çoğu zaman geze geze Üsküdar'a inip, oradan kayıkla karşı tarafa geçerlerdi, Haliç'te kadın-erkek, çoluk-çocuk şarkı söyleyip saz çalmak için sahile döküldükleri halde, bir kerecik olsun göz kapağını kaldırıp onlara bakmamıştı. Kendisine neden bakmadığı sorulduğunda da, kaçamak bir cevapla, "Ben âlim olmanın izzet ve onurunu koruyorum." demişti. Oysa o, mehâfetullaha (Allah korkusu) ve mehâbetullaha (Allah sevgisi) o kadar kilitliydi ki, hayatını sürdürdüğü kalp ve ruh ufkundan öyle şeylere bakılmazdı ve bakmadı.(Kendi İklimimiz-s:29-30)




3-Kİ: Kendi İklimimizKaynaklar



1-FA:Fikir Atlası Nil Yayınları-İst–2006



2-ÜB:Ümit Burcu-Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları-İst–2005
- Nil Yayınları-İst–2007
 
Üst