Huseyni
Müdavim
(Makelemizde konuyu, İslâm öncesi inançlarda mabuda nisbet edilen isimler, Kur'ân ve sünnette Allah'a nisbet edilen isimler, Allah'ın isimlerinin tevkifiliği (izne bağlı oluşu), tasnifi, isimlerin tecellileri, benlik ve Esmâ-ı Hüsna ilişkisi ve isimlerin keyfiyyeti çerçevesinde ele alacağız.)
Giriş:
I - Kaynaklar:
Esmâ-ı Hüsna konusunda bir çok İslâm âlimi eser yazmıştır. Bunların ilklerinden sayılan İbn Cerir et-Taberî (v.310/923) ve Ebu Zeyd el-Belhi'dir. (v.322/934). Taberî'nin Esma-ı Hüsna hakkındaki eseri günümüze kadar gelmiş bulunmakla birlikte, İbn Nedim'in bahsettiği Ebu Zeyd elBelhi'nin eserine rastlayamıyoruz.1 Görüşlerini er-Razi'den öğreniyoruz. Razi Esmâ-ı Hüsna ile ilgili risalesinde yer yer el-Belhî'den nakiller yapmaktadır.
El-Beyhakî'nin (458/1066) El-Esma ve's-Sıfat adlı eseri Esmâ-ı Hüsnayı hadis literatürü açısından anlatmaktadır.
Daha sonra gelen İmam Gazzalî'nin (505/1111) "El-Maksadu'l-esnâ Şerhu'l-Esmai'l-lahi'lHüsna adlı eserini görmekteyiz. Burada isimler hakkında bazı ön bilgiler verilmekte, kısaca isim-müsemma tartışmasına girilmektedir. İmam Gazali bu eserinde 99 ismi tek tek anlatmaktadır. Yorumlar yapmakta ve kulun ondan istifade yönünü açıklamaktadır.
Fahruddin er-Razi'nin (606/1210) Levâmiu'l-Beyyinat Şerhu Esmai'l-lahi Teala ve's-Sıfat, adlı eseri Taha Abdurrauf Sa'd tarafından tahkik edilerek basılmıştır. Eserde tıpkı Gazali'de olduğu gibi isimler üzerinde yorumlar yapılmaktadır. O da 99 ismi alıp izah etmektedir.
Brockalmann'ın kaydettiğine göre Yemenli âlim et-Temimi'nin (v.765/1363) Esmau'llahi'l-hüsna adlı bir eseri bulunmakta ve Leiden Kütüphasinde 2098 numarada kayıtlı bulunmaktadır.2
Son dönem alimlerinden Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur külliyatının muhtelif yerlerinde, özellikle "el-İsmu'l-A'zam" adıyla Arapça olarak basılan eserinde Allah'ın isimleri üzerinde genişçe durmaktadır.3
Suad Yıldırım'ın Kur'ân'da Uluhiyet, Veli Ulutürk'ün Kur'ân-ı Kerim Allah'ı nasıl tanıtıyor?,
Metin Yurdagür'un Allah'ın Sıfatları Esmau'lHüsnâ,
Mısırlı yazar eş-Şerbasi'nin iki ciltlik Mevsuatu Lehu'l-Esmau'l-Hüsna adlı eserleri bu konuda son dönemde yapılan ciddi ve ilmi vasıflı çalışmalardır.
Ali Osman Tatlısu'nun Esmâu'l-Hüsna Şerhi adlı eseri va'z niteliğini taşıyan bir çalışmadır.
II - Zat-ı ulubiyet ve Ona isimlerin nisbeti:
Bilinmesi gereken ilk şey, varlıkların yaratıcısı hakkındaki bilgidir. Yani varlıkların var olmalarında Onun müessir olduğunu bilmektir.4 Razi'ye göre ilk vacib bilgi Esmâ-ı Hüsna ile ilgili bilgidir. Şöyle diyor: "İlk bilinmesi gereken, O'nun müessir olduğunu, Kadir olduğunu, fiillerinin sağlam ve muhkem olmasından dolayı âlim olduğunu, varlıkları muayyen şekil ve vasıflarla tahsisinden Mürid olduğunu bilmektir. Sonra Alim, Mürid, Kadir olduğundan Hayat sahibi (Hayy) olduğunu anlarız."5
Bir şeyin var olması bir ismi taşımasını kendiliğinden gerektirir. İnsanlığın kuralı böyle devam etmiştir. isim sadece bir ferdi, hemcinslerinden ayıran bir etiketten ibâret değildir. Varlık ve şahsiyetle alâkalı bir özellik taşımaktadır. İsim kimisine göre yükseklik anlamındaki "sümüvv"den, bazılarına göre de alâmet manasındaki "simet"ten gelmektedir. Kâinatın yaratıcısının da elbette ismi, hatta isimleri bulunmalıdır. İsim beşeri idrake sığmayan aşkın uluhiyet ile, duyu ve akıl dünyasında yaşayan insan arasında bir bağ kurma vesilesidir. Kul uluhiyetle olan irtibatını isim vasıtasıyla sağlar.6
Bir tanrı tanıyan her din ve telâkkinin belli başlı özelliği, inandığı tanrının özelliklerini açık ve seçik kavramaya çalışmak olmuştur. Zira isim olmadığı takdirde, müsemma tanınmaz. İnsanlar, yaratıcı, kurtarıcı, yardım edici gibi özelliklerini bilmek ve onun karşısında kutsal bir korku ve hürmet duymak için tanrının adını bilmek istemişlerdir. Hindliler "Vişnu", Yunanlılar "Ouranus", İbraniler ise "Yahve" demişlerdir. Kur'ân-ı Kerim ise yüce yaratıcıyı, bütün isimleri içinde cem'eden lafza-i celal olan "Allah" ismiyle anmıştır. Zikrettiği bu ve diğer İlâhi isimler vesilesiyle insan, hayatının her safhasında uluhiyet ile bir bağ kurma imkânına kavuşur. Za'fiyle Kavî ismine, acziyle Kadir ismine müracaat eder. Hastalığında Şafi ismiyle bağlantı kurar. Her bir isim Cenab-ı Allah'a bakmamıza yardımcı olan birer penceredir. Ancak insan, o isimlerin müsemmasının hakikatını, kendi kabiliyeti miktarınca tanır. Onun için Allah hakkındaki marifetler eşit değildir. Peygamberlerin, meleklerin, velilerin marifetlerinin dereceleri değişmektedir. İsim ve sıfatlarını çok veya az bilmekle bu marifet değişir. Allah'ın "alim ve kadir" olduğunu genel olarak bilen biri ile onun ayetlerinin harikalarını, yerin ve göğün melekütunu müşahade eden, ruh ve cesetlerin yaratılışını; bedi ve garib sanatlarını görenin marifetleri aynı değildir.
Gazalî, bu hususu daha iyi aydınlatmak için İmam Şafiî'yi misal göstermektedir: Şafiî'yi kapıcısı da tanır, öğrencisi olan el-Müzenî'de (v. 264/878 ). Elbette el-Müzenî'nin onu tanıması ile kapıcının onu tanıması aynı değildir.7 Onun için biri "Ben Allah'ı tanıyorum." dese doğru olduğu gibi, "Tanımıyorum" dese de doğrudur. Güzel yazılmış bir yazıyı akıllı bir insana göstersen ve desen ki "Sen bu yazıyı yazanı biliyor musun?" O da "Hayır, bilmiyorum" dese, doğrudur. Zira gerçekten yazarını tanımıyor. "Evet, biliyorum" dese yine doğrudur. Zira biliyor ki yazanı insandır, güç sahibidir, vucudunda kan vardır, görür, işitir, eli düzgündür, yazmayı bilir.8 Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Bir kitap, katibinin bazı kabiliyetlerine, ilmi seviyesine delalet etmektedir. Biz o kitaba bakarak kâtibi hakkında bilgi ediniyoruz, Ancak bu bilgimizin eksikliğinden şüphe yoktur. İşte bu kâinat da büyük bir kitaptır. Biz kâinata bakarak, Yaratıcısı hakkında fikir sahibi oluyor, Esmâ-ı Hüsnayı öğreniyoruz.
O "Alim"dir, zira herşeyi bilgiyle yaratmıştır.
O "Adl"dir, zira herşeyi ölçüyle ve yerli yerinde yaratmıştır.
Bu bilgimiz yine oldukça eksiktir. Bunun için olsa gerektir ki meşhur mütasavvıf Cüneydî Bağdadî, "Allah'tan başka Allah'ı bilen yoktur" demiş. Üçüncü asrın sufilerinden Zinnûn-i Misrî (Sevban b. ibrahim) (v.245/859) vefatından önce "Tek arzum, ölmeden önce bir lahza olsun Onu tanımaktır" arzusunda bulunmuştur.
İnsan, Cenab-ı Allah'ın isimlerinden ve sıfatlarından mümkün olanlarla müttasıf olmaya, onlarla ahlâklanmaya, güzellikleriyle süslenmeye gayret gösterir, Esma-ı Hüsnayı bu şekilde kavrarsa, Allah'a yakın ve meleklere arkadaş olur.9 Zira kul, Esma-ı Hüsnanın mânâlarıyla ahlâklandığı sürece manen kemale ulaşır. "O manalardan hissesi olmayan, sadece lafzını duyan, lugavi tefsirini bilenin derecesi düşük, nasibi azdır. Zira yalnız lafzı duyabilmek hayvanlarla müşterek bir vasıftır. Sadece sübutunu itikad etmek de çocukların da yaptığı iştir."10
Razi'ye (606/1149) göre ismin vazedilmesinin gayesi, vazedilen isimle hitap sırasında o müsemmaya işaret etmektir.11 İsim işaret ettiği varlığın gerçekliği oranında değer taşır. Hergün içiçe sistemler halinde olağanüstü bir ahenk sergileyen tabiat sahnesinde kudretinin binbir tecellisi gözlenen ilâhî isimler, âciz yaratılmışlara insan eliyle yontulmuş putlara verilse bile, bunların bir değeri ve fonksiyonu olmayacak, kuru bir isimden ibaret kalacaktır.
İsim ve müsemmanın aynılığı ve gayrılığı meselesi bir hayli tartışılmıştır. Bizce bu tartışmanın ciddî bir faydası yoktur. Bu bakımdan biz sözkonusu tartışmaya girmeyeceğiz. Yalnız İmam Gazali'nin bir cevabıyla iktifa edeceğiz. Bazıları isim ve müsemmânın aynı olduğunu söylemişlerdir. Gazali'ye göre bu görüşü savunanlar, ciddî bir hataya düşmüşlerdir.
Zira müsemmanın mefhumu ismin mefhumu değildir.
İsim delâlet eden bir lafız iken, müsemma medlüldur,
kendisine delâlet edilendir, lafız da olmayabilir.
İsim için "Nedir?" sorulurken, müsemma için "Kimdir?" sorusu sorulur.
Güzel bir Türke Hindu ismi verilirse, ismi çirkin, müsemması güzel olur.
İsim mecaz olabilir, müsemma mecaz olamaz.13
Şöyle bir mantık zincirini kurabiliyoruz: Cenab-ı Hakkın fiilleriyle ortaya koymuş olduğu eserleri, nasıl onun güzel isimlerine delalet ediyorsa, bu isimler de Cenab-ı Hakkın herbiri bir kemâl ifade eden sıfatlarına delalet eder. Sıfatlar da zâta delalet eder. İnsan, Cenab-ı Hakkın bütün fiillerini bilemez. "Allah'ın fiillerini ne kadar geniş bilirse, isimlerini de o kadar geniş bilmiş olur"14 şeklindeki İmam-ı Gazali'nin hükmünü de bu mantık açısından mutalaa edebiliriz.
Allah'ın zatının birliğine rağmen, çokça isimlerinin bulunması bir misalle açıklayan Ahmed b. Hanbel (241/855), kök, dal, yaprak, lif vb. hususiyetleriyle hurma ağacına bir tek ismin verildiğini, hepsine birden hurma ağacı denildiğini misal verir.15
Esma-ı Hüsnayı ve onların müsemmalarını kavramanın zorluğu şuradan ileri gelmektedir: Biz aklımızla aklımızı yaratanını bulmaya çalışıyoruz, masanın marangozu bulmaya çalışmasından az farkımız var. Gazali'nin ifadesiyle ulaşılması güç, idrak edilmesi çok zordur. Çünkü o en uzak ve en zirvededir. Öyle ki insanlar hayrete düşerler. Beşeri kuvvetin haddi midir ki, araştırma, inceleme, teftişle rububiyet sıfatlarının hakikatını idrâk etsin. Yarasaların gözü güneşin ışığına dayanabilir mi?".16 Ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi tam idrak edemezsek de fikir edinmek, bir nebzecik olsun onu tanımak maksadıyla, Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde işaret edildiği kadarıyla bilmeye çalışacağız. Yeryüzünün en mükemmel varlığı insan olduğuna göre bunu anlayabilecek tek varlık varsa o da insan olmalıdır.
Devam edecek...
Giriş:
I - Kaynaklar:
Esmâ-ı Hüsna konusunda bir çok İslâm âlimi eser yazmıştır. Bunların ilklerinden sayılan İbn Cerir et-Taberî (v.310/923) ve Ebu Zeyd el-Belhi'dir. (v.322/934). Taberî'nin Esma-ı Hüsna hakkındaki eseri günümüze kadar gelmiş bulunmakla birlikte, İbn Nedim'in bahsettiği Ebu Zeyd elBelhi'nin eserine rastlayamıyoruz.1 Görüşlerini er-Razi'den öğreniyoruz. Razi Esmâ-ı Hüsna ile ilgili risalesinde yer yer el-Belhî'den nakiller yapmaktadır.
El-Beyhakî'nin (458/1066) El-Esma ve's-Sıfat adlı eseri Esmâ-ı Hüsnayı hadis literatürü açısından anlatmaktadır.
Daha sonra gelen İmam Gazzalî'nin (505/1111) "El-Maksadu'l-esnâ Şerhu'l-Esmai'l-lahi'lHüsna adlı eserini görmekteyiz. Burada isimler hakkında bazı ön bilgiler verilmekte, kısaca isim-müsemma tartışmasına girilmektedir. İmam Gazali bu eserinde 99 ismi tek tek anlatmaktadır. Yorumlar yapmakta ve kulun ondan istifade yönünü açıklamaktadır.
Fahruddin er-Razi'nin (606/1210) Levâmiu'l-Beyyinat Şerhu Esmai'l-lahi Teala ve's-Sıfat, adlı eseri Taha Abdurrauf Sa'd tarafından tahkik edilerek basılmıştır. Eserde tıpkı Gazali'de olduğu gibi isimler üzerinde yorumlar yapılmaktadır. O da 99 ismi alıp izah etmektedir.
Brockalmann'ın kaydettiğine göre Yemenli âlim et-Temimi'nin (v.765/1363) Esmau'llahi'l-hüsna adlı bir eseri bulunmakta ve Leiden Kütüphasinde 2098 numarada kayıtlı bulunmaktadır.2
Son dönem alimlerinden Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur külliyatının muhtelif yerlerinde, özellikle "el-İsmu'l-A'zam" adıyla Arapça olarak basılan eserinde Allah'ın isimleri üzerinde genişçe durmaktadır.3
Suad Yıldırım'ın Kur'ân'da Uluhiyet, Veli Ulutürk'ün Kur'ân-ı Kerim Allah'ı nasıl tanıtıyor?,
Metin Yurdagür'un Allah'ın Sıfatları Esmau'lHüsnâ,
Mısırlı yazar eş-Şerbasi'nin iki ciltlik Mevsuatu Lehu'l-Esmau'l-Hüsna adlı eserleri bu konuda son dönemde yapılan ciddi ve ilmi vasıflı çalışmalardır.
Ali Osman Tatlısu'nun Esmâu'l-Hüsna Şerhi adlı eseri va'z niteliğini taşıyan bir çalışmadır.
II - Zat-ı ulubiyet ve Ona isimlerin nisbeti:
Bilinmesi gereken ilk şey, varlıkların yaratıcısı hakkındaki bilgidir. Yani varlıkların var olmalarında Onun müessir olduğunu bilmektir.4 Razi'ye göre ilk vacib bilgi Esmâ-ı Hüsna ile ilgili bilgidir. Şöyle diyor: "İlk bilinmesi gereken, O'nun müessir olduğunu, Kadir olduğunu, fiillerinin sağlam ve muhkem olmasından dolayı âlim olduğunu, varlıkları muayyen şekil ve vasıflarla tahsisinden Mürid olduğunu bilmektir. Sonra Alim, Mürid, Kadir olduğundan Hayat sahibi (Hayy) olduğunu anlarız."5
Bir şeyin var olması bir ismi taşımasını kendiliğinden gerektirir. İnsanlığın kuralı böyle devam etmiştir. isim sadece bir ferdi, hemcinslerinden ayıran bir etiketten ibâret değildir. Varlık ve şahsiyetle alâkalı bir özellik taşımaktadır. İsim kimisine göre yükseklik anlamındaki "sümüvv"den, bazılarına göre de alâmet manasındaki "simet"ten gelmektedir. Kâinatın yaratıcısının da elbette ismi, hatta isimleri bulunmalıdır. İsim beşeri idrake sığmayan aşkın uluhiyet ile, duyu ve akıl dünyasında yaşayan insan arasında bir bağ kurma vesilesidir. Kul uluhiyetle olan irtibatını isim vasıtasıyla sağlar.6
Bir tanrı tanıyan her din ve telâkkinin belli başlı özelliği, inandığı tanrının özelliklerini açık ve seçik kavramaya çalışmak olmuştur. Zira isim olmadığı takdirde, müsemma tanınmaz. İnsanlar, yaratıcı, kurtarıcı, yardım edici gibi özelliklerini bilmek ve onun karşısında kutsal bir korku ve hürmet duymak için tanrının adını bilmek istemişlerdir. Hindliler "Vişnu", Yunanlılar "Ouranus", İbraniler ise "Yahve" demişlerdir. Kur'ân-ı Kerim ise yüce yaratıcıyı, bütün isimleri içinde cem'eden lafza-i celal olan "Allah" ismiyle anmıştır. Zikrettiği bu ve diğer İlâhi isimler vesilesiyle insan, hayatının her safhasında uluhiyet ile bir bağ kurma imkânına kavuşur. Za'fiyle Kavî ismine, acziyle Kadir ismine müracaat eder. Hastalığında Şafi ismiyle bağlantı kurar. Her bir isim Cenab-ı Allah'a bakmamıza yardımcı olan birer penceredir. Ancak insan, o isimlerin müsemmasının hakikatını, kendi kabiliyeti miktarınca tanır. Onun için Allah hakkındaki marifetler eşit değildir. Peygamberlerin, meleklerin, velilerin marifetlerinin dereceleri değişmektedir. İsim ve sıfatlarını çok veya az bilmekle bu marifet değişir. Allah'ın "alim ve kadir" olduğunu genel olarak bilen biri ile onun ayetlerinin harikalarını, yerin ve göğün melekütunu müşahade eden, ruh ve cesetlerin yaratılışını; bedi ve garib sanatlarını görenin marifetleri aynı değildir.
Gazalî, bu hususu daha iyi aydınlatmak için İmam Şafiî'yi misal göstermektedir: Şafiî'yi kapıcısı da tanır, öğrencisi olan el-Müzenî'de (v. 264/878 ). Elbette el-Müzenî'nin onu tanıması ile kapıcının onu tanıması aynı değildir.7 Onun için biri "Ben Allah'ı tanıyorum." dese doğru olduğu gibi, "Tanımıyorum" dese de doğrudur. Güzel yazılmış bir yazıyı akıllı bir insana göstersen ve desen ki "Sen bu yazıyı yazanı biliyor musun?" O da "Hayır, bilmiyorum" dese, doğrudur. Zira gerçekten yazarını tanımıyor. "Evet, biliyorum" dese yine doğrudur. Zira biliyor ki yazanı insandır, güç sahibidir, vucudunda kan vardır, görür, işitir, eli düzgündür, yazmayı bilir.8 Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Bir kitap, katibinin bazı kabiliyetlerine, ilmi seviyesine delalet etmektedir. Biz o kitaba bakarak kâtibi hakkında bilgi ediniyoruz, Ancak bu bilgimizin eksikliğinden şüphe yoktur. İşte bu kâinat da büyük bir kitaptır. Biz kâinata bakarak, Yaratıcısı hakkında fikir sahibi oluyor, Esmâ-ı Hüsnayı öğreniyoruz.
O "Alim"dir, zira herşeyi bilgiyle yaratmıştır.
O "Adl"dir, zira herşeyi ölçüyle ve yerli yerinde yaratmıştır.
Bu bilgimiz yine oldukça eksiktir. Bunun için olsa gerektir ki meşhur mütasavvıf Cüneydî Bağdadî, "Allah'tan başka Allah'ı bilen yoktur" demiş. Üçüncü asrın sufilerinden Zinnûn-i Misrî (Sevban b. ibrahim) (v.245/859) vefatından önce "Tek arzum, ölmeden önce bir lahza olsun Onu tanımaktır" arzusunda bulunmuştur.
İnsan, Cenab-ı Allah'ın isimlerinden ve sıfatlarından mümkün olanlarla müttasıf olmaya, onlarla ahlâklanmaya, güzellikleriyle süslenmeye gayret gösterir, Esma-ı Hüsnayı bu şekilde kavrarsa, Allah'a yakın ve meleklere arkadaş olur.9 Zira kul, Esma-ı Hüsnanın mânâlarıyla ahlâklandığı sürece manen kemale ulaşır. "O manalardan hissesi olmayan, sadece lafzını duyan, lugavi tefsirini bilenin derecesi düşük, nasibi azdır. Zira yalnız lafzı duyabilmek hayvanlarla müşterek bir vasıftır. Sadece sübutunu itikad etmek de çocukların da yaptığı iştir."10
Razi'ye (606/1149) göre ismin vazedilmesinin gayesi, vazedilen isimle hitap sırasında o müsemmaya işaret etmektir.11 İsim işaret ettiği varlığın gerçekliği oranında değer taşır. Hergün içiçe sistemler halinde olağanüstü bir ahenk sergileyen tabiat sahnesinde kudretinin binbir tecellisi gözlenen ilâhî isimler, âciz yaratılmışlara insan eliyle yontulmuş putlara verilse bile, bunların bir değeri ve fonksiyonu olmayacak, kuru bir isimden ibaret kalacaktır.
İsim ve müsemmanın aynılığı ve gayrılığı meselesi bir hayli tartışılmıştır. Bizce bu tartışmanın ciddî bir faydası yoktur. Bu bakımdan biz sözkonusu tartışmaya girmeyeceğiz. Yalnız İmam Gazali'nin bir cevabıyla iktifa edeceğiz. Bazıları isim ve müsemmânın aynı olduğunu söylemişlerdir. Gazali'ye göre bu görüşü savunanlar, ciddî bir hataya düşmüşlerdir.
Zira müsemmanın mefhumu ismin mefhumu değildir.
İsim delâlet eden bir lafız iken, müsemma medlüldur,
kendisine delâlet edilendir, lafız da olmayabilir.
İsim için "Nedir?" sorulurken, müsemma için "Kimdir?" sorusu sorulur.
Güzel bir Türke Hindu ismi verilirse, ismi çirkin, müsemması güzel olur.
İsim mecaz olabilir, müsemma mecaz olamaz.13
Şöyle bir mantık zincirini kurabiliyoruz: Cenab-ı Hakkın fiilleriyle ortaya koymuş olduğu eserleri, nasıl onun güzel isimlerine delalet ediyorsa, bu isimler de Cenab-ı Hakkın herbiri bir kemâl ifade eden sıfatlarına delalet eder. Sıfatlar da zâta delalet eder. İnsan, Cenab-ı Hakkın bütün fiillerini bilemez. "Allah'ın fiillerini ne kadar geniş bilirse, isimlerini de o kadar geniş bilmiş olur"14 şeklindeki İmam-ı Gazali'nin hükmünü de bu mantık açısından mutalaa edebiliriz.
Allah'ın zatının birliğine rağmen, çokça isimlerinin bulunması bir misalle açıklayan Ahmed b. Hanbel (241/855), kök, dal, yaprak, lif vb. hususiyetleriyle hurma ağacına bir tek ismin verildiğini, hepsine birden hurma ağacı denildiğini misal verir.15
Esma-ı Hüsnayı ve onların müsemmalarını kavramanın zorluğu şuradan ileri gelmektedir: Biz aklımızla aklımızı yaratanını bulmaya çalışıyoruz, masanın marangozu bulmaya çalışmasından az farkımız var. Gazali'nin ifadesiyle ulaşılması güç, idrak edilmesi çok zordur. Çünkü o en uzak ve en zirvededir. Öyle ki insanlar hayrete düşerler. Beşeri kuvvetin haddi midir ki, araştırma, inceleme, teftişle rububiyet sıfatlarının hakikatını idrâk etsin. Yarasaların gözü güneşin ışığına dayanabilir mi?".16 Ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi tam idrak edemezsek de fikir edinmek, bir nebzecik olsun onu tanımak maksadıyla, Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde işaret edildiği kadarıyla bilmeye çalışacağız. Yeryüzünün en mükemmel varlığı insan olduğuna göre bunu anlayabilecek tek varlık varsa o da insan olmalıdır.
Devam edecek...