EYVALLAH EVET KARDEŞİM_________________________________________________LEYLÂ VE MECNÛN
Ey yâr, muhakkikler buna başka bir isim daha vermişlerdi; aşık ve ma'şuk ve aşk!
Sonra gelen şeyhler müdrik, müdrek ve idrak dediler.
Müdrik aşıka ve müdrek ma'şuka ve idrak aşka dediler.
Ey yâr, bu müdrik idrakini müdreke gayet yakın ettiğinde aynolur.
Yani aşık, aşkla ma'şuka mülâzemet eylese ve ma'şuktan gayrının hayalini
hatırından kaldırsa, o vakit yakınlığın fazlalığından dolayı ittisal hasıl olur.
O demde aşık ve ma'şuk ve aşk bu üçü bir olur.
Meğer bir mecnunda Leyla aşkı nihayetine ermişti.
Yani o kadar ma'şukun zikrine zâkîr olmuştu ki, zâkir ayn-ı mezkûr oldu.
Sevdiğini o kadar çok anmıştı ki, andığı sevgili olmuştu.
Yani andığı ismin müsemmasının hayali gönülde görülür, suretiyle mutasavver olur
. Madem ki, o ismi zikreder, o suret musavver olur.
Mecnun'un aşkı galebe ettiği zaman, ma'şuktan mâsivâyı def etti.
Gönül ma'şuk suretini tuttu ve iki cihanı ma'şukaya sattı.
Ve ikiliği yıktı, birlik gözünden baktı.
Yani Mecnun Leyla'yı o kadar çok andı ki, onun şekli gönlünde peyda oldu,
ondan başka bir şey tanımaz ve bilmez oldu, o gönlündeki Leyla ile bir oldu.
Mecnun bu halete erişti, Bağdat Halifesi buna bir tedbir edip dedi ki,
- "Leyla'yı ve Mecnun'u getirin!" Derhal hazır ettiler. Halife dedi:
- "Ya Kays, hâlin nedir?" Mecnun dedi:
- "Hay bu ne sualdir ? Sen benim gibi ol ki, benim hâlimi bilesin!" Halife dedi:
- "İşte Leyla'yı sana vereyim ve sen kendine gel!" Mecnun dedi:
- "Leyla hod benim, beni bana nice verirsin?" Halife Leyla'ya;
- "Söyle!" diye emretti. Leyla dedi ki:
- "Ey Mecnun, Leyla benim!" Mecnun dedi:
- "Eğer sen Leyla isen ben kimim?
Hâşâ ki, Leyla iki ola" deyip Leyla'ya bakmayıp "Leylâ Leylâ.." diye diye gitti.
Ey birader aşık, aşk-ı mecazi bu hadde olursa, kıyas et ki, aşk-ı hakiki ne gayete erişir?
Nitekim "Lemeat"ta şöyle denmiştir:
"Ve gâyetül ayn verresm vela eser
Ve berezullahil vahidıl kahhar"
Aşıkın gayet-i ittihadından resmi kalmaz.
Ey yâr, aşık cüz'i ihtiyarını kaldırsa, ihtiyarı küll olur.
O vahdetin şarabından sekran olur.
Ve bahtiyar dilinden "Enel Hak" cevabı gelir.
O âdemi gerek assınlar, gerek döğsünler hiç aynına gelmez. Beyt (Mesnevi'den):
Zamansız söylenen "ene" la'nettir
Vaktinde söylenen "ene" rahmettir
Mansur'un söylediği "ene" rahmet oldu
Firavun'un dediği "ene" la'net oldu
Aşık cezbe-i ilâhîyeye yetiştiği zaman kendözünden fena-yı mahz olur ve gönlü dili ma'şuk olur.
Yani ilâhî cezbe yetiştiğinde kendini yitirir ve gönlü daima Hakk'ı söyler.
Nitekim buyurur (Hadis-i kudsî):
"Ve bî yantık ve bîyesmi' ve bîyebsır." "Benimle söyler, benimle işitir, benimle görür."
Aşıkın mevhumu mahvolunca, şahid-i ayn meşhud olur.
Aşıkın vehmi giderse gören, görülenin kendisi olur.
Ey yâr, ma'şuk-u hakiki Hak Tealâ'dır.
Hak Tealâ'nın ilm-i kadiminde kendi cemalini kendisinin müşahede eylemesine ezelî iradesi var idi.
O ezelî irade, âlemi ve âdemi âyine edindi, tecelli etti.
Varlığı tecellisinden var oldular ve hayat tecellisinden hay oldular ve
kudret tecellisinden kadir oldular ve saltanat tecellisinden padişah oldular
ve ilim tecellisinden âlim oldular, cemal tecellisinden cemîl oldular.
Alem ve âdem, cemal ve celâl mazharıdır.
Ve her şey istidadı gereğince Hak varlığından var oldular ve yine Hakk'a rücu' ederler. Zira mebdei Hak idi ve meadı dahi Hak'tır. Yani her şey Hak'tan geldi, yine Hakk'a dönüp giderler, başlangıç ve son Hak'tır. Nitekim Hak Tealâ buyurdu:
"Inna lillah ve ileyhi râciun." "Allah için olduk ve yine dönüşümüz O'nadır."
Pes nakkaşın fitnesi yine kendi nakşınadır. Beyt (Farsça):
Ressamın fitnesi kendi resminedir
Arada bir şey yoksa, sen rahat ol
(Ressam kendi resmini istediği gibi yapar, sen araya girme.)
Varlık levhasında nakşedilmiş olanlar nakkaşın suretleridir. Beyt (Farsça):
Varlık sahnesinde görünen her bir resim
Resmedenin kendi suretinden başka bir şey değil
Çün aşık bu halete erişti, "Fesemme vechullah" sırrına vasıl oldu. (Bakara: 115)
Her hangi yana bakdımsa yüz göründü
Sol yüz didim sana ki, düpdüz göründü
Bakdığın gördüğün cemal kamu
Sen sanursun anı hayal kamu
Bakara suresi 115.ayet: "Ve lillahil meşrıkı vel mağrıb."
"Doğu batı Allah'ındır, ne yana dönerseniz Allah'ın yüzüdür"
Ey birader, gerçi Hak Tealâ'nın kendi cemal ve kemâli kendine malûmdur.
Amma diledi ki, kesret âyinesinde tecelli ede tâ cemâl kemaliyle aşkbazlık ede
ve o yüzden dileği var âyineden kendi hüsnün göre.
Kesret aynasında kendi cemalini görüp kendisiyle aşk oyunu oynamak diledi
. O vechden Allah'a aşık derler, kendi cemâline ma'şuk derler ve Hakk'ın iradetine aşk derler.
Pes aşık ve ma'şuk ve aşk asılda üçü birdir.
Ey yâr, eğer sen bu hakikat sırrından bir şey anlarsan buna şaşmak gerek.
Zira şeyhe erişmeyen kimse, taşradan dinlemekle berhurdar olmaz,
Hak aşığı olmayan bu ince manaları anlayamaz.
O yüzden aşık-ı ilâhî olmayan aşk sırrından haberdar değildir.