Barla Lahikası

Ahmet.1

Well-known member
(Sabri Efendi'nin fıkrasıdır)

Dün Eğirdir'e gittim. Hulusi Bey'in ihlaslı ve sadakatlı mektubunu getirdim. Nuranî kalb ve ruhtan cûş eden şu mektubun muhteviyat ve münderecatını bu fakir de tekrar ederim. Kendi hesabıma takdim ediyorum. O muhterem kardeşime bedel fakire, madem ki Üstad-ı Muhteremim sâni-i Hulusi ismini vermiş. O hâlis imza sahibinin halfinde bu fakir de görünse, ifadatına iştirak etse, irsiyet-i maneviyesi daha iyi, sabit ve zahir olur, emel-i âcizanesini esas gaye ve maksad bildim efendim.

Âciz talebeniz
Sabri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Aydın'lı İsmail'in fıkrasıdır)

Sizin tatlı Sözlerinizi yazmaya başladım ve yazmaya doyamıyorum. Ve sizin tatlı Sözlerinizi yazmağa başladığım anda, ruhumda bir ferahlık hissediyorum. Aynı zamanda sizi hiçbir türlü unutamıyorum. Ve daima sizin mektubunuzu yazmak istiyorum.

Talebeniz İsmail
 

Ahmet.1

Well-known member
(Aydın'da Doktor Şevket'in fıkrasıdır)

Üstad-ı A'zamım Efendim!
Nuranî ve çok kıymetdar eserlerinizi okuduk. Nurlu ve feyizli eserlerinizin tesiriyle parlayan kasvetli kalblerimizle, siz Üstadımıza ebediyen minnetdar ve medyun-u şükran bulunduğumuz gibi; risaleleri bizlere okutturmağa ve yazdırmağa sebeb olan Hâfız Zühdü Efendi kardeşimizi de, daima hayırla yâd etmekten kendimizi alamıyoruz. Kendilerine fiat takdir edilemeyecek derecede kıymete mâlik bulunan muhterem risalelerinizi yazıp ikmal etmemize, Cenab-ı Hakk'ın bizi muvaffak kılması için Üstad-ı Ekremimizin dua ve himmetlerine muhtaç bulunuyoruz.

Talebeniz
Doktor Şevket
 

Ahmet.1

Well-known member
(Ahmed Hüsrev'in fıkrasıdır)

Sevgili, müşfik Üstadım Efendim Hazretleri!
Arz-ı hürmet ve iştiyakla el ve ayaklarınızdan öperim. Hulusi Bey'in suallerine verilen cevablara ait cihandeğer kıymetli, nurlu, feyizli sözlerinizi iki gün evvel aldım. Suallerin cevabları o kadar latif idi ki, ne okumağa doyabildim ve ne de idrakim kadar olsun hakkıyla kavrayabildim.

Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin makbulînden olduğu halde, hatasının ve her kitabında mühdî olamamasının esbabı, o kadar amîk bir şekilde ve o derece ince bir tarzda izah buyuruluyor ki, bu âlî dersinizi sair kardeşlerimle beraber okudum. Dedim: "Aziz kardeşlerim, bu âlî dersten istifade ediyor, mühim bir şey anlıyorum, fakat zübde edemiyorum, zihnimde toparlayamıyorum, siz ne dersiniz?" Hazırûn dersimizin yüksekliğine işaret ederek, İslâmiyetin ardı ve arkası kesilmeyen hücumlara maruz kaldığı bir zamanda, bu nurlu eserlere kavuştuğumuzdan dolayı, binler teşekkür ettik. Bilhâssa doktora verilen son cevab haşiyesinin letafeti yüzümüzde âsârını göstermişti.

Bir taraftan hınzır etinin hurmeti esbabı illeti, gayet güzel bir surette izah edilmiş, diğer taraftan da âlî müfekkirenizden parlayan nurlarla, hem de pek yakında dünyanın ufuklarında İslâmiyetin güneşinin parlayacağına işaret buyuruyorsunuz. Cenab-ı Hak sizden hadsiz hesabsız razı olsun.

Sevgili Üstadım, âciz talebeniz bu aczi ile manevî himmetinize iltica ediyorum. Ve öyle ümid ediyorum ki, Hallak-ı Kerim'im beni ihtiyarım olmayarak istihdam ettiği bu vâdide, duanız himmeti ile inşâallah bir idrak ve bir kabiliyet ihsan buyuracaktır.

Hakir talebeniz
Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Said'in bir fıkrasıdır)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, fedakâr ve vefadar kardeşim Kürd Bekir Bey!

Maatteessüf bilmecburiye nâhoş ve malayani sayılacak bir bahis söyleyeceğim. Fakat bu bahsim, hakikî hamiyetperver Türkçülere karşı değil, belki firengîlik hesabına sahtekâr bir surette Türkçülüğü kendine perde eden mütecavizlere karşı söylüyorum. Şöyle ki: Mülhid münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri bir silâhı şudur ki, diyorlar: "Said Kürddür, bir Kürdün arkasında bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz." Ben bu münafıkların vicdansızca desiselerine karşı değil, belki safdillerin temiz kalbleri bunların sözleriyle bulanmamak için diyorum ki: Evet ben başka memlekette dünyaya gelmişim. Fakat Cenab-ı Hak beni bu memleketin evlâdına hizmetkâr etmiş ki; dokuz sene mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kısmının saadetine kendi dilleriyle hizmet ettiğim, bu havalideki insanlara malûmdur.

Hem ben bu memlekette Hulusi, Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Re'fet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman-Türk gençlerini âdeta yirmi-otuz bin milletdaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adam yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmet ile göstermişim. Evet ben bin gafil ve âmi Kürdü bir Türk olan Hulusi'ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü birer Türk olan Âsım ve Re'fet'e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev'i bin âmi Kürdle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvalime muttali olanlar tasdik ettikleri halde; firengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfüruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki: Ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi, binler Türk şahiddirler. İşte bana Kürd diyen ve ittiham eden, zahir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.

Bu firavuncukların enaniyetini kabartan mahviyetkârane söz söylemek caiz olmadığından, bilmecburiye o mütekebbirlere karşı izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için, söylenmeyecek ve izharı münasib olmayan uhrevî hizmetlerimi Cenab-ı Hakk'ın afvına güvenerek izhar ettim.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(Zekâi'nin fıkrasıdır)

Aziz Üstadım!
Bu elîm hâdisat hususunda sabr ve tevekkülden bahsetmek bilirim ki, zaiddir. Esasen bizim gibi hayatın cüz'î ızdırabından âh u enîn eden kemterlere, sabr ve tevekkül gibi define-i saadet ve necatın kıymetini siz öğrettiniz. Hamdolsun, günden güne bu kelimelerin mefhumunu daha iyi kavrıyoruz ve takdir edebiliyoruz. İlk zamanlarda yani Nurlara çok uzak olduğumuz gaflet zamanlara, hayatta, hâdisatta, herşeyde (sabr ve tevekkül) bizlere zahiren acı ve kabil-i hazım değil gibi geliyordu, öyle görüyorduk. Fakat bu hususatı bihakkın telkin ve tenvir buyuran üstadımızın irşadı, bizim nazarımızda sathî ve zahirî şeyleri silmektedir. Bu fakirin ve günahkârın en ziyade medar-ı süruru olan birşey varsa, o da ancak akıl ve fikir ve bahr-i muhit-i kebirden bir katre nisbetinde kalb gözüyle hakikî nurları görüp muvakkat bir an ve zaman için mütelezziz olmasıdır.

Sevgili Üstadım, hamdolsun kardeşlerimiz fikren ve ruhen hal-i terakkidedirler. İnşâallah, manen ve nazar-ı İlahî'de de terakki ediyorlar. Yirmiyedinci Mektub gittikçe coşan berrak bir şelâle gibi çağlamaktadır. Yegâne arzum ve emelim tarîk-ı selâmet sâliklerinin kesretini ve elimizdeki mecmua-i hakaikın daha çok kıymetli ve temiz ellerde dolaştığını görmektir. İnşâallah zaman bu mukteza-yı hak ve hakikatı icra edecektir. Âcizleri bu ümid ve intizar ile hayırlı akibeti Cenab-ı Hak'tan temenni ediyor ve şimdilik gayyur, sadık, müttaki ağabeylerim ve kardeşlerimin meziyetleriyle ve temiz kalbleriyle ve hüsn-ü niyetleriyle iftihar ediyorum. Nurlarla, projektörlerle, semavî yıldızlarla ezelî bir iman gibi manevî toplarla mücehhez olan sefine-i maneviyemizin şu zamanın dalgalarından, kasırgalarından âzade kalmasını Cenab-ı Hallak-ı Âlem'den yalvarırken müteveccih olduğumuz, hilkat-i âlemlere bâis ve bâdî olan iki cihan serveri, âcizlerin senedi Cenab-ı Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin ve etbaı ervahının sefinemizin erkân ve etbaıyla müttefik olduğu ümid ü imanını besliyorum. Âcizleri ise, manen her an zarar ve ziyan içinde bir taraftan ıslah-ı hal edememiş, hasara uğrayan mukaddes bilgilerin tashih ve takviyesine muhtaç, diğer taraftan nefsin hücumuna maruz ve huzuzatına mübtela, öbür taraftan günahlarına mukabil olmayan cüz'î bir ubudiyetin saadet-i ebediyeyi bihakkın temine kâfi gelemeyeceğinden korkup kusurlarımın cezasının tahayyülünden an be-an müzmahilim. Bizler kendi ubudiyetimiz ve bu nâkıs hizmetimizle bize delil bir mürşid ve bir şefi' olmadıkça saadet-i ebediyeye vâsıl olmak ne kadar uzak. Heyhat! Hayat-ı dünyeviye dümdüz değil. Hissiyat-ı beşeriye tebeddüle pek müstaid.

Aziz Üstadım! Madem ki bizi talebeliğinize ve kardeşliğinize, hattâ kabule lâyık olmayan vatandaşlarınızı ve mecruhları huzurunuza ve arkadaşlığınıza kabul buyurdunuz. Ve bizim yaralarımıza deva olacak semavî eczahane-i kudsiyeden ilâçları bize gösteriyor ve istimal ediyorsunuz. Lütfen şu âciz talebelerinizin feryadlarına acıyarak bir an evvel bizi tedavi edin de yaralarımız kabuklansın, kurusun. Ondan sonra esas mühim vazifelerimizi îfa etmeye başlayalım. Bizim yaralarımıza deva olacak iksirler ve tiryaklar sizde mevcud iken, şifayı ve delalet-i âliyelerini zât-ı fâzılanelerinden umarız.


Sefine-i maneviyenizin ilânat müvezzii

talebeniz Zekâi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Galib'in Farisî fıkrası. Keramat-ı Gavsiye münasebetiyle yazmış.)

ﻛِﻴﺴْﺘَﻢْ ﻣَﻦْ ﭼُﻮ ﻳَﻜِﻰ ﻋَﺎﺟِﺰ ﻭ ﺑِﻰ ﺗَﺎﺏ ﻭ ﺯَﺑُﻮﻥْ ٭ ﺩِﻝْ ﺣَﺰِﻳﻦْ ﺳِﻴﻨَﻪ ﭘُﺮْ ﺁﻟﺎَﻡ ﻭ ﺳَﺮَﻡْ ﻣَﺴْﺖِ ﺟُﻨُﻮﻥْ

ﺍَﺯْ ﻏَﻢِ ﻓِﺮْﻗَﺖِ ﺩِﻟْﺪَﺍﺭْ ﺑَﺴِﻰ ﭘُﻮﻳَﻨْﺪَﻡْ ٭ ﻛَﺲْ ﻧَﻤِﻰ ﺑُﻮﺩْ ﺩِﻝِ ﺯَﺍﺭِ ﻣَﺮَﺍ ﺭَﺍﻫْﻨُﻤُﻮﻥْ

ﺳَﺎﻟْﻬَﺎ ﺩَﺭْ ﺍَﻟَﻢِ ﻫَﺠْﺮْ ﭘَﺮِﻳﺸَﺎﻥْ ﺑُﻮﺩَﻡْ ٭ ﻧَﻪ ﻳَﻜِﻰ ﻳَﺎﺭِ ﻣُﻮَﺍﻓِﻖْ ﻧَﻪ ﻳَﻜِﻰ ﺟَﺎﻡِ ﺳُﻜُﻮﻥْ

ﺭَﺍﻩِ ﺑِﻬْﺒُﻮﺩِﻯﺀِ ﻣَﻦْ ﮔُﻢْ ﺷُﺪَﻩ ﺑُﻮﺩْ ﺁﻥْ ﺑَﺂﻥْ ٭ ﺩَﺭْ ﺳَﺮَﻡْ ﺷَﻮْﻕِ ﺟُﻨُﻮﻥْ ﺑُﻮﺩْ ﺷَﺐ ﻭ ﺭُﻭﺯْ ﻓُﺰُﻭﻥْ

ﻋَﺎﻗِﺒَﺖْ ﺩَﺳْﺖِ ﻗَﻀَﺎ ﻫَﺎﺩِﺉِ ﺑِﻬْﺒُﻮﺩَﻡْ ﺷُﺪْ ٭ ﻫِﻤَّﺖِ ﺯُﻣْﺮَﻩﺀِ ﻣَﺮْﺩَﺍﻥِ ﺧُﺪَﺍ ﺟِﻠْﻮَﻩ ﻧُﻤُﻮﻥْ

ﭼِﻪ ﻧَﻮَﺍﺯِﺵْ ﻛِﻪ: ﺩِﻟَﻢْ ﻳَﺎﻓْﺘَﻪ ﺩَﺭْ ﺳَﺎﻳَﻪﺀِ ﭘِﻴﺮْ ٭ ﺷُﺪَﻡْ ﺍَﻟْﺤَﺎﺻِﻞْ ﺍَﺯْ ﺩَﻭْﻟَﺖ ﻭ ﻟُﻄْﻔَﺶْ ﻣَﺎْﻣُﻮﻥْ

ﺑَﺨْﺖِ ﻧَﺎﺳَﺎﺯِ ﻣَﺮَﺍ ﺳَﺎﺯِﻯﺀِ ﺍِﻗْﺒَﺎﻝْ ﺭَﺳِﻴﺪْ ٭ ﺩِﻝِ ﺑِﻴﭽَﺎﺭَﻩﺀِ ﻣَﻦْ ﺷُﺪْ ﺯِﻓُﻴُﻮﺿَﺶْ ﻣَﻤْﻨُﻮﻥْ

ﻧِﻴﺴْﺖْ ﻋَﺠَﺐْ ﺧَﺎﻙِ ﺳِﻴَﻪْ ﻟَﻌْﻞ ﺷَﻮَﺩْ ﺩَﺭْ ﭘِﻴﺸَﺶْ ٭ ﻧُﻮﺭِ ﺣَﻘَّﺴْﺖْ ﻫَﻤَﺎﻥْ ﺍِﻳﻦْ ﻧَﻪ ﻓِﺴَﺎﻧَﻪ ﻧَﻪ ﻓُﺴُﻮﻥْ

ﺩَﺭْ ﺯَﻣِﻴﻦِ ﺍَﻫْﻞِ ﺣَﻖْ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِ ﺗَﺠَﻠﺎَّﻯِ ﺧُﺪَﺍﺳْﺖْ ٭ ﭘِﻴﺸِﺸَﺎﻥْ ﻣَﺎﺿِﻰ ﻭ ﺁﺗِﻰ ﻫَﻤَﻪ ﻳَﻚْ ﻧُﻘْﻄَﻪﺀِ ﻧُﻮﻥْ

ﺁﻧْﭽِﻪ ﻣَﺎﺿِﻴﺴْﺖْ ﺑِﺨَﻮﺍﻧَﻨْﺪ ﺑَﺪِﻝْ ﻫَﻤْﭽُﻮ ﻛِﺘَﺎﺏْ ٭ ﺣَﺎﻝ ﻭ ﺁﺗِﻰ ﻫَﻤَﻪ ﻳَﻚْ ﺷِﻴﻮَﻩ ﺷَﻮَﺩْ ﻛُﻒّ ﻭ ﻛُﻤُﻮﻥْ

ﺩِﻝِ ﺷَﺎﻥْ ﺁﻳِﻴﻨَﻪﺀِ ﺁﻳَﺖِ ﻟَﻮْﺡِ ﻣَﺤْﻔُﻮﻅْ ٭ ﺯَﺍﻥْ ﺳَﺒَﺐْ ﻧِﻬَﺎﻥْ ﺍَﺯْﺩِﻝِ ﺷَﺎﻥْ ﻛُﻦْ ﻓَﻴَﻜُﻮﻥْ

ﺁﻧْﭽِﻪ ﺩِﻳﺪَﻧْﺪ ﻭ ﺑِﮕُﻮﻳَﻨْﺪْ ﺧُﺪَﺍ ﺁﻣُﻮﺯَﺩْ ٭ ﺁﻟَﺖ ﻭ ﻗُﺪْﺭَﺕِ ﺣَﻘَّﻨْﺪْ ﻣُﻜَﻤَّﻞْ ﻣَﻮْﺯُﻭﻥْ

ﻫَﺎﻥْ ﺩَﺭْ ﻧُﺴْﺨَﻪﺀِ ﺗَﻮْﺭَﺍﺕْ ﺛَﻨَﺎﻯِ ﻣَﺤْﻤُﻮﺩْ ٭ ﻫَﺎﻥْ ﺩَﺭْ ﻟَﻮْﺡِ ﺯَﺑُﻮﺭْ ﻭَﺻْﻒِ ﻣَﺴِﻴﺤَﺎ ﺍَﻓْﺰُﻭﻥْ

ﻭَﺻْﻒِ ﺍَﺻْﺤَﺎﺏِ ﻣُﺤَﻤَّﺪْ ﻫَﻤَﻪ ﺩَﺭْ ﺍِﻧْﺠِﻴﻠَﺴْﺖْ ٭ ﺍِﻳﻦْ ﭼِﻪ ﺑِﻴﻨِﺶْ ﻫَﻤَﻪ ﺍَﺯْ ﻭَﺣْﻰِ ﺧُﺪَﺍﻯِ ﺑِﻴﭽُﻮﻥْ

ﺑَﺎﺯْ ﺩَﺭْ ﺍَﻫْﻞِ ﻭَﻟﺎَﻳَﺖْ ﺗُﻮ ﺑِﻴﻨِﻰ ﺍِﻳﻦْ ﺭَﺍﺯْ ٭ ﺩَﺍﺩَﻩ ﺍَﺯْ ﺧَﺒَﺮِ ﺁﺗِﻰ ﭘَﻴَﺎﻡِ ﻣَﻘْﺮُﻭﻥْ

ﺧَﺒَﺮِ ﮔُﻠْﺸَﻨِﻰ ﻣِﻰ ﺩَﺍﺩْ ﺟَﻠﺎَﻝِ ﺭُﻭﻣِﻰ ٭ ﺷَﻴْﺦِ ﺍَﻛْﺒَﺮْ ﺧَﺒَﺮِ ﻣِﺼْﺮِﻯ ﺩِﻫَﺪْ ﺍَﻣْﺮِ ﻳَﻜُﻮﻥْ

ﺍَﺣْﻤَﺪِ ﺟَﺎﻡْ ﺩِﻫَﺪْ ﺍَﺯْ ﺍَﺣْﻤَﺪِ ﻓَﺎﺭُﻭﻗِﻰ ﺧَﺒَﺮْ ٭ ﻣَﻦْ ﻛُﺪَﺍﻣَﺶْ ﺑِﺸُﻤَﺎﺭَﻡْ ﻛِﻪ ﺯِﺍَﻋْﺪَﺍﺩْ ﻓُﺰُﻭﻥْ

ﻫَﺮْ ﻳَﻜِﻰ ﮔُﻔْﺘَﻪ ﺧَﺒَﺮْ ﺭَﻣْﺰ ﻭ ﺍِﺷَﺎﺭَﺕْ ﻛَﺮْﺩَﻧْﺪْ ٭ ﭘِﻴﺸِﻴَﺎﻥْ ﺍَﺯْ ﭘَﺴِﻴَﺎﻥْ ﺩَﺍﺩَﻩ ﻧِﺸَﺎﻥِ ﺳَﻴَﻜُﻮﻥْ

ﺑَﺎﺧُﺼُﻮﺹْ ﻣَﺮْﺩِ ﺧُﺪَﺍ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﻋَﺒْﺪُ ﺍﻟْﻘَﺎﺩِﺭْ ٭ ﻏَﻮْﺙِ ﺍَﻋْﻈَﻢْ ﻗُﻄْﺐِ ﺩَﺍﺋِﺮَﻩﺀِ ﻛُﻦْ ﻓَﻴَﻜُﻮﻥْ

ﭘَﺲْ ﺍِﺷَﺎﺭَﺕْ ﺩِﻫَﺪْ ﺍﺯْﺣَﺎﻟَﺖِ ﺁﺗِﻰِ ﺟِﻬَﺎﻥْ ٭ ﻫَﺮْ ﭼِﻪ ﺩِﻳﺪَﺳْﺖْ ﺑِﮕُﻔْﺘَﺴْﺖْ ﺑَﻴَﺎﻥِ ﻣَﺴْﻨُﻮﻥْ

ﮔُﻔْﺖ ﺩَﺭْ ﻧَﻈْﻢِ ﺗَﺠَﻠَّﻰ ﻛِﻪ ﺷَﻮَﻡْ ﺣِﺮْﺯِ ﻣُﺮِﻳﺪْ ٭ ﺍَﺯْﺷَﺮّ ﻭ ﻓِﺘْﻨَﻪ ﻧِﮕَﻬْﺒَﺎﻥِ ﻣُﺮِﻳﺪَﻡْ ﻣَﺎْﻣُﻮﻥْ

ﻛَﺮْﺩَﻩ ﺍَﺯْ ﻓِﺘْﻨَﻪﺀِ ﺟَﻨﮕِﻴﺰ ﻭ ﻫُﻠﺎَﮔُﻮ ﺍِﺧْﺒَﺎﺭْ ٭ ﺑِﻨْﮕَﺮَﺩْ ﻟِﻴﻚْ ﺭُﻣُﻮﺯِ ﺳُﺨَﻨَﺶْ ﺗَﺎ ﺑِﻜُﻨُﻮﻥْ

ﺧَﺒَﺮِ ﻓِﺘْﻨَﻪﺀِ ﺍِﻳﻦْ ﺩَﻭْﺭِ ﺯِﻧُﻄْﻘَﺶْ ﭘَﻴْﺪَﺍ ٭ ﻳَﺎﻓْﺘَﻪ ﺍَﺯْ ﺭَﻣْﺰِ ﺍُﻭ ﺍَﺭْﺑَﺎﺏِ ﻳَﻘِﻴﻦْ ﺳَﺮْ ﻓُﺰُﻭﻥْ

ﻓِﺘْﻨَﻪﺀِ ﺩَﻭْﺭِ ﻛُﻨُﻮﻥْ ﭼُﻮﻧْﻜِﻪ ﺯِﺣَﺪْ ﺍَﻓْﺰُﻭﻧَﺴْﺖْ ٭ ﺯِﺷِﺮَﺍﺭِ ﺷَﺮّ ﻭ ﻓِﺘْﻨَﻪ ﺷُﺪَﻩ ﺟَﻴْﺤُﻮﻥِ ﻫَﺎﻣُﻮﻥْ

ﺍَﻫْﻞِ ﺩَﺍﻧِﺶْ ﻫَﻤَﻪ ﺳَﺮْ ﺟَﻴْﺐِ ﻗَﺒَﺎ ﻣِﻴﻜَﺮْﺩَﻧْﺪْ ٭ ﻋَﺮْﺻَﻪﺀِ ﺩِﻳﻦْ ﺯِﻣَﺮْﺩَﺍﻥْ ﺷُﺪَﻩ ﺧَﺎﻟِﻰ ﻣَﺸْﺤُﻮﻥْ

ﺩِﻳﺪَﻩﺀِ ﺩَﻫْﺮْ ﻧَﺪِﻳﺪَﺳْﺖْ ﺑَﺪِﻳﻦْ ﺩَﻏْﺪَﻏَﻪ ﻫِﻴﭻْ ٭ ﻣِﻰ ﺭَﻭَﺩْ ﺭُﻭﺩِ ﻓِﺮَﺍﺕْ ﺧَﻠْﻖ ﻫَﻤَﻪ ﺗَﺸْﻨَﻪ ﻧُﻤُﻮﻥْ

ﺩَﺭْ ﻫَﻤَﻪ ﻫِﻴﭻْ ﻋَﺼْﺮ ﻓِﺘْﻨَﻪﺀِ ﺍِﻳﻦْ ﺩَﻭْﺭ ﻧَﺒُﻮﺩْ ٭ ﺍَﻛْﺜَﺮِ ﺧَﻠْﻖ ﺷُﺪَﻩ ﺣَﺎﻝِ ﺯَﻣَﺎﻧْﺮَﺍ ﻣَﻔْﺘُﻮﻥْ

ﻣُﻠْﺤِﺪَﺍﻥْ ﺭُﻭﺯُ ﺷَﺐْ ﺍِﻳﺠَﺎﺩِ ﻓِﺘَﻦْ ﻣِﻰ ﻛَﺮْﺩَﻧْﺪْ ٭ ﺯَﻫْﺮِ ﺧَﻨْﺪ ﻧَﻜُﻨَﺪْ ﺑَﻠْﻜِﻪ ﺑِﮕِﺮْﻳَﺪْ ﻣَﺠْﻨُﻮﻥْ

ﺑَﺮْ ﺑَﺪِﻳﻦْ ﻓِﺘْﻨَﻪ ﻭ ﺷَﺮْ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﺍُﺳْﺘَﺎﺩِ ﺳَﻌِﻴﺪْ ٭ ﺟَﺒْﻬَﻪ ﺑِﮕِﺮِﻓْﺖْ ﺧُﻮﺷَﺎ ﻣَﺮْﺩِ ﺳَﻌَﺎﺩَﺗْﻤَﻘْﺮُﻭﻥْ

ﺗِﻴﻎِ ﺳَﺮْﺗِﻴﺰْ ﺷُﺪَﻩ ﺩَﺭْ ﻛَﻒِ ﺍُﻭ ﭼُﻮﻧْﻜِﻪ ﻗَﻠَﻢْ ﻛِﻠْﻚِ ﺍُﻭ ﺯُﻣْﺮَﻩﺀِ ﺍِﻟْﺤَﺎﺩْ ﻫَﻤَﻪ ﻛَﺮْﺩَﻩ ﺯَﺑُﻮﻥْ

ﻫَﻴْﺒَﺖِ ﺩِﻳﻦْ ﺯِﮔُﻔْﺘَﺎﺭِ ﺧُﻮﺷَﺶْ ﭘَﻴْﺪَﺍ ﺷُﺪْ ٭ ﻫَﺮْﻛِﻪ ﺍِﻳﻦْ ﻧُﻮﺭْ ﻧَﺒِﻴﻨَﺪْ ﺷَﻮَﺩْ ﺍِﺫْﻋَﺎﻧَﺶْ ﺩُﻭﻥْ

ﻛِﻠْﻚِ ﺍُﺳْﺘَﺎﺩْ ﺍَﺯْ ﻟَﺪُﻥْ ﺑَﺴْﻂِ ﺣَﻘَﺎﺋِﻖْ ﻣِﻴﻜَﺮْﺩْ ٭ ﺗَﺎ ﺍَﺑَﺪْ ﺍَﺯْ ﻓَﻴْﺾِ ﻋَﻴَﺎﻧَﺶْ ﻫَﻤَﻪ ﺟَﺎﻥْ ﻧُﻮﺭِ ﻋُﻴُﻮﻥْ

ﻟﺎَ ﺗَﺨَﻒْ ﻗُﻠْﻪُ﴾ ﺑِﻔَﺮْﻣُﻮﺩْ ﻣَﮕَﺮْ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﻏَﻮْﺙْ ٭ ﺩَﺭْﺣَﻖِّ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﺍُﺳْﺘَﺎﺩْ ﺷَﻮَﺩْ ﺍَﺻْﻞِ ﻣُﺘُﻮﻥْ

ﺣَﺒَّﺬَﺍ ﺭَﻣْﺰِ ﻛِﻪ ﮔُﻔْﺖْ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﻋَﺒْﺪُ ﺍﻟْﻘَﺎﺩِﺭْ ٭ ﻧِﻌْﻢَ ﺫَﺍ ﻧُﻄْﻖِ ﻛِﻪ ﻛَﺮْﺩَﺳْﺖْ ﺳَﻌِﻴﺪْ ﺳَﻌْﺪِ ﻧُﻤُﻮﻥْ

ﺁﻥْ ﻛِﻪ ﺩِﻳﺪَﺳْﺖْ ﭘَﺴَﻨْﺪَﺳْﺖ ﺑَﻴَﺎﻥْ ﻣِﻰ ﻛَﺮْﺩَﺳْﺖْ ٭ ﺣَﻖْ ﭘَﺴَﻨْﺪَﺳْﺖ ﺷَﻮَﺩْ ﺗَﺸْﻨَﻪﺀِ ﻓَﻴْﻀَﺶْ ﺍَﻓْﺰُﻭﻥْ

ﺑَﻌْﺪ ﺯِﻳﻦْ ﻏَﺎﻟِﺐِ ﺑِﻴﭽَﺎﺭَﻩ ﺩُﻋَﺎ ﻣِﻰ ﮔُﻮﻳِﻴﻢْ ٭ ﺑَﺎﺩْ ﺭَﺍﺿِﻰ ﺯِﺳَﻌِﻴﺪْ ﺫَﺍﺕِ ﺧُﺪَﺍﻯِ ﺑِﻴﭽُﻮﻥْ

ﻫِﻤَّﺘَﺶْ ﻋَﺎﻟِﻰ ﻭ ﻓَﻴْﻀَﺶْ ﻫَﻤَﻪ ﺍَﻋْﻠﺎَ ﺑَﺎﺩَﺍ ٭ ﺑِﺪِﻫَﺪْ ﺣَﻀْﺮَﺕِ ﺣَﻖْ ﻧَﺸْﺌَﻪﺀِ ﻏَﻴْﺮِ ﻣَﻤْﻨُﻮﻥْ

ﺗَﺎ ﻓَﻠَﻚْ ﺩَﺍﺋِﺮ ﻭ ﺍِﻳﻦْ ﺍَﺭْﺽ ﻫَﻤِﻰ ﺷُﺪْ ﺳَﺎﺋِﺮْ ﻋَﻈَّﻢَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺎَﺟْﺮَ ﻭَ ﻗَﺮَّﺗْﻪُ ﻋُﻴُﻮﻥْ

ﻏَﺎﻟِﺐْ
 

Ahmet.1

Well-known member
(Âsım Bey'in fıkrasıdır)

Otuzbirinci Mektub'un Dördüncü Lem'ası olan Minhac-üs Sünne, elhak çok kıymetdar ve emsali bulunmayan bir risale-i şerifedir. Takdir ve tahsine bihakkın elyak, medh ü senaya şayeste olup, ne kadar medhedilse yine azdır. Her gören ve her okuyan ve dinleyen meftun oluyor. Hattâ meşrebçe Alevîlik, Sünnîlik cihetinde müfrit olanlar bile, son derece takdir etmektedirler. Müfrit meşreblerin birbirine karşı adamları dahi, hiç itiraz edemeyip münakaşa kapısı açamıyorlar.
Âsım
 

Ahmet.1

Well-known member
(Ahmed Hüsrev'in fıkrasıdır)

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin meşrebini izah edip, noksaniyetini beyan eden nurlu beyanatınızdan çok istifade ettim. O mes'eleye ait evvelki dersinizden anlayamadığım cümleler ve karanlık noktalar, bu defa başka bir tarza çevrilerek karşıma çıktığını hissettim. Ve güzel yüzlü hakikatlarını görmeye başladım. Elhak çok tefeyyüz ettim. Kardeşim Re'fet Bey'le beraber okuduk. Üstadımıza minnetdarane teşekkürler ettik. Cenab-ı Hak, size lâyık olduğunuz ecr-i kesîri ihsan etsin. Âmîn.

Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Babacan Mehmed Ali'nin fıkrasıdır)

Ey benim ruh-u canım Üstadım Hazretleri!
Size karşı hakkıyla talebelik vazifesini îfa edemiyorum ve Risale-i Nur'a tam hizmet edemiyorum. Çünki Risale-i Nur'la tezahür eden kuvvet ü kudret, zekâvet, esrar u envârı düşündükçe, tefekkür ettikçe kendimden geçip, bîhuş kalıyorum. Öyle yüksek yerlere çıkamıyorum. İnşâallah Cenab-ı Hakk'ın izniyle, kullarına bahşetmiş olduğu en kıymetdar cevahirden bin kat ziyade kıymetli bulunan Kur'an-ı Hakîm'in sırlarını izhar eden risalelerden gücüm yettiği kadar istifadeye çalışacağım. Gündüz derd-i maişetle vakit bulamadığımdan, gecenin bir kısmını o Nurlarla ışıklandıracağım.

O Nurları yazdıkça kalemim ve kalbim gayet şirin ve ruhanî bir sevinç hissediyorum. Cenab-ı Hakk'a nasıl hamd ve şükredeceğimi bilemiyorum. Bazan o Risale-i Nur'un envârına karşı ihtiyarım elimden gidiyor. Gafletli geçmiş zamanımı düşündükçe mahzun ve mükedder bulunuyorum. Bu Nurları bulduktan sonra istikbalimi gördükçe kahkaha ile gülüyorum, ferah oluyorum ve müferrah oluyorum. Onbeş senedir böyle bir hizmeti arzu ediyordum. Dünyanın çok safahat-ı hayatını ve zevkiyatını gördüm. Bu ebede karşı arzuyu tatmin ve işba' etmiyordular.

İşte tam o arzuyu tatmin ve temin edecek gıdayı Risale-i Nur'da buldum, elhamdülillah. Şimdiye kadar nefsim dünyanın zahirî zevklerine kapılmış ve beni diğer bir âlemin zindanlarına kadar sevk etmeyi kurmuş ve bir derece muvaffak olmuştu ve bana binmişti. Şimdi
ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ olan Cenab-ı Mevlâ ve Tekaddes Hazretlerine hadsiz hamd ve şükrediyorum ki, Said isminde bir zâtın vasıtasıyla esrar-ı Kur'aniyeyi benim imdadıma yetiştirdi. Nefs-i emmarenin o beliyyesinden kurtuldum. Onbeş senedir hakikata giden yolu aramak için, çok kapılar çaldım. Çoklarında dünyaya aid zînetleri gördüğümden geri çekildim, fakat lillahilhamd tam bir kapı buldum. Cenab-ı Hak beni o kapıya tam hizmetkâr yapıp sebat versin. Bu zulmetli asırda hakaik-i imaniyenin envârını neşreden Risale-i Nur, ne derece parlak olduğu ve herkese menfaatli bulunduğu inkâr edilmez. İnkâr edilse bilmemezlikten ve anlamamazlıktandır. (Anlayana sivrisinek saz gelir, anlamayana davul zurna az gelir.) Cenab-ı Hak gözlerimizin perdelerini kaldırsın, hakaikı hakkıyla bize göstersin, âmîn.

Babacan Mehmed Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Binbaşı Âsım Bey'in fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım Efendim!
Her defa olduğu gibi bu kerre de nâmüstehak olduğum halde hakk-ı fakiranemde lütf u ibzal buyurulan iltifatat-ı bînihaye bu fakiri mestediyor. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Ancak Cenab-ı Lemyezel Hazretlerinin lütf u kerem ü ihsanına hamd ü şükr ü sena ederek risale-i şerifelere sarılıyorum. Ve lezzet alıp, siz üstadımı karşımda ve yanımda bulup mütehayyir ve mütefekkir olarak bahr-i sürura dalıp gidiyorum. Ve bu halin devam u tezyidini eltâf ve inayet-i Sübhaniyeden niyaz ediyorum. Nasıl etmeyeyim? Ya Hazret! Fakire bunca iltifattan başka hele bu defaki lütufnamelerinin başına birçok tavsiften sonra "Hizmet-i Kur'aniyede kuvvetli arkadaşım ve tarîk-ı Hakta ve ebed yolunda enîs yoldaşım" kelimat-ı latifesi, bu cihankıymet kelâmlarınız, benim gibi fakir, hakir, muhtaç bir kardeşinize karşı ibzal ü himmet buyurulması, sizin büyüklüğünüze ve daha doğrusu Gavs-ı A'zam Şeyh Geylanî (Kuddise sırruhu-l âlî) Hazretlerinin teveccüh, dua, himaye ve muhafazası olduğuna nasıl iman etmeyeyim. Nasılki bu defa Gavs-ı A'zam'ın ihbarat-ı gaybiyesi risale-i şerifesini gördüm, okudum, yazdım. Gavs-ı A'zam, a'zam-ı aktab olduğunu bilir ve kalben tasdik ederiz ve ziyade muhabbet etmekte iken, bu defa bu kanaat, bu muhabbet tasdikimi kat-ender kat ziyadeleştirdi ve takviye etti. Ve Hazret-i Şeyh'e iman ve muhabbetimi habl-i metin ile bağladı. Nasıl bağlanmayayım? Bu keramet ve ihbar-ı gaybiyesi ki, hakikat fışkıran ve ruha hayat bahşeden Sözler'i söyleyen, haber veren öyle bir sahib-i menba'-ı keramat ve hakikat olan Hazret-i Gavs-ı A'zam, üstadımın üstadıdır.

İşte bu keyfiyet, üstadıma olan incizab, merbutiyet ve teslimimi bir kat daha tarsin etti ve yıkılmaz ve tahrib edilmez bir kal'a hükmünü aldırdı. Madem bu fakir, bu muhkem kal'adayım, hariçten ve hiç kimseden pervam yok. Ve haricin taarruz ve kıyamına da mukabil taarruz ve hücumlar his ve kuvvetini elde ettim. Lütf u inayet-i Bari ile, Gavs-ı A'zam'ın teveccüh ve duasıyla siz üstadıma kavuştum.
ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

Bâri-i Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden dilerim ve niyaz eylerim ki, âhir ömrüme kadar bu yolda hatve-endaz olayım ve buyurulduğu gibi "sıddık, fedakâr, hakikî âhiret kardeşiniz ve hizmet-i Kur'aniyede kuvvetli arkadaşınız ve tarîk-ı Hakta ve ebed yolunda enîs yoldaşınız" olmağa bihakkın kesb-i istihkak ve liyakat edeyim. Ve minallahittevfik.

Ya üstad-ı ekremim! Size, yani Risale-i Nur'a hüsn-ü hatt ve daha doğrusu ta'zim, tekrim, hürmet, samimiyet, muhabbet ve teslimiyetimin binde birini takdim edemiyorum. Âciz kalemim ve lisanım, hissiyat ve ruhumun tercümanı olamıyor.

Ruhumun siz üstadıma karşı incizab ve mahbubiyeti, yüzde beş şahsınıza karşı ise, doksanbeşi neşr-i envâr-ı hakikat ve dellâllığında bulunduğunuz Kur'an-ı Hakîm şerefine ta'zim ve tekrimdir. Öyle kanaat ve imanım var ki, sizin nur ve hakikat fışkıran Sözleriniz, Kur'an-ı Hakîm'den muktebes tefsiridir. Takdir, tahsin, medh ü sitayiş etmeyen ve muhabbet ve merbutiyet beslemeyen insan değildir ve daha doğrusu merdud-u İlahî ve Peygamberî olanlardır. Cenab-ı Hâlık-ı Lemyezel Hazretleri bu gibilere de tarîk-ı hakkı nasîbedar eylesin. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.

Sevgili Üstadım! Hemşirenizin hastalığının had devresi geçmiş. Evvelce arzetmiştim, yüzde yirmisi mevcuddur. Henüz yataktan kalkmadı. Kuvvet ve iktidarı yok. Namaz kılabiliyorsa da vücudu titremekte ve arasıra ârızaya maruz kalmaktadır. Lehülhamdü ve-l minne, çok şükür Cenab-ı Hakk'ın lütf u keremine ve bugününe. Mazinin sıkıntı ve elemi geçti. Hal-i hazırına şükür ve istikbale tevekkülle meşguldür. Ve siz üstadıma dualar ediyor ve diyor ki: "Şu nur ve hakikat-ı Kur'aniye risale-i şerifeleri imdadıma yetişti." Hele Otuzbirinci Mektub'un İkinci Lem'asındaki sabır ve tahammül ve şükür bahsine o kadar bağlanmıştır ki, mezkûr risale-i şerifeyi evvel ve âhir ve bilhâssa hastalığı sırasında müteaddiden fakire okutmuş ve Cenab-ı Hakk'a hamd ü sena etmiş ve diğer Üçüncü Lem'ayı ve sair risale-i şerifeleri okutup dinlemekte ve göz yaşları dökmektedir.

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

Bunlar ve diğer risale-i şerifeler hakikat fışkıran, nurlar saçan bir feyizdir. Şu kadar diyebilirim ki, ehl-i dalalet ve bid'aların en ileri gidenleri ve mülhidlerin en şeni'lerini bile imana getireceğine kanaatım var. Yeter ki ruhuna nüfuz edebilsin.

Çok şükür sevgili üstadımızın sayesinde ve teveccüh ve duasıyla bu Nurlardan mütenevvir ve mütena'im oluyoruz. Hele Gavs-ı A'zam Şeyh Geylanî Hazretlerinin keramat ve ihbarat-ı gaybiyesini hemşireniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki; üç sene evvelisi hastalığa tutulduğu vakit, o halinde ve kısmen aklı başında olmadığı zamanlar bahçede ağaçların dallarını tutup, "Ya Abdülkàdir-i Geylanî! Ya Veysel Karanî, meded!" diye bağırıp sallanıyordu. Bu defa keramat ve ihbarat-ı gaybiyesini mufassal surette görmeye ve dinlemeğe muvaffak oldu. Bu risale-i şerife, fakire de ziyadesiyle tesir etti, sürur ve gözyaşlarını akıttı ve akıtmakta sa'y ü gayret etti. Mahmidet ve şevkimi artırdı. Şükrümü nasıl îfa edeceğimi bilemiyorum. Hâlık-ı Lemyezel Hazretlerine karşı vazife-i ubudiyetim noksan, iki cihan serveri Seyyid-il Mürselîn Fahr-i Âlem (Sallallahü Teâlâ Aleyhi Vesellem) Efendimize karşı ümmetlik vazifesinde kusur ve noksanım ziyade ve hizmet-i Kur'aniyeye karşı bihakkın sa'y ü gayret ve çalışmakta kusur ve noksanım çok olmakla beraber, fakiri siz üstadımla beraber bulundurup, hâdim-i Kur'an kardeşlerle birleştirip, hizmet-i Kur'aniyeden -velev ki bir bahr-i ummandan bir katre olsun- fakire hisse verilse, kendimi mes'ud ve bahtiyar addederim. Hamd ü sena ve şükrüme hadd ü pâyan göremem. Bütün okuduğum arkadaş ve kardeşlerin hepsi hep takdir ve tahsin ve tasdik ediyorlar ve kanaat-ı kâmilede bulunuyorlar. Hizmet-i Kur'ana şevk u gayretleri tezayüd ediyor ve bu kafilede ve bu dairedekilere gıbta ediyorlar. Cenab-ı Hâlık ümmet-i Muhammed'in kalblerine ilham versin, ruhlarını nurlandırsın, saadet-i dâreyn ihsan buyursun.


Kardeşiniz, fakir ve muhtaç
Âsım
 

Ahmet.1

Well-known member
(Vezirzade Mustafa'nın fıkrasıdır)

Üstadım!
Beş vakit namazdan sonra, hakk-ı fâzılanelerinize duacıyım ve duanızı rica ediyorum. Mesleğinize ve neşrettiğiniz Risale-i Nur'a karşı hissiyatımı, dilimle beyan edemiyorum. Ben ümmiyim, sair kardeşlerim gibi ifade-i meram edemem. Fakat felillahilhamd, kalb ve ruhum Risale-i Nur'un tesiratıyla intibaha gelmişler.

Kalbimin intibahını rü'yalarımla anlıyorum. Zâten bu gaflet ve zulmet zamanının yakaza âlemini, ağır bir uyku âlemi ve uyku âlemini ise, bir derece yakaza âlemi görüyorum. Onun için siz üstadıma karşı rü'yalarımla size arzediyorum.

İşte, bu rü'yamın hülâsası şudur ki: Bir câmi'de sizinle beraber bulunuyoruz. Avlusunda bazı talebe arkadaşlarımla temizlik yapıyoruz. Bir otomobil zuhur etti. Mescidin yakınında duruyor. İçinde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bulunuyor. Sonra bir dere açıldı, fasıla verdi. Tabirini siz üstadıma havale ediyorum. Yalnız ben bundan hissediyorum ki:

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesini ihyaya çalışan ve neşreden Risale-i Nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın takdir ve tahsinine mazhar olmuş ki, imdad-ı ruhanî ile câmimiz olan bu vilayete manevî teşrif etti. Fakat ehl-i dalalet desiseleriyle, Sünnet-i Seniye hizmetkârlarını müşevveş ediyorlar. Üstadlarıyla görüşmemek için maniler teşkil ediyorlar.

İkinci rü'yamın hülâsası şudur ki: Bir mezaristanın nihayetlerinde kesretli harmancıların buğday savurduğunu ve ileride iki kapılı muhkem bir kal'a gibi yapılmış bir saray içinde Hazret-i Gavs-ı Geylanî oturmuş, gayet kalabalık insanlar varmış, gördüm. Ziyaret ettim. Tabirini siz üstadıma havale edip fakat bundan hissediyorum ki, mezaristan geçmiş zamandır. O harmanlardaki kesretli buğdayları savuran, bu zamandaki Risale-i Nur'un naşirleri ve talebeleridir ki, ruhların manevî rızkını yetiştiriyorlar. Hakikat tanelerini evham ve hayalât samanlarından tasfiye ediyorlar. Bu talebelerin üstadının en mühim bir üstadı olan Hazret-i Gavs-ı Geylanî, muhkem kal'a gibi bir sarayda oturduğunu ve onlara üstadlık ettiğini ve o etrafındaki kalabalık da ve kendi fazla meşguliyeti, keramet-i Gavsiyesiyle izhar ettiği gibi, Risale-i Nur talebelerine karşı himmet ve duasıyla fazla meşgul olduğunu fehmediyorum.

Ümmi talebeniz
Mustafa
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım! Birinci, İkinci Sözler çok ellerde dolaştıkları için, okunmaz bir halde idiler. Keza istinsah ettim. Kalbime geldi ki: "Acaba şu İslâm ve iman hücceti olan Sözler'de bir sırr-ı tevafuk var mı?" diye baktım, gördüm, ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ dedim. Anladım ki, risalelerde umumiyetle bir kitle-i i'caz ve Şems-i Sermedî'nin sönmez bir ziya-yı hakikatı görünüyor. Nasılki Kur'an-ı Hakîm bütün dünyaya, ins ü cinne bin küsur seneden beri nida edip, düşmanlarını iskât ve dostlarını müferrah edip, hükmü kıyamete kadar bâkidir. Öyle de, Kur'an-ı Hakîm'in hakikî müfessiri olan Risale-i Nur ve eczaları, bu zulümatlı perdelerin altından kendilerini gösterip neşr-i envâr ettikleri gibi, inşâallah bir zaman olacak zulümat perdelerini yırtarak, bütün dünyaya hitab edip, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cize-i bahiresini isbat edecektir. Cenab-ı Hak ilâ yevm-il kıyam neşr-i envâra hizmet eden hâdimlerinin teksirini ihsan buyursun.

Hâfız Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Üstad-ı Âlîşanım Efendim Hazretleri!
Onbir nükteyi hâvi Mirkat-üs Sünne'yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyadar Lem'a şu zamanda şirk ile imanın ve kötü ile iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir cevher mihenk ki, memduhu gibi gözler hakikatını görmekte ve akıl hakikatına ermekte hayran ve âcizdirler. Zâten şu zamanın pek şiddetli zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nur-u lâyezalî, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden ümid edilirdi.
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ O nur, bilfiil Risale-i Nur'da nebean ettiği, her aklı başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakikatı izah ve tefsir eden bir risale, hattâ bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile, her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.

Ey aziz Üstad! Bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnetdar olmayalım ki, Cenab-ı Hak şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca güneşi gibi, Kur'an güneşinin hakikî bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki, ol Hazret-i Sipeh-sâlâr-ı Enbiya olan Şah-ı Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şu'ledar edip, tarîk-ı müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı Kur'an'a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i aslîmizde bırakmadı ve inşâallah iki cihanda da bırakmayacaktır.

Sevgili Üstad! Her iki parçayı istinsah ederken kalbime geldi ki, asıllarını taklid etmeyeyim. Zira üzerlerinde zahir olan ezhar-ı tevafuku, cilve-i bedayi' başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve takdim-i âcizanem olan iki nüshadaki san'at-ı bedîa, akıl ve istidad-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine manen diyorlar ki; bizim halen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemali, aklınızla ölçemezsiniz, yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.

Evet baharda zeminin yüzünde san'at-ı Rabbaniye ile her tarafta sündüsmisal çiçeklerin açılmaları; cüz'î şuuru olan kimse, bir kàdir-i mutlak olan Zât-ı Zülcelal'den başkasına veremez. Öyle de, risaleler umumiyetle Kur'an ömrünün asırlar, senelerinden ondördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basirete ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhat! Kendine zîşuur ve ehl-i fikir ve ehl-i basiret süsü verenlere...

Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur'anî elmaslar ile, o koca baharın mübeşşirisin. "Cenab-ı Hak, maksud ve muradınıza nâil buyursun. Âmîn!" duasıyla dest ü damen-i muallâlarını öperim Efendim Hazretleri.

Fakir Talebeniz Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
Sâlif-üz zikr eserler hakkında bir arîzacık da bu fakir ve âciz talebeniz takdim-i huzur-u fâzılaneleri niyetinde isem de, esasen emel ve gayelerimiz bir olduğu için, Hâfız Ali Efendi kardeşimin şu mektubunun mealini tekrar ile iktifa eylediğimi arz ve hâk-i pây-i ekremîlerini öperim Efendim.

Pür-kusur talebeniz
Hulusi-i Sâni
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi Bey'in fıkrasıdır)

Aziz ve muhterem Üstadım!
Nurların intişarında berk gibi bir sür'at lâzım gelirken, cüz'î bir betaetten her zaman esefle bahsettiğim, malûm-u âlîleridir. Yakın vakitte bazı müştaklar daha, söz dairesine iltihak ettiler. Kalbime gelen bir ihtarla keyfiyet-i intişarı düşündüm ve şu hakikatları hissettim. Hattâ kani' oldum:

Mübarek Sözler ve Mektublar tamamen olmasa bile bu muhitte de hem de yazılmadan hayli intişar etmişler. Civar diğer vilayet kazalarında, bu âsârı görmek ve işitmek isteyenler çok varmış. Fesübhanallah, bu kadar cüz'î ve nâkıs hizmetten, bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki; bu Sözler ve Mektublar hakikaten Nur isminin tecellileridir ki, sühuletle intişar ediyorlar. Bu hal karşısında hayretle tefekkürde iken "Bismillah" ismini alan Birinci Söz hatırıma getirildi. Ve şöyle düşünmeye başladım. Dünyaya arkasını çeviren Üstad, Hazret-i Gavs'ın teşvikiyle belki delaletiyle Kur'anın gayr-ı mekşuf bir hazinesinden "Bismillah" ile giriyor, Kur'anî tarlaya "Bismillah" diyerek Sözler tohumunu ekiyor, Furkanî bahçeye "Bismillah" diyerek, Nurlu Mektublar çekirdeğini dikiyor. Emr-i İlahîye imtisalen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şübhesiz hârika-âsâ olur.

Birinci Söz'deki temsilde seyahat eden mütevazi zât, tamamen Üstadımızdır. Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök, damarları nasıl "Bismillah" tesiriyle, yer altında sert taşı toprağı delip geçiyorsa aynen onun gibi, "Bismillah" ile mevki-i intişara vaz' olunan Sözler de, hârika bir tarzda arza yayılıyor. Ve en münevver ve mükemmel meyve olan beşerin mü'minlerinin kalblerine nüfuz ediyorlar. Bu bid'atların kesreti ve muharriblerin bolluğu devrinde "Bismillah" ile gars olunan Nur fidanının yaprakları olan diğer Sözler ve Mektublarla, bu kudsî fidanın dal ve budakları olan Hizb-ül Kur'an ve bu hizbin esası ve seyyidi olan muhterem Üstad da bir hıfz-ı gaybîye mazhar bulunuyorlar.

Şems-i Risalet'ten gelen Kur'anî Nurların evvelen üstada ve buradan da biz bîçarelere, bizlerden de diğer müştaklara ilh.. intikal etmekte olduğunu tasavvur ettim. Elhamdülillah dedim. Mühim bir rü'yamda arzettiğim vecihle, Sözlerinizin mü'minlere intişarına küçük cemaatınız inayet-i İlahî ile âhize, vasıta olmuşlar.
ﻛَﻢْ ﻣِﻦْ ﻓِﺌَﺔٍ ﻗَﻠِﻴﻠَﺔٍ ﻏَﻠَﺒَﺖْ ﻓِﺌَﺔً ﻛَﺜِﻴﺮَﺓً ﺑِﺎِﺫْﻥِ ﺍﻟﻠَّﻪِ sırrına mazhariyetle manevî galebeyi temin, merkezdeki mürşidlerine müteveccih ve murakıb küçük bir halka-i tevhidi teşkil edenler gibi; bu küçük cemaatinizin herbiri arkasında, bir nisbet-i mütezayide-i muntazama ile artan, mahrut şeklinde zümre-i muvahhidîni görür gibi oldum. "Allahü Ekber" dedim. Bu kudsî tasavvuru kardeşlerimize aşağıdaki levha ile daha ziyade izaha çalışacağım. Bu nurlu tefekkür, bana büyük bir ümid bahşetti. Muallim Cudi'nin kasidesindeki şu mısra'ı da derhatır ettirdi:

Cem'etti kabail ve şuûbu
Bir kıbleye bağladı kulûbü
Mevlâya muhabbeti müsellem
Sallallahü aleyhi ve sellem.

İşte ittiba-ı sünnete {(Haşiye): Hulusi'nin tekerrür etmiş min haysü lâ yeş'ur bir keramet-i ihlasiyesi şudur ki: Yeni yazılan ve daha ona gönderilmeyen risalelerin mevzuunu teşkil eden bir esası mektubunda yazar. Âdeta istiyor. Çok defa olduğu gibi şimdi de, ittiba'-ı sünnete dair Mirkat-üs Sünne'ye sarih bir surette bir hiss-i kabl-el vuku' ile taleb ediyor. Said} pek büyük ehemmiyet veren muhterem Üstadımız da, bu asırda
ﺍَﻟْﻌُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﻭَﺭَﺛَﺔُ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ sırrınca, içlerine saçılan nifak tohumu yüzünden, her gün biraz daha tevhidi bırakanları bir kıbleye bağlamak için, Sözler ve Mektubat namındaki nurlu eserlerle ehl-i imanı irşada çalışıyor. Küffara, hattâ cinn ve şeytanlara dahi, mebde'-i nüzulündeki gibi, nusus-u Kur'aniyeyi ilân ediyor. Mahfî i'cazı izhar ediyor.

Vahdet-ül Vücud'a dair olan risaleyi mühim zâtlara okuduktan sonra, bir sevk-i manevî ile ihtiyarsız bir yere daha gittim. Orada Vahdet-ül Vücud meşreb sahibi âlim bir zâtı hazır buldum.{(*): El-Azizli Hacı Şevket Hoca.} Vahdet-ül Vücud hakkındaki mektubu okudum. Daha doğrusu ihtiyarsız olarak okudum. Müstemi' olan o mühim âlim, bidayette cüz'î itiraz parmağını uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zât hayretinden Sözler'in büyüklüğünü ve "Bu zamanda böyle büyük kelâmı, acaba kim yazabilir?" diye merakı ve suali üzerine, Kur'anın feyzine mazhar olan Üstadımızı haber verince, o zât tamamıyla arz-ı teslimiyet eyledi.

İşte ihtiyarım olmayarak bu acib tesadüf ve teslimiyette, kader-i İlahînin bu cilvesi, davamıza sadık bir bürhan ve tesadüf oyuncağı olmadığımıza büyük bir delildir.

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ
Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Bu gelecek iki fıkra, ikinci Sabri olan Hâfız Ali Efendi'nindir)

Bu defa istinsahına muvaffak olduğum Yirmidokuzuncu Söz'ü istinsahım esnasında İkinci Esas'ın Medarlar namıyla, "biner mumluk elektrik lâmbaları" hizasına geldiğimde, şöyle bir fikir kalbime geldi. Kalemi bırakarak düşündüm ve düşündüğümü aynen yazıyorum:

Üstadım, beka-yı ruh ve haşir hakkında, Cenab-ı Hak tarafından bize o hakaika giden yolu göstermiş. Gösterilen hakikatın yolunda hevesat-ı nefsaniyeye hoş gelmeyen şeyler vardı ki, bize uzun ve karanlık.
İşte şimdi seraser nur olan Sözler ve o nur fabrikasının elektrik lâmbaları ve kuvve-i cazibeleri; o yolu pek parlak gösterdiği gibi, pek yakından cezbedip hemen yakın ve yakından daha yakın olduğunu göstermekle beraber, havf yerine emniyet, zakkum yerine asel bahşediyorlar. Ve fevkalgaye hikmetlerini beyanda aczimi itirafla, lisanımın döndüğü kadar derim: Ya Rabbi bi-hakkı ismike-l azîm ve bi-hakkı Kur'an-il Hakîm ve bi-hakkı Habibike-l Ekrem Derya-yı Nur'un başkumandanı olan Üstadımı razı olduğun amel üzerine sabit ve razı olacağı amelini teshil ve müyesser kıl, âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.
Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
Serâser nur olan umum Sözler'in hakikatını beyandaki âlî, galî, el yetişmez makam-ı mana-yı mefhumunu, değil şimdi zamanın zındıkları, tâ eski inadcı ve bunlara müşabeheti olan firavunlar, nemrudlar anlasalardı iman ederlerdi, dedim ve size çok dua ettim.

Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi Bey'in fıkrası)

Yirmibeşinci Söz, i'caz-ı Kur'anı çok parlak bir tarzda isbat eden, ehl-i Kur'ana mesned, melce' ve mahzen-i esrar; ve güruh-u isyan ve tuğyan ve küfrana bütün levazımat-ı harbiyeyi câmi', mühlik bir silâhhane; yıkılmaz, aşılmaz, geçilmez bir sur, burç ve bârûsu muhkem, mahuf ve müdhiş bir kal'a-i polat u bedendir.

Hakikat böyle olmakla beraber Kur'anî sura dayanan, Kur'anî kal'aya iltica eden, çok acib ve hârika Kur'anî esrarın tedkikine koyulan, Kur'anı kendilerine delil, şefi', imam, refik, muhafız bilen hâdim-ül Kur'an namına esrar-ı Kur'ana inayet-i Hak'la muttali', hakaik-i Kur'ana lütf-u Hak'la aşina, rumuzat-ı Kur'ana avn-i Hak'la vâkıf, müdakkik, muarrif, mübeşşir Üstadımdan şunu öğrenmek istiyor ve bunu kalben cidden çok arzu ediyorum...

Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz kardeşim Mustafa Efendi!
Bazı emarelerle ve bazı zevatın hüsn-ü şehadetiyle bana kanaat gelmiştir ki, zâtınız dahi Müezzinzade Bekir Efendi gibi bana ciddî bir talebe ve samimî bir âhiret kardeşi olabilirsiniz. Hem senin merhum pederin Hacı Said Efendi, silsile-i duamda çoktan beri dâhildir.

Bu defaki gayet kıymetdar hediyen olan zemzem suyu ve Medine-i Münevvere hurmasına mukabil, gayet kıymetdar ve ehl-i iman mabeyninde nihayet derecede mu'teber ve ehl-i dalalet başında sâıka gibi tesir gösteren Otuzbirinci Söz olan mi'rac ve şakk-ı kamere dair risaleyi ve vahdaniyet ve marifetullah ve muhabbetullaha dair ve ehl-i tahkik meyanında emsalsiz ve pek meşhur ve nuranî üç mevkıflı olan Otuzikinci Söz'ü takdim ediyorum. Eğer zâtınız hattı güzel bir zâtı bulup size (kendinize) istinsah etsen çok iyi olur. Fakat tashihine dikkat edilsin. Bir iki defa, kardeşim Seyyid Şefik'in muavenetiyle mukabele edilsin. Sonra Bekir Efendi alsın. Kendine ve kayınpederine yazdırsın. Eğer zâtınız öyle iyi bir kâtib bulamadın, aslı sana kalmak ve birkaç defa Bekir Efendi ile beraber okumak şartıyla Bekir Efendi'ye veya Mehmed Efendi veya Hâfız Hidayet Efendi gibi kıymetini takdir eden ve münasib gördüğün zâtlara ver, kendilerine yazdırsınlar.

Haber almışım ki, arabî olarak eski huruf ile Matbaa-i Evkaf'ta tab'edilmek izni varmış. Eğer Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle, Türkçe olarak eski hurufa müsaade-i resmî olduğu dakikada ve Bekir Efendi şu iki risaleyi Seyyid Şefik'in taht-ı nezaretinde tashihine gayet dikkat etmek şartıyla çabuk tab'ediniz. Tab' masrafını da kesenizden sarfetmeye mecbur değilsiniz. Çünki Haşir Söz'üne seksen banknotu sarfettik, üçyüz banknotu kazandık. Demek bunlar satılmayacak mallar değildir. Müslüman ruhları bunlara gıda gibi muhtaçtırlar. Yalnız iki yüze yakın aboneler bulunsa, birisi tab' edilse hem fiyatını çıkarabilir, hem başka risalelerin de tab'ına medar olabilir. Halklardan sadaka kabul etmediğim gibi, kitablarıma da sadakalarla tab'ını kabul etmem. Yalnız gayretinizi ve himmetinizi Onuncu Söz gibi, yalnız yanlışsız ve güzelce tab'ına ve matbaadaki tashihatına sarfediniz. Ve birinci olarak tab' ettirdiğiniz risalenin masarıf-ı tab'iyesi ne kadar ise bana bildiriniz. Ben borç eder, para gönderirim.

Eğer tab'ına muvaffak oldunuz, zâtınız pederiniz gibi çok sevdiğiniz Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme ahalisine bir mikdar nüsha gönderseniz çok iyi olur. Belki eski hediyelerinizden daha hayırlı hediye hükmüne geçecektir, inşâallah.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
 
Üst