ateşden gömleği giymişti

La-Tahzen

Well-known member
ATEŞTEN GÖMLEĞİ GİYMİŞTİ
spacer.gif
“Zübeyir Gündüzalp” deyince akla, “azamî sadakat, azamî cesaret, azamî takva, azamî idrak, azamî tefekkür, azamî dikkat, azamî ihlâs ve azamî Risale-i Nur’u anlama” gelir.
Üstaddan sonra bir müddet Ankara’da biraz da Eskişehir’de kaldı. Daha sonra İstanbul’a davet ettik. Hakkı Boz­kurt’la beraber gidip kendisini İstanbul’a getirdik.
Üstadın hizmetine karar verdiğinde Üstad kendisine sormuş:
“Şimdi sen, ‘Bediüzzaman büyük velidir, büyük insandır, ben yanına gideyim de bana ahirette yardımcı olsun, himmet etsin, beni kurtarsın.’ diye mi, yoksa ‘Bediüzzaman, Kur’an hizmetinde bulunan bir zattır, ben de ona yardım edeyim.’ diye mi geldin? Git, bunu 24 saat düşün, sonra karar ver.”
Zübeyir Ağabey, dışarı çıktıktan sonra düşünmüş ve “24 saate gerek yok.” diyerek içeri girmiş. “Tamam, düşündüm.” demiş. Üstad, “Hayır, 24 saat düşün, ondan sonra karar ver.” demiş.
Ertesi gün kararını Üstada açıklamış:
“Üstadım, siz Kur’an hizmetindesiniz. Ben de size onun için yardımcı olmak, çorbanızı pişirmek istiyorum.” demiş. Üstad, “Tamam kardeşim.” deyip hizmetine kabul etmiş.
Ateşten gömlek
Üstadın yanında kalıp hizmet etmek, çetin imtihanlara göğüs germek ve ateşten gömlek giymek demekti. Hemen Üstad, kendisine üst üste dört-beş tane iş vermiş. “Bunları yap, gel.” demiş. Fakat az sonra “Ne yaptın, ne oldu?” deyip işlerin sonucunu sormuş. Tabiî Zübeyir Ağabeyin eli ayağı birbirine dolaşmış. Üstad:
“Benim Abdurrahman’ım, 20 kişinin işini yapardı. Onun gibi çalışacaksan çalış.” deyince çok sıkılmış. Uzun zamandan beri hizmetinde bulunan Ceylan’a gitmiş:
“Kardeşim, ben ne yapacağım, nasıl edeceğim; bana bir tavsiyede bulun.” demiş. Ceylan da:
“Aslında çok kolay! Üstadın işine aklını karıştırmayacaksın...” demiş.
Üstad gibi büyük zâtların hizmetinde bulunmanın sırrı budur. Zübeyir Ağabey, bu sırrı öğrendikten sonra, Üstadın işine aklını karıştırmadan, tam bir teslimiyet ve sadakatle hayatının sonuna kadar hizmet etmiştir.
“Ey nefis!”
Nefsiyle daima mücadele eden büyük bir irade sahibiydi. Meselâ sabah namazından sonra nefsi yatmak ister. İradesi “okumak” yönündedir. Nefsini karşısına alır, ona hitap eder:
“Ey nefis! Şimdi sen diyorsun ki: ‘Yorgunsun, biraz yat. Öğlen vakti Anadolu’dan gelecek kardeşlerinle daha zinde gö­rüşürsün.’”
O kalkar, Galata Köprüsüne iner. Boğaz vapuruna biner. Güverteye çıkar. Bir saat gidiş, bir saat de geliş, iki saat kitap okur, döner gelir. Döndüğünde nefsine hitaben:
“Gördün mü, senin dediğin mi oldu, benimki mi?” der.
Para bile bozdurmazdı
Pek çok hastalığı vardı. Biriyle görüşmek durumu olur da hasta ise görüşmezdi. Pejmürde, bitkin vaziyette görünmek istemezdi. Görüşeceği zaman mutlaka dinç, düzgün kılıkta olmak isterdi.
Eline Risale-i Nur’la ilgili bir para geçse, bunu asla cebine koymazdı. Avucunda taşır, bize getirip verirdi. Hatta Risalelerin parasıyla para bile bozdurmazdı.
Hizmette ihtisaslaşma
Zübeyir Ağabey gençlere acırdı. Onlara çok şefkatli davranırdı. Çifçigüzel’i vardı. Üniversitede okurdu. Ailesi dershaneye gelmesine karşıydı. O da gider, “Sinemaya gideceğim.” diye para alır, dershaneye gelirdi.
Zübeyir Ağabey, hizmette ihtisaslaşmaya çok önem verirdi, herkesin her işle alâkadar olmasını istemezdi. Matbaacılar matbaayla, musahhihler tashihle, sevkiyatçılar sevk işiyle meşgul olacak, birbirine karışmayacaktı.
“Dikkat, fotoğraf var!”
Abdurrahman Ağabeyin evinin orta katındaki küçük odada kalırdı. Ev sahibinin beş-altı tane küçük çocuğu vardı. Zübeyir Ağabeyin odasında konuşurken bir de bakardık, merdivenlerden yuvarlanırcasına hurra gelirler, Zübeyir Ağabeyin odasına dolarlar... Zübeyir Ağabey o zaman bize “sus” işareti yapar. Hemen diz üstü oturuverir, “Fotoğraf var.” diye onların yanında hâlimize çekidüzen vermemizi is­terdi. Yani çocuklar her şeyi fotoğraf gibi alırlar. Onların ya­nında temkinli olmak gerektiğine işaret ederdi. Onlara Ri­sa­lelerden cümleler ezberletir ve karşılığında şeker verirdi.
Bazen kendini iyi hissedince aşağıya iner, diz üstü oturarak ders dinlerdi. Sıra kendisine geldiğinde kitabı alır. Öyle içten ve tane tane okurdu ki, şayet yeni gelen birisi dinlese o kitabın hangisi olduğunu sorardı. Kendinde olsa da “Hayır, benimkinde bu okunanlar yok.” diyerek Zübeyir Ağabeyin elindeki kitaba talip olurdu.
Zübeyir Ağabey, yemek yerken ve lâlettayin bulunurken resim çekilmesini istemezdi. “Gidin Sultanahmet’in, Ayasof­ya’­nın önünde çektirin.” derdi.
“Ceylan’ın ömrü kısadır”
Bir gün Ceylan’la ilgili şöyle bir hatıra anlatmıştı:
“Ceylan, Eğirdir Gölünde yüzerken Üstad, ‘Bunun dünyalık ömrü kısadır.’ demişti. Gerçekten, İstanbul’a gelip evlendikten kısa zaman sonra vefat etmişti…”
“Menfi haber istemiyorum!”
1959’da idi… “Uhuvvet Risalesi” basılacaktı. Para Ay­ti­mur’­da idi. Ne kadar, “Ağabey, kâğıdı al da basalım.” dedik­se de bir türlü almıyor, geciktiriyordu. Galip Gigin bunu Üstada bir mektupla bildirmişti. Mektubu ben götürdüm Üstada, kapıdan içeri girmeden:
“Menfi haber istemiyorum! Halledin.” dedi ve tren paramı verip geri gönderdi.
Mehmet Emin Birinci
 
Üst