molla_zehra
Well-known member
Masiva.
Yani Allah’tan gayrı her şey.
Yani sadece ve sadece Allah tarafından yaratılan, var edilen “eşya”. Yani “şeyler”. Yani “şey” olarak adlandırabileceğimiz ne varsa…
Her şey sonradan var edildiğine göre, hiçbir varlığın olmadığı esnada sadece Allah vardı. O’nun dışında hiçbir varlık yoktu.
Tasavvufî ifadeye göre Allah bilinmeyen bir varlıktı, bir sırdı, bir gaybdı. “Sırru’s-Sır” ve “Gaybu’l-Gayb”dı. Yani “Sırların Sırrı” ve “Bilinmezlerin Bilinmezi” idi. O’nu bilen ve tanıyan veya bilebilecek ve tanıyabilecek olan hiçbir varlık yoktu. Bir ve tek idi. Hiç kimsenin bilmediği sınırsız güzelliklerin, mükemmelliklerin, özellik ve sıfatların saklı bulunduğu bir kenz, yani bir hazineydi.
O’nda bir tanınma (maruf olma) iradesi ve sevgisi belirdi, tanınmak istedi. Ezel ve Ebed Sultanı olan, başlangıcı ve sonu olmayan, isim ve sıfatlarının had ve hududu bulunmayan Rabbimiz, bilinmek ve tanınmak istedi. Kendi Zat’ında olan sonsuz mükemmellikteki özellikleri görmek ve göstermek diledi. Çünkü sonsuz mükemmellikteki vasıfların, sıfat ve şenlerin gizli kalması, bilinmemesi, tanınmaması imkânsızdı.
Kâinat, bir çekirdekten yaratıldı
Ve…
“Gizli bir hazineydim. Tanınmak istedim, tanınayım diye halkı yarattım” hadis-i kudsîsindeki ulvî sır inkişafa durdu.
Bu inkişaf saymakla bitiremeyeceğimiz âlemlerin, varlıkların, sınırsız sanat güzelliklerini yansıtan aynaların tamamını içinde barındıran bir çekirdeğin yaratılmasıyla başladı.
Bu çekirdek, dalları ebedü’l-abada, sonu gelmez ebediyet âlemlerine uzanan yaratılış ağacını içinde barındırıyordu.
Ruhlar ve melekler âlemi, gözümüz önündeki cismanî ve maddî âlemler hep o çekirdekten sümbüllendiler. Büyüyüp geliştiler. Her birisinde ayrı ayrı, saymakla bitmez sayıda ilahî isimler tecelli etti, yansıdı.
Bu çekirdeğin adı “Nur-u Muhammedî” idi.
Aynı zamanda “Hakikat”in ta kendisi. Hakikatu’l-Hakaik. Hakikatlerin Hakikati. Bütün hakikatlerin kaynağı olan ilk ve en hakikî hakikat.
Diğer bütün nurlar bu nurun yansımaları, diğer bütün gerçekler bu hakikatin gölgeleri niteliğindeydi. Bu sebeple ilk nur, “Nuru’l-Envar,” nurların kaynağı olan “İlk Nur” olarak anıldı.
İlk yaratılan işte bu nur ve bu hakikat oldu. Sonra bütün nurları ve hakikatleri bu nur ve hakikatten, bu nur ve hakikat için yarattı.
İlk yaratılan, muhabbet olarak vücuda getirilen bu nur ve hakikate, Nur-u Muhammedî’nin yanı sıra “Hakikat-ı Muhammediye” de denildi.
Yani Allah’tan gayrı her şey.
Yani sadece ve sadece Allah tarafından yaratılan, var edilen “eşya”. Yani “şeyler”. Yani “şey” olarak adlandırabileceğimiz ne varsa…
Her şey sonradan var edildiğine göre, hiçbir varlığın olmadığı esnada sadece Allah vardı. O’nun dışında hiçbir varlık yoktu.
Tasavvufî ifadeye göre Allah bilinmeyen bir varlıktı, bir sırdı, bir gaybdı. “Sırru’s-Sır” ve “Gaybu’l-Gayb”dı. Yani “Sırların Sırrı” ve “Bilinmezlerin Bilinmezi” idi. O’nu bilen ve tanıyan veya bilebilecek ve tanıyabilecek olan hiçbir varlık yoktu. Bir ve tek idi. Hiç kimsenin bilmediği sınırsız güzelliklerin, mükemmelliklerin, özellik ve sıfatların saklı bulunduğu bir kenz, yani bir hazineydi.
O’nda bir tanınma (maruf olma) iradesi ve sevgisi belirdi, tanınmak istedi. Ezel ve Ebed Sultanı olan, başlangıcı ve sonu olmayan, isim ve sıfatlarının had ve hududu bulunmayan Rabbimiz, bilinmek ve tanınmak istedi. Kendi Zat’ında olan sonsuz mükemmellikteki özellikleri görmek ve göstermek diledi. Çünkü sonsuz mükemmellikteki vasıfların, sıfat ve şenlerin gizli kalması, bilinmemesi, tanınmaması imkânsızdı.
Kâinat, bir çekirdekten yaratıldı
Ve…
“Gizli bir hazineydim. Tanınmak istedim, tanınayım diye halkı yarattım” hadis-i kudsîsindeki ulvî sır inkişafa durdu.
Bu inkişaf saymakla bitiremeyeceğimiz âlemlerin, varlıkların, sınırsız sanat güzelliklerini yansıtan aynaların tamamını içinde barındıran bir çekirdeğin yaratılmasıyla başladı.
Bu çekirdek, dalları ebedü’l-abada, sonu gelmez ebediyet âlemlerine uzanan yaratılış ağacını içinde barındırıyordu.
Ruhlar ve melekler âlemi, gözümüz önündeki cismanî ve maddî âlemler hep o çekirdekten sümbüllendiler. Büyüyüp geliştiler. Her birisinde ayrı ayrı, saymakla bitmez sayıda ilahî isimler tecelli etti, yansıdı.
Bu çekirdeğin adı “Nur-u Muhammedî” idi.
Aynı zamanda “Hakikat”in ta kendisi. Hakikatu’l-Hakaik. Hakikatlerin Hakikati. Bütün hakikatlerin kaynağı olan ilk ve en hakikî hakikat.
Diğer bütün nurlar bu nurun yansımaları, diğer bütün gerçekler bu hakikatin gölgeleri niteliğindeydi. Bu sebeple ilk nur, “Nuru’l-Envar,” nurların kaynağı olan “İlk Nur” olarak anıldı.
İlk yaratılan işte bu nur ve bu hakikat oldu. Sonra bütün nurları ve hakikatleri bu nur ve hakikatten, bu nur ve hakikat için yarattı.
İlk yaratılan, muhabbet olarak vücuda getirilen bu nur ve hakikate, Nur-u Muhammedî’nin yanı sıra “Hakikat-ı Muhammediye” de denildi.