Birinci Pencere
Bilmüşahede görüyoruz ki: Bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hacatı ve pekçok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zahirî ve bâtınî hâsselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Hacat: İhtiyaçlar.
Mütenevvi: Çeşitli, çeşit çeşit, türlü türlü.
Metalib: İstekler, istenenler, arzular, arzu edilenler.
Matlab: İstek, arzu.
Hacet: İhtiyaç.
Maksud: Kasdedilen, kasdedilmiş, istenen. *Gaye.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, zahirle alakalı.
Bâtınî: İçteki, görünmez içle ilgili.
Hâsse: Duygu organı.
Levazımat: Lüzumlu şeyler, gerekenler, gerekliler.
Vücud-u Vâcib: Varlığı zorunlu olan ve olmaması imkansız ve düşünülmez olan Allah'ın (cc) varlığı.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Ziya: Işık.
Keyfiyet: Özellik, nitelik, kıymet.
Perde-i gayb: Gayb perdesi, görünmeyi engelleyen perde.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah (cc).
Vâhid-i Ehad: Her bir varlıkta ve bütün kainatta birliğini gösteren Allah (cc). Bir tek olup eşi benzeri olmayan Allah (cc).
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Rahîm: Çok merhametli, çok acıyan, çok şefkatli.
Mürebbi: Terbiyeci, terbiye eden.
Müdebbir: Tedbir alıcı.
Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz camid esbabla mı izah edebilirsin?...
Münkir-i cahil: Cahil münkir, bilgisiz inkarcı.
Fâsık-ı gafil: Dinin emir ve yasaklarına aldırmazlık içinde olan günahkâr.
Faaliyet-i hakîmane: Gayeli ve faydalı şekilde sürekli yapılan çalışma ve işler.
Basîrane: Görerek, bilerek.
Rahîmane: Çok merhametlice.
Camid: Cansız. *Donuk.
İkinci Pencere
Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki; meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika, o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve bâtın duygularıyla kemal-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni'-i Hakîm'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Teşahhusat: Şahışlanmalar, belirlenmeler, anlatılabilir ve tarif edilebilir duruma gelmeler.
İmkânat: İmkanlar, olabilmeler, olabilirlikler.
Mütereddid: Tereddüdlü, kararsız.
Mütehayyir: Hayrette kalmış, şaşmış.
Teşahhus-u vechî: Yüze ait belirlenme, yüz bakımından belirli şekil ve özellik.
Ebna-yı cins: Aynı cinsten (türden) olanlar.
Alâmet-i farika: Ayırt edici işaret.
Kemal-i hikmet: Tam bir hikmet.
Sikke-i ehadiyet: Ehadiyet sikkesi, Allah'ın (cc) birlik damgası, herbir varlığın üstünde bir tek Allah'a ait olduğunu gösteren damga (özellik).
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
İzhar: Açığa vurma, meydana çıkarma, göterme, ortaya koyma.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc).
Hâtem: Mühür.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?...
Münkir: İnkar eden, inkarcı.
Cihet: Yön, taraf.
Kabil-i taklid: Taklid edilebilir, benzeri yapılabilir.
Mecmuun: Toplamın, bütünün, hepsinin.
Sikke-i Samediyet: Allah'ın (cc) hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin her an kendisine muhtaç olduğunu gösteren damga (işaret).
Üçüncü Pencere
Zeminin yüzünde dörtyüzbin muhtelif taifeden
{(Haşiye): Hattâ o taifelerden bir kısım var ki; bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem'den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.} ibaret olan bütün hayvanat ve nebatat enva'ının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silâhları, libasları, talimatları, terhisatları kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki; -hiçbir şübhe kabul etmez- güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad'dir. Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın. Çünki şu birbiri içinde girift olan enva'ları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Halbuki ﻓَﺎﺭْﺟِﻊِ ﺍﻟْﺒَﺼَﺮَ ﻫَﻞْ ﺗَﺮَﻯ ﻣِﻦْ ﻓُﻄُﻮﺭٍ "Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyormusun?" Mülk Sûresi: 3.) sırrıyla, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Efrad: Fertler, kişiler.
Zaman-ı Âdem'den: Hz. Adem (as) zamanından.
Hayvanat: Hayvanlar.
Nebatat: Bitkiler.
Enva': Nevler, çeşitler, türler.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.
Libas: Elbise.
Kemal-i mizan: Tam ölçü, mükemmel ölçü.
Sikke-i Vâhid-i Ehad: Allah'ın (cc) eşi ve benzeri olmadığını ve bir tek olduğunu gösteren damga (işaret), Vahid ve Ehad olan Allah'ın sikkesi.
Hadsiz: Sınırsız, sayısız.
Kudret: Güç.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Girift: Dolaşık, karışık, içiçe girmiş.
Bilmüşahede görüyoruz ki: Bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hacatı ve pekçok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zahirî ve bâtınî hâsselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Hacat: İhtiyaçlar.
Mütenevvi: Çeşitli, çeşit çeşit, türlü türlü.
Metalib: İstekler, istenenler, arzular, arzu edilenler.
Matlab: İstek, arzu.
Hacet: İhtiyaç.
Maksud: Kasdedilen, kasdedilmiş, istenen. *Gaye.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, zahirle alakalı.
Bâtınî: İçteki, görünmez içle ilgili.
Hâsse: Duygu organı.
Levazımat: Lüzumlu şeyler, gerekenler, gerekliler.
Vücud-u Vâcib: Varlığı zorunlu olan ve olmaması imkansız ve düşünülmez olan Allah'ın (cc) varlığı.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Ziya: Işık.
Keyfiyet: Özellik, nitelik, kıymet.
Perde-i gayb: Gayb perdesi, görünmeyi engelleyen perde.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah (cc).
Vâhid-i Ehad: Her bir varlıkta ve bütün kainatta birliğini gösteren Allah (cc). Bir tek olup eşi benzeri olmayan Allah (cc).
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Rahîm: Çok merhametli, çok acıyan, çok şefkatli.
Mürebbi: Terbiyeci, terbiye eden.
Müdebbir: Tedbir alıcı.
Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz camid esbabla mı izah edebilirsin?...
Münkir-i cahil: Cahil münkir, bilgisiz inkarcı.
Fâsık-ı gafil: Dinin emir ve yasaklarına aldırmazlık içinde olan günahkâr.
Faaliyet-i hakîmane: Gayeli ve faydalı şekilde sürekli yapılan çalışma ve işler.
Basîrane: Görerek, bilerek.
Rahîmane: Çok merhametlice.
Camid: Cansız. *Donuk.
İkinci Pencere
Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki; meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika, o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve bâtın duygularıyla kemal-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni'-i Hakîm'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Teşahhusat: Şahışlanmalar, belirlenmeler, anlatılabilir ve tarif edilebilir duruma gelmeler.
İmkânat: İmkanlar, olabilmeler, olabilirlikler.
Mütereddid: Tereddüdlü, kararsız.
Mütehayyir: Hayrette kalmış, şaşmış.
Teşahhus-u vechî: Yüze ait belirlenme, yüz bakımından belirli şekil ve özellik.
Ebna-yı cins: Aynı cinsten (türden) olanlar.
Alâmet-i farika: Ayırt edici işaret.
Kemal-i hikmet: Tam bir hikmet.
Sikke-i ehadiyet: Ehadiyet sikkesi, Allah'ın (cc) birlik damgası, herbir varlığın üstünde bir tek Allah'a ait olduğunu gösteren damga (özellik).
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
İzhar: Açığa vurma, meydana çıkarma, göterme, ortaya koyma.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc).
Hâtem: Mühür.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?...
Münkir: İnkar eden, inkarcı.
Cihet: Yön, taraf.
Kabil-i taklid: Taklid edilebilir, benzeri yapılabilir.
Mecmuun: Toplamın, bütünün, hepsinin.
Sikke-i Samediyet: Allah'ın (cc) hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin her an kendisine muhtaç olduğunu gösteren damga (işaret).
Üçüncü Pencere
Zeminin yüzünde dörtyüzbin muhtelif taifeden
{(Haşiye): Hattâ o taifelerden bir kısım var ki; bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem'den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.} ibaret olan bütün hayvanat ve nebatat enva'ının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silâhları, libasları, talimatları, terhisatları kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki; -hiçbir şübhe kabul etmez- güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad'dir. Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın. Çünki şu birbiri içinde girift olan enva'ları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Halbuki ﻓَﺎﺭْﺟِﻊِ ﺍﻟْﺒَﺼَﺮَ ﻫَﻞْ ﺗَﺮَﻯ ﻣِﻦْ ﻓُﻄُﻮﺭٍ "Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyormusun?" Mülk Sûresi: 3.) sırrıyla, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Efrad: Fertler, kişiler.
Zaman-ı Âdem'den: Hz. Adem (as) zamanından.
Hayvanat: Hayvanlar.
Nebatat: Bitkiler.
Enva': Nevler, çeşitler, türler.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.
Libas: Elbise.
Kemal-i mizan: Tam ölçü, mükemmel ölçü.
Sikke-i Vâhid-i Ehad: Allah'ın (cc) eşi ve benzeri olmadığını ve bir tek olduğunu gösteren damga (işaret), Vahid ve Ehad olan Allah'ın sikkesi.
Hadsiz: Sınırsız, sayısız.
Kudret: Güç.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Girift: Dolaşık, karışık, içiçe girmiş.
Said Nursi