Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Zaman tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ahmet.1" data-source="post: 518665" data-attributes="member: 1040028"><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>Yedinci Telvih</strong></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Dört "nükte" dir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>Birici Nükte</strong>: Şeriat doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz , ehadiyet sırrı ve mutlak rubûbiyet noktasında ilahî hitabın neticesidir. Tarikat ve hakikatin en yüksek mertebeleri, şeriatın küçük kısımları hükmüne geçer; daima ona vesile, giriş ve hizmetkâr hükmündedir. Neticeleri şeriatın kesin ve sağlam hükümleridir. Yani tarikat ve hakikat yolları, şeriat hakikatlerine yetişmek için vesile, hizmetkâr ve basamaklar hükmündedir. Git gide en yüksek mertebede, şeriatın özünde bulunan hakikatin mânâsına ve tarikat sırrına döner. O vakit, büyük şeriatın kısımları olurlar. Yoksa tasavvuf ehlinden bazılarının zannettiği gibi, şeriatı görünüşteki bir kabuk; hakikati de onun içi, neticesi ve gayesi olarak düşünmek doğru değildir. Evet, şeriat insan tabakalarına göre ayrı ayrı açığa çıkar. Şeriatın avam tabakaya görünen yüzünü onun hakikati zannedip havas tabakaya açılmış olan şeriat mertebesine "hakikat ve tarikat" demek yanlıştır. Şeriatın bütün tabakalara bakan mertebeleri var. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İşte bu sırdandır ki, tarikat ehli ve hakikat yolunda olanlar ileri gittikçe şeriat hakikatları karşısında cezbeleri, şiddetli arzuları artıyor, ona daha fazla uyuyorlar. En küçük bir sünnet-i seniyyeyi en büyük maksat gibi görüp ona uymaya çalışıyor, onu taklit ediyorlar. Çünkü vahiy ilhamdan ne kadar yüksekse, vahyin meyvesi olan şeriât âdâbı da ilhamın neticesi olan tarikat âdâbından o derece yüksek ve mühimdir. Onun için tarikatın en mühim esası, sünnet-i seniyyeye uymaktır.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>İkinci Nükte:</strong> Tarikat ve hakikatin vesilelikten çıkmaması gerekir. Eğer bizzat gaye hükmüne geçerlerse, o vakit şeriatın kesin ve sağlam hükümleri, uygulamaları ve sünnet-i seniyyeye uymak resmî kalır; kalb öteki tarafa yönelir. O takdirde insan, namazdan çok zikir halkasını düşünür, farzlardan çok evradının cezbesine tutulur, büyük günahlardan kaçmaktan çok tarikat âdâbına muhalefetten kaçar. Halbuki tarikat evradı şeriatın kesin ve sağlam hükümlerinden olan farzların tek bir tanesine karşılık gelemez, onun yerini dolduramaz. Tarikat âdâbı ve tasavvuf evradı, o fazların içindeki hakiki zevke teselli vesilesi olmalı, kaynak değil. Yani tekke, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkâna vesile olmalı. Yoksa camideki namazı çabuk, resmî şekilde kılıp hakiki zevki ve kemâli tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor! </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>Üçüncü Nükte:</strong> "Sünnet-i seniyye ve şeriatın hükümleri dışında tarikat var mıdır, olabilirmi?" diye soruyorlar.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Cevap: Hem var hem yoktur. Vardır, çünkü bazı kâmil evliya şeriat kılıcıyla idam edilmiş. Yoktur, çünkü hakikati delilleriyle bilen evliya , Sa'dî Şirazî'nin şu düsturunda birleşmişler:</span></span></em></p><p><span style="font-size: 18px"><span style="color: #B22222"><span style="font-family: 'Arial'">ﻣُﺤَﺎﻟَﺴْﺖْ ﺳَﻌْﺪِﻯ ﺑَﺮَﺍﻩِ ﺻَﻔَﺎ ٭ ﻇَﻔَﺮْ ﺑُﺮْﺩَﻥْ ﺟُﺰْ ﺩَﺭْ ﭘَﻰِ ﻣُﺼْﻄَﻔَﻰ</span></span></span></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Yani, "Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) caddesinin dışında olanın, onun arkasından gitmeyenin hakikat nurlarına ulaşması imkansızdır." </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Bu meselenin sırrı şudur: Madem Resûl-u Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) Hâtemü'ül-enbiyâ'dır yani peygamberlerin sonuncusu ve bütün insanlık adına Cenâb-ı Hakk'ın muhatabıdır. Elbette insan, onun caddesi dışında gidemez ve bayrağı altında bulunmaya mecburdur. Ve madem cezbe ve istiğrak ehli kimseler muhalefetlerinden mesul olamaz.. ve madem insanda bazı latifeler (manevî hisler) var ki teklif altına giremez, o latife hâkim olduğu vakit insan dinin emirlerine muhalefetinden sorumlu tutulmaz.. ve madem insanda bazı latifeler var ki teklif altına girmediği gibi irade altına da girmez, hatta aklın idaresine de girmez; kalbi ve aklı dinlemez. Elbette o latife bir insanda hâkim olduğu zaman -yanlız o zamana hahsus- o zât şeriata muhalefet etse velâyet derecesinden düşmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla: Şereiat hakikatlerine ve iman kaidelerine karşı bir inkâr, bir küçük görme, bir hafife alma olmamalıdır. Hükümleri yerine getirmesede hak bilmesi gerekir. Yoksa o hale mağlup olup -Allah korusun- o sağlam hakikatlere karşı inkâr ve yalanlamayı hissettirecek bir vaziyet, alçalma alâmetidir! </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Kısacas: Şeriat dairesinin dışında bulunan tarikat ehli iki kısımdır: </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Bir kısmı -daha önce geçtiği gibi- ya hale, istiğraka, cezbeye ve manevî sarhoşluğa yenik düşüyor ya da teklifi dinlemeyen veya iradeyi işitmeyen latifelerin mahkûmu olup şeriat dairesinin dışına çıkıyor. Fakat o çıkış, şeriatın hükümlerini beğenmemekten veya istememekten değil, belki mecburen, iradesiz terktir. Böyle veli zâtlar var. Hem mühim veliler bunların içinde geçici olark bulunmuş. (Hatta hakikati delilleriyle bilen bazı evliya, böylelerinden değil yalnız şeriat dairesinin, belki İslamiyet dairesinin dışında bulunanlar olduğuna hükmetmişler.) Fakat bir şartla: Hazreti Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselam) </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">getirdiği hükümlerin hiçbirini yalanlamamak... O kısım belki ya düşünmüyor ya o hakikatlere yönelemiyor veyahut bilmiyor, bilemiyor. Bilse ve kabul etmese olmaz!</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İkinci kısım ise tarikat ve hakikatin parlak zevklerine kapılıp kendi zevk makamından çok yüksek olan şeriat hakikatlerinin zevk derecesine yetişemediği için onu zevksiz, resmî bir şey gibi görüp şeriata karşı kayıtsız kalır. Gitgide şeriatı bir kabuk zanneder. Bulduğu hakikati esas ve gaye sayar. "Onu buldum, o bana yeter." der, şeriatın hükümlerine muhalif hareket eder. Bu kısımdan aklı başında olanlar yaptıklarından sorumludur; alçalıyor, belki kısmen şeytana maskara olyuyorlar.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>Dördüncü Nükte:</strong> Dalâlet ehlinden ve bid'atçılardan bir kısım zâtlar, ümet nazarında makbul oluyor. Aynen onlar gibi zâtlar var, görünüşte hiçbir fark yokken ümmet onları reddediyor. Buna hayret ediyordum. Mesela Zemahşerî gibi Mutezile mezhebinde en tutucu fertlerden birini Ehl-i Sünnet'ten hakikati delilleriyle bilen zâtlar o şiddetli itirazlarına rağmen küfür ve dalâletle itham etmiyor, belki onun için bir kurtuluş yolu arıyorlar. Zemahşerî'den çok daha az şiddetli olan Ebû Ali Cübbaî gibi Mutezile imamlarını ise reddedilmiş ve kovulmuş sayıyorlar. Bu sır çok zaman merakımı uyandırıyordu. Sonra Allah'ın lütfuyla anladım ki, Zemahşerî'nin Ehl-i Sünnet'e itirazları, hak zannettiği yolunda hakka muhabbetten ileri geliyordu. Yani mesela, hakiki tenzih, Cenâb-ı Hakk'ı bütün noksanlıklardan uzak sayma onun nazarında hayvanların kendi fiillerini yaratmasıyla oluyor. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk'ı tenzihe olan muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in fiillerin yaratılması meselesindeki düsturunu kabul etmiyor. Reddedilmiş başka Mutezile imamları, hakka muhabbetten çok Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden, geniş Ehl-i Sünnet kaideleri dar fikirlerine sığmadığından ve onları inkâr ettiklerinden reddedilmişlerdir. Aynen kelâm ilminde Mutezile'nin Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e muhalefeti gibi, sünnet-i seniyye dışındaki bir kısım tarikat ehlinin muhalefeti de iki şekildedir: </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Biri, Zemahşerî gibi, haline ve meşrebine çok bağlılık sebebiyle, zevk derecesine yetişemediği şeriat âdâbına karşı bir derece kayıtsız kalır.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Diğer kısım ise -hâşâ- şeriat âdâbına, tarikat düsturlarına nispeten önemsiz diye bakar. Çünkü dar anlayışı o geniş zevkleri kavrayamıyor ve küçük makamı o yüksek âdâba yetişemiyor. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.</strong></span></span></em></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ahmet.1, post: 518665, member: 1040028"] [I][FONT=Arial][SIZE=3][B]Yedinci Telvih[/B] Dört "nükte" dir. [B]Birici Nükte[/B]: Şeriat doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz , ehadiyet sırrı ve mutlak rubûbiyet noktasında ilahî hitabın neticesidir. Tarikat ve hakikatin en yüksek mertebeleri, şeriatın küçük kısımları hükmüne geçer; daima ona vesile, giriş ve hizmetkâr hükmündedir. Neticeleri şeriatın kesin ve sağlam hükümleridir. Yani tarikat ve hakikat yolları, şeriat hakikatlerine yetişmek için vesile, hizmetkâr ve basamaklar hükmündedir. Git gide en yüksek mertebede, şeriatın özünde bulunan hakikatin mânâsına ve tarikat sırrına döner. O vakit, büyük şeriatın kısımları olurlar. Yoksa tasavvuf ehlinden bazılarının zannettiği gibi, şeriatı görünüşteki bir kabuk; hakikati de onun içi, neticesi ve gayesi olarak düşünmek doğru değildir. Evet, şeriat insan tabakalarına göre ayrı ayrı açığa çıkar. Şeriatın avam tabakaya görünen yüzünü onun hakikati zannedip havas tabakaya açılmış olan şeriat mertebesine "hakikat ve tarikat" demek yanlıştır. Şeriatın bütün tabakalara bakan mertebeleri var. İşte bu sırdandır ki, tarikat ehli ve hakikat yolunda olanlar ileri gittikçe şeriat hakikatları karşısında cezbeleri, şiddetli arzuları artıyor, ona daha fazla uyuyorlar. En küçük bir sünnet-i seniyyeyi en büyük maksat gibi görüp ona uymaya çalışıyor, onu taklit ediyorlar. Çünkü vahiy ilhamdan ne kadar yüksekse, vahyin meyvesi olan şeriât âdâbı da ilhamın neticesi olan tarikat âdâbından o derece yüksek ve mühimdir. Onun için tarikatın en mühim esası, sünnet-i seniyyeye uymaktır. [B]İkinci Nükte:[/B] Tarikat ve hakikatin vesilelikten çıkmaması gerekir. Eğer bizzat gaye hükmüne geçerlerse, o vakit şeriatın kesin ve sağlam hükümleri, uygulamaları ve sünnet-i seniyyeye uymak resmî kalır; kalb öteki tarafa yönelir. O takdirde insan, namazdan çok zikir halkasını düşünür, farzlardan çok evradının cezbesine tutulur, büyük günahlardan kaçmaktan çok tarikat âdâbına muhalefetten kaçar. Halbuki tarikat evradı şeriatın kesin ve sağlam hükümlerinden olan farzların tek bir tanesine karşılık gelemez, onun yerini dolduramaz. Tarikat âdâbı ve tasavvuf evradı, o fazların içindeki hakiki zevke teselli vesilesi olmalı, kaynak değil. Yani tekke, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkâna vesile olmalı. Yoksa camideki namazı çabuk, resmî şekilde kılıp hakiki zevki ve kemâli tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor! [B]Üçüncü Nükte:[/B] "Sünnet-i seniyye ve şeriatın hükümleri dışında tarikat var mıdır, olabilirmi?" diye soruyorlar. Cevap: Hem var hem yoktur. Vardır, çünkü bazı kâmil evliya şeriat kılıcıyla idam edilmiş. Yoktur, çünkü hakikati delilleriyle bilen evliya , Sa'dî Şirazî'nin şu düsturunda birleşmişler:[/SIZE][/FONT][/I] [SIZE=5][COLOR="#B22222"][FONT=Arial]ﻣُﺤَﺎﻟَﺴْﺖْ ﺳَﻌْﺪِﻯ ﺑَﺮَﺍﻩِ ﺻَﻔَﺎ ٭ ﻇَﻔَﺮْ ﺑُﺮْﺩَﻥْ ﺟُﺰْ ﺩَﺭْ ﭘَﻰِ ﻣُﺼْﻄَﻔَﻰ[/FONT][/COLOR][/SIZE] [I][FONT=Arial][SIZE=3]Yani, "Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) caddesinin dışında olanın, onun arkasından gitmeyenin hakikat nurlarına ulaşması imkansızdır." Bu meselenin sırrı şudur: Madem Resûl-u Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) Hâtemü'ül-enbiyâ'dır yani peygamberlerin sonuncusu ve bütün insanlık adına Cenâb-ı Hakk'ın muhatabıdır. Elbette insan, onun caddesi dışında gidemez ve bayrağı altında bulunmaya mecburdur. Ve madem cezbe ve istiğrak ehli kimseler muhalefetlerinden mesul olamaz.. ve madem insanda bazı latifeler (manevî hisler) var ki teklif altına giremez, o latife hâkim olduğu vakit insan dinin emirlerine muhalefetinden sorumlu tutulmaz.. ve madem insanda bazı latifeler var ki teklif altına girmediği gibi irade altına da girmez, hatta aklın idaresine de girmez; kalbi ve aklı dinlemez. Elbette o latife bir insanda hâkim olduğu zaman -yanlız o zamana hahsus- o zât şeriata muhalefet etse velâyet derecesinden düşmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla: Şereiat hakikatlerine ve iman kaidelerine karşı bir inkâr, bir küçük görme, bir hafife alma olmamalıdır. Hükümleri yerine getirmesede hak bilmesi gerekir. Yoksa o hale mağlup olup -Allah korusun- o sağlam hakikatlere karşı inkâr ve yalanlamayı hissettirecek bir vaziyet, alçalma alâmetidir! Kısacas: Şeriat dairesinin dışında bulunan tarikat ehli iki kısımdır: Bir kısmı -daha önce geçtiği gibi- ya hale, istiğraka, cezbeye ve manevî sarhoşluğa yenik düşüyor ya da teklifi dinlemeyen veya iradeyi işitmeyen latifelerin mahkûmu olup şeriat dairesinin dışına çıkıyor. Fakat o çıkış, şeriatın hükümlerini beğenmemekten veya istememekten değil, belki mecburen, iradesiz terktir. Böyle veli zâtlar var. Hem mühim veliler bunların içinde geçici olark bulunmuş. (Hatta hakikati delilleriyle bilen bazı evliya, böylelerinden değil yalnız şeriat dairesinin, belki İslamiyet dairesinin dışında bulunanlar olduğuna hükmetmişler.) Fakat bir şartla: Hazreti Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselam) getirdiği hükümlerin hiçbirini yalanlamamak... O kısım belki ya düşünmüyor ya o hakikatlere yönelemiyor veyahut bilmiyor, bilemiyor. Bilse ve kabul etmese olmaz! İkinci kısım ise tarikat ve hakikatin parlak zevklerine kapılıp kendi zevk makamından çok yüksek olan şeriat hakikatlerinin zevk derecesine yetişemediği için onu zevksiz, resmî bir şey gibi görüp şeriata karşı kayıtsız kalır. Gitgide şeriatı bir kabuk zanneder. Bulduğu hakikati esas ve gaye sayar. "Onu buldum, o bana yeter." der, şeriatın hükümlerine muhalif hareket eder. Bu kısımdan aklı başında olanlar yaptıklarından sorumludur; alçalıyor, belki kısmen şeytana maskara olyuyorlar. [B]Dördüncü Nükte:[/B] Dalâlet ehlinden ve bid'atçılardan bir kısım zâtlar, ümet nazarında makbul oluyor. Aynen onlar gibi zâtlar var, görünüşte hiçbir fark yokken ümmet onları reddediyor. Buna hayret ediyordum. Mesela Zemahşerî gibi Mutezile mezhebinde en tutucu fertlerden birini Ehl-i Sünnet'ten hakikati delilleriyle bilen zâtlar o şiddetli itirazlarına rağmen küfür ve dalâletle itham etmiyor, belki onun için bir kurtuluş yolu arıyorlar. Zemahşerî'den çok daha az şiddetli olan Ebû Ali Cübbaî gibi Mutezile imamlarını ise reddedilmiş ve kovulmuş sayıyorlar. Bu sır çok zaman merakımı uyandırıyordu. Sonra Allah'ın lütfuyla anladım ki, Zemahşerî'nin Ehl-i Sünnet'e itirazları, hak zannettiği yolunda hakka muhabbetten ileri geliyordu. Yani mesela, hakiki tenzih, Cenâb-ı Hakk'ı bütün noksanlıklardan uzak sayma onun nazarında hayvanların kendi fiillerini yaratmasıyla oluyor. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk'ı tenzihe olan muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in fiillerin yaratılması meselesindeki düsturunu kabul etmiyor. Reddedilmiş başka Mutezile imamları, hakka muhabbetten çok Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden, geniş Ehl-i Sünnet kaideleri dar fikirlerine sığmadığından ve onları inkâr ettiklerinden reddedilmişlerdir. Aynen kelâm ilminde Mutezile'nin Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e muhalefeti gibi, sünnet-i seniyye dışındaki bir kısım tarikat ehlinin muhalefeti de iki şekildedir: Biri, Zemahşerî gibi, haline ve meşrebine çok bağlılık sebebiyle, zevk derecesine yetişemediği şeriat âdâbına karşı bir derece kayıtsız kalır. Diğer kısım ise -hâşâ- şeriat âdâbına, tarikat düsturlarına nispeten önemsiz diye bakar. Çünkü dar anlayışı o geniş zevkleri kavrayamıyor ve küçük makamı o yüksek âdâba yetişemiyor. [B]Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.[/B][/SIZE][/FONT][/I] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Zaman tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst