Yirmiüçüncü Lema-Tabiat Risalesi.

ademyakup

Well-known member
Kelebeklerin her iki kanadında aynı renk tonu ve aynı desen, aynı yerde mevcuttur. Herşeyin tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını iddia eden evrim teorisi, kelebek kanatlarında olduğu gibi doğada sergilenen sanat, renk çeşitliliği ve simetri gibi örnekler karşısında tam bir çıkmaz içindedir. Charles Darwin bu konuda içine düştüğü çelişkiyi şöyle ifade etmiştir parlak renklilik..., parlak dişi kelebekler, bu güzelliğin doğal seleksiyonun kontrolü altında gerçekleştiğini düşünemiyorum. (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol.ıı, s. 305)

O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir.(Haşr Suresi, 24)
 

ademyakup

Well-known member
Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîre şehadet eder. Çünkü zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki Kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? Eğer sen divanelik edip zerrede o kitabın ince hurufâtını okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen, o vakit o zerrenin şehadetini redde çalışabilirsin!zühre
 

ademyakup

Well-known member
Evet, Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübînin düsturlarını gayet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçla icmâl edip derc eder. Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaçla amel etse, o Kitab-ı Mübînin düsturlarını bilmeyerek imtisal eder. Meselâ, hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar, durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harp gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen bu mahlûka bu san'atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san'atını kim öğretmiş? Ve nerede öğrenmiş?Ben, yani bu biçare Said, itiraf ediyorum ki, eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım, bu san'atı, bu kerrüfer harbini ve su çıkarmak hizmetini, çok uzun dersler ve çok müteaddit tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.
İşte, ilhâma mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvânâtı bu sineğe kıyas et. Hattâ nebâtâtı da aynen hayvânâta kıyas edebilirsin.zühre
 

ademyakup

Well-known member
Savanların kuru otlarında avlanan bir aslan neredeyse görülmezdir. Çünkü aslanın renkleri çevre ile karışır. Aynı şekilde uzun otlarda bir çitayı ayırt etmek de çok zordur. Allah, bu canlıların tümünü bulundukları ortama uygun kürklere sahip olarak yaratmıştır....

O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur...(Hud Suresi, 56)

Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor...(Nahl Suresi, 79)

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor...(Mülk Suresi, 19)


Hayvanlar arasında görülen fedakarlıklar, Darwinizm'in en önemli çıkmazlarından birini oluşturur. Çünkü Darwinizm doğada kıyasıya bir mücadele olduğunu, güçlü olanın zayıfları her zaman ezeceğini öne sürerken, canlılar bu iddiaları yalanlayan pek çok davranış sergilemektedirler: Birbirlerini tehlikelerden korur beslerler, temizler tedavi ederler, birbirlerine yuva hazırlarlar... Hatta kimi zaman kendi canlarını dahi bir diğeri için feda edebilirler. Bu durum evrimciler açısından tam bir çıkmazdır. Darwin bu çıkmazı şöyle ifade eder:"Birçok içgüdü o kadar harikadır ki büyük ihtimalle gelişimleri okuyucuya teorimin tamamını yıkmak için yeterli bir engel olarak gözükecektir." (Animal Mind, sf. 22, [Charles Darwin, Türlerin Kökeni, 1859])

Bir evrimci yayında canlılardaki fedakarlık örnekleri konusunda yaşanan sıkıntı şöyle dile getirilir:"Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre, her canlı kendi varlığını sürdürmek ve üreyebilmek için bir savaş vermektedir. Başkalarına yardım etmek, o canlının sağ kalma olasılığını azaltacağına göre, uzun vadede evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili olabilecekleri gözlenmiştir." (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı: 190, s. 4

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır...(Nahl Suresi, 66)
 

ademyakup

Well-known member
Evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin, teorisini geçersiz kılan canlılardaki mükemmellikleri görmekten duyduğu sıkıntıyı şöyle dile getirir:"Gözü düşünmenin beni titrettiği günleri hatırlıyorum. Ama şimdi bu şikayetlerimin üstesinden geldim. şimdi bu yapının küçük önemsiz parçaları beni genellikle oldukça rahatsız ediyor. Bir tavus kuşunun tüyü ise, ne zaman baksam beni hasta ediyor. (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.ıı, s. 90 )

Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar.(Rum Suresi, 26)

Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır.Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.(Casiye Suresi, 3-4)

Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır...(Nur Suresi, 45)

Peygamber Efendimiz diyor ki:"Allah güzeldir, güzelliği sever..." (İmam Nenevi, Riyaz'üs-Salihin, Cilt: 3, sf: 163)Milyonlarca yıldır değişmeyen esansı, birbirinden güzel renkleri, yaprağındaki pürüzsüzlük ve estetik görünümü ile bir gül yaprağı bile evrimcilerin tesadüf iddialarını çürütecek niteliktedir. Yıllarca eğitim gören uzmanlar gül yaprağının esansını taklit edebilmek için laboratuvarlarda deney ve araştırmalar yaparlarken, gül bir uzmandan daha üstün bir akıl sergileyerek milyonlarca yıldır aynı benzersiz kokuyu üretmektedir. Gül, kendine özgü kokusu, rengi, yumuşaklığı ve estetik görünümüyle Allah'ın benzersiz sanatını sergileyen özel bir tasarım harikasıdır.

Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 4)

Yeryüzündeki tüm bitkiler kendileri için en uygun yapılara sahiptirler. Örneğin hindistancevizi tohumları uzun süre suda kalırlar, bu nedenle kabukları oldukça kalındır ve kabuklarını sudan koruyan özel bir yapıları vardır. Bu sayede suda uzun süre yolculuk edebilirler. Bu yolculukları sırasında normalden daha fazla besine ihtiyaç duyarlar ki hindistancevizi tohumunun içinde de tam gerektiği kadar besin saklıdır. Ayrıca hindistancevizi tohumu suda açılmaz, karaya geldiğini anlar ve tam o anda açılır.Tüm bunları, şuursuz atomların tesadüfen hesapladığını iddia etmek mümkün değildir. Bu tasarımda bilinçli ve üstün bir Akıl Sahibinin yaratışı olduğu açık bir gerçektir. Bu, Allah'ın üstün yaratmasının tüm evrendeki örneklerinden yalnızca bir tanesidir.
 

ademyakup

Well-known member
Bitkilerin içinde bazı atomlar biraraya gelerek bileşikler meydana getirirler ve bunun sonucunda birbirinden güzel kokular üretilir. Üstelik bu üretim dünyanın dört bir yanında aynı şekilde oluşur. Sözkonusu bileşikteki en küçük bir değişiklik, örneğin bir atomun sayısındaki farklılık kokuyu tamamen değiştirebilir veya tamamen ortadan kaldırabilir. Ancak, hiçbir zaman formül bozulmaz, bitkilerdeki koku laboratuvarlarında hiç hata yapılmaz. Bu mükemmellik sayesinde dünyanın her yerinde aynı çiçeklerden aynı kokuyu alırız. Koku üretiminde çok ince hesaplar söz konusudur. Bu işlem sırasında kompleks yapılı moleküller ortaya çıkar. Örneğin güller koku üretimi için 3 ile 10 arası miktarda bileşik kullanırlar, beyaz frezya 10, nilüfer ise 6 bileşik kullanan bitkilerdendir. Bu konuda eğitim almamış insanların formülünü çözmekte zorlanacağı hatta çözemeyeceği kimyasal bileşikler, bitki tarafından ancak mikroskopla görülebilecek bir alanda üretildiği gibi, her bitki ayrı bir koku ve kimyasal formül kullanır. Koku uzmanları ise birbirinden farklı, güzel kokular üretmek için uzun yıllar emek verirler. Bitkilere, ancak kimya mühendislerinin sahip olabileceği bu şuuru, aklı ve bilgiyi veren nedir? Koku laboratuvarlarından çok daha başarılı olan bitkiler Allah'ın yaratma sanatını gözler önüne seren delillerdendir. ------------

Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır.(Hac Suresi, 63) "Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık." "Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın…(Taha Suresi, 53-54)
 

ademyakup

Well-known member
Hz. Muhammed (sav) diyor ki:"Karpuzdan faydalanınız ve ona ta'zim ediniz. Çünkü onun suyu cennetten, tadı da cennet tadındandır... Karpuz cennet (meyvelerin)dendir." [ÖlümiKıyametiAhiret ve Ahirzaman Alametleri, Imam şa'rani, Bedir Yayınevi, s. 313]---------------

O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99)


Muz, çeşitli karbonhidratlar ve önemli ölçüde potasyum içerir. Bu içeriği ile hücre ve kas gelişimini sağlar, vücudun su dengesini ayarlar ve kalp atışlarının normale dönmesini sağlar. Bu yararlarının yanısıra, Allah Kuran'da "Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları" (Vakıa Suresi, 29) ayetiyle muzun cennet meyvelerinden olduğunu haber vermiştir. Elbette ki diğer tüm nimetler gibi cennetteki muz da dünyadakinden çok daha kusursuz olacaktır. Ancak Allah dünyada da bu cennet nimetinin bir benzerini yaratmış ve insanları bu meyveden faydalandırmıştır. ----------

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)

Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık… (Fatır Suresi, 27)
 

ademyakup

Well-known member
rs088a.jpg


Resimlerde gördüğünüz bu küçücük tohumlarda, Britannica Ansiklopedisi'ndeki bilgilerin 60 katından daha fazla bilgi vardır. Toprağa bırakılan tohumlardaki bilgiler, bir süre sonra bir zambak, bir söğüt ağacı, bir menekşe veya metrelerce uzunluktaki bir meşe ağacına dönüşür. Her tohumdan farklı tatlarda, kokularda, renk ve boyutlarda bitkiler çıkar. Bu kadar olağanüstü bilginin bu tohumlara tesadüfen yerleştiğini düşünmek, insan aklıyla alay etmektir.
Kapkara toprağın, minicik bir tohumla birleşerek, bu tohumun içinden rengarenk çiçekleri, mis kokulu, esanslı meyveleri çıkarması Yüce Rabbimizin yaratışındaki mucizelerden sadece biridir.

Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık…(Vakıa Suresi, 63-65)
 

ademyakup

Well-known member
rs13.jpg


Bitkiler, sayılarının arttığı bölgelerde bir süre sonra çoğalmayı durdururlar. Evrimcilerin iddialarının tam tersine igüçlü olanın korunması, zayıf olanın yok olması gerekirkeni bitkiler yaşamak için mücadele etmeye girişmezler. Çevrelerindeki bitki örtüsünün yoğunluğunu adeta hisseder ve nüfuslarını kontrol altında tutarlar. Bu kontrolü sağlamak için de daha az tohum üretmeye başlarlar. Tehlike ortadan kalkıp üreme ihtiyacı doğduğunda ise yeniden ürettikleri tohum miktarını artırırlar. (Dr. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Biology of Evolution, s. 16)

Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.(Hicr Suresi, 19) Ve orda sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık.(Hicr Suresi, 20)

harunyahya.
 

ademyakup

Well-known member
rs1919.jpg


Doğadaki bitki çeşitliliği, bitkilerin tesadüflerin eseri olmadığını gösteren delillerden biridir. Her biri birbirinden estetik, hoş kokulu bitkilerin kusursuz sistemlerini ve olağanüstü tasarımını şuursuz atomların tesadüfen oluşturduğunu iddia etmek, büyük bir saçmalıktır. Bu, bir mağazadaki kıyafetlerin, kumaşların, ipliklerin tesadüfen biraraya gelinmesiyle kendi kendine oluştuğunu iddia etmek kadar mantıksızdır.

Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur.
(Enam Suresi, 141)
 

ademyakup

Well-known member
rs2424.jpg


"...Ancak ben hala önyargısızca, bitki fosili kayıtlarında özel bir yaratılışın olduğunu düşünüyorum. Eğer bununla birlikte, bu sınıflandırmanın hiyerarşisi için başka bir açıklama bulunabilirse, bu evrim teorisinin matem çanı olur. Orkidenin, su mercimeğinin, palmiye ağacının aynı atadan geldiğini düşünebilir misiniz? Ve bu faraziye için herhangi bir delile sahip miyiz? Evrimciler buna bir cevap hazırlamalıdırlar. Ancak bir çoğu sorgulamadan önce çökecektir." (W. R. Bird, Origin of Species Revisited, s. 233)

…O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.(Enam Suresi, 101-102)

harunyahya...kainattaki kusursuzluk tesadüf değil..kitabından.
 

ademyakup

Well-known member
icon1.gif

rs066.jpg

Yeryüzündeki saymakla bitiremeyeceğimiz çeşitlilikteki bitkiler, milyonlarca yıldır ne zaman, ne yapmaları gerektiğini tohumlarında saklı program sayesinde bilmekte ve unutmadan, yanılmadan bu programı uygulamaktadırlar. Hiçbir zaman bir kiraz çekirdeğinden şeftali ağacı çıkmamış, limon ağacına ait bir tohumdan çilek gelişmemiştir. Beyni, gözü, aklı olmayan bir tahta parçasının böylesine kusursuz işleyen bir programı kendi kendisine uyguluyor olması elbette ki imkansızdır. Milyonlarca yıldır kusursuzca devam eden bu sistemin tesadüflerin başarısı (!) olduğunu düşünmek ise akıl sahibi herkesin gülünç bulacağı bir hayaldir. Bitkileri yaratan Allah'tır.​

"Bir meşe palamutu ayçiçeğine değil de meşe ağacına dönüşmesi gerektiğini nasıl biliyor?... Yaklaşık 40 yıl önce biyologlar canlı organizmalarda bilginin önemli bir rol oynadığını öğrenmeye başladıklarında biyoloji bilimi de çok önemli bir mesafe almış oldu. Organizmada ona nasıl işlev görmesi, nasıl büyümesi, nasıl yaşaması ve nasıl üremesi gerektiğini söyleyen bilginin yerini keşfettik. Bilgi bitkinin içerisinde olduğu gibi tohumun içerisinde de mevcuttur. Tavuğun içerisinde olduğu gibi yumurtanın içerisinde de mevcuttur. Yumurta bilgiyi tavuğa geçirir, tavuk yumurtaya, bu böyle sürer gider." (Dr. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, sf. 23)​
 

ademyakup

Well-known member
ÜÇÜNCÜ KELİME: İktezathu't-tabiat, yani, "Tabiat(DOĞA,KAİNATTAKİ KANUNLAR) iktiza ediyor, tabiat yapıyor." İşte bu hükmün çok muhâlâtı var(İMKANSIZLIĞI VAR). numune için üçünü zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ
Eğer mevcudatta(VARLIKLARDA,CANLILARDA), hususan (ÖZELLİKLE) zîhayatta(HAYAT SAHİPLERİNDE) görünen, basîrâne, hakîmâne(HİKMETLİ) olan san'at ve icad Şems-i Ezelînin(BAŞLANGICI OLMAYAN ALLAHIN) kalem-i kader ve kudretine(KUDRET VE KADER KALEMİNE) verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata(KAİNATTAKİ KANUNLARA) ve kuvvete isnad edilse(BU KANUNLAR YAPTI DENİLSE), lâzım gelir ki, tabiat, icad için herşeyde hadsiz mânevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahut herşeyde kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet derc etsin(YERLEŞTİRSİN). Çünkü, nasıl şemsin(GÜNEŞİN) cilveleri(YANSIMALARI) ve akisleri, zemin (YER)yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde(DAMLALARDA) görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler semâdaki tek güneşe isnad edilmese(O MİSALİ GÜNEŞLERİN KAYNAĞI ,GÖKTEKİ GÜNEŞDİR DENİLMEZSE) lâzım gelir ki, bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrât-ı zücâciye(PARLAYAN ,IŞILDAYAN ZERRELER) adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen bu misal gibi, mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelînin cilve-i esmâsına(İSİMLERİNİN YANSIMASINA) verilmezse, herbir mevcutta, hususan herbir zîhayatta, hadsiz (SONSUZ) bir kudret ve irade ve nihayetsiz (SINIRSIZ) bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, adeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhâlâtın(İMKANSIZLIĞIN) en bâtılı, en hurafesidir(MASALIDIR). Hâlık-ı Kâinatın(KAİNATIN YARATICISININ) san'atını mevhum(HAKİKATTA VAR OLMAYIP,VAR KABUL EDİLEN), ehemmiyetsiz, şuursuz(AKILSIZ,İLİMSİZ) bir tabiata(DOĞAYA,KANUNLARA) veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz (AKILSIZ) olduğunu gösterir.
 

ademyakup

Well-known member
Şimdi karada çok sayıda cam,ayna parçaları var.bunların büyüklükleri farklıdır.şimdi güneş çıktığı zaman her ,aynada,camda..güneşin kendisi görülüyor..hepsinin içinde misali güneş var...şimdi bunlardaki güneşi...gökteki güneşden yansımış demesek..o zaman her parlayan aynada,camda bizzat tabi,kendiliğinden oluşmuş güneş kabul etmemiz lazımdır...BUDA MÜMKÜN DEĞİLDİR..ÇÜNKÜ BUNUN OLMASI İÇİN HER AYNADA TAM GÜNEŞ GİBİ,GÜNEŞ OLMASI LAZIMKİ,YERYÜZÜ AYDINLANSIN...

işte aynen bunun gibi,her varlık,bitki,hayvan ,insan kısacası herşey Allahın kudretiyle yaratılmış denilmezse,tabiata,doğaya verilse..tabiatın sonsuz kudreti,ilmi olacak ki bunları yapsın..ama akılsız,ilimsiz,vehim mertebesinde olan tabaiatın bunları yaratacağını söyliyen insan hayvan dan daha hayvan ve akılsızdır.
 

ademyakup

Well-known member
İKİNCİ MUHAL (doğanın yaratamıyacağına dair ikinci ,imkansız delil)

Eğer gayet intizamlı(DÜZENLİ), mizanlı(DENGELİ), san'atlı, hikmetli şu mevcudat(VARLIKLAR), nihayetsiz(SONSUZ) kadîr(GÜÇLÜ,KUDRETLİ), hakîm(HERŞEYİ BİR AMACA GÖRE YARATAN) bir zâta(ALLAHA) verilmezse, belki tabiata (DOĞADAKİ KANUNLARA) isnad edilse(YAPTI DENİLSE), lâzım gelir ki, tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa'nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parça toprak, menşe (KAYNAK) ve tezgâh(DOKUMA FABRİKASI) olduğu hadsiz(SINIRSIZ) çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine (OLUŞMALARINA) medar(SEBEB) olabilsin. Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil (kendi yaparak)görülüyor. Eğer Kadîr-i Zülcelâle (KUDRETLİ ALLAHA) verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler(SPERMLER) ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani, müvellidülmâ(HİDROJEN), müvellidülhumuza(OKSİJEN), karbon, azotun intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet(ISI), ziya(IŞIK) dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san'atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe(AÇIKÇA) ve bizzarure(ZARURİ OLARAK) iktiza ediyor(LAZIM GELİYOR) ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları (DOKUMALARI) dokuyabilsin.
İşte, tabiiyyunların(DOĞA YAPTI DİYE İNANANLARIN) fikr-i küfrîleri(DİNSİZ FİKİRLERİ) ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid(İCAD) zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar "Mütefennin(BİLİMLİYİZ) ve akıllıyız" diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni (MÜMKÜN OLMAYAN) ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi(MASALI) kendilerine meslek ittihaz(KABUL) ettiklerini gör, gül ve tükür!

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1408
 

ademyakup

Well-known member
Eğer desen: Mevcudat(VARLIKLAR) tabiata isnad edilse(DOĞA YAPTI DENİLSE) böyle acip muhaller(İMKANSIZLAR) olur, imtinâ(MÜMKÜN OLMAYAN) derecesinde müşkilât olur. Acaba Zât-ı Ehad (TEK OLAN ALLAHA)ve Samede(HİÇBİRŞEYE İHTİYACI OLMAYAN ALLAHA) verildiği vakit o müşkilât (ZORLUK) nasıl kalkıyor? Ve o suubetli(GÜÇLÜK) imtinâ(İMKANSIZ), o suhuletli(KOLAYCA) vücuba(VARLIĞA GELMESİNE) nasıl inkılâp eder?
Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in'ikâsı(YANSIMASI) kemâl-i suhuletle(TAM KOLAYLIKLA), külfetsiz(ZORLANMADAN), en küçük zerrecik camdan tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nispeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiî ve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde (İMKANSIZ)bir suubetle(GÜÇLÜKLE) olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samede verilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve bir intisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey ona yetiştirilebilir.

Eğer o intisap kesilse(ALLAHA VERİLMEZSE) ve o memuriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan gayet harika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil, belki binler muhaldir.
Elhasıl, nasıl ki Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun(VARLIĞI VACİB,SABİT OLAN ALLAHIN) şerik(ORTAĞI) ve nazîri(BENZERİ) mümteni ve muhaldir(İMKANSIZDIR); öyle de rububiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerîk-i zâtî gibi mümteni ve muhaldir.
 

ademyakup

Well-known member
Amma İkinci Muhaldeki müşkilât ise: Müteaddit risalelerde ispat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-i Ehade(TEK ALLAHA ) verilse, bütün eşya birtek şey gibi suhuletli ve kolay olur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşya kadar müşkilâtlı (YAPILMASI ZOR) olduğu, müteaddit ve katî bürhanlarla ispat edilmiş. Bir bürhanın hülâsası şudur ki:
Nasıl ki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuriyet cihetiyle intisap etse(BAĞLANSA), o memur ve o asker, o intisap kuvvetiyle, yüz bin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına, bazan bir şahı esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisap münasebetiyle, padişahın hazineleri ve arkasındaki nokta-i istinadı (DAYANMA NOKTASI) olan ordu, o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir padişahın işi gibi ve gösterdiği eserler bir ordu eseri misilli harika olabilir.
 
Üst