Cevap: Açıklamalı Risale 8:Yirmi İkinci Mektup uhuvvete bakisimiz.
Hakikat nazarında sebeb-i adâvet ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in'ikâs etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in'ikâs etmek, şe'nidir. Ve ondandır ki, "Dostun dostu dosttur" sözü durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir" sözü umumun lisanında gezer.
İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü hâlde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikatbîn isen anlarsın.
Evet,Hakikatin gördüğü ve gösterdiği açıdan bakıldığında ..düşmanlık sebebi olan şeyler ve kötülük ve fenalıklar toprak gibi kapalı perdeli ve kalın ve koyu olmalı ve başkasına geçmemeli aksetmemelidir.Ona rağmen başkası ondan bir şey çıkarıp işlerse o başka meseledir.
Sevginin sebebi olan iyilikler,muhabbet gibi nurdur;başkasına geçmesi aksetmesi onların yapısındaki özelliklerdir.”Ondandır ki “dostun dostu dosttur”sözü atasözü olarak söylenmektedir.Hem onun içindir ki” "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir"Umumun lisanında gezer..denilmiş…
Demek ki kötü hasletler hem insanın hususi dünyasını karanlık içerisinde bırakıp..onun gereği olan kin ve düşmanlık hayatı azap haline getirip zulmü de netice vererek hem şahsi hayatı hem içtima-i hayatı zedeler..Emniyetsiz güvensiz bir toplum meydana getirerek hasımane bir hayat tarzını meydana getirip huzursuzluktan başka bir şey kazandırmaz..hem Yukarıda ifade edilen ayetlere İslamiyet seciyeyi milliyesine zıt durmakla da ayrıca bir sorumluluk dairesini teşekkül ettirir…Mesuliyetini o bedbaht düşünceye ve harekete teslim eder…İnsaniyetin boynunu eğer…
Fakat muhabbet sebebi olan şeyler..Kainatın yaratılışındaki hakiki manaya uygun davranış ve yaşayış biçimleridir..İnsanların hayatını tanzim ederken.. şefkat ile mahlukat mabeyninde de hayatı suhuletli gösterir…
Hem İnsanların aleminde manidar ve karşılıksız bir tesanüdü hem emri ilahi cihetinden de İslamiyetin mehasinini hayatlandırarak fani hayatta baki amellerin tanzimini de netice verir. Dostluk ve kardeşliğin hayata katkısı ortaya çıkarak Unsiyetli bir teavün dahi Ömre renk katar..Hem de sevaptar hayat meyveleri verir…Dolayısıyla Mü’minler sebebi muhabbet olan şeylerin neşr ve inikasına birer ayna olarak maddi ve manevi hayatı içtimaiyyeyi tenvir edecek donanım ve yaşayışa sahip olmalıdırlar…Otuz ikinci sözde geçen bir ifadeyi bu meyanda ekleyelim inşallah..
“bin bir esmâ-i İlâhiyenin herbirinde pekçok tabakât-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl bulunduğu gibi, pekçok merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ vardır. İşte bundandır ki, Vedûd ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliyâ, "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudâtın harekâtı, muhabbetledir. Bütün mevcudâttaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir" demişler.
Onlardan birisi demiş: .............................................................
Yani, muhabbet-i İlâhiyenin tecellîsinde ve o şarâb-ı muhabbetten herkes istidadına göre mesttir. Mâlûmdur ki, her kalb, kendine ihsan edeni sever ve hakiki kemâle muhabbet eder ve ulvî cemâle meftun olur. Kendiyle beraber, sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni, daha pekçok sever. Acaba, sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, herbir isminde binler ihsan defîneleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanâtıyla mes'ud eden ve binler kemâlâtın menbaı olan ve binler tabakât-ı cemâlin medârı olan, bin bir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i Zülcelâl, Mahbub-u Zülkemâl, ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat Onun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şâyeste bulunduğu anlaşılmaz mı?
İşte şu sırdandır ki, Vedûd ismine mazhar bir kısım evliyâ, "Cenneti istemiyoruz; bir lem'a-i muhabbet-i İlâhiye, ebeden bize kâfidir" demişler.
Hem ondandır ki, hadîste geldiği gibi, "Cennette bir dakika rü'yet-i cemâl-i İlâhî, bütün Cennet lezâizine fâiktir."
İşte şu nihayetsiz kemâlât-ı muhabbet, vâhidiyet ve ehadiyet dairesinde Zât-ı Zülcelâlin Kendi esmâ ve mahlûkatıyla hâsıl olur. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.
Evet, üçüncü vechin son paragrafında;
İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü hâlde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikatbîn isen anlarsın.
Adavet ve kin ile sebebi alemin vücudu olan ve neşri en güzel, aksi sadası sevimli,nurlu muhabbet ziyalarını kendi dünyanda söndürerek insafsızlık ile..saklanması gizlenmesi örtülüp belki şefkat ile ıslah edilmesi gereken hallere kin ile teveccüh ederek ve sadece orada bırakmayıp akrabalarına kadar düşmanlığını genişletmek ve onun yakınlarından olan masum ve munis insanlara dahi adavet nazarıyla bakmanın,Ne kadar hakikattan dışlanmış olduğunu hakikati görebilirsen anlarsın..Diyerek aklına bir hakikat ve insaf penceresi açmış..Kalbini ızdıraptan kurtaracak adil bir kıyası önüne koymuş…
DÖRDÜNCÜ VECİH
Hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür. Şu Dördüncü Veçhin esası olarak birkaç düsturu dinle:
Birincisi: Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.
1- "Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır." Ali Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s.10; Dîvânü'ş-Şâfiî, s.91.
sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.
Hayatı-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür demiş..Kişiye bakan hayat cihetiyle de zulümdür..Hem kendi hayatına bakan hem başkaların şahsi düşünce ve hayatlarına bakan açıdan da zulümdür..İnsafsızlık öyle bir karanlık dünyadır ki her şeyi sukut ettirip anlamsız gösterir..Üstadımız bazı düsturlarla şahsi hayat içinde adavet yönlü fikir ve davranışları değerlendirerek demiş;
Sen mesleğini ve fikrini hak doğru bildiğin zaman” benim mesleği haktır veya daha güzeldir “demeye hakkın var..Çünkü insanın fikren beğendiği ve amelen uyguladığı işini meşrebini sevmesi gayet normal ve zaten de olmalıdır.Ve aslında bu o kabiliyetin istidadınca istihdam olduğu noktadır..Ve bu sevdiği beğendiği efkarını ve yolunu övmesi o muhabbetin de iktizasıdır.fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir"derse..Bu kendi meslek muhabbetiyle sarhoş olmuş bir fikrin iddiasıdır..veya muvazenesini kaybetmiş bir düşüncenin cahilane inadıdır.Ve öyle demeye de hakkı yoktur…Çok sığ bir düşüncedir..tarafgirlik damarıyla hakikate karşı bir haksızlıktır…
Hem orada demiş; "Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır."Eğer böyle bir bakış açısı insafsızlıkla o şahısta varsa fikri düşkündür hastadır..hakem olamaz ..yani hakkı taksim edemez..hakkı sahibine veremez…Bu meyanda da başkasının mesleğini ,gittiği yolu ..işlediği işini..ve tarzı hayatını..ve anlayışını sorgulayamaz haksızlık ve batıllıkla mahkum edemez…
İkinci düstur: Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati Bazen damara dokundurur, aksülâmel yapar.
Evet,İnsanın üzerinde olan ifade haklarından biri doğruyu söylesin..Fakat her insanın hakkı söyleyişi mutlak hakkı söyleyebildiği anlamına gelmez..Doğru dahi elden ele başkalaşabilir…Ve her doğrunun bir ifade ediliş biçimi vardır..yer, zaman, mekan, muhatap ,maksat, arzu, neden, beklenti ve amaç gibi çeşitli konumlarda değerlendirilir..Yani söylemek nedenleri doğrunun doğru ifade edilebilmesinde münasip münasebetler meşruluğunda kıymetlidir.Mesela bir adamın hatasını ona söylemekle şümullendirilebilir…Örneğin tahkir ederek..veya doğru olanı bir uslubu nazikane ile göstererek..veyahut örneklendirerek..İma ederek..başkasıyla haberdar ederek..Yüzüne vurarak..kırarak…vs vb…Evet, Her doğru her yerde söylenmez.Her doğruyu demekte doğru değildir…Ümidle şifa bulabilecek bir hastalığa ümidsiz yaklaşmak gibi..evhamlandırarak heyecanlandırıp kuvve-i maneviyesini zedelemek gibi….Söylenen nasihat’te halis niyetli değilse ters tepki verir…Muhatabını incitir damarına dokunur..Doğrudan istifade edilecek kapılarda kapanır…
Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış.
Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü'minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.
Eğer demiş,düşmanlık edeceksen kalbindeki düşmanlığa düşmanlık et..Onu kaldırmaya çalış…
Hem sana en çok zarar veren ve daima kötülüğü isteyen nefsinin heveslerine düşmanlık et…
O zararlı nefsinin hatırı için Mü’minlere düşmanlık etme…
Eğer düşmanlık etmek istersen..Kafirler,zındıklar çoktur,onlara düşmanlık et…
Evet,nasıl ki muhabbet sıfatı sevilmeye layıktır..Öyle de düşmanlık özelliği de ,her şeyden önce kendisi düşmanlığa layıktır…
Diyerek o mizaca hakkaniyetli ve istikametli hem de zararsız meşguliyetli bir yol göstermiş…
Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur.
2- İyi ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar.(Bu beyit Mütenebbi'ye aittir. Bkz. el-Örfü't-Tayyib fî Şerhi Dîvâni't-Tayyib, s.387.)
hükmünce, mü'minin şe'ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, İmân cihetinde kerîmdir. Evet, fena bir adama "İyisin, iyisin" desen iyileşmesi ve iyi adama "Fenasın, fenasın" desen fenalaşması çok vuku bulur. Öyleyse,
3- "Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler." Furkan Sûresi: 25:72. "Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Teğabün Sûresi: 64:14.)
Gibi desâtir-i kudsiye-i Kur'âniyeye kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.
Bu bölüm ikinci lem’adan bir kısmı hatıra getirdi..Hem niyet ve nazar eşyanın mahiyetini değiştir..hem nasıl bakılırsa öyle görünür..Hem daim ağlayan bir meyusun gözüne dünya bir matemhane-i umumi görünür…İlaahir meseler hadisata ve beliyata karşı bir duruşu düşündürdü..Hem insanın vazifesi hem ömrün kısalığı hem luzumlu işlerin çokluğu gibi hakikatler fikre geldi…
Lem’adan hatıra gelen yer;
İkinci Mes'ele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ: Gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayd kaldıkça dağılmaları gibi; maddî musibetlere de büyük nazarıyla ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesedden geçerek kalbde de kökleşir, bir manevî musibeti dahi netice verir; ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi maddî musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur gider. Bu hakikatı ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey bîçare feryadı, beladan kıl tevekkül.
Zira feryad bela-ender, hata-ender beladır bil.
Eğer bela vereni buldunsa, safa-ender, atâ-ender beladır bil.
Eğer bulmazsan bütün dünya cefa-ender, fena ender beladır bil.
Cihan dolu bela başında varken, ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl!
Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Nasılki mübarezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adavet musalahaya, husumet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
Evet,cihan dolu bir bela başında varken…
Hem tevekkül ile bela yüzüne gülmekle küçülen ve değişen bir sıkıntı…
Ve tartışmada bir gülümseme düşmanlığı barışmaya şakaya çevirip adavetin kaybolmasına sebep olur..demiş hem dersin bu makamında musibete karşıda mütevekkilane bir vaziyet almakla onunda mahiyetinin değişebileceğini ifade etmiş…
İyilik sadece iyilik getirir…İyilikle mukabele muhatabını kazanmaya vesile olur..Belki zor bir durumdur..Fakat mü’min olmak nefsani hareketlerden uzak durup emri uygulamak cihetini tercih etme iradesinin işleyişi anlamındadır…Çünkü o iman ve amel ile emri verenin rızasını kazanmak üzere hareket etmek gereğidir..Burada aslında muhatabında şefkat ile yapılacak bir muamele ile yaşayış ve inancına hizmet etmektir..Onun vesilesiyle açılmış o imtihan karşısında duruşumuzu Rabbimize karşı bir nevi göstererek bizde hoşnutluğunu aramak istemektir…
Üstadımız bu üçüncü düsturda
1-Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur.
2- İyi ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar.
3- "Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler." Furkan Sûresi: 25:72. "Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Teğabün Sûresi: 64:14.)
Saadet ve selâmet düsturları olarak ifade etmiş ..Eğer saadet ve selamet istersen bunlara kulak ver demiş…
Dördüncü Düstur: Ehl-i kin ve adâvet, hem nefsine, hem mü'min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünkü, kin ve adâvetle nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder.
Eğer adâvet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Evet,kin ve düşmanlığın hem insanın kendisine hem Mü’min kardeşine hem Allah’ın rahmetine karşı haddi aşar…Çünkü kin ve düşmanlık insanın kendi nefsini acı verici azaplar içerisinde bırakır…Düşman gördüğüne giden nimetlerden azap çektiği gibi..düşmanlığın bir nevi karşılığı olan ..yani düşman kabul ettiğinin de düşmanının o olması ve onun düşmanlığından gelen korku elemini de kendine çektirir..Nefsine zulmeder…Çünkü nefsi onun irade-i cüziyyesine emanettir..O İradesini nefsinin emmare taleplerini dinleyerek adavete meyl ettirse..terbiyesi ve tezkiyesi için tercihine vedia olan nefsini mahiyetindeki düşüşe yönlendirir..Eğer muhakeme-i akliye ve muhabbeti kalbiyesini dinlese..Ruhunda da olan ulvi rabıtaların vicdani hükümleriyle kardeşlik noktasınada ki harekete meyl etse..nefsindeki o kötülüğe karşı olan cihetlerin yüzü..aklın,kalbin,ruhun,vicdanın ..Muhakeme,muhabbet,ve fıtrat olarak birlikteliğine döner ve emelleri bu ittifaka itaat ile Nefsini hayra sevk eder…Onun azaptan kurtulmasına sebep olur…
Evet,demiş..Düşmanlık çekememezlikten,kıskançlıktan gelse o daha büyük bir azaptır..Çünkü haset demiş,evvela haset edeni ezer.mahveder,yandırır…Haset edilen hakkında zararı ya azdır veya yoktur...Asıl sıkıntı hasid olanın dünyasında dolanmakta ve onu azap içinde bırakmaktadır…Haset edilenin ondan ya haberi yoktur..Olsa da o düşünceden gelen bir bilmekle muvakkat keder içine girebilir..Bu manada mazlum olduğundan kalbi muzdarip olmaz ..ve ona geçici bir kederlenmekten başka bir hal vermez…Akıbet ne olursa olsun bu noktada masum olduğundan netice onun lehindedir…Dolayısıyla hakiki bir manada zarar etmez…malı sadaka hükmüne geçer..sıkıntısı kefaret olur..sabrı ona çok sevaplar kazandırabilir ve hakeza……….
Evet demiş;
Hasedin çaresi: Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur.
Diyerek dünyevi cihette olan kıskançlığı ..haset ettiğinde olan haset ettiği şeylerin akıbetlerini ve onların kıskançlığa değmediğini..geçici olduğunu ve sorumluluk içerdiğini..onu korumak kollamak saklamak ..zarar ettirmemek gibi tedbirler dolayısıyla sıkıntısı faydasından çok olduğunu ifade etmiş…
Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Ahirete bekaya bakan nimetlerde ise kıskançlık olamayacağını..eğer onlara da haset edilse ya kendisinin iki yüzlü ki bu ifade uhrevi meseleler de hakkın ve hakikatin karşısındaki bir duruştur çok hatarlı ve zararlıdır..Ahiret malını dünyada yemek gibi bir hal sergilemektir…Veya kast ettiğini riyakar zanneder,haksızlık eder..sui zannıyla haddi aşar zulmeder…