Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
(VESVESE HAKKINDA) - Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ahmet.1" data-source="post: 452811" data-attributes="member: 1040028"><p><span style="font-size: 12px">Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı </span></p><p><span style="font-size: 12px"> [Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.] </span></p><p><span style="font-size: 12px">ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ</span></p><p><span style="font-size: 12px">ﺭَﺏِّ ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﻣِﻦْ ﻫَﻤَﺰَﺍﺕِ ﺍﻟﺸَّﻴَﺎﻃِﻴﻦِ ٭ ﻭَﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﺭَﺏِّ ﺍَﻥْ ﻳَﺤْﻀُﺮُﻭﻥِ</span></p><p><span style="color: #008000">Tazammun: İiçine almak.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px">Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîr-ül vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.</span></p><p><span style="color: #008000">Maraz-ı vesvese: Vesvese hastalığı, kuruntu hastalığı.</span></p><p><span style="color: #008000">Mübtela: Tutkun, düşkün, hasta, dertli.</span></p><p><span style="color: #008000">Musibet: Afet, bela, felaket.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik.</span></p><p><span style="color: #008000">Havf: Korku.</span></p><p><span style="color: #008000">Mahfî: Gizli, saklı.</span></p><p><span style="color: #008000">Mahiyet: İç yüz, esas, asıl, temel özellik, temel gerçek.</span></p><p><span style="color: #008000">Aksam-ı kesîre: Çok kısımlar.</span></p><p><span style="color: #008000">Kesîr-ül vuku: En çok olan, en çok görülen.</span></p><p><span style="color: #008000">Vech: Yön, taraf, yüz. *Tarz, biçim.</span></p><p><span style="color: #008000">Beyan: İzah, açıklama, anlatma.</span></p><p><span style="color: #008000">Cehil: Cahillik, bilgisizlik.</span></p><p><span style="color: #008000">Tard: Kovma.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px">Birinci Vecih - Birinci Yara: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe "Eyvah" dedirtir, ye'se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki; kalbi, Rabbine karşı sû'-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi budur:</span></p><p><span style="color: #008000">Evvelâ: İlk önce, birinci olarak.</span></p><p><span style="color: #008000">Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz.</span></p><p><span style="color: #008000">Münafî-i edeb: Edebe aykırı, ahlak kurallarına ters.</span></p><p><span style="color: #008000">Tasvir: Şekil verme, zihinde canlandırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Ye's: Ümitsizlik.</span></p><p><span style="color: #008000">Sû'-i edeb: Kötü edeb, edepsizlik, terbiyesizlik, saygısızlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Halecan: Titreme, kalp çarpıntısı, heyecan.</span></p><p><span style="color: #008000">Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.</span></p><p><span style="color: #008000"></span></p><p> <span style="font-size: 12px">Bak ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünki senin hatırına gelen şetm değil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi, şetm değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetm ise, hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.</span></p><p><span style="color: #008000">Bîçare: Çaresiz.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesvese: Şüphe, kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül-ü küfür: Küfrü hayalde canlandırma, inkar düşüncesini hayalde canlandırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Küfür: İnkar etme, inanmama, inkarcılık.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül-ü şetm: Çirkin ve kötü sözlerin hayale getirilmesi ve hayalde canlandırılması.</span></p><p><span style="color: #008000">Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz.</span></p><p><span style="color: #008000">Zira: Çünkü.</span></p><p><span style="color: #008000">Müteessir: Etkilenen, etkilenmiş, üzüntülü, üzgün.</span></p><p><span style="color: #008000">Müteessif: Üzülen, kederlenen.</span></p><p><span style="color: #008000">Lümme-i şeytanî: Şeytanın verdiği kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm-ü zarar: Zarar olduğunu sanma, zarar verdiğini düşünme.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma.</span></p><p><span style="color: #008000">Mutazarrır: Zarara uğrayan, zarar görmüş olan.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakikat: Gerçek.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px"> İkinci Vecih budur ki: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Manalar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. "Eyvah!" der. "Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefs, beni matrud eder." Şeytan onun şu damarından çok istifade eder. Şu yaranın merhemi şudur:</span></p><p><span style="color: #008000">Mana: Anlam.</span></p><p><span style="color: #008000">Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol.</span></p><p><span style="color: #008000">Nevi: Çeşit, tür.</span></p><p><span style="color: #008000">Nesc: Dokuma, dokunuş.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik</span></p><p><span style="color: #008000">Münezzeh: Temiz, pak, arınmış.</span></p><p><span style="color: #008000">Mülevves: Kirli, pis.</span></p><p><span style="color: #008000">Telebbüs: Giymek, giyinmek.</span></p><p><span style="color: #008000">İltibas: Birbirine karıştırma, birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Sefillik: Perişanlık, düşkünlük, aşağılık.</span></p><p><span style="color: #008000">Hısset-i nefs: Nefsin aşağılığı.</span></p><p><span style="color: #008000">Matrud: Kovulan kovulmuş.</span></p><p><span style="color: #008000"></span></p><p> <span style="font-size: 12px"> Dinle ey bîçare! Nasılki, senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de: Maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ sen âyât-ı İlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, deva-i illet ve kaza-i hacetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasib süflî suretleri nescedecek ve gelen manalar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.</span></p><p><span style="color: #008000">Bîçare: Çaresiz.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesile: Bahane, sebep. *Vasıta, araç, yol.</span></p><p><span style="color: #008000">Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.</span></p><p><span style="color: #008000">Taharet: Temizlik.</span></p><p><span style="color: #008000">Batn: Mide, karın, iç.</span></p><p><span style="color: #008000">Bâtın: İç, görünmeyen, içyüz.</span></p><p><span style="color: #008000">Necaset: Pislik.</span></p><p><span style="color: #008000">Maânî-i mukaddese: Mukaddes manalar, mübarek ve kutsal manalar.</span></p><p><span style="color: #008000">Suret-i mülevvese: Pis şekil.</span></p><p><span style="color: #008000">Mücaveret: Komşuluk, yakınlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Ayât-ı İlahiye: Allah’ın(cc) ayetleri.</span></p><p><span style="color: #008000">Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Maraz: Hastalık, dert, illet.</span></p><p><span style="color: #008000">İştiha: Kuvveli istek, arzu, acıkma.</span></p><p><span style="color: #008000">Bevl: İdrar.</span></p><p><span style="color: #008000">Emr-i müheyyic: Heyecanlandıran iş, telaşlandıran olay.</span></p><p><span style="color: #008000">Hiss: Duygu.</span></p><p><span style="color: #008000">Deva-i illet: Hastalığın iacı.</span></p><p><span style="color: #008000">Kaza-i hacet: Tuvalet ihtiyacını gidermek.</span></p><p><span style="color: #008000">Levazımat: Lüzumlu şeyler, gerekenler, gerekli şeyler, gerekliler.</span></p><p><span style="color: #008000">Münasib: Uygun, layık, yaraşır.</span></p><p><span style="color: #008000">Süflî: Alçak, aşağı, bayağı, adi.</span></p><p><span style="color: #008000">Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol.</span></p><p><span style="color: #008000">Nesc: Dokuma, dokunuş.</span></p><p><span style="color: #008000">Mana: Anlam.</span></p><p><span style="color: #008000">Beis: Zarar.</span></p><p><span style="color: #008000">Televvüs: Kirlenmek, pislenmek.</span></p><p><span style="color: #008000">Hatar: Tehlike.</span></p><p><span style="color: #008000">Hasr-ı nazar: Bütün dikkatini verme.</span></p><p><span style="color: #008000">Zann-ı zarar: Zarar zannetme, zarar sanma.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px"> Üçüncü Vecih budur ki: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Eşya mabeynlerinde, bazı münasebat-ı hafiye bulunur. Hattâ hiç ümid etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu san'ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki, bazan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i Beyan'da beyan olunduğu gibi, "Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir." Yani: İki zıddın suretlerinin cem'ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedai-yi efkâr tabir edilir. Meselâ: Sen namazda, münacatta, Kâ'be karşısında, huzur-u İlahîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedai-yi efkâr, seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevkeder. Senin başın, böyle bir tedai-yi efkâra mübtela ise, sakın telaş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. "Aman ne kusur ettim" deyip tedkikle meşgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabîlerde daha galibdir. Şeytan, şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:</span></p><p><span style="color: #008000">Mabeyn: Ara.</span></p><p><span style="color: #008000">Münasebat-ı hafiye: Gizli münasebetler, gizli görünmez alakalar ve bağlar.</span></p><p><span style="color: #008000">Münasebet: İlişki, bağ, alaka.</span></p><p><span style="color: #008000">Bizzât: Doğrudan kendisi.</span></p><p><span style="color: #008000">San'at: Ustalık, hüner.</span></p><p><span style="color: #008000">Sırr-ı münasebet: Münasebet sırrı, alakalı olmasındaki gizli gerçek, bağlantısının(ilişkisinin) derin ve ince manası.</span></p><p><span style="color: #008000">Mukaddes: Kutsal, kusursuz, her türlü noksanlardan uzak olan.</span></p><p><span style="color: #008000">Mülevves: Kirli, pis. *Karışık.</span></p><p><span style="color: #008000">Fenn-i Beyan: Anlatma ve ifade ilmi.</span></p><p><span style="color: #008000">Beyan: İzah, açıklama, anlatma.</span></p><p><span style="color: #008000">Hariç: Dış.</span></p><p><span style="color: #008000">Zıddiyet: Zıtlık, terslik.</span></p><p><span style="color: #008000">Sebeb-i kurbiyet: Kurbiyet sebebi, yakınlık sebebi.</span></p><p><span style="color: #008000">Zıdd: Zıt, ters, aksi, karşıt.</span></p><p><span style="color: #008000">Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol</span></p><p><span style="color: #008000">Cem': Toplama, bir arada bulundurma. * Çoğul, çokluğu gösteren kelime. </span></p><p><span style="color: #008000">Vasıta: Araç, aracı, sebep, vesile.</span></p><p><span style="color: #008000">Münasebet- i Hayaliye: Hayali münasebet, hayalle ilgili bağlantı ve ilişki.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahattur: Hatırlama.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı.</span></p><p><span style="color: #008000">Tabir: İfade, söz, deyim.</span></p><p><span style="color: #008000">Münacat: Dua, Allah’a(cc) yalvarma.</span></p><p><span style="color: #008000">Âyât: Ayetler, 1- Kur’an-ı Kerimdeki cümleler. 2- Allah’ı(cc) tanıtan varlıklar.</span></p><p><span style="color: #008000">Tefekkür: Düşünmek. Düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Malayaniyat-ı Rezile: Rezil utanç verici yersiz düşünce ve sözler.</span></p><p><span style="color: #008000">Sevk: Gönderme, yollama.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı.</span></p><p><span style="color: #008000">Mübtela: Tutkun, düşkün, hasta, dertli.</span></p><p><span style="color: #008000">İntibah: Uyanıklık, uyanma.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedkik: İnceleme, araştırma, inceden inceye araştırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Zaîf: Zayıf, güçsüz, kuvvetsiz.</span></p><p><span style="color: #008000">Münasebet: İlişki, bağ, alaka.</span></p><p><span style="color: #008000">Peyda: Ortaya çıkma, olma, meydana çıkma, kazanma, belirme.</span></p><p><span style="color: #008000">Teessür: Etkilenme, üzülme, üzüntü.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahattur: Hatırlama.</span></p><p><span style="color: #008000">Meleke: Tecrübelerin veya tekrarlamaların sonucu kazanılan bilgi ve beceri alışkanlığı.</span></p><p><span style="color: #008000">Maraz-ı hayalî: Hayalle ilgili hastalık, hayal hastalığı.</span></p><p><span style="color: #008000">Nevi: Çeşit, tür.</span></p><p><span style="color: #008000">Galiben: Çoğunlukla.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan.</span></p><p><span style="color: #008000">Hususan: Bilhassa, özellikle, ayrıca.</span></p><p><span style="color: #008000">Hassas: Duyarlı.</span></p><p><span style="color: #008000">Asabî: Sinirli.</span></p><p><span style="color: #008000">Galib: Üstün, yenen.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px">Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasılki şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de, tedai-yi efkâr saikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse; zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı</span></p><p><span style="color: #008000">Galiben: Çoğunlukla.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtiyarsızdır: İstemeyerek, elde olmadan.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedai: bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi, çağrışım.</span></p><p><span style="color: #008000">Mücaveret: Komşuluk, yakınlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Temas: Dokunma, değme.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtilat: Karışmak, karışıp görüşmek.</span></p><p><span style="color: #008000">Efkâr: Fikirler, düşünceler.</span></p><p><span style="color: #008000">Keyfiyet: Özellik, nitelik.</span></p><p><span style="color: #008000">Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.</span></p><p><span style="color: #008000">Şeytan: İnsanı Kur’anın gösterdiği yoldan, iman ve İslam yolundan sürekli saptırmak için uğraşan görünmez bir varlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Melek-i ilham: İlham meleği.</span></p><p><span style="color: #008000">İlham: Allah(cc) tarafından kalbe gelen mana.</span></p><p><span style="color: #008000">Mücaveret: Komşuluk, yakınlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Füccar: Günahkarlar, açıktan günah işleyenler.</span></p><p><span style="color: #008000">Ebrar: iyiler, hayırlılar.</span></p><p><span style="color: #008000">Karabet: Yakınlık, akrabalık.</span></p><p><span style="color: #008000">Mesken: Ev, oturulan yer.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı</span></p><p><span style="color: #008000">Saika: Sürükleyici sebep.</span></p><p><span style="color: #008000">Hayalat: hayaller.</span></p><p><span style="color: #008000">Nezih: Temiz, pak, arınmış, hiçbir kötülüğü ve çirkinliği olmayan.</span></p><p><span style="color: #008000">Efkâr: Fikirler, düşünceler.</span></p><p><span style="color: #008000">Zannı: Zannetmesi, sanması.</span></p><p><span style="color: #008000">Ziyade: Fazla, çok.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px">Dördüncü Vecih: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Amelin en iyi suretini taharriden neş'et eden bir vesvesedir ki, takva zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bazan bir sünnetin araması, bir vâcibi terkettiriyor. "Acaba amelim sahih oldu mu?" der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet ye'se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var:</span></p><p><span style="color: #008000">Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.</span></p><p><span style="color: #008000">Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol.</span></p><p><span style="color: #008000">Taharri: Arama, araştırma, inceleme.</span></p><p><span style="color: #008000">Neş’et: Meydana gelme, ortaya çıkma, var olma.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesvese: Şüphe kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Takva: Bütün günahlardan ve her türlü yasaklardan kendini koruma.</span></p><p><span style="color: #008000">Zannı: Zannetmesi, sanması.</span></p><p><span style="color: #008000">Teşeddüd: Şiddetlenme, sertleşme, kuvvet ve dayanıklılık kazanma.</span></p><p><span style="color: #008000">Evlâ: Daha iyi, çok iyi.</span></p><p><span style="color: #008000">Haram: Yasak ve günah, Allah’ın(cc) açık ve kesin olarak yasakladıkları.</span></p><p><span style="color: #008000">Sünnet: Peygamberimizin(asm) sözleri, hareketleri ve davranışlarıyla gösterdikleri.</span></p><p><span style="color: #008000">Vâcib: Dindeki farz derecesine yakın farz ile sünnet arasındaki emirler.</span></p><p><span style="color: #008000">Sahih: Doğru, tam, noksansız, şartlarına ve kurallarına uygun yapılmış.</span></p><p><span style="color: #008000">İade: Geri verme.</span></p><p><span style="color: #008000">Gayet: Çok, pek çok.</span></p><p><span style="color: #008000">Ye's: Ümitsizlik.</span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px"> Birinci merhem: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Bu gibi vesvese ehl-i İtizale lâyıktır. Çünki onlar derler: "Medar-ı teklif olan ef'al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tâbi'dir." Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: "Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?" Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu'tezile der: "Hakikatte kabih ve fasiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var." Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zahir-i şeriata muvafık olarak işlediğin ameline: "Acaba sahih olmuş mu?" deyip vesvese etme. Fakat, "Kabul olmuş mu?" de. Gururlanma, ucbe girme.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehl-i İtizal: Mutezile mezhebinden olanlar.</span></p><p><span style="color: #008000">Lâyık: Yakışır ve yaraşır. Uygun.</span></p><p><span style="color: #008000">Medar-ı teklif: Sorumluluk ve yükümlülük sebebi.</span></p><p><span style="color: #008000">Ef'al: Fiiller, işler.</span></p><p><span style="color: #008000">Zâtında: Aslında, kendisinde, özünde.</span></p><p><span style="color: #008000">Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya, ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Cehennemin bulunduğu ebedi alem.</span></p><p><span style="color: #008000">Hüsn: Güzellik.</span></p><p><span style="color: #008000">Binaen: Dayanarak, dayalı olarak.</span></p><p><span style="color: #008000">Kubh: Çirkinlik, kötülük.</span></p><p><span style="color: #008000">Nehy: Menetme, yasak etme, yasaklama.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakikat: Gerçek.</span></p><p><span style="color: #008000">Nokta-i Nazar: Bakış açısı.</span></p><p><span style="color: #008000">Hüsün: Güzellik.</span></p><p><span style="color: #008000">Kubh: Çirkinlik, kötülük. </span></p><p><span style="color: #008000">Zâtî: Zata ait, zatla alakalı, kendisiyle ilgili.</span></p><p><span style="color: #008000">Nehy-i İlahî: Allah’ın(cc) yasaklaması.</span></p><p><span style="color: #008000">Tâbi': Bağlı, uyan, arkası sıra giden, izleyen.</span></p><p><span style="color: #008000">Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesvese: Şüphe kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Nefs-ül Emir: Hakikatın kendisi, gerçeğin kendisi.</span></p><p><span style="color: #008000">Mezheb-i hak: Hak mezheb, doğru mezheb.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehl-i Sünnet ve Cemaat: İnanç ve yaşayışın bütün yönleriyle Kur’an ve sünnet yolundan gidenler.</span></p><p><span style="color: #008000">Hasen: Güzel.</span></p><p><span style="color: #008000">Nehy: Menetme, yasak etme, yasaklama.</span></p><p><span style="color: #008000">Kabih: Çirkin, kötü, fena.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçekleşmek, gerçeklik kazanma, ortaya çıkma.</span></p><p><span style="color: #008000">Hüsün: Güzellik.</span></p><p><span style="color: #008000">Kubh: Çirkinlik, kötülük.</span></p><p><span style="color: #008000">Mükellef: Vazifeli, görevli.</span></p><p><span style="color: #008000">Ittıla: Haberli olma, haberi bulunma, bilgisi olma.</span></p><p><span style="color: #008000">Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme.</span></p><p><span style="color: #008000">Surî: Surete ait, görünüşle ilgili, görünüşdeki. Ciddi ve samimi olmayan.</span></p><p><span style="color: #008000">Lâkin: Ancak, fakat, amma.</span></p><p><span style="color: #008000">Muttali: Haberli, bilgili, bilgisi olan.</span></p><p><span style="color: #008000">Sahih: Doğru, tam, noksansız.</span></p><p><span style="color: #008000">Cehl: Cahillik, bilgisizlik.</span></p><p><span style="color: #008000">Zahir-i Şeriat: İslam dininin, açık ve belli olan emir ve yasakları, İslam dininin dış görünüşü.</span></p><p><span style="color: #008000">Muvafık: Uygun, yerinde.</span></p><p></p><p><span style="font-size: 12px"> İkinci merhem: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Dinde harec yoktur. Madem dört mezheb haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-ı hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir.</span></p><p><span style="font-size: 12px">ﺍَﻟﺪِّﻳﻦُ ﻳُﺴْﺮٌ ٭</span></p><p> <span style="font-size: 12px">َﺣَﺮَﺝَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ﻻ</span></p><p><span style="font-size: 12px">esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru' ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.</span></p><p><span style="color: #008000">Harec: Zorluk, darlık, sıkıntı.</span></p><p><span style="color: #008000">İstiğfar: Af dileme, Allah’tan(cc) bağışlanma isteme, tövbe etme.</span></p><p><span style="color: #008000">Müncer: Sürüklenen, götüren, varan, son bulan, sonuçlanan.</span></p><p><span style="color: #008000">Derk-i Kusur: Kusurunu anlamak.</span></p><p><span style="color: #008000">Hüsn-ü amelin: İbadet ve iyi işlerin güzelliği.</span></p><p><span style="color: #008000">Rü'yet: Görmek.</span></p><p><span style="color: #008000">Müreccah: Üstün.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakikat-ı Hal: Durumun gerçek içyüzü, gerçek durum.</span></p><p><span style="color: #008000">Yüsr: Kolaylık, rahatlık.</span></p><p><span style="color: #008000">Münafî: Zıt, ters, aykırı.</span></p><p><span style="color: #008000"></span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px"> BEŞİNCİ VECİH: </span></p><p><span style="font-size: 12px"> Mesail-i imaniyede şübhe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani: Hayale gelen bir şübheyi, akla girmiş bir şübhe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şübheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şübheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şübhe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tedkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, "Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş" der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz'-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye'se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:</span></p><p><span style="font-size: 12px">Mesail-i imaniye: İmane ait meseleler, imanla ilgili konular.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesvese: Şüphe, kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Bîçare: Çaresiz.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Taakkul: Hatırlama, zihin yorarak anlama.</span></p><p><span style="color: #008000">İltibas: Birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma.</span></p><p><span style="color: #008000">İtikad: İnanmak, gönülden iman.</span></p><p><span style="color: #008000">Halel: Zarar, bozma, eksiklik.</span></p><p><span style="color: #008000">Şek: Şüphe, kuşku.</span></p><p><span style="color: #008000">Tasavvur: Zihinde şekillendirme, akılda canlandırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Emr-i küfrî: Küfre ait iş, inkarla ilgili düşünce ve olay.</span></p><p><span style="color: #008000">Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi çalıştırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Dalalet: Sapıtma, iman ve İslam yolundan sapmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Esbab: Sebepler.</span></p><p><span style="color: #008000">Kuvve-i müfekkire: Akıl yürütme gücü, düşünme yeteneği.</span></p><p><span style="color: #008000">Cevelan: Dolaşma.</span></p><p><span style="color: #008000">Tedkikat: Tetkikler, incelemeler, araştırmalar.</span></p><p><span style="color: #008000">Bîtarafane: Tarafsız olarak, tarafsızca.</span></p><p><span style="color: #008000">Muhakemesi: Yargılaması.</span></p><p><span style="color: #008000">Hilaf-ı İman: İmana ters, inanca aykırı.</span></p><p><span style="color: #008000">Telkinat-ı Şeytaniye: Şeytana ait telkinler, şeytanın aşılamaları.</span></p><p><span style="color: #008000">Zanlar: Zannetmeler, sanmalar.</span></p><p><span style="color: #008000">Galiben: Çoğunlukla.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan.</span></p><p><span style="color: #008000">Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği.</span></p><p><span style="color: #008000">Ye's: Ümitsizlik.</span></p><p></p><p><span style="font-size: 12px">Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalalet dalalet olmadığı gibi; tefekkür-ü dalalet dahi, dalalet değildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz'an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz'-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an, öyle değiller. Bir mizana tâbi'dirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasılki tasdik ve iz'an değiller. Öyle de şübhe ve tereddüd sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül-ü küfür: İnkar düşüncesini, hayalde canlandırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm-ü küfür: İnkara düşme kuruntusu.</span></p><p><span style="color: #008000">Tasavvur-u dalalet: Dinden nasıl sapıldığını düşünmek.</span></p><p><span style="color: #008000">Tahayyül: Hayale getirmek, Hayalde canlandırmak.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma.</span></p><p><span style="color: #008000">Tasavvur: Zihinde şekillendirme, akılda canlandırma.</span></p><p><span style="color: #008000">İz'an-ı kalbî: Kalple ilgili iman ve benimseme.</span></p><p><span style="color: #008000">Teklif-i dinî: Dini teklif, dinin yükümlü tutması, dinin emir ve yasaklarla görevlendirmesi.</span></p><p><span style="color: #008000">Tasdik: Doğrulama, doğruluğunu kabul etme.</span></p><p><span style="color: #008000">İz'an: Anlayış, benimseme, inanıp itaat etme.</span></p><p><span style="color: #008000">Müstekar: Kararlı, sabit, değişmez, yerleşmiş, kalıcı.</span></p><p><span style="color: #008000">Nevi: Çeşit, tür.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevellüd: Doğma, meydana gelme.</span></p><p><span style="color: #008000">Bîtarafane: Tarafsız olarak, tarafsızca.</span></p><p><span style="color: #008000">Muhakeme: Düşünce, akıl yürütme, değerlendirme. *Sorgulama, yargılama.</span></p><p><span style="color: #008000">Şıkk-ı muhalif: Karşı taraf, karşı tarafın görüşü.</span></p><p><span style="color: #008000">İltizam: Lüzumlu görme, gerekli görme.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan.</span></p><p><span style="color: #008000">Taraf-ı muhalif: Muhalif taraf, zıt taraf.</span></p><p><span style="color: #008000">Hasm: Düşman.</span></p><p><span style="color: #008000">Vekil-i fuzulî: Gereksiz sözcü.</span></p><p><span style="color: #008000">Halet: Durum, hal.</span></p><p><span style="color: #008000">Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme.</span></p><p><span style="color: #008000"></span></p><p></p><p> <span style="font-size: 12px">Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani: Bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki: İmkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şübhesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû' etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şübhe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem</span></p><p><span style="font-size: 12px">…</span></p><p><span style="font-size: 12px">yani: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir.</span></p><p><span style="color: #008000">İmkân-ı zâtî: Bir şeyin kendisiyle ilgili olabilecekler.</span></p><p><span style="color: #008000">İmkân-ı zihnî: Akıl ve mantık bakımından olabilirlik.</span></p><p><span style="color: #008000">İltibas: Birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.</span></p><p><span style="color: #008000">Meşkuk: Şüpheli.</span></p><p><span style="color: #008000">Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma.</span></p><p><span style="color: #008000">İlm-i Kelâm: Kelam ilmi, İslam dininin temel inanç kurallarını açıklayan ve ispatını yapan ilim.</span></p><p><span style="color: #008000">Kaide: Prensip, kural.</span></p><p><span style="color: #008000">Muhtemel: Olabilir, mümkün.</span></p><p><span style="color: #008000">İhtimal-i imkânî: Mümkün olma ihtimali.</span></p><p><span style="color: #008000">Tulû': Doğma, doğuş, ortaya çıkma.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakaik-i imaniye: İnançla ilgili gerçekler.</span></p><p><span style="color: #008000">Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.</span></p><p><span style="color: #008000">Neş'et: Meydana gelme, ortaya çıkma, var olma.</span></p><p><span style="color: #008000">Ehemmiyeti: Önemi.</span></p><p><span style="color: #008000">Kaide-i meşhure: Meşhur kaide, herkesce bilinen kural.</span></p><p><span style="color: #008000">Usûl-üd din: Dinin usulü, dinin esaslarını inceleyen ilmin temel kuralları.</span></p><p><span style="color: #008000">Usûl-ül fıkh: Fıkıh usulü, dinin emir ve yasaklarını inceleyen ilmin temel kuralları.</span></p><p><span style="color: #008000">Kaide-i mukarrere: Mukarrer kaide, değişmez kaide, değişmez kural.</span></p><p></p><p><span style="font-size: 12px"> Eğer desen: Bu derece mü'minlere muzır ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize bela olmuş?"</span></p><p><span style="font-size: 12px"> Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def'eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm'e şekva etmeli, "Eûzü billahi mineşşeytanirracim" demeli.</span></p><p><span style="color: #008000">Muzır: Zararlı, zarar veren.</span></p><p><span style="color: #008000">Müz'ic: Rahatsız edici, usandırıcı, sıkıntı verici.</span></p><p><span style="color: #008000">Vesvese: Şüphe, kuruntu.</span></p><p><span style="color: #008000">Binaen: Dayanarak, dayalı olarak.</span></p><p><span style="color: #008000">İfrat: Aşırılık, aşırı gitme, çok ileri gitme, haddini aşma.</span></p><p><span style="color: #008000">Asl-ı vesvese: Vesvesenin aslı, kuruntunun gerçek iç yüzü.</span></p><p><span style="color: #008000">Teyakkuz: Uyanık olma, uyanıklılık, göz açıklığı.</span></p><p><span style="color: #008000">Taharri: Arama, araştırma, inceleme.</span></p><p><span style="color: #008000">Dâî: Davet eden, sebep olan. *Dua eden.</span></p><p><span style="color: #008000">Ciddiyet: Ağırbaşlılık, ciddilik, gerçek ve samimilik.</span></p><p><span style="color: #008000">Lâkayd: Alakasız, ilgisiz.</span></p><p><span style="color: #008000">Tehavün: Önem vermemek, önemsememek, aldırış etmeme.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakîm-i Mutlak: Sonsuz hikmet sahibi, her şeyi sayısız gayeler ve faydalarla düzenli olarak yapan Allah(cc).</span></p><p><span style="color: #008000">Dâr-ı imtihan: İmtihan yeri.</span></p><p><span style="color: #008000">Meydan-ı müsabaka: Müsabaka meydanı, yarışma sahası.</span></p><p><span style="color: #008000">Kamçı-yı teşvik: Teşvik kamçısı.</span></p><p><span style="color: #008000">Beşer: İnsan.</span></p><p><span style="color: #008000">Ziyade: Fazla, çok.</span></p><p><span style="color: #008000">Hakîm-i Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli olan ve her şeyde gayeler ve faydalar gözeten Allah(cc).</span></p><p><span style="color: #008000">Şekva: Şikayet.</span></p><p><span style="color: #008000">Eûzü billahi mineşşeytanirracim: Şeytandan Allah’a(cc) sığınırım.</span></p><p></p><p><span style="font-size: 15px">Sözler</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ahmet.1, post: 452811, member: 1040028"] [SIZE=3]Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı [Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.] ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ ﺭَﺏِّ ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﻣِﻦْ ﻫَﻤَﺰَﺍﺕِ ﺍﻟﺸَّﻴَﺎﻃِﻴﻦِ ٭ ﻭَﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﺭَﺏِّ ﺍَﻥْ ﻳَﺤْﻀُﺮُﻭﻥِ[/SIZE] [COLOR="#008000"]Tazammun: İiçine almak.[/COLOR] [SIZE=3]Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîr-ül vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Maraz-ı vesvese: Vesvese hastalığı, kuruntu hastalığı. Mübtela: Tutkun, düşkün, hasta, dertli. Musibet: Afet, bela, felaket. Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik. Havf: Korku. Mahfî: Gizli, saklı. Mahiyet: İç yüz, esas, asıl, temel özellik, temel gerçek. Aksam-ı kesîre: Çok kısımlar. Kesîr-ül vuku: En çok olan, en çok görülen. Vech: Yön, taraf, yüz. *Tarz, biçim. Beyan: İzah, açıklama, anlatma. Cehil: Cahillik, bilgisizlik. Tard: Kovma.[/COLOR] [SIZE=3]Birinci Vecih - Birinci Yara: Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe "Eyvah" dedirtir, ye'se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki; kalbi, Rabbine karşı sû'-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi budur:[/SIZE] [COLOR="#008000"]Evvelâ: İlk önce, birinci olarak. Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz. Münafî-i edeb: Edebe aykırı, ahlak kurallarına ters. Tasvir: Şekil verme, zihinde canlandırma. Ye's: Ümitsizlik. Sû'-i edeb: Kötü edeb, edepsizlik, terbiyesizlik, saygısızlık. Halecan: Titreme, kalp çarpıntısı, heyecan. Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma. [/COLOR] [SIZE=3]Bak ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünki senin hatırına gelen şetm değil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi, şetm değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetm ise, hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Bîçare: Çaresiz. Vesvese: Şüphe, kuruntu. Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz. Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak. Tahayyül-ü küfür: Küfrü hayalde canlandırma, inkar düşüncesini hayalde canlandırma. Küfür: İnkar etme, inanmama, inkarcılık. Tahayyül-ü şetm: Çirkin ve kötü sözlerin hayale getirilmesi ve hayalde canlandırılması. Şetm: Sövmek, küfretmek, yakışıksız çirkin söz. Zira: Çünkü. Müteessir: Etkilenen, etkilenmiş, üzüntülü, üzgün. Müteessif: Üzülen, kederlenen. Lümme-i şeytanî: Şeytanın verdiği kuruntu. Tevehhüm-ü zarar: Zarar olduğunu sanma, zarar verdiğini düşünme. Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma. Mutazarrır: Zarara uğrayan, zarar görmüş olan. Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak. Hakikat: Gerçek.[/COLOR] [SIZE=3] İkinci Vecih budur ki: Manalar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. "Eyvah!" der. "Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefs, beni matrud eder." Şeytan onun şu damarından çok istifade eder. Şu yaranın merhemi şudur:[/SIZE] [COLOR="#008000"]Mana: Anlam. Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol. Nevi: Çeşit, tür. Nesc: Dokuma, dokunuş. Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik Münezzeh: Temiz, pak, arınmış. Mülevves: Kirli, pis. Telebbüs: Giymek, giyinmek. İltibas: Birbirine karıştırma, birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma. Sefillik: Perişanlık, düşkünlük, aşağılık. Hısset-i nefs: Nefsin aşağılığı. Matrud: Kovulan kovulmuş. [/COLOR] [SIZE=3] Dinle ey bîçare! Nasılki, senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de: Maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ sen âyât-ı İlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, deva-i illet ve kaza-i hacetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasib süflî suretleri nescedecek ve gelen manalar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Bîçare: Çaresiz. Vesile: Bahane, sebep. *Vasıta, araç, yol. Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili. Taharet: Temizlik. Batn: Mide, karın, iç. Bâtın: İç, görünmeyen, içyüz. Necaset: Pislik. Maânî-i mukaddese: Mukaddes manalar, mübarek ve kutsal manalar. Suret-i mülevvese: Pis şekil. Mücaveret: Komşuluk, yakınlık. Ayât-ı İlahiye: Allah’ın(cc) ayetleri. Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak. Maraz: Hastalık, dert, illet. İştiha: Kuvveli istek, arzu, acıkma. Bevl: İdrar. Emr-i müheyyic: Heyecanlandıran iş, telaşlandıran olay. Hiss: Duygu. Deva-i illet: Hastalığın iacı. Kaza-i hacet: Tuvalet ihtiyacını gidermek. Levazımat: Lüzumlu şeyler, gerekenler, gerekli şeyler, gerekliler. Münasib: Uygun, layık, yaraşır. Süflî: Alçak, aşağı, bayağı, adi. Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol. Nesc: Dokuma, dokunuş. Mana: Anlam. Beis: Zarar. Televvüs: Kirlenmek, pislenmek. Hatar: Tehlike. Hasr-ı nazar: Bütün dikkatini verme. Zann-ı zarar: Zarar zannetme, zarar sanma.[/COLOR] [SIZE=3] Üçüncü Vecih budur ki: Eşya mabeynlerinde, bazı münasebat-ı hafiye bulunur. Hattâ hiç ümid etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu san'ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki, bazan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i Beyan'da beyan olunduğu gibi, "Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir." Yani: İki zıddın suretlerinin cem'ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedai-yi efkâr tabir edilir. Meselâ: Sen namazda, münacatta, Kâ'be karşısında, huzur-u İlahîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedai-yi efkâr, seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevkeder. Senin başın, böyle bir tedai-yi efkâra mübtela ise, sakın telaş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. "Aman ne kusur ettim" deyip tedkikle meşgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabîlerde daha galibdir. Şeytan, şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:[/SIZE] [COLOR="#008000"]Mabeyn: Ara. Münasebat-ı hafiye: Gizli münasebetler, gizli görünmez alakalar ve bağlar. Münasebet: İlişki, bağ, alaka. Bizzât: Doğrudan kendisi. San'at: Ustalık, hüner. Sırr-ı münasebet: Münasebet sırrı, alakalı olmasındaki gizli gerçek, bağlantısının(ilişkisinin) derin ve ince manası. Mukaddes: Kutsal, kusursuz, her türlü noksanlardan uzak olan. Mülevves: Kirli, pis. *Karışık. Fenn-i Beyan: Anlatma ve ifade ilmi. Beyan: İzah, açıklama, anlatma. Hariç: Dış. Zıddiyet: Zıtlık, terslik. Sebeb-i kurbiyet: Kurbiyet sebebi, yakınlık sebebi. Zıdd: Zıt, ters, aksi, karşıt. Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol Cem': Toplama, bir arada bulundurma. * Çoğul, çokluğu gösteren kelime. Vasıta: Araç, aracı, sebep, vesile. Münasebet- i Hayaliye: Hayali münasebet, hayalle ilgili bağlantı ve ilişki. Tahattur: Hatırlama. Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı. Tabir: İfade, söz, deyim. Münacat: Dua, Allah’a(cc) yalvarma. Âyât: Ayetler, 1- Kur’an-ı Kerimdeki cümleler. 2- Allah’ı(cc) tanıtan varlıklar. Tefekkür: Düşünmek. Düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak. Malayaniyat-ı Rezile: Rezil utanç verici yersiz düşünce ve sözler. Sevk: Gönderme, yollama. Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı. Mübtela: Tutkun, düşkün, hasta, dertli. İntibah: Uyanıklık, uyanma. Tedkik: İnceleme, araştırma, inceden inceye araştırma. Zaîf: Zayıf, güçsüz, kuvvetsiz. Münasebet: İlişki, bağ, alaka. Peyda: Ortaya çıkma, olma, meydana çıkma, kazanma, belirme. Teessür: Etkilenme, üzülme, üzüntü. Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik. Tahattur: Hatırlama. Meleke: Tecrübelerin veya tekrarlamaların sonucu kazanılan bilgi ve beceri alışkanlığı. Maraz-ı hayalî: Hayalle ilgili hastalık, hayal hastalığı. Nevi: Çeşit, tür. Galiben: Çoğunlukla. İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan. Hususan: Bilhassa, özellikle, ayrıca. Hassas: Duyarlı. Asabî: Sinirli. Galib: Üstün, yenen.[/COLOR] [SIZE=3]Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasılki şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de, tedai-yi efkâr saikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse; zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı Galiben: Çoğunlukla. İhtiyarsızdır: İstemeyerek, elde olmadan. Tedai: bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi, çağrışım. Mücaveret: Komşuluk, yakınlık. Temas: Dokunma, değme. İhtilat: Karışmak, karışıp görüşmek. Efkâr: Fikirler, düşünceler. Keyfiyet: Özellik, nitelik. Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme. Şeytan: İnsanı Kur’anın gösterdiği yoldan, iman ve İslam yolundan sürekli saptırmak için uğraşan görünmez bir varlık. Melek-i ilham: İlham meleği. İlham: Allah(cc) tarafından kalbe gelen mana. Mücaveret: Komşuluk, yakınlık. Füccar: Günahkarlar, açıktan günah işleyenler. Ebrar: iyiler, hayırlılar. Karabet: Yakınlık, akrabalık. Mesken: Ev, oturulan yer. Tedai-yi efkâr: Bir fikrin(düşüncenin) başka bir fikri(düşünceyi) hatıra getirmesi, fikir çağrışımı Saika: Sürükleyici sebep. Hayalat: hayaller. Nezih: Temiz, pak, arınmış, hiçbir kötülüğü ve çirkinliği olmayan. Efkâr: Fikirler, düşünceler. Zannı: Zannetmesi, sanması. Ziyade: Fazla, çok.[/COLOR] [SIZE=3]Dördüncü Vecih: Amelin en iyi suretini taharriden neş'et eden bir vesvesedir ki, takva zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bazan bir sünnetin araması, bir vâcibi terkettiriyor. "Acaba amelim sahih oldu mu?" der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet ye'se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var:[/SIZE] [COLOR="#008000"]Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme. Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz *Dış görünüş. *Gidiş, yol. Taharri: Arama, araştırma, inceleme. Neş’et: Meydana gelme, ortaya çıkma, var olma. Vesvese: Şüphe kuruntu. Takva: Bütün günahlardan ve her türlü yasaklardan kendini koruma. Zannı: Zannetmesi, sanması. Teşeddüd: Şiddetlenme, sertleşme, kuvvet ve dayanıklılık kazanma. Evlâ: Daha iyi, çok iyi. Haram: Yasak ve günah, Allah’ın(cc) açık ve kesin olarak yasakladıkları. Sünnet: Peygamberimizin(asm) sözleri, hareketleri ve davranışlarıyla gösterdikleri. Vâcib: Dindeki farz derecesine yakın farz ile sünnet arasındaki emirler. Sahih: Doğru, tam, noksansız, şartlarına ve kurallarına uygun yapılmış. İade: Geri verme. Gayet: Çok, pek çok. Ye's: Ümitsizlik.[/COLOR] [SIZE=3] Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i İtizale lâyıktır. Çünki onlar derler: "Medar-ı teklif olan ef'al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tâbi'dir." Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: "Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?" Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu'tezile der: "Hakikatte kabih ve fasiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var." Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zahir-i şeriata muvafık olarak işlediğin ameline: "Acaba sahih olmuş mu?" deyip vesvese etme. Fakat, "Kabul olmuş mu?" de. Gururlanma, ucbe girme.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Ehl-i İtizal: Mutezile mezhebinden olanlar. Lâyık: Yakışır ve yaraşır. Uygun. Medar-ı teklif: Sorumluluk ve yükümlülük sebebi. Ef'al: Fiiller, işler. Zâtında: Aslında, kendisinde, özünde. Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya, ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Cehennemin bulunduğu ebedi alem. Hüsn: Güzellik. Binaen: Dayanarak, dayalı olarak. Kubh: Çirkinlik, kötülük. Nehy: Menetme, yasak etme, yasaklama. Hakikat: Gerçek. Nokta-i Nazar: Bakış açısı. Hüsün: Güzellik. Kubh: Çirkinlik, kötülük. Zâtî: Zata ait, zatla alakalı, kendisiyle ilgili. Nehy-i İlahî: Allah’ın(cc) yasaklaması. Tâbi': Bağlı, uyan, arkası sıra giden, izleyen. Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme. Vesvese: Şüphe kuruntu. Nefs-ül Emir: Hakikatın kendisi, gerçeğin kendisi. Mezheb-i hak: Hak mezheb, doğru mezheb. Ehl-i Sünnet ve Cemaat: İnanç ve yaşayışın bütün yönleriyle Kur’an ve sünnet yolundan gidenler. Hasen: Güzel. Nehy: Menetme, yasak etme, yasaklama. Kabih: Çirkin, kötü, fena. Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçekleşmek, gerçeklik kazanma, ortaya çıkma. Hüsün: Güzellik. Kubh: Çirkinlik, kötülük. Mükellef: Vazifeli, görevli. Ittıla: Haberli olma, haberi bulunma, bilgisi olma. Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme. Surî: Surete ait, görünüşle ilgili, görünüşdeki. Ciddi ve samimi olmayan. Lâkin: Ancak, fakat, amma. Muttali: Haberli, bilgili, bilgisi olan. Sahih: Doğru, tam, noksansız. Cehl: Cahillik, bilgisizlik. Zahir-i Şeriat: İslam dininin, açık ve belli olan emir ve yasakları, İslam dininin dış görünüşü. Muvafık: Uygun, yerinde.[/COLOR] [SIZE=3] İkinci merhem: Dinde harec yoktur. Madem dört mezheb haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-ı hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. ﺍَﻟﺪِّﻳﻦُ ﻳُﺴْﺮٌ ٭ َﺣَﺮَﺝَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ﻻ esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru' ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Harec: Zorluk, darlık, sıkıntı. İstiğfar: Af dileme, Allah’tan(cc) bağışlanma isteme, tövbe etme. Müncer: Sürüklenen, götüren, varan, son bulan, sonuçlanan. Derk-i Kusur: Kusurunu anlamak. Hüsn-ü amelin: İbadet ve iyi işlerin güzelliği. Rü'yet: Görmek. Müreccah: Üstün. Hakikat-ı Hal: Durumun gerçek içyüzü, gerçek durum. Yüsr: Kolaylık, rahatlık. Münafî: Zıt, ters, aykırı. [/COLOR] [SIZE=3] BEŞİNCİ VECİH: Mesail-i imaniyede şübhe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani: Hayale gelen bir şübheyi, akla girmiş bir şübhe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şübheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şübheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şübhe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tedkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, "Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş" der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz'-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye'se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki: Mesail-i imaniye: İmane ait meseleler, imanla ilgili konular.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Vesvese: Şüphe, kuruntu. Bîçare: Çaresiz. Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak. Taakkul: Hatırlama, zihin yorarak anlama. İltibas: Birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma. Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma. İtikad: İnanmak, gönülden iman. Halel: Zarar, bozma, eksiklik. Şek: Şüphe, kuşku. Tasavvur: Zihinde şekillendirme, akılda canlandırma. Emr-i küfrî: Küfre ait iş, inkarla ilgili düşünce ve olay. Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi çalıştırmak. Dalalet: Sapıtma, iman ve İslam yolundan sapmak. Esbab: Sebepler. Kuvve-i müfekkire: Akıl yürütme gücü, düşünme yeteneği. Cevelan: Dolaşma. Tedkikat: Tetkikler, incelemeler, araştırmalar. Bîtarafane: Tarafsız olarak, tarafsızca. Muhakemesi: Yargılaması. Hilaf-ı İman: İmana ters, inanca aykırı. Telkinat-ı Şeytaniye: Şeytana ait telkinler, şeytanın aşılamaları. Zanlar: Zannetmeler, sanmalar. Galiben: Çoğunlukla. İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan. Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği. Ye's: Ümitsizlik.[/COLOR] [SIZE=3]Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalalet dalalet olmadığı gibi; tefekkür-ü dalalet dahi, dalalet değildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz'an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz'-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an, öyle değiller. Bir mizana tâbi'dirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasılki tasdik ve iz'an değiller. Öyle de şübhe ve tereddüd sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Tahayyül-ü küfür: İnkar düşüncesini, hayalde canlandırma. Tevehhüm-ü küfür: İnkara düşme kuruntusu. Tasavvur-u dalalet: Dinden nasıl sapıldığını düşünmek. Tahayyül: Hayale getirmek, Hayalde canlandırmak. Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma. Tasavvur: Zihinde şekillendirme, akılda canlandırma. İz'an-ı kalbî: Kalple ilgili iman ve benimseme. Teklif-i dinî: Dini teklif, dinin yükümlü tutması, dinin emir ve yasaklarla görevlendirmesi. Tasdik: Doğrulama, doğruluğunu kabul etme. İz'an: Anlayış, benimseme, inanıp itaat etme. Müstekar: Kararlı, sabit, değişmez, yerleşmiş, kalıcı. Nevi: Çeşit, tür. Tevellüd: Doğma, meydana gelme. Bîtarafane: Tarafsız olarak, tarafsızca. Muhakeme: Düşünce, akıl yürütme, değerlendirme. *Sorgulama, yargılama. Şıkk-ı muhalif: Karşı taraf, karşı tarafın görüşü. İltizam: Lüzumlu görme, gerekli görme. İhtiyarsız: İstemeyerek, elde olmadan. Taraf-ı muhalif: Muhalif taraf, zıt taraf. Hasm: Düşman. Vekil-i fuzulî: Gereksiz sözcü. Halet: Durum, hal. Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme. [/COLOR] [SIZE=3]Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani: Bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki: İmkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şübhesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû' etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şübhe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem … yani: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir.[/SIZE] [COLOR="#008000"]İmkân-ı zâtî: Bir şeyin kendisiyle ilgili olabilecekler. İmkân-ı zihnî: Akıl ve mantık bakımından olabilirlik. İltibas: Birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma. Meşkuk: Şüpheli. Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma. İlm-i Kelâm: Kelam ilmi, İslam dininin temel inanç kurallarını açıklayan ve ispatını yapan ilim. Kaide: Prensip, kural. Muhtemel: Olabilir, mümkün. İhtimal-i imkânî: Mümkün olma ihtimali. Tulû': Doğma, doğuş, ortaya çıkma. Hakaik-i imaniye: İnançla ilgili gerçekler. Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı. Neş'et: Meydana gelme, ortaya çıkma, var olma. Ehemmiyeti: Önemi. Kaide-i meşhure: Meşhur kaide, herkesce bilinen kural. Usûl-üd din: Dinin usulü, dinin esaslarını inceleyen ilmin temel kuralları. Usûl-ül fıkh: Fıkıh usulü, dinin emir ve yasaklarını inceleyen ilmin temel kuralları. Kaide-i mukarrere: Mukarrer kaide, değişmez kaide, değişmez kural.[/COLOR] [SIZE=3] Eğer desen: Bu derece mü'minlere muzır ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize bela olmuş?" Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def'eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm'e şekva etmeli, "Eûzü billahi mineşşeytanirracim" demeli.[/SIZE] [COLOR="#008000"]Muzır: Zararlı, zarar veren. Müz'ic: Rahatsız edici, usandırıcı, sıkıntı verici. Vesvese: Şüphe, kuruntu. Binaen: Dayanarak, dayalı olarak. İfrat: Aşırılık, aşırı gitme, çok ileri gitme, haddini aşma. Asl-ı vesvese: Vesvesenin aslı, kuruntunun gerçek iç yüzü. Teyakkuz: Uyanık olma, uyanıklılık, göz açıklığı. Taharri: Arama, araştırma, inceleme. Dâî: Davet eden, sebep olan. *Dua eden. Ciddiyet: Ağırbaşlılık, ciddilik, gerçek ve samimilik. Lâkayd: Alakasız, ilgisiz. Tehavün: Önem vermemek, önemsememek, aldırış etmeme. Hakîm-i Mutlak: Sonsuz hikmet sahibi, her şeyi sayısız gayeler ve faydalarla düzenli olarak yapan Allah(cc). Dâr-ı imtihan: İmtihan yeri. Meydan-ı müsabaka: Müsabaka meydanı, yarışma sahası. Kamçı-yı teşvik: Teşvik kamçısı. Beşer: İnsan. Ziyade: Fazla, çok. Hakîm-i Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli olan ve her şeyde gayeler ve faydalar gözeten Allah(cc). Şekva: Şikayet. Eûzü billahi mineşşeytanirracim: Şeytandan Allah’a(cc) sığınırım.[/COLOR] [SIZE=4]Sözler[/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
(VESVESE HAKKINDA) - Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst