SUNUHAT

Sergerdan

Well-known member
. Elime "1970'li yılların başında henüz bütün Risale-i Nur Külliyatı'nın kitapları lâtin harfleriyle neşredilmişti Sünûhat" Risalesi geçti.
Üzerinde çalışmaya başladım. Fakat bir kelimeyi tam okuyamıyordum. Yabancı bir siyaset adamı olduğu anlaşılıyordu... Orasını boş bırakıp devam ettim. İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü'nde öğrenciydim. Okula geldim... Edebiyat dersi vardı. Hocamız Fuat Edip Baksı idi. Merhum, şairdi ve bazı şiirleri şarkı olarak bestelenmişti. Dersleri çok hoş geçerdi. Sıkıcılığı hatıralarla ve fıkralarla aşar geçerdi. Hatta mevlid konusu işlenirken, "Haydi içinizde hafızlar, mevlidhanlar var... Geleneğe uygun şekilde bir mevlid okuyun... Şerbetler benden..." dedi. Sesi güzel olan arkadaşlarımız çok güzel bir mevlid okudular, hocamız da cidden çok hislendi. Şu anda çehresi gözlerimin önünde...
İşte o rahmetli hocamız, konunun bir yerinde hocalara saygı için Almanya'dan bir örnek veriyordu. Dedi ki: "Alman devlet adamı Hindenburg, bir köyün yanından geçiyormuş. Köy okulunu ziyaret etmek istemiş. Öğretmen derste imiş. Doğruca sınıfa girmiş. Öğretmen, sanki içeri hiç kimse girmemiş gibi dersine devam etmiş. Dersi bitirmiş. Çocuklar sınıftan çıktıktan sonra, en derin hürmet hissiyle Hindenburg'un önünde eğilip selamlamış. Gururlu bir siyasî olan Hindenburg, ilgisizlikten çok canı sıkıldığı halde baştan hiçbir şey söylememiş; ama patlamak üzereyken böyle bir hürmet onu frenlemiş... Ama demiş ki 'Sen benim kim olduğumu çok iyi bildiğin halde niçin ilk sınıfa girdiğimde bu saygıyı göstermedin de dersin sonuna bıraktın?' Öğretmen de 'Efendim biz çocuklara, en büyük Tanrı'dır, ondan sonra öğretmenler gelir, diye telkin ediyoruz. Eğer onların yanında böyle yaptığım gibi huzurunuzda eğilsem, Tanrı ile aramıza girer, büyük öğretmenler değil, devlet adamları olurdu. Çocukların da öğretmene ve öğretmenliğe saygıları kalmazdı.' demiş. Hindenburg, öğretmenin bu tavrını takdir etmiş."
Konuşması bitince, "Hocam şu Alman devlet adamının ismini tahtaya yazar mısınız? Osmanlıca bir metinde benzer bir kelime vardı okuyamadım." dedim. Allah rahmet eylesin o da kalkıp tahtaya "Hindenburg" diye yazdı...
Sonra Birinci Dünya Savaşı ile ilgili Sünûhat'taki o bölümü buldum ve tekrar gözden geçirdim:
"Denildi: '-Mağlubiyet malumdu, biz bilirdik, bilerek bizi belâya attılar.' Dedim: '-Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harp, sizin gibi acemilere nasıl malûm ve bedihî olabilir."
Böylece "Hindenburg" kelimesini oraya yerleştirdim.
Şimdi de bu güzel eser üzerine kendimce, anladığım ve ifade edebildiğim kadarıyla bir şeyler yazmaya çalıştım. İnşaallah faydalı olmuştur. Okuyucularımdan faydalı tenkitleri ve ilave edilecek yeni ve farklı bilgiler varsa bunları bana ulaştırmalarını istirham ediyorum. Kendim bu kadarını elimdeki imkânlarla ve kıt anlayışımla yapmaya çalıştım. İnşaallah ileride daha muhtevalı ve güzel çalışmalar yapılır.
Gerçekten "Sünûhat" isimli bu şaheserde düşünce dünyamıza, ülkemiz ve âlem-i İslam'a bakan meseleler ele alınmış ve teklifler getirilmiş. Kitabın hacminin küçüklüğüne bakmadan içinde meselelerin büyüklüğüne bakıp, günümüzde bu muhteşem fikirlerden nasıl istifade edeceğimize dikkat etmeliyiz...
 
Üst