röportaj...

ebrar172

Well-known member
Din istismarını dindarlar önlesin
roportaj.jpg
Süleyman BayraktarSüleyman Bayraktar, yirmi yıllık İslamiyat Dergisi'nin kurucusu, genel yayın yönetmeni ve bu dergi çerçevesinde bir araya gelen ilahiyatçı ve sosyal bilimcilerin fikir jimnastiği yaptığı Toplumsal Sorunlara Siyasi Çözümler Platformu'nun başkanı.
İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhami Güler ile birlikte "Kutsal dinî kavramların manevi içeriğinin tahrip edildiği, din istismarı sonucu ticari kazanç elde edildiği, herkes tarafından kutsal kabul edilen bir kavramı marka haline getirerek muadil markalar karşısında haksız kazanç oluşmasına neden olduğu" gerekçesiyle Tekbir giyim firmasına dava açtığını duyduğumda "İşte yılın olayı!" diye düşündüm. Davanın sonucu ne olursa olsun, bu sivil girişimi, dindarların kendi bahçelerini temizlemeye başladığını göstermesi açısından "Vaka-ı Hayriye" olarak niteliyorum. Bu hareketin duyarlı insanları "başka ne yapabiliriz?" sorusunun peşinden sürükleyeceğine, ahlaksızlığın din adına yapılanını dışlayarak topyekun bir mahalle temizliğine dönüşeceğine inanmak istiyorum. </I>
Tekbir" markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesi talebiyle Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi'ne başvurdunuz. Tekbir kelimesinin manevi içeriğinin tahrip edildiğini, dinin ticarete alet edildiğini düşünüyorsunuz. Başka kutsal kavramları da ticari marka yapan firmalar var. Neden Tekbir?
Çünkü "Tekbir", dinin çok önemli bir simgesi. Ve Tekbir Giyim, dinî kavramların ticari marka olarak kullanılmasının en belirgin örneği. Böyle yüzlerce var. Tekbir Tuğla, Tekbir Sucuk, Tekbir bilmem ne. Uhud Ciğercisi var mesela. Biliyorsunuz Hazreti Hamza'nın şehit edilişi Uhud Savaşı'nda olmuştur. Ve ciğeri çıkarılmıştır. Uhud Diş var mesela. Peygamber'in dişinin de yine orada kırıldığı rivayet edilir. Miraç Asansör var.
Yirmi yıl önce yoktu bunlar değil mi?
Yoktu. Çünkü muhafazakâr kesimde o kadar para yoktu. Dinî kavramların neredeyse toplum hayatından çıktığı bir toplum psikolojisinden, hayata tekrar dinî kavramları sokma ile izah edilir bir sosyal değişim evresi yaşandı. 2000'den beri bu tabela kirliliğinden çok rahatsızdım. Onlar ise bunu "emri bil maruf" yani iyiliği emretmek görevi üstlendikleriyle açıklıyorlardı. Bu masum gibi görünse de bizi rahatsız ediyordu. Ama 2000'den sonra markalaşmaya başlayınca, iş kapitalizmin hâkimiyetine girince "nehyi anil münker" yani kötülüğün men edilmesi kapsamı alanına girdiğini düşündüm. 2000'de İslamiyat Dergisi'nde din istismarının dinî özgürlüklerin daraltılmasına yol açacağına ve bu bağlamda muhafazakâr kesimin aymazlıklarına işaret etmiştik.
Din istismarı tabirini daha çok laik kesim kullanır. İlk defa dindar bir kişi kullanıyor. Benim için sizi bu sayfaya davet etmemin en önemli nedeni bu. Neden daha önce açmadınız davayı?
Bu davanın açılması lazım dediğimizde muhafazakâr çevrenin yüzlerinden ve gözlerinden algıladığımız "Ne gerek var?" sorusu bizi tereddüde düşürdü. Ama bu yıl "Artık açmamız gerekir" dediğimizde tamamen onaylandık. O bize cesaret verdi. Çünkü o "fitne" algılamasını veya birileri tarafından konjonktüre uygun çalışmalar algılamasını istemezdik.
Davayı açtığınızdan bu yana ne tepkiler aldınız?
Gerek internetteki yorumlara, gerek bizi telefonla arayan veya yüz yüze desteğini veren yüzlerce insana baktığımızda, konunun muhafazakâr kesimde artık olgunlaştığını gördük. Birçok kişi davaya müdahil olmak istedi. Davayı birlikte açtığımız Prof. Dr. İlhami Güler'in, Tekbir'in marka olarak kullanılmasının ne kadar yanlış olduğuna dair bir yazısını yayınladık bir yıl önce. Geçen hafta o Radikal İki'de yayımlandı. Buna benzer çeşitli toplantılarda dinî kavramların ticarette kullanılmaması gerektiği konusunda birçok duyurular yapıldı. Bekliyorduk ki bütün bunlar vatandaşın kulağına gider, o da tabelasını kendi gönlüyle indirir. Tabii din istismarı gibi algıların biraz ahlaki boyutu var. Kişinin vicdanı ile ilgili bir şey.
Mahkeme neyin din istismarı olduğunu nasıl söyleyecek? Gerçi 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 7'nci maddesi diyor ki: "Dinî değerleri ve sembolleri içeren markalar, marka olarak tescil edilemez."
Evet bu, marka tescilinde mutlak ret sebebi. Yani herhangi bir itiraza bile gerek kalmaksızın mutlak ret. Türk Patent Enstitüsü insanlara patent veriyor. Müracaatlar üçüncü şahısların itirazı için, iki ay askıda kalıyor. Birisi itiraz eder de bu haklı görülürse o başvuru reddediliyor. Patent Enstitüsü "Ama ben Tekbir'in dinî bir simge olduğunu bilmiyorum" diyebilir. İtiraz da olmamış ve kabul edilmiş.
Demek ki kanunda boşluk var. Dinî simgeler standardize edilmemiş.
Tekbir firması da muhtemelen savunmalarını böyle yapacak. Ama biz "tekbir" kelimesinin düz manasıyla "Allahü ekber" demek olduğunu biliyoruz ve mahkemeye diyoruz ki, bilirkişiler vasıtasıyla tekbir'in ne demek olduğunu, dinî bir mahiyet içerip içermediğini soralım, öğrenelim.
Daha evvel bunun gibi belki yüzlerce dinî terimi marka olarak tescil ettiğine göre Patent Enstitüsü bilgisiz veya duyarsız bu konuda. Bir içtihat da yok tabii.
Marka ve patent ile ilgili yüzlerce dava var ama bu madde ile ilgili ilk dava bizimki. Dolayısıyla ne bir içtihat oluşmuş, ne bir karar var bu konuda. Mahkeme şimdi konuyu ilahiyatçılara soracak. Patent Enstitüsü bu gibi aymazlıkların olmaması için bugünden sonra oturmalı ve geriye dönük olarak markaların isimlerini ilahiyat fakültelerinin hocalarına götürüp, "Bu markaların içinden dinî olanları ayıklayın" demeli. Tabii markalar tescil edildikten sonra otomatikman iptal etmesi mümkün değil. Ancak her biri ayrı ayrı dava konusu olabilir.
Bakarsınız sizin girişiminiz böyle bir şeye vesile olur.
Biz bu markaların hepsini temizlemeye niyetliyiz. Emsal olduktan sonra zaten kararlar kolay alınacaktır. Her gün marka için müracaatlar ediliyor. Bundan sonra Patent Enstitüsü dergisini askı dediğimiz iki aylık bekleme dönemi içerisinde Diyanet'in bir memuru takip etsin. Dinî bir kavram gördüğünde bununla ilgili hemen yazılı uyarısını yapsın. Çünkü o aşamadayken iptal işlemi daha kolayca yapılabilir.
Sizin dava açan kişi olarak bu konuda menfaattar olduğunuzu kanıtlamanız gerekecek. Tekbir Giyim'in menfaatinizi nasıl zedelediğini düşünüyorsunuz?
Tekbir'i medyada, televizyonlarda gördükçe bizim mümin olarak dinî değerlerimiz rencide oluyor. Tekbir eşittir güzel mankenlerin podyumda salınması, abartılı, çirkin kıyafetlerin İslam estetiği olarak sunulması oluyor. Şıklığa itirazımız yok da böyle arabesk, tuhaf modellerin İslam'la bütünleşmesi bizi rahatsız ediyor. Benim Müslüman olmam hukuki olarak menfaattar olmama yetiyor. Mesela bu davayı bir Hıristiyan açamıyor. Hıristiyan vatandaşlarımız da aynı kanun kapsamında kendi dini simgeleri için dava açabilirler.
Ticaret Odası nezdinde bir şey yapılamıyor mu?
Tabii Tekbir Giyim AŞ sicili Ticaret Odası'nda kayıtlı. Ticaret mahkemesi'nde dava açma hakkımız var mı yok mu inceliyoruz. Eğer hakkımız varsa bir de ticaret mahkemesinde dava açacağız. Üçüncü bir imkân da Rekabet Kurulu'na başvurmak. Haksız rekabete uğradığını düşünen herhangi bir giyim firması Rekabet Kurulu'na müracaat ederek bir karar alabilir diye düşünüyoruz.
Ne zaman görüşmeye başlayacak mahkeme?
Henüz gün vermediler. Tahminimiz hazirandan sonra ilk duruşma olabilir.
Davayı kazanırsanız Tekbir, adını değiştirmeye mecbur kalacak. Peki ya konu zamanaşımına uğradıysa?
Kanun, dinî kavramların marka olarak kullanılmasını mutlak ret sebebi saydığı için zamanaşımı olmaz diyen hukukçular var. Madde çok açık.
Tekbir'in sahibinin üç eşli olduğunun bu sene ortaya çıkması da sizi tetikledi mi?
Biz o ve benzeri tartışmaların hepsini kapsayıcı şekilde dava dilekçemizde şöyle dedik: Zaman içerisinde firma sahibi Tekbir ile anılmaktadır. O halde firma sahibinin eylem, davranış, tutum ve söylemleri marka ile özdeşleşmektedir. Firma sahibinin davranış, söz ve eylemleri bu marka dolayısıyla dine mal edilmekte olup, bu durum aynı dini paylaşan insanları toplumun diğer bireyleri karşısında dinî değerler açısından zor durumlarda bırakmaktadır. Yani hem bizi doğrudan rahatsız ediyor hem de dine mesafeli duran biri karşısında bana yönelen aşağılayıcı, küçümseyici bakışlarından da ilave rahatsız oluyoruz.
Ve İslam deyince önce türban, sonra çok eşlilik geliyor akla değil mi?
Evet, İslam'ı iki kavrama indirgemiş oluyor. Bakın dava dilekçemizde diyoruz ki, işbu markanın ürettiği ürünler İslam dinindeki tesettür kavramı çerçevesinde olduğu için firma yetkilisi ve sahibi yazılı ve sözlü medyada tüm açıklama ve tanıtımlarını ürünlerinin teknik tanıtımına ayırmaktan ziyade, dinin bir kuralı hakkında otorite gibi konuşmaktadır.
Ben mesela izlemiştim Kanal 1'de. "İslam'da tesettürün hükmünü benden iyi bilen bir âlim yoktur." dedi. Bu hal, dinî anlayışı marka ile özdeşleştirmekte, aynı dinî değerleri paylaşan, diğer bireylerin özgür dinî tercihlerini sınırlayarak, kendi tarzına bir nevi mahkûm ve tercih sebebi kılmaktadır. Hâlbuki örtünme tercihleri kişilere kalmış bir şeydir. Otorite gibi konuşunca böyle bir algıya neden oluyor.
Defile manzaralarını İslamî ahlâka uygun bulmuyorum


Bu girişiminizle defilelere gidip gözlerini "örtülü kadın bedenlerine" dikip, o mankenleri süzen erkeklerle, kendilerini belki de o mankenlerle özdeşleştiren kadınları, "İslam'ı satanlarla" hesaplaşmaya çağırıyorsunuz.
Ben din adamı gibi değilim. İlahiyat mezunuyum ama işletmeciyim. Entelektüel çalışmalar içerisinde bulunmuşum. Günah, sevap kavramı içerisinde asla konuşmam. Ama o tavırların, o defile manzaralarının en genel anlamında İslami ahlaka uygun olmadığını düşünüyorum.
Hem yürüyenlerin hem yürüyenlere bakanların...
Yani bu iki grubun da çağrıştırdıklarının tekbir kelimesinin karşısında büyük bir saygısızlık içerisinde olduklarını söyleyebilirim. Baktığımızda bütün kesimlerin değerler üzerinden kamplara bölündüğünü görüyoruz. Cumhuriyet gibi, vatan gibi bir milletin birleştirici, ortak değeri olması gereken kavramlardan biri de din. Ezan ve tekbir de bunun simgesi. Biz şimdi kendi bahçemizde temizleme işini başlatıyoruz. Biz bahçemizi temizlersek, kimse bahçemize temizlik yapmak için giremez. Yok eğer bahçemizde leş varsa, biz onu atmazsak kamu adına birileri müdahale eder. Hele bu leşleri saklıyorsak, bir yerlere gömüyorsak, üstünü örtüyorsak birileri bahçemizi de evimizi de dağıtır gider. Birinin leşi yüzünden olan hepimize, bütün topluma olur. Yakın tarihimizde böyle olmuştur. Umarım bundan sonra tekrar etmez. Bu davayı kazanırsanız sıra, milletin diğer ortak değerlerinin ticari anlamda kullanılmasını sorgulamaya gelecek sanırım. Mesela "Cumhuriyet'e destek olun" diyen reklamın kastı, Cumhuriyet Gazetesi'ni alın. Yani tekbir'i defile edip de başörtüsü satma ile Cumhuriyet'e destek olun deyip de abone kampanyası yapmanın arasında hiçbir fark olmadığını düşünüyorum. Bu iki ucun da aradan çekildiğinde millet görecek ki cumhuriyetle de bir sorunu yok, dinle de. Biz şimdi bayrak konusunu araştırıyoruz. Ortak değerlerimiz üzerinden ortak dil yaratmamız şart.
 
Üst