Risaleler'in Türkçesi üzerine bir tartışma

zuhur

Member
Sadeleştirmeye şiddetle muhalifim ancak Fethullah Gülen"in vaktiyle giriştiği teşebbüsler, Risalelerin sadeleştirilmesinde -en azından didaktik mülahazalarla- bir nevi müşterek mutabakat bulunduğu intibaını güçlendiriyor.


--------------------------------------------------------------------------------

Fethullah Gülen, yankıları hâlâ sürmekte olan röportajında Said Nursi"nin Risalelerini sadeleştirmek konusunda önemli şeyler söyledi; bu vesileyle Türkçe meselesi etrafında verimli tartışmaların açılabileceğini ümid etmek isterim. Sayın Gülen, vaktiyle Necip Fazıl"ın Kırklareli"nde kendisine şöyle söylediğini hatırlatıyor: "Bediüzzaman, Sultanahmet"in mimarı gibi büyük bir adamdır. Bu büyük insanın büyük düşünceleri var. Fakat köprünün altında, dubalarda yaşayan insanlar var. Bunlar Bediüzzaman"ı, bu büyük mimarın sözlerini anlamazlar. Bana müsaade edilse de o dubalarda yaşayan insanların diline göre onu sadeleştirsem." Akabinde sadeleştirme yolundaki samimi gayretler, "Bu kitaplar böyle isteyene uluorta verilmez. O kim oluyor sadeleştirecek?" mülahazasıyla akamete uğratılıyor. Sayın Gülen, şahsi gayretleriyle bazı sadeleştirme denemelerinde bulunmakla beraber, kendi ifadesiyle "iki defa zılgıt" yiyor ve mesele kapanıyor.

Abartılı bir tez münasebetiyle

Edebi ve tarihi kıymet taşıyan hiçbir metnin sadeleştirilmesine taraftar değilim; nerede sadeleştirilmiş bir metin görsem, sadeleştiren kişinin, anlamı nerede, kaç defa, neresinden bıçakladığı suali içimi kemirip durduğu için bu kabil gayretlere hoşgörüyle bakamaz oldum. Bu genel çerçeve ışığında Risaleler"in sadeleştirilmesine de karşı çıkmam gerekiyor lakin benim açımdan meselenin başka boyutları var.

Bundan dört sene önce Köprü dergisinde bir yazar, "Said Nursi Türkçesi" başlığıyla katılmama imkân olmayan fikirler ileri sürdü; buna göre (özetliyorum) Said Nursi Türkçe"yi yeniden ihyâya karar vermiş ve bunun için İstanbul ağzı yerine Osmanlı Türkçesi"ni esas almıştı. Keza Nursi, Arapça ve Farsça yanında Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Zazaca gibi mahalli dillere ilaveten Azeri ve Tatar şivelerine de aşina olduğu için neredeyse bütün Türk ve İslâm dünyasına hitab edebilen ve "hepsinin ortak hususiyetlerini taşıyan müstesnâ bir dil terennüm" etmişti. "Üstâd"a duyduğu sevgi ve saygının aşırılığına mağlub olan yazar, bununla da iktifa etmeyerek Said Nursi"nin kelimeleri seçerken "Sinan"ın mâbedine taş, Itrî"nin tamburuna tel, Karahisârî"nin hattına mürekkep alırken göz önünde bulundurduğu hassasiyeti" gösterdiği, hatta "böylece yalnız dinî meselelerde değil, dil ve üslûp sahasında da içtihat yaptığı kanaatini savunmuştu. Yazar, külliyatın Yahya Kemal, Mehmed Akif, Ahmed Haşim"in eserleriyle mukayese edildiğinde onlardan "çok daha sade, akıcı ve anlaşılır bir dille yazıldığı" iddiasında bulunmaktan da çekinmemiş ve nihayet Türkçe"nin, "Osmanlı Devleti"nin cihan hakimiyetinden sonra ilk defa Risale-i Nur Külliyatı sayesinde milli hudutları aşarak yeniden dünya dili olma şansını yakaladığı" gibi aşırı tezler seslendirmişti.

İlim vadisinde fart-ı muhabbete mesağ yoktur!

Üzerime vazife olmadığı halde, tekzibe uğramadığı için doğru zannedenler çıkabilir endişesiyle Köprü dergisine yazılı itirazlarımı göndermiştim; nezaket gösterip yayınladılar ve bu tavırlarından ötürü hâlâ müteşekkirim; ne var ki, ismini kasden belirtmediğim yazar, mukabilinde yeni ve bu defa tartışmaya lüzum görmediğim bir üslup kullandığı yazısında fikrini değiştirmediğini beyan edince susmayı tercih etmiştim. Kimseye bühtan etmiş olmak istemem ama, "o kim oluyor sadeleştirecek" zılgıtı ile, Türkçe"nin Said Nursi sayesinde dünya dili olma şansını yakaladığı yolundaki aşırı iddia arasında bir zihni akrabalık gördüğümü de itiraf etmeliyim. Bu noktada, "literal", yani söylenenleri lâfzıyla değerlendirmek yerine "empati" hassasını kullanarak değerlendirme yapmalıyız: Bana göre Said Nursi"nin bağlıları, üstadlarına büyük bir hayranlık ve muhabbet duydukları için ondan sâdır olabilecek her şeyi mükemmellik nümûnesi gibi görme eğilimi içine giriyorlar; bu, anlaşılabilir, hattâ anlamak gereken bir tutumdur ama o tip hükümlere katılmak noktasında kimseyi bağlamaz.

Bu terazi bu sıkleti çekmez!

Şahsi kanaatim itibariyle Said Nursi"nin Türkçesi hakkındaki kanaatlerimi (delillendirmeksizin) burada belirtmek isterim:

1- Said Nursi"nin Türkçesi, İslâmi ıstılahlara âşinâlığı ve Arapça"ya vukufu yüzünden "Osmanlı Türkçesi" görüntüsü veren, ancak klasik ve edebî Osmanlıca zevkini dikkate alma gereği duymayan bir lisandır; ben onun yazdıklarını, manevi yıkıntıya uğrayan gönülleri onarmak ve güçlendirmek, imânî nokta-i nazardan cemiyeti güçlendirmek maksadıyla bütün ömrünü hâlisâne mesâiye vakfetmiş bir insanın geride bıraktığı mânidar bir iz olarak görüyorum.

2- Said Nursi"nin Risalelerdeki Türkçe tasarrufuyla "estetik bir ihyâ" inşâ etmeye çalıştığı kanaatinde de değilim.

Keşke Necip Fazıl'a şans verilseydi...

Dolayısıyla bugünün meselesi, herşeyden önce Risalelerin diliyle klasik Osmanlı Türkçesi arasındaki âşikâr farkları görüp değerlendirebilecek kıratta dil zevkine sahip insanların sayıca giderek azalmakta oluşudur. Bu haliyle Risaleler"in genç okuyucularda "klasik Türkçe budur" intibaı verecek tarzda örnek ittihaz edilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Vaktiyle keşke Necip Fazıl"ın teklifi ciddiye alınmış olabilseydi; kaldı ki Üstad Necip Fazıl"ın böyle ciddi ve lisânî bakımdan kendi içinde hayli riskler taşıyan bir projeyi hangi noktada yarım bırakacağı meselesi, tilmizlerinin daha iyi tahmin edebilecekleri bir spekülasyon olurdu. Herşeye rağmen Necip Fazıl"ın, o renkli ve revnâkli Türkçesiyle neler yapabileceğini görmüş, bilmiş olurduk.

Niyet varsa acelenin vaktidir

Başta da ifade ettik; sadeleştirmeye şiddetle muhalifim ancak Fethullah Gülen"in vaktiyle giriştiği teşebbüsler, Risalelerin sadeleştirilmesinde -en azından didaktik mülahazalarla- bir nevi müşterek mutabakat bulunduğu intibaını güçlendiriyor. Eğer böyle bir mutabakat hâlâ devam ediyor ise vakit kaybedilmemesi lüzumu açıktır, zira "eyvâh"larla ilân etmek durumundayız ki, klasik Türkçe"nin sırrına ve zevkine âgâh bulunan nâdidelerin sayısı hızla azalırken bu vadide ihtiyat kuvvetleri de imdâda yetişecek gibi görünmüyor. Bundan belki de elli sene sonra klasik Türkçe zevki ve tasarrufu, üniversite koridorlarının loş odalarına sığınmış birkaç arkaik diller uzmanının insâfına terkedilmiş olacaktır.
Ahmet Turan Alkan
 

Sergerdan

Well-known member
Bu konu bence öyle tartışılacak bir konu degil,zaten agır basan görüş de -bu yazıda da- sadeleştirilmemesi.Uhrevi bir zevk namına hiçbirşey kalmıyor,bir kaçtaneye baktım sanki bütün güzelligini alıp götürmüşler.Demek risale-i nurda ezan için,islam şiarı için yapılan yorumdakinin aynı bir durum var.Bu dil bir elbise degil belki insanın canlı cildi gibidir ayrılmaz,ayrılamaz.İnsanların daha çok okuması hüsn-ü niyetiyle olsa da birşey degişmez buna madem ki izin verilmemiş itaat edilecek.

Ve bu konuda ''otorite'' üstadın talebeleridir.Musatafa Sungur,A.Badıllı,M.Kırkıncı,Said Özdemir gibi kişiler.Bu kişler böyle bir amaç gözetmemişlerse okuyan az olur gibi birşeyi düşünerek karar vermişlerdir.Dolayısıyla A.turan alkan-ki severim-,Necip Fazıl veya bir başka iyi niyetli insanın bu konuda hüküm vermeye hakkı yoktur.Talep edebilirler,edilmiş ve reddedilmiş.

Foruma ayrıca inş atacagım ama buradaki hassasiyeti anlamak için bir örnek de aşagıdaki bir sayfalık yazıdır.Okunmasını tavsiye ederim.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1030&a=ezan
 

zuhur

Member
Korku... Elindeki imkanların uçması korkusu.. kendine müracaatın sona erme korkusu.. Kendine ihtiyaç kalmama korkusu.. Bu gün, Bediuzzaman Hazretlerinin eserleri, kendilerine müracaat edilmeden anlaşılmayacağını bilen bir kesim var.. o kesim biziz.. Otuz yıldır bu eserleri tanıdığı halde, otuz günlük bir irfan miktarınca onlardan istifade edemeyen bizler, bizden daha iyi anlayanın çıkmasından korkuyoruz sanki.. Risalelerin bir başkası tarafından bizlere ihtiyaç kalmadan anlaşılmasından mı korkuyoruz acaba?.. Kanaatimce artık aradan çekilme vakti gelmiştir.. Şimdiye kadar bizler konuştuk.. Bediuzzaman hazretlerini en iyi bizler anladık (!).. anladığımız şekilde anlaşılmasını dikte ettirdik.. (bu sözlerimden birilerini itham anlamı çıkarılmamasını hasseten istirham ediyorum.) Müsaade edelim de biraz da Bediuzzaman hazretleri kendisi konuşsun.. Kur"an-i Kerim ve hadisler başta olmak üzere her bir söz, ilk muhataplarının bizzat bulunmadıkları yerde yanlış mı anlaşıldı? Bir hadiste Efendimiz, "nice ikinci muhataplar, siz ilk muhataplardan daha kavrayış sahibi olabilirler, anlamadığınız manaları anlayabilirler" mealindeki hadisinin başında, "sizler, benim dediklerimi aynen nakletmeye bakın.. böyle yapanın yüzünü Allah ak eylesin!" buyurmaktadır. Biz kendimizi gerçekten nefyetmemiz gerekmiyor mu? Aradan çekilelim.. Şimdiye kadar aradaydık, bu görüşler olması gerektiği yerde mi? Bu yüzden aradan hicabı kaldırmak gerekmez mi?..
Sen tecelli eylemezsin perdede ben var iken,
Şart-ı izhar-ı vücudundur adîm olmak bana...
(Gavsî)
Evet, Kur"an"ın getirdiği mesajı nasıl ki diline feda etmeme sonucunda onu diğer dillere çeviriyorsak, Risale-i Nur"un da diğer dillere tercümesi gibi, yeni Türkçe"ye tercüme (sadeleştirme) etmek gerekmez mi? Bazı metinler için (mana dile feda edilmiş) eleştirisi yapılırken, mananın dile feda edilmediği, ancak zamanın tasarrufu ile dilinin zor anlaşılır olduğu, bu dilin A. Turan beyin ifadesiyle yavaş yavaş "üniversite koridorlarının loş odalarına sığınmış birkaç arkaik diller uzmanının insâfına terkedilmeye" doğru gittiğini neden artık görmüyoruz.. "ihtiyacı olan beri gelsin, defalarca okuduktan, sıdkını ıspat ettikten sonra anlamaya başlar.." demek, defalarca Ebu Cahil"in ayağına gitmek suretiyle mesajını ona iletme tehalükünü gösteren ve bu tehalükü Kur"an"ın "bu söze inanmıyorlar diye, onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!" (Kehf, 18/6) ayetine konu olan Efendimizin mesleğine sizce ters değil midir? Buradan Risale-i Nur"a iltifat etmeyenleri Ebu Cahil"e benzetme gibi kesinlikte bir niyetimizin olmadığını belirtelim. Ancak Risale-i Nur"un, Bediuzzaman hazretlerinin fikirlerini, bu irfanla dolup taşanlarca, ehli olanlarca temsil edilmesinden ve bizlerin geri plana düşmemizden niye korkuyoruz..
Şahsen yıllarca Risalelerin diline takılan biri olarak, eserlerin sadeleştirilmiş metinlerden okumak bana da tuhaf geliyor. Hatta merhum Elmalı tefsirini aslından okumak daha fazla hoşuma gidiyor.. Ancak bilmeliyiz ki, hakikata giderken, her insan bazı şeylere takılabiliyor.. Vaktiyle bana biri tarafından 50 lira verilmişti.. Değerli bir paraydı o zamanlar.. Para yeni olmasına rağmen, kenarındaki çamurdan dolayı kabul etmemiştim.. Mahiyetindeki değerli fikirleri idrak ettikten sonra takıldığı şeylerin küçük olduğu farkına varan birileri olarak, bu tip aldanma noktalarından başkalarını kurtarmak gerekmez mi? Bir hikaye anlatılır: vaktiyle iki kişi tartışmaya girerler.. Biri "sıgara içilirken incil okunmaz" derken, diğeri de "okunur" iddiasında bulunur. Bir papaza müracaat ederler.. Her biri ayrı ayrı papazın yanına girer ve sorusunu sorar.. bir cevap alır ve çıkar.. İkisi cevabını aldıktan sonra, sıgara içen içmeyene "sana demedim mi, sıgara içilirken incil okunur diye" diğeri ise tam ters bir cevap almıştır papazdan.. O da "ama papaz efendi, bana incilin okunurken sıgara içilemeyeceğini söyledi" diye ekler.. Sonunda sorularını hangi ifadelerle sordukları dikkatlerini çeker.. Sıgara içen, papaza "sıgara içilirken incil okunur mu?" şeklinde tevcih ettiği sorusuna "evet" cevabını aldığı halde, sıgara içmeyen ancak incil okumaya başlamış diğer şahıs ise "incil okunurken sıgara içilir mi?" şeklindeki sorusuna "hayır" cevabını almıştır.. Papazın niyeti, incili okutmak olunca, şahsın durumuyla mukayyet fetva vermiştir.. Bizler de, Risalelerle aradaki engelleri kaldırmaya çalışırsak, okumaya başlandıktan sonra, bazı hususları hatırlatmak daha etkili olacağı kanaatindeyim. Yani, sadeleştirilmiş metinden okuyup da hayran kalanlara, "hele bir de aslından okusanız, kim bilir nasıl irfanınız artar" diyebiliriz. Üç boyutlu resimleri hiç görmeye muvaffak olmamış, bu zevke varamamış birine, ilk etapta anlaşılmayan bir tablo karşısında saatlerce bekletip de "ha gayret, göreceksin gibi" demek, onu ne kadar orada tutabilir.. Ancak o zevke varan birini, bundan nehyetseniz bile, o, ilk etapta göremezse dahi, tablodaki görüntünüyü görmesi adına harcadığı zamana değeceğine inanır..
Bir hususu daha belirtmek isterim ki, hiçbirimiz Risale-i Nur"a Fethullah Gülen Hocaefendi kadar vakıf olduğunu zannetmiyorum.. Ve yine hiçbirimizin bu eserleri ve merhum müellifini onun kadar sevdiğini de düşünemiyorum.. Böyle birinin bu derece sevdiği ve istifade ettiği eserlere, gadretmeyi düşünmesi sizce makul mudur?Nebil.. Allah Razı Olsun..
 

Sergerdan

Well-known member
Birincisi elindekini yitirme korkusunda olan kim,her yerde her cemaatte oldugu gibi taklidi olan insanlar vardır bu itham bence komik,hayalcive gerçekçi degil.Birşeyler teblig etmeye çalışan herkesim,her cemaat bunu Allah rızası için yapar,ne demek elindekini kaybetme korkusu,kendisine ihtiyaç kalmmaması.Fedakar insanları veya olmaya çalışan insanları degişik bir çeşit şöhrete mübtela gösterme çok saçma.Taassup dense,geride kalma,ilerleyişin önüne taş koyma dense daha gerçekçi olur.

ikincisi F.Gülen in ondan bundan herkesten risaleleri iyi bildigini iddia edebilir ve inanabilirsiniz.Ama hiç de öyle olmak zorunda degildir.Yalnızca risale-i nura vukufiyet açısından söylüyorum ben de düşünüyorumki ona denk çok kişide insan vardır.Diger islami ilimleri bilemem.

Tekrar söylüyorum dediginiz iyi amaç dahi üstadın talebeleri tarafından farkedilmiş,gözetilmiş insanların sigaralı incil okuma misali veya bozuk para misalinde oldugu gibi bir kolaylıga demek ki gerek görülmemiştir.Varsa vebalini göze almışlar demektir.Evet tekrar ve tekrar belirtmek gerekir ki bu konuda otorite üstadın birebir talebeleridir,ehliyet ve vebal onlardadır.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Arkadasım siz neyden söz ettiğinizin farkındamısınız ? sağdan soldan yazılar alıntı yapmak ile davaya sahip cıkılmaz heleki baskasına ait olan eserler de tahribat yapmakla hic sahip cıkılmaz. Bu konuda forumumuzun prensipi acık ve nettir daha öncede konusuldu ve tartısıldı; netice olarak Risale-i Nurlar sadeleştirilemez...
 

zuhur

Member
dikkatinizi çekerim hocaefendi bunu demiyor diyen bir başkası..........yani risaleleri iyi bidigini idda etme.....ona ait bir kelam degil.sadeleştirme derken ne anlıyorsunuz........

Muhterem Fethullah Güğlen Hocaefendi Türkçeleşmeye karşı söylediği sözlerler ortada buyrun kendilerinden dinleyelim.

.Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bazı talebelere Risale-i Nur'u anlamak üzere ve sadeleştirme hakkında sohbetinde, talebelerin kaydettiği bazı beyan ve ifadeleri:
Arapça'da 62.000 kelimenin Türkçe karşılığı yoktur. Siz isteseniz de tam tercüme yapamazsınız. Mesela Rububiyet, Uluhiyet..., gibi. Bu kelimelerin karşılğı yoktur. Arapça'dan tercüme kesinlikle orjinal olmaz ve mana bozulur. En az verim de maalesef Türkçe tercümede olmaktadır. Risaleleri anlamak için sadece dilde ısrar etmemelidir. Biraz sabır, azıcık gayret ve dikkat inşallah hedefe ulaştırır.
Kitap sadeleştirme speküle bir meseledir, mevzudur. Tercüme edilen eserler bir bakıma incil akibeti gibidir. Her sadeleştirmede bir çok tavizler verilir. Ve açılan kapı kapanamaz. Risalelerin en ağır yerleri ya Medrese-i Yusufiye'de ya da 10-12 hastalığın insanın üzerinde abandığı dönemlerde katip usulü yazılmıştır
 

Sergerdan

Well-known member
Yeni tanıyan arkadaşların birşeyi anlamasını istiyorum.Bu belirttigim husus islami bir menfaatin korunmaya çalışılmasıdır yoksa nurcu abilerin meşreblerine olan muhabbetlerinden gelen bir aşırılık degildir.Risale-i nurları ve dilini kutsallaştırmak degildir.Risale-i nurlar imani hakikatleri anlatıyor oldugundan güzeldir yanlış bir tabir olmasın yücelikten hissesini alır.Vahiyden çook çok uzakta bir derecede olan ilham eseridir,ve tamamı da ilham degildir zaten.

Öyleyse çok tabi bir gerekçeyle yukarıda linkini verdigim anlamda islami olan bir menfaat vardır ve bunun korunması gereklidir.Sadeleşse bile umulan öyle çok büyük bir fayda getirecegini zannetmiyorum.İnsanların çogu keyfiyete yönelmez.Kuran mealleri varfda tüm Türkiye Rabbimiz bize ne demiş diye sanki merak salmış durumda.İnsanlara islam hususunda yardımcı olmak için her türlü müsbet çevreler var çok şükür.Önemli olan insanların istemesi gerisi bahane bence.
 

zuhur

Member
burdaki yazıların hepsi kardeşim sagdan soldan dediğiniz ..........şekilde alıntıdır...sizin aktardıgınız yazıların çöguda ve tahribat agır bir ithamdır muhatabını bilmeden ve tanımadan ,bence bu şekil itham mümüne yakışmaz ihlas risalesi ..........sanırım bir kez daha okunmalı hepimizce.....
dua ile
 

Sergerdan

Well-known member
zuhur ' Alıntı:
dikkatinizi çekerim hocaefendi bunu demiyor diyen bir başkası..........yani risaleleri iyi bidigini idda etme.....ona ait bir kelam degil.sadeleştirme derken ne anlıyorsunuz........

Muhterem Fethullah Güğlen Hocaefendi Türkçeleşmeye karşı söylediği sözlerler ortada buyrun kendilerinden dinleyelim.

.Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bazı talebelere Risale-i Nur'u anlamak üzere ve sadeleştirme hakkında sohbetinde, talebelerin kaydettiği bazı beyan ve ifadeleri:
Arapça'da 62.000 kelimenin Türkçe karşılığı yoktur. Siz isteseniz de tam tercüme yapamazsınız. Mesela Rububiyet, Uluhiyet..., gibi. Bu kelimelerin karşılğı yoktur. Arapça'dan tercüme kesinlikle orjinal olmaz ve mana bozulur. En az verim de maalesef Türkçe tercümede olmaktadır. Risaleleri anlamak için sadece dilde ısrar etmemelidir. Biraz sabır, azıcık gayret ve dikkat inşallah hedefe ulaştırır.
Kitap sadeleştirme speküle bir meseledir, mevzudur. Tercüme edilen eserler bir bakıma incil akibeti gibidir. Her sadeleştirmede bir çok tavizler verilir. Ve açılan kapı kapanamaz. Risalelerin en ağır yerleri ya Medrese-i Yusufiye'de ya da 10-12 hastalığın insanın üzerinde abandığı dönemlerde katip usulü yazılmıştır

Kimin iddia ettigi önemli degil Zuhur kardeşim ben de yukarıdaki şekliyle iddia ediyorum.Yoksa o insan tevazu sahibidir,kemmiyetçe de büyük hizmetlere vesile olmuştur o ayrı birşey.Alıntı yaptıgınız yerdeki görüşleri biliyorum forumda bir arkadaş da paylaşmışdı zaten.Aynı şeyi kendi ifadeleriyle belirtmiş.

Yazının sahibi nurcu birisi de olabilir degişmez,ben cevabımı olabilecek her çevreden söze karşı yazdım.Sadeleştirme dedigimiz şeyin öyle populer olup,yaygın ve benimsenmiş bir hale gelecek olması iyi bir şey degildir abilerin görüşüyle.Buna vesile olmazlar olan olursa sevabı da yahut muhtemel küçük büyük zararları da kendilerine ait olur.Neyse konunun uzamasına gerek yok sanırım,hikmeti budur.İnşaallah bu haliyle dahi tüm insanlara ulaşabiliriz.Yeter ki fedakarlıkta samimi olalım mevcut imkanlar yeterlidir.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
zuhur ' Alıntı:
burdaki yazıların hepsi kardeşim sagdan soldan dediğiniz ..........şekilde alıntıdır...sizin aktardıgınız yazıların çöguda ve tahribat agır bir ithamdır muhatabını bilmeden ve tanımadan ,bence bu şekil itham mümüne yakışmaz ihlas risalesi ..........sanırım bir kez daha okunmalı hepimizce.....
dua ile

zuhur sizin itham dediğiniz sey acaba risale-i nurları sadeleştirelim uslubu ile mukayese edilse acaba hangisi hakaret veya itham olur ?
Elbette risale-i nur sadeleştirilemez ve elbette risale-i nur türkcedir. Gunumuz turkcesi asıl turkceliğini yitirmiş mana ve anlam derinliğinden uzak sade bir turkce halini almısdır halbuki bir kelimenin kıymeti tasıdığı anlam zenginliğinde yer alır şimdi siz diyorsunuz ki iz bu kıymeti yok sayalım ve bunun yerine sade tek bir anlamı olan keliemler kullanalım acaba bu tahribat değilde ne oluyor ? Neyse bu tarz tartısmalar kısır tartısmalar risale-i nurları kendi enfusi aleminde sindirenler sadeleştirmeyi düşünmez bilakis butun kainata duyurmak için belki açıklamalı olarak anlatırlar...
 

zuhur

Member
Neyse bu tarz tartısmalar kısır tartısmalar risale-i nurları kendi enfusi alemin de sindir enler sadeleştirmeyi düşünmez bilaki s butun kainat a duyurm ak için belki açıklamalı olarak anlatırlar...

eyvallah bak.....birbirimizi anlamaya başlıyoruz .
Necip Fazıl'ın sadeleştirme teşebbüsü, Üstad Bediüzzaman'ın itirazı ve müdahalesi ile akamete uğramıştır. Z. Gündüzalp isimli talebesini N. Fazıl'a göndermiş ve onu bu teşebbüsünden vazgeçirmiştir.

Bediüzzaman, "Safiye'yi kafiyeye fedâ etmeme" tarzını tercih ettiğinden, karışık da olsa, lisan ve üslubunun düğmelerine müdahale edilmesini doğru bulmuyor. alıntıdır:)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
NUR RİSALELERİNİ SADELEŞTİRME HEVESİNE KAPILANLARA MÜHİM BİR İHTAR!

İşittim ki, iman hakikatlerinin tefsiri olan Risaleleri sade bir dille yazma, sizin tabirinizle "sadeleştirme" sevdasına düşmüşsünüz. Maalesef bunun örneklerini de gördüm. Bu husustaki fikirlerimi madde madde söylemek niyetindeyim. Beni dinlemeseniz bile samimiyetime kulak vermenizi rica ediyorum:

Birincisi: Bu hakkı nereden ve kimden alıyorsunuz? Bir müellifin eserlerinden istifade etmek, okuyucuya kitaplarında tasarruf etme yetkisini verir mi?

İkincisi: Bu Risaleler zengin bir kelime kadrosuna sahiptir. Ben lügatini hazırladım ve bu günkü nesillerce bilinmeyen on bir bin kelime buldum. Bilinenleri de sayarsak kelime sayısı en az ikiye katlanır. Oysa, sade dille yazınca okumalarını ve anlamalarını umduğunuz insanlar azami bin kelime kullanıyorlar. Bu durumda, lisan ve lügat ilmine vakıf herkes bilir ki, Risaleleri zayi etmeksizin sadeleştirmek muhaldir. İnsaf edin, yirmi bin kelimeyi bin kelimeyle ifade etmek nasıl mümkün olabilir?

Üçüncüsü: Erbabına malumdur ki, dil ile düşünce arasında paralellik vardır. İnsan, sahibi olduğu kelimeler kadar düşünebilir ve bu sınırı aşamaz. Risale diline sahip olmak demek aynı zamanda tefekkür alanını genişletmek demektir. Bu kıymetli eserlerin önemli faydalarından biri de budur. Bu hikmeti kesip atmak zulüm olamaz mı?

Dördüncüsü: Risalelerde Bediüzzaman Hazretlerinin kendine has bir üslubu vardır. Fevkalade tesirli bir üslup. Hem akla, hem de kalbe tesir eden bir surettir bu. Bu bedi üslubu kendi keyfine göre parçalamak ve tesirini kırmak cinayet olmaz mı?

Beşincisi: Lisanımız bir asırdır sadmeler geçiriyor. Kırpıla kırpıla fakir bırakıldı, tefekkür dili olmaktan uzaklaştırıldı. Nur Risalelerinin bir hizmeti de lisanı muhafaza etmek ve ortak bir dil kurmaktır. Siz aksi istikamette hareket etmekle tahripçileri sevindirmiş olmuyor musunuz?

Altıncısı: Siz de bilirsiniz ki, her ilmin kendine has ıstılahları, terimleri, kavramları vardır. O ilmi elde etmek isteyen adam bu kelimeleri öğrenmek zorundadır. O ilmi bilmek, terimleri sindirmekle mümkündür. Risalelerde de iman ilmi anlatılıyor. Onun da ıstılahları var. Bu ıstılahların günlük dilde karşılıkları yoktur ki yerine konabilsin. Risalelerin dili, imanın dilidir. İman dili tercüme edilebilir mi, edilirse ruhu incinmez mi?

Yedincisi: Bazı kimseler risaleleri okumak istiyorlar da anlamakta zorlandıkları için mi okumuyorlar sanıyorsunuz. Zehi gaflet! Nurları, enfüsi aleminde sorgulaması olan ve hakikati arayanlar okur. Bu vasıflara sahip her yaştan ve her baştan insan okuyor zaten. Anlamak için lügatlere bakıyor, bilmediklerini soruyor ve istifade ediyorlar. Bu o kadar bedihi ki delil bile istemiyor. İnsanlar daha çok namaz kılsın diye caminin dışına seccade sermekle namaz kılanların sayısı artar mı?

Sekizincisi: Bazı sadeleştirmeleri inceledim, hakiki metinden hiç de daha anlaşılır olmadıkları gördüm. Risalelerin anlaşılıp anlaşılamaması sadece kelimelerle ilgili değil ki. Ortada derin ve ince bir ilim var, dikkat ve itina istiyor. Zengin kelime kadrosu onun sadece bir yönü. Bazı kelimelerin yerine başkalarını koymakla, belki bir derece bilinen kelimelerin sayısını artırıyorsunuz, ama esas dokuyu bozmakla da onu daha karışık bir hale getiriyorsunuz. Bunun neresinde sadelik?

Dokuzuncusu: Risalelerin şiirli bir dili vardır. Ahengi ruhlara tesir eder, kalbin en derin ve ince hislerini lerzeye getirir. İnsan da sadece akıldan ibaret değildir. Akla iyilik edeceğim diye kalbe darbe vurmak akıllılık mıdır? Sadeleştirme ünvanı altında bu harika, sanatlı, revnaklı, fasih ve selis üslubu tahrip etmek nurlara en büyük zararı vermektir. Malum ya, bazen gafil dostumuz düşmanımızdan ziyade zarar verebilir!

Onuncusu: Kaldı ki, nurlardan istifade ettikten sonra, kalem erbabı zatlar, bu hakikatleri yazabilir, her edebi türde eserler verebilirler. Buna hiçbir engel yoktur. Nurlar, yazılarınıza ruh olmak kaydıyla roman, hikaye, deneme, şiir ve saire yazmanıza ne mani var? Risalelere hemen muhatap olamayanlar sizin eserlerinizi okur, istifade eder, hakikati bulabilirler. Daha fazlasını isteyince de nurları okumaya başlarlar. Nitekim böyle de oluyor. Nice Nur Talebesi yazar var dünyada. Kitapları basılıyor, satılıyor, okunuyor. Sizin de madem ilminiz ve edebi kabiliyetiniz var, gösteriniz, işte meydan! Bu yazarlar kendileri adına yazıyor ve konuşuyorlar. Nurlara halel getirmeleri söz konusu olmuyor. Çünkü Risaleler adına konuşmuyor ve yazmıyorlar.

On birincisi: Muarızlar, Nurların önüne perde çekmek ve insanları onu tanımaktan alıkoymak için her yolu denediler, ama muvaffak olamadılar. Siz ise, Nurların sadesi, lügatlisi, meallisi ve saire derken araya perdeler koyuyorsunuz ve koyacaksınız. "Kötü para iyi parayı kovar" misali, sizin uyduruk dilinizle yazılanlar nurlara perde oluyor ve olacak. Zamanla bu perdeler hem daha da artacak, hem de daha fazla kalınlaşacak. Nurlar, zaman zaman hatırlanan birer mübarek yadigar haline gelecek!

On ikincisi: İnsanları zıvanadan çıkaran mühim amillerden biri de para hırsıdır. Bu mübarek eserler iyi de alıcı buluyor, çünkü herkesin ihtiyacı var. Sade basım, yalın yayım derken korkarım ki, bazı paracıların iştahını kabartırsınız. Cevşen ticareti meydanda! O zaman her bezirgan, canı nasıl isterse ve ne kadar isterse o kadar basar ve satar. Bu yolu açmaktan korkmuyor musunuz?

On üçüncüsü: Sizden bir kısmınızın Risale neşir hakkı yok diye biliyorum. Var da ben mi bilmiyorum. Sahi, siz risale basma ve yayma hakkını kimden aldınız? Muhterem müellifin varis tayin ettikleri malum. Siz de onlardan mısınız? İzniniz yoksa bu fiilinizin hesabını nasıl vereceksiniz? Biliyorum ki, varislerden hiç biri yaptıklarınızı uygun bulmuyor. Öyleyse siz yaptıklarınızı ne hakla yapıyor ve hangi hukuka dayanarak basıp yayıyorsunuz!

On dördüncüsü: (silinmiştir)

On beşincisi: Tercümeleri kendinize delil yapıyormuşsunuz. Böyle kıyas mı olur, insaf ediniz! Hiç lisan bilmeyenlere tercüme etmek bir zarurettir. Zaruret ise haramı bile helal kılar. Açlıktan ölme tehlikesi geçiren adam haram etten doymayacak kadar yiyebilir. Ama ölüm tehlikesi olmayan adam bu ruhsattan istifade edemez. Bu misali meselemize tatbik ediniz! Türki lisan bilmeyenler, muztar adamlardır. Sizin muhataplarınız böyle mi! Nasıl unutursunuz ki, risaleler onların diliyle yazıldı. Risale dili muhataplarınıza yabancı değil, muhataplarınız bu dile yabani. Onları buraya getirmek gerek. Yoksa bunu oraya taşımak için derisini yüzmek akıl karı değildir. Müfsitler de dil uygulamalarıyla bunu yapmak niyetindeydiler zaten. Ezanı ve namaz surelerini tahrif için az mı didindiler! Nurlarda dil ve üslup canlı deri gibidir. Elbise gibi olsa, belki onu soyar, kendi modanıza göre bir libas giydirebilirdiniz!

On altıncısı: Evet, risalelerde manası hemen kavranamayan yerler vardır. Ama hepsi böyle mi? Kolayca anlaşılan, sezilen, sevilen bölümler de var. Nurlara yeni muhatap olan bunlardan başlamalı. Sonra öbürlerini de okur, onlardan da faydalanır.

On yedincisi: Risalelerin bir gazete yazısı gibi basit olmayışından dolayı bir cazibesi var. O bezme ancak layık olanlar girebilir. İhtiyacını hisseden ve iştiyak duyanlar talebe olabilir. Onu arayanlar bulabilir, bulmalıdır. O, popüler bir meta değildir. Biraz istek, biraz talep, biraz da gayret lazım. Ucuz bir mal olmamalı nurlar. Hemencecik tüketilememeli. Tüketim kültürü yaygınlaştı. Bu kültürün etkisinde kalanlar kolay elde ettiklerinin kıymetini bilmezler. Pahalı olan ve zor elde edilen daha değerlidir. Bu sakat kültürün bir aktörü mü olmak istiyorsunuz? Olabilir, sözüm yok, ama yeter ki bunu Nurlarla yapmayın!

On sekizincisi: Nurlardaki derin meseleleri anlamak ve tam feyiz almak için toplu okumalar ve müzakereler yapılır. Talebeler birbirinin anlayışından ve uygulamasından istifade eder. Mesleğimizin mühim bir esası da budur. Zaman cemaat zamanıdır. Bu hususa ne kadar ehemmiyet verilse azdır. İlminiz ve iktidarınız varsa buraya sarfediniz!

On dokuzuncusu: Bu biçare kardeşiniz risaleleri üniversitede tanıdı. Ne arabi bilirdi, ne de tam anlamıyla türki. Nurun talebelerinden etkilendi ve anladı ki onları böyle yapan Kuran Nurlarıdır. Okumaya başladı. Anlamakta biraz zorlandı. Ama önemini inanmıştı okumanın. Yüzünde ve hayatında nur parlayan talebeleri görüyordu. Şevke geldi, gayret etti, sonunda Nurlar kapılarını ona da açtı. İşte fıtri yol budur. Risaleler, kalbime iman, aklıma nur, ağzıma dil ve elime kalem verdi. Herkese de verebilir. Siz de aynı yollardan geçmediniz mi? Öyleyse bu bidat niye? Öyle ya, bidat her sahada olabilir. Her bidat mebdede cazip görünür. Oysa, devamı ve neticesi vahimdir. Sonra nedamet cahiminde yanarsınız, ama kar etmez!
Hazer ediniz! Nefsiniz sizi aldatmasın. Bu kitaplar orta malı değildir. Size ve bize düşen onun aslını titizlikle korumaktır. Her ilave ve her noksan ona vurulmuş bir darbedir. Ehil olmayanlara kapı açmaktır. Yağmacılara zemin hazırlamaktır. Ne niyetle olursa olsun her tahrif bir tahriptir, zarar verir. Aslını bozar. Suretini yırtar. Özünü zedeler. Tesirini kırar... Meslek bozulur. Dehşetli bir zamandayız. Her tarafta bidat selleri akıyor. Dalalet fırtınaları esiyor. Nurun duvarlarında delikler açmak akıl karı değildir. Nur risalelerinin cazibesi kendini okutmaya kafidir. Üslubu harikadır. Dili zengindir. Anlatımı fıtridir. Her harfine ihlas kokusu sinmiştir. Her noktasının altında feragat nuru vardır. Kırık dökük kelimelerinizle Nurların dilini ve üslubunu bozup insanlara göstermek, "İşte risaleler bunlardır" demek hak mıdır, adalet midir, hizmet midir, yoksa tahrif ve tahrip midir? İnsafınıza havale ediyorum!

Ömer SEVİNÇGÜL
 

zuhur

Member
Risale-i nurlaru anlayarak okumanin tatı elbette hiçbirşeye benzemez benim şahsi kanaatim bu eserlerden herkesin kapasitesi yettiğince faydalanması ve risalei nur türkcesine vakıf olmayanlarında bir sekilde bu eserlerden mahrum bırakılmamasıdır, buna müsade edilmese bile bu meseleye başka bir çözüm bulunmalıdır. diger bir mesele bu eserlerin yabancı dillere tercümeleri tam manası ile aslına benzemiyor ve bu da risalelerin tam manası ile anlasılamamasına sebebiyet veriyor bu da aslına bakarsanız bir nevi tahribat, acaba bu eserler sadece bu eserleri anyanlar için mi yazıldı, yoksa bu iman hakikatlerinden bihaber yasayan talihsizler için mi?
dua ile..
 

Sergerdan

Well-known member
Yukarıdaki yazıdaki 20 unsur fazla fazla yeter bu hususu anlamaya; gayet açık,hissiyata kapılmadan yazar çok güzel ifade etmiş.Sorunun çözümü canla başla bu hakikatleri insanlara sevdirmeye çalışmak,bunların paylaşıldıgı ortamlara çekmektir.Hasta olup da deva bulamıyorum diyenin samimiyetine kuşkuluyum.En zor ünüverste derslerine çalışan arkadaşlar diline dolamış risalelerin dili agır diye,agırsa hırs yap kardeşim agırlıgı kadar sen de gayret et,tenbelligini rahatını boz.Marifet arıyorum ama anlayamadıgım için nasib olmuyor deyenleri samimi bulmuyorum.Arayan bulur.Diline aşina olup da mevzuları sindirememek o ayrı birşey.

Risalelerin mevzuları sadeleşse bile çogu meselesini herkes ilgi duymaz.Yani edebiyatı karışık,matematige zor diyen,felsefeye bu ne yav vb...
diyen bizim gençligimize sadesi de zor gelir.Yani ay risaleleri anlayamıyorum diye eyvahlanan hüngür hüngür aglayan kimseler oldugunu zannetmiyorum.Onun için bu iyiniyetinizi bence abartmanıza gerek yok,inanın sadeleşmedi diye millet cehennem alevinde yanacak degil.


Yabancı dile çevrilme meselesine zaten yukarda deginmiş,onlar zaten yabancı ilk duyurma,fırsat önemli.Ama Türkiye de olup da dilinden dolayı risaleleri anlamayanı görmedim,Evet VAZGEÇENİ çok gördüm ama ögrenmek isteyen için insan da çok,müsbet ortamlarda çok.Onun için hiç de çare bulunmasına gerek yok.mevcut gayretlerde samimi olmak,sabit kalmak çaresini neslimize taşımaya çalışsak yeter inşaallah.Yani siz merhametlisiniz insanlara ulaşayım diye kalbiniz sızlıyor da,bu davanın ilkleri mi vurdumduymazlık içindeler.

On beşincisi: Tercümeleri kendinize delil yapıyormuşsunuz. Böyle kıyas mı olur, insaf ediniz! Hiç lisan bilmeyenlere tercüme etmek bir zarurettir. Zaruret ise haramı bile helal kılar. Açlıktan ölme tehlikesi geçiren adam haram etten doymayacak kadar yiyebilir. Ama başkası bu ruhsattan istifade edemez. Bu misali meselemize tatbik ediniz! Türki lisan bilmeyenler, muztar adamlardır. Sizin muhataplarınız böyle mi! Nasıl unutursunuz ki, Risaleler onların diliyle yazıldı. Risale dili muhataplarınıza yabancı değil, muhataplarınız bu dile yabani. Onları buraya getirmek gerek. Yoksa bunu oraya taşımak için derisini yüzmek akıl karı değildir. Müfsitler de dil uygulamalarıyla bunu yapmak niyetindeydiler zaten. Ezanı ve namaz surelerini tahrif için az mı didindiler! Nurlarda dil ve üslup canlı deri gibidir. Elbise gibi olsa, belki onu soyar, kendi modanıza göre bir libas giydirebilirdiniz!
_________________________________________________
Ömer Sevinçgül ün yazısını dikkatle okumanızı tavsiye ederim,öyle çok muglakta kalmış bir mesele bırakmamış ki sizin belirttiginiz husus ciddi bir sorun olarak algılansın.Algılanmıyor,algılanmayacak..
 

hulusi

Well-known member
Diyorl ar ki: "Risale-i Nurları anlaya mıyoruz." İlkokula giderk en lise dersle rini anlama zdık. Tahsil e devam ederke n, lise dersle rini anladık, sınıf geçtik. Hatta akadem ik çalışmalara bile başladık. Risale-i Nurları anlaya mıyoruz diyenl er, ısrarla derse devam etmeli ler. Allah insana öyle bir beyin vermiş ki, insan her konuyu anlaya bilir.
;)
 

Sungurlu

Member
bu konu üzerinden çok vakit geçmiş gerçi okuyunca aklıma birşey getirdi.
izmirde bir dershanede bir gün bir baktım sarı saçlı birisi. ama her halinden belli ki Türk değil. Dedim bu kim? dediler Abdurrahman.
Dedim ben de Abdurrahmanım ama...:)
dediler aslen Hollandalı. Risaleler ile müslüman olmuş. ve aslından okumak için buraya gelip dershanede kalıyor. Maş.
o diyordu
"Ben sizi anlamıyor. Ben anlıyor. Siz anlamıyor."
 
T

Tarihci19

Misafir
elbette her eserin orjinali en önemlisidir, hiçbir çeviri veya sadeleştirme orjinalin verdiği derin hazzı ve manayı vermez, zaten M.F. Gülen de bunu söylüyor lakin diğer yanda da bir ihtiyac hasıl olmuş bunu da göz ardı etmemek lazım.

bu konuda, sanki risale de yazan cümleler vahymiş, asla ve kata bir harfine bile dokunulamazmış gibi bi anlayışımızın olmaması gerekir olamaz da. ancak sadeleştirilmesini istemeyebiliriz o ayrı..

üstadın talebeleri sadeleştirilmesini istemediler çünkü üstad da vaktinde istememişti, çünkü o zamanlar zaten insanların dili bizimkinden çok daha yakındı üstadın uslubuna. bizim gibi her cümleyi her kelimeyi değil bazı derin mevzuları ve belagaten ince nüsanslı yerleri anlayamıyorlardı, sadece bu kadarı için sadeleştirmek luzumsuz idi.. ancak konjoktur öyle bir haldeki, bir türk evladı risalenin 10 cümlesinin 70 kelimesinden 60 kelimesini anlamıyor, bırakın paragrafın cümlelerin bütünün manasını, keliemelerin manalarını bilmiyor..! o nedenle sadeleştirmek (kasıt kısaltıp basitleştirmek değil) luzumu doğuyor, sadeleştirmekten kasıt "uhuvvet" demek yerine "kardeşlik" yazmak demektir yani cümleleri kısaltıp basitleştirmek manasından uzaklaştırmak demek değildir, yazılmış kelimenin gunumuz karşılığını yazmak demektir.

bu konuda bazı çevreleri tek el haline getirmemek lazım, hizmetin ihtiyacları ne yöndeyse o ihtiyacları karşılamak icab eder. bir ortaokul talebesi okuduğu 15 kelimeden 12 sini anlayamıyorsa o 15 kelimenin anlaşılabilir olanlarıyla değiştirilmesi ve çocuğun risaleyi kendi okumasıyla anlayabilir hale gelmesi elzemdir.

ancak bu sadeleştirilmişler ilk okumalarda olmalı yani yeni başlayacaklar, anlayamamanın verdiği sıkkınlıkla vazgecmesin diye bu sadeleştirilmişleri okumalı ve anladıktan sonra ısındıktan sonra orjinalleri okumalı ve derinleşmeli.. orjinalleri de olmalı sadeleştirilmiş halleri de olmalı ve herkes anladığını okumalı, sadeleştirilenden okuyup kavrayanlara bu sade halleri yetmediğinde artık lezzet vermediğinde orjinallere gecmeli..

biz diyemeyizki orjinaleden okuyamayan okumasın bıraksın, biz okutabilmek için elden geleni yapmalıyız, diyoruzki cemaatler var evler dersaneler var yardımcı olacak olan çok.. peki yardım almaya müsait olmayanlar okumasınlarmı? yada anlamıyorlar diye vazgecdikleri vakit onları buna terkmi edelim.. veya bazı insanlar dersaneye eve karşı önyargılı gelmiyorlar onlar ne olacak.. insanları okumaya sevketmek buna vesile olmak için her yol denenmeli sadesiyle başlatılıp orjinale gecirilmeli.. kademe kademe..

madem öğrenmek isteyen ille çabalayıp öğreniyor, o zaman neden başka dillere çevirdik risaleyi? öğrenmek isteyen türkçe öğrenir okurdu mu diyelim.. bir avrupalıya risaleyi ingilizce konuşarak anlatsam tahşidat yapsam o da meraklansa okumak istese ben de evvela okumak için türkçe öğren ingilizceye cevirirsek manası daralır mı demeliyim? yoksa al kardeşim sana ingilizce risale buyur oku mu demeliyim.. okumak isteyen cabalar öğrenir diyen kardeşlerim,o adam türkçe de öğrenmezdi okumazdı da, ve mahrum kalırdı, nasılki başka dile cevirdik ve bunca müsbet netice aldık gunumuz insanının anlayacağı kelimelerle de yazılmalı ve insanlar onunla en azından başlatılmalı ısındırılmalı ve orjinallerine gecirilmeli..
 

hulusi

Well-known member
insanl ar onunla en azından başlatılmalı ısındırılmalı ve orjina llerin e geciri lmeli. ..benden büyük ilimi olarak önde abilerim var sükut etmek en hayırlısı..çevremde gözlemlediğim sanırsam bi çok yerde üstad tanınmamış...üstadı tanıdıkca ondan çok uzak şuan bi çok Nur hizmeti..Rabbim Risale-i nur yakışacak hayırlı hizmetlerde bulunmamızı nasıp etsin dua ile
 

nsahin38

Yeni Üye
1960 da üstad hazretleri vefat edene kadar ehli dalalet ve münafıklar onunla uğraştılar. vefatından sonra kendi felsefelerine bir türlü alet olmaz çelik gibi sebatkar bir güruh olan nur talebelerinin de artık yavaş yavaş sonunun geldiğini düşünüyorlardı çünkü alemi islam da bediüzzamanı meşhur ünvanıyla harika bir deha sahibi olan üstadları artık yoktu. son hızla dessasane planlar, oyunlar devam etti.ellerine en güçlü balyozlarını alıp mütemadiyen nurdan yapılmış bu elmas güruhu zevkle parçalamak için var güçleriyle vurdular.Hak Teala celal ile o zamanları çalkaladı.vurdular vurdular vurdular.ama olmadı. nurdan ibrişim bi türlü kırılmadı, kırılmıyordu.neydi bunları hala ayakta tutan.neydi en cazibedar fitnelerden tut en dehşetli korkulara kadar bütün hücumlara karşı nurcuları pervasız hareket ettiren, mağlup ettirmeyen, felsefeyi maddiyeye yüz sürdürmeyen, şeytan nefis ve dallin güruhuna karşı imanın gücünü dimdik ayakta durarak gösterttiren.....
sonra dedilerki herhalde başka biri var said gibi. zübeyir gündüzalpi denediler iş çıkmadı. bekir berki denediler hemen geri adım attı. tahiri mutlu etrafında toplayıp kendi sahalarına çekmek istediler yüz bile bulamadılar.hep birisi var diye uğraştılar didindiler ama olmuyordu. en son sungur abiyi öne sürmeye çalıştılar ordan da bişey çıkaramadılar.
yıllarca süren fitne araştırmalarının sonucunda bir neticeye ulaştılar.evet artık uyanmışlardı. bu adamlar sarsılmaz sebatlarını risalei nuru okumaktan ona sadık kalmaktan alıyorlar. evet bu kitapların inkar edilmez bir manevi desteği var ki kendisine sadakatle tabi olanları bu zamana kadar hiç sadakatlarında pişman etmemiş.
sonra defalarca başlarında paralanan balyozlarını yine ellerine alıp var güçleriyle risalei nurların kendisiyle uğraşmaya başladılar. kitapların safiyetiyle uğraşmaya başladılar.
kardaşlar,kardaşlar,kardaşlar. risalei nurların sadeleştirilmesi basit bir mesele değildir. yıllardır süren bozgunculuk çalışmalarının neticesinde ortaya atılan yeni bir plandır.kimseye bir sözüm yok, itham ettiğim yok, gözümüzü açalım yeter.BİZE DÜŞEN YALNIZ VE YALNIZ NURA SADAKAT,METANET VE HİZMETTİR.
NOT:mesajlardan birinde korku kelimesinden söz edilmesi gerçekten çok incitti. demek hizmetimiz halisen lillah olamamış Allah bizi affetsin.
 
Üst