3- Risale-i Nur’dan a’zami derecede istifade edebilmenin üçüncü şartı Güzel Ahlaktır
Kur’anı Kerimde
"Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan çevireceğim." (A’raf :146.)
buyrulmuştur. Bu ayet gösteriyor ki Kuranı hakkıyla anlayabilmek ancak güzel ahlakla mümkündür. Bu ayete dayanarak, bazı alimler Kuranı tefsir edecek bir kimsede güzel ahlakın olmasını şart koşmuşlardır. (El-itkan: c.2.s:463).
Risale-i Nurda Kur’anın bir tefsiri olması hasebiyle güzel Ahlaka sahip olmayanlar, ihlas hasletinden uzak olanlar da, Risalei Nuru anlamaktan mahrum kalırlar. Tabii ki bunu söylerken bütünüyle, hiç anlamazlar manasında söylemiyoruz. Elbette herkes -hatta dinsiz bile- kendince bir şeyler anlar, ama onu bütün yönleriyle, bütün incelikleriyle anlamaktan mahrum kalırlar. Bu hususta Şamlı Hafız Tevfikin Risale-i Nurda anlattığı hadiseyi aşağıya alıyoruz :
"Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.
İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.
Pür-kusur
Şamlı Hâfız Tevfik
4- Risale-i Nur’dan a’zami derecede istifade edebilmenin dördüncü şartı İlmiyle Amil Olmaktır:
“Kırk gün helal yiyenin kalbini Allah nurlandırır ve hikmet kaynaklarını, pınarlarını kalbinden lisanına akıtır.” (İhya. C.2.s235.) İbrahim Edhemde şöyle demiştir “kemale erenler ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmiştir. (ihya.c.2.s239.) bir velide şöyle der “haram lokma yiyenin a’zaları isyan eder. Yediği helal olanın da azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur. (İhya : c.2.s.240)
Bir hadisi şerifte
“Kim bildiğiyle amel ederse, Allah ona bilmediğini de öğretir”
buyrulmuştur. Bu hadisi takviye eden ayetler de vardır aşağıya bu ayetleri alıyoruz :
1. Enfal : 29- Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız, size furkan (hak ile bâtılı ayıracak bir anlayış) verir, kötülüklerinizi örter ve size mağfiret eder. Allah büyük ihsân sahibidir.
2. Hadid. 28- Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Resûlüne iman edin ki, O size rahmetinden iki kat nasip versin ve sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve size mağfiret etsin. Allah gafûrdur (mağfiret eder), rahîmdir (merhamet eder).
3. Yusuf suresi -22- (Yusuf’un) gücü kemâle erince, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte muhsinleri de biz böyle mükâfatlandırırız.
4. Kasas-14- Musa’nın gücü kemâle erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte muhsinleri de böyle mükâfatlandırırız.
Son iki ayete dikkat edilirse Allah hem Musa as hemde Yusuf as’a hikmet ve ilim vermiş ve muhsin olanlarada aynı şekilde hikmet ve ilim vereceğini, vaad etmiştir.
Muhsin için iki mana verilmiş biri “Allahı görüyor gibi ibadet etmek” diğeride “insanlara iyilik etmek”. Başka bir tarifle şunu söyleyebiliriz : insan üzerinde hukukullah ve hukuku ibad olmak üzere iki “hak” vardır. Hukukullah yani Allah’ın hakkı ona iman ve ibadettir. Hukuku ibad yani kul hakkı ise kuranın bahsettiği ahlak esaslarıdır. Muhsin bu iki hukuka riayet ederek onlara tecavüz etmeyen ve onların bizden taleb ettiği fiilleri işleyen demektir.
Bizde (muhsin) olursak bu va’dı ilahiye göre hikmet ve ilme mazhar oluruz. Diğer ifadeyle, hem Risale-i Nuru anlama hem de daha başka ilmi eserleri anlama cihetinde inayetlere mazhar oluruz.
5. Risale-i Nur’dan a’zami derecede istifade edebilmenin beşinci şartı üveysiliktir :
Üveysilik, Veysel Karanî Hazretleri gibi, sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olan, muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz almak tarzıdır.
Ebul Hasan Şazeli şöyle der: “evliyadan bazıları vardırki, sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir. Yine evliyadan bazılarının, ruhaniyetleri vasıtasıyla ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o veli kabrinde meyyit olsun… kabrinde iken müridini yetiştirir. Müridi kabrinden onun sesini işitir. Nitekim Ebul Hasan-ül Harkani şeyhi Eba Yezidi Bestamiden bu şekilde feyz almıştır.” (Rabıta-i şerife: s.19)
Üstad Bediüzzaman hazretleri imam-ı Ali (ra) ve Abdulkadir Geylani hazretlerine bağlı üveysi bir zattır ve onların manevi feyz ve irşadlarına mazhar olmuştur.
"Risale-i Nur'un mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır." Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn'in (R.A.) ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünki Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur'dan haber verdiği gibi; Gavs-ı A'zam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur'dan haber verip tercümanını teşci' etmiş. Bu mahrem dört risale, Keramet-i Aleviye ve Gavsiyeye ait dört risale inşâallah bir vakit size gönderilebilir. (…) Zâten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı A'zam'dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmam-ı Ali'den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. ( emirdağ: 69)
Bu husus 8, 18 ve 28. lemalarda bahsedilmiştir. Arzu edenler oradan tafsilatlı bir şekilde okuyabilirler.
Risale-i Nur talebeleri de üstadları gibi, üveysidirler. Onlarda bazı şartlar dahilinde hem İmam Ali, hem Abdülkadir Geylani, hem de bizzat üstadları Bediüzzaman hazretlerinden manevi feyz ve ilim devşirebilirle...
O şartlarda ihlas, risaleleri kuran harfleriyle yazmak ve okumak ve üstadlarına dua etmektir.
Üstad bu hususta şöyle der:
Aziz, gayretli, ciddî, hakikatlı, hâlis, dirayetli kardeşim!
Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilaf-ı zaman ve mekân sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mani' teşkil etmez. Biri şarkta, biri garbda, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan birtek maksad için bir tek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hükmündedirler. (23. mektubun başı)
Ben sizi yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hidematınızda günde müteaddid defalar görüyorum ve size olan iştiyakımı tatmin ediyorum. Siz de bu bîçare kardeşinizi risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatın sohbetine zaman, mekân mâni' olmaz; manevî radyo hükmünde biri şarkta biri garbda, biri dünyada biri berzahta olsa da rabıta-i Kur'aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur. ( Kastamonu Lahikası. Birinci mektup)
Şimdi âlem-i melekût ve ervahta, ölmüş, vefat etmiş insanların ervâhı pek çok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Mânevî hedâyâmız onlara gidiyor; onların nuranî feyizleri de bizlere geliyor. (Sözler. 29. söz. Ruh bahsinden)
Ben kasemle temin ederim ki, bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer; belki herbir sayfası bir okka şeker kadar beni memnun eder. (Kastamonu Lahikası: )
Üstad hayatı boyunca kimseden hediye kabul etmemiştir. Halbuki yukarda “yazılan risalelerin kendisine büyük bir hediye” olduğunu söylüyor. Yani üstad böyle bir hediyyeyi canü gönülden kabul ediyor. Bir önceki parağrafta ise “ölmüş zatlara bizim manevi hediyyelerimizin gittiğini, onların manevi feyzlerinin de bize geldiğini” ifade ediyor. Buna göre bizim yazdığımız yazılar manevi bir hediyye olarak vefat etmiş olsa bile üstada takdim edilir, ona ulaştırılır ve bunun karşılığında yazan şahıslarla üstad arasında manevi bir münasebet tesis edilir ve ondan manevi feyzler de gelir.
Buraya kadarki kısımda üstadla talebeler arası manevi irtibatla ilgili yerleri kaydettik. Bundan sonraki kısımda ise İmam Ali ve Gavsı A’zam’ın nur talebeleriyle olan manevi bağlarına işaret edeceğiz. :
Üstad İhlas risalesinde şöyle der:
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu'cizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A'zam (K.S.), o hârika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, onların bu teveccühleri, ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz ²v¬Z¬KS²9«!ö|«V«2ö«-:I¬$ÌY<ö«-ö sırrıyla ihlas-ı tâmmı kazanınız.