genc_kalem
Okumak,Yaþamaktýr
Selamun Aleyküm,
Değerli kardeşlerim sizlerle çok önemli bir makalelerden birini paylaşmak istiyorum. Biraz uzun olabilir. Sabırla okursak inşaAllah , bittikten sonra da yorumlarımızı yazalım inşaAllah.. Selam ve dua ile..
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR?
O gizli komitenin, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin Kastamonu Lâhika’sında geçen “Risâletün-Nûr, hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesini te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip, “Başka İslâmî eserlere, hattâ Kur’ân, Hadîs ve fıkha ihtiyâc yoktur” gibi bir ma’nâ vermelerine cevâb mâhiyyetinde mezkûr mektûbun şerh ve îzâhıdır.
Önce mektûbun aslını okuyalım:
“Risâle-i Nûr talebelerinin hâsları olan sâhib ve vârisleri ve hâslarının hâsları olan erkân ve esâsları olan kardeşlerime bugünlerde vukú’ bulan bir hâdise münâsebetiyle beyân ediyorum ki; Risâletün-Nûr, hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor. Katî ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletün-Nûr’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risâletün-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkıyye îsâl eder.
“Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütâleayla ba’zan bir günde bir cild kitâbı anlayarak mütâlea ederken, yirmi seneye yakındır ki Kurân ve Kurândan gelen Resâilün-Nûr bana kâfî geliyorlardı. Birtek kitâba muhtâc olmadım, başka kitâbları yanımda bulundurmadım. Risâletün-Nûr çok mütenevvi’ hakáika dâir olduğu hâlde, te’lîfi zamânında, yirmi seneden beri ben muhtâc olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyâde muhtâc olmamak lâzım gelir.
“Hem mâdem ben sizlere kanâat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgúl olmuyorum; siz dahi Risâletün-Nûr’a kanâat etmeniz lâzımdır, belki bu zamânda elzemdir.
“Hem şimdilik ba’zı ulemânın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bidatlara müsâid gittiği için, Risâletün-Nûr zındıkaya karşı hakáik-ı îmâniyyeyi muhâfazaya çalışması gibi, bidata karşı da hurûf ve hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza etmek bir vazîfesi iken, hâs talebelerden birisi bilfiil hurûf ve hatt-ı Kur’âniyyeyi ders verdiği hâlde, sırrı bilinmez bir hevesle, hurûf ve hatt-ı Kur’âniyyeye, ilm-i dîn perdesinde te’sîrli bir sûrette darbe vuran ba’zı hocaların darbede isti’mâl ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o hâs talebelere karşı bir gerginlik hissettim; sonra îkáz ettim. Elhamdülillâh ayıldılar. İnşâallah tamâmen kurtuldular.
“Ey kardeşlerim!
“Mesleğimiz, tecâvüz değil tedâfü’dür. Hem tahrîb değil, ta’mîrdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize tecâvüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde, elbette çok mühim ve bizim de malımız hakíkatler var. O hakíkatlerin intişârına bize ihtiyâcları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyyetli vazîfe zedelenir ve muhâfazası lâzım olan ve birer tâifeye mahsûs bir kısım esâslar ve âlî hakíkatler kaybolmasına vesîle olur.
“Meselâ, hâdisât-ı zamâniyye bahânesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev’ine zemîn ihzâr etmek tarzında, ba’zı ruhsat-ı şer’ıyyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risâletün-Nûr, gerçi umûma teşmîl sûretiyle değil, fakat herhâlde hakíkat-i İslâmiyyenin içinde cereyân edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs-ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyyetli esâsları muhâfaza etmek bir vazîfe-i asliyyesidir. Sevk-ı zarûretle, hâdisâtın fetvâlarıyla onlar terk edilmez.”
Bu mektûbun şerh ve îzâhına geçmeden önce bir mukaddime zikredilecektir.
MUKADDİME
On yedi mes’eledir.
Birinci Mes’ele: O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin bu mektûbda geçen, “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesini ele alıp, bu cümlede geçen “hakáik-ı İslâmiyye” kaydını zikretmeyerek ve bu mektûbu bir bütün olarak nazara almayarak; kayıtsız ve şartsız “Risâle-i Nûr kâfîdir; başka eserleri okumaya ihtiyâc yoktur” şeklinde tahrîf etmek sûretiyle “Kur’ân, Hadîs, Kelâm, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeye ihtiyâc yoktur” gibi bâtıl bir düşünceyi Müslümanlar arasına atmıştır.Tâ ki, Müslümanları Kur’ân, Hadîs, Kelâm, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeden uzaklaştırsın.
Evet, yaklaşık 250 seneden beri o gizli zındıka komitesi, bir kısım tarîkatçılara, bir kısım medrese ehline ve yaklaşık 40-50 seneden beri bir kısım Risâle-i Nûr okuyucularına yanaşıp onları elde ederek istikámetli mecrâdan çevirmişlerdir. Şöyle ki:
O gizli ecnebî komite, ba’zı tarîkatçılara, “Sizler ehl-i kalb ve ehl-i keşifsiniz; ledünnî ilim erbâbısınız. Şerîat, avâmın yoludur; tarîkat, onun özüdür. Zikir size kâfîdir. Kur’ân, Hadîs, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeyi okumanıza gerek yoktur. Zâhirî ilimleri tahsîl etmekten ziyâde keşif ve velâyet lâzımdır” gibi sözlerle onları aldatmak sûretiyle câhil bıraktılar. Böylece tekyeleri Kur’ân, Hadîs, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeden tecerrüd ettirdiler. Hem bu husûsta ba’zı muhakkık ehl-i velâyetin sözlerini de te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip o fâsid te’vîlleri da’vâlarına delîl yaptılar.
Yine o gizli komite, ba’zı medrese ehline, yalnızca Arab dilinin meziyyetlerini gösterip, bir nev’i lâfızperestlik hastalığına sürükleyerek; Kur’ân ve Hadîs’in ma’nâsını öğrenmeye ve ulûm-i âliyyeyi tahsîl etmeye bedel, himmetlerini ibâre çözmeye ve ulemânın şerh ve îzâhları üzerinde münâkaşaya hasrettirdiler. “Ulûm-i Arabîyye size kâfîdir.
Değerli kardeşlerim sizlerle çok önemli bir makalelerden birini paylaşmak istiyorum. Biraz uzun olabilir. Sabırla okursak inşaAllah , bittikten sonra da yorumlarımızı yazalım inşaAllah.. Selam ve dua ile..
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR?
O gizli komitenin, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin Kastamonu Lâhika’sında geçen “Risâletün-Nûr, hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesini te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip, “Başka İslâmî eserlere, hattâ Kur’ân, Hadîs ve fıkha ihtiyâc yoktur” gibi bir ma’nâ vermelerine cevâb mâhiyyetinde mezkûr mektûbun şerh ve îzâhıdır.
Önce mektûbun aslını okuyalım:
“Risâle-i Nûr talebelerinin hâsları olan sâhib ve vârisleri ve hâslarının hâsları olan erkân ve esâsları olan kardeşlerime bugünlerde vukú’ bulan bir hâdise münâsebetiyle beyân ediyorum ki; Risâletün-Nûr, hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor. Katî ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletün-Nûr’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risâletün-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkıyye îsâl eder.
“Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütâleayla ba’zan bir günde bir cild kitâbı anlayarak mütâlea ederken, yirmi seneye yakındır ki Kurân ve Kurândan gelen Resâilün-Nûr bana kâfî geliyorlardı. Birtek kitâba muhtâc olmadım, başka kitâbları yanımda bulundurmadım. Risâletün-Nûr çok mütenevvi’ hakáika dâir olduğu hâlde, te’lîfi zamânında, yirmi seneden beri ben muhtâc olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyâde muhtâc olmamak lâzım gelir.
“Hem mâdem ben sizlere kanâat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgúl olmuyorum; siz dahi Risâletün-Nûr’a kanâat etmeniz lâzımdır, belki bu zamânda elzemdir.
“Hem şimdilik ba’zı ulemânın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bidatlara müsâid gittiği için, Risâletün-Nûr zındıkaya karşı hakáik-ı îmâniyyeyi muhâfazaya çalışması gibi, bidata karşı da hurûf ve hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza etmek bir vazîfesi iken, hâs talebelerden birisi bilfiil hurûf ve hatt-ı Kur’âniyyeyi ders verdiği hâlde, sırrı bilinmez bir hevesle, hurûf ve hatt-ı Kur’âniyyeye, ilm-i dîn perdesinde te’sîrli bir sûrette darbe vuran ba’zı hocaların darbede isti’mâl ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o hâs talebelere karşı bir gerginlik hissettim; sonra îkáz ettim. Elhamdülillâh ayıldılar. İnşâallah tamâmen kurtuldular.
“Ey kardeşlerim!
“Mesleğimiz, tecâvüz değil tedâfü’dür. Hem tahrîb değil, ta’mîrdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize tecâvüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde, elbette çok mühim ve bizim de malımız hakíkatler var. O hakíkatlerin intişârına bize ihtiyâcları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyyetli vazîfe zedelenir ve muhâfazası lâzım olan ve birer tâifeye mahsûs bir kısım esâslar ve âlî hakíkatler kaybolmasına vesîle olur.
“Meselâ, hâdisât-ı zamâniyye bahânesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev’ine zemîn ihzâr etmek tarzında, ba’zı ruhsat-ı şer’ıyyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risâletün-Nûr, gerçi umûma teşmîl sûretiyle değil, fakat herhâlde hakíkat-i İslâmiyyenin içinde cereyân edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs-ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyyetli esâsları muhâfaza etmek bir vazîfe-i asliyyesidir. Sevk-ı zarûretle, hâdisâtın fetvâlarıyla onlar terk edilmez.”
Bu mektûbun şerh ve îzâhına geçmeden önce bir mukaddime zikredilecektir.
MUKADDİME
On yedi mes’eledir.
Birinci Mes’ele: O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin bu mektûbda geçen, “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesini ele alıp, bu cümlede geçen “hakáik-ı İslâmiyye” kaydını zikretmeyerek ve bu mektûbu bir bütün olarak nazara almayarak; kayıtsız ve şartsız “Risâle-i Nûr kâfîdir; başka eserleri okumaya ihtiyâc yoktur” şeklinde tahrîf etmek sûretiyle “Kur’ân, Hadîs, Kelâm, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeye ihtiyâc yoktur” gibi bâtıl bir düşünceyi Müslümanlar arasına atmıştır.Tâ ki, Müslümanları Kur’ân, Hadîs, Kelâm, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeden uzaklaştırsın.
Evet, yaklaşık 250 seneden beri o gizli zındıka komitesi, bir kısım tarîkatçılara, bir kısım medrese ehline ve yaklaşık 40-50 seneden beri bir kısım Risâle-i Nûr okuyucularına yanaşıp onları elde ederek istikámetli mecrâdan çevirmişlerdir. Şöyle ki:
O gizli ecnebî komite, ba’zı tarîkatçılara, “Sizler ehl-i kalb ve ehl-i keşifsiniz; ledünnî ilim erbâbısınız. Şerîat, avâmın yoludur; tarîkat, onun özüdür. Zikir size kâfîdir. Kur’ân, Hadîs, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeyi okumanıza gerek yoktur. Zâhirî ilimleri tahsîl etmekten ziyâde keşif ve velâyet lâzımdır” gibi sözlerle onları aldatmak sûretiyle câhil bıraktılar. Böylece tekyeleri Kur’ân, Hadîs, Fıkıh ve sâir ulûm-i dîniyyeden tecerrüd ettirdiler. Hem bu husûsta ba’zı muhakkık ehl-i velâyetin sözlerini de te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip o fâsid te’vîlleri da’vâlarına delîl yaptılar.
Yine o gizli komite, ba’zı medrese ehline, yalnızca Arab dilinin meziyyetlerini gösterip, bir nev’i lâfızperestlik hastalığına sürükleyerek; Kur’ân ve Hadîs’in ma’nâsını öğrenmeye ve ulûm-i âliyyeyi tahsîl etmeye bedel, himmetlerini ibâre çözmeye ve ulemânın şerh ve îzâhları üzerinde münâkaşaya hasrettirdiler. “Ulûm-i Arabîyye size kâfîdir.
Son düzenleme: