Prof. Dr. Ahmed Akgündüz HAREM GERÇEĞİ

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
HAREM GERÇEĞİ
Bugüne kadar harem hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çiz...ildi. Oysa zihnimizde oluşturulan harem imajı gerçeğinden çokfarklıydı. Harem diye yıllarca Batılı oryantalistlerin, yazarların, diplomatların fantezilerini okuduk. Hiç giremedikleri padişahın evini kendi hayalleri ile süsleyen bu yazar-çizer takımı bizlerin hareme bakışını yüzyıllardır etkilerken buna bir de “resmi” çarpıtma eklendi.

Bugüne kadar harem, Batı'nın bildiği değil; öyle olmasını istediği, büyülü, egzotik bir kurum olarak karşımıza çıktı. Yani hayal mahsulü, belgelere dayanmayan bir yer. Belgelere dayanması çok zor; çünkü paşidahın özel evi olan harerne hiç bir yabancının alınması mümkün değildi. Bu nedenle bugün bile harem diye, Doğu'ya seyahat eden Avrupalı seyyahların, diplomatların fantezileri ile karşı karşıyayız.

Türkiye'nin yetiştirdiği ve bütün dünyada tarihçilerin piri olarak kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık da Batılılar'ın harem hakkındaki tasvirlerini "hayal ve fantezilerle dolu" olarak tavsif ediyor.

Geçtiğimiz .hafta piyasaya, "İslam Hukukunda Kölelik Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı'da Harem" adlı kitap çıkartan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de cumhuriyet döneminde, harem konusunun saptırılarak anlatıldığını söylüyor.

Araştırmacı Yazar Nezih Uzel harem hakkında ilk bilgilerin, İstanbul'da İsveç sefareti görevlisi olan Muradja d'Ohsson'un kitabında yer aldığını söylüyor. Yazarın 1791 yılında yayınladığı "Tab le au general de l'Empire Ottoman; Osmanlı İmparatorluğu'nun genel tablosu" adını taşıyan ünlü eserinin yedinci cildinin bir bölümünü harerne ayırmış olduğunu belirten Uzel, bu eserin meşhur tarihçi Hammer'in de kaynaklarından olduğunu belirtiyor..

Osmanlı yazarları içinde harerne ilk giren ve en sağlam bilgileri veren son Osmanlı vakanüvisti Abdurrahman Şeref Bey'dir. Bu yazar 1908 ihtilalinde 2. Abdulhamid'in tahtan indirilmesinden sonra haremi tetkik imkanıbulmuş ve padişahlar, binalar, kadınlar, cariyeler, şehzadeler, ve sultanlar hakkında makalelerini 1910-1 1 yılları arasında "Encümen-i Daniş" mecmu asında yayınlamıştı. Yine Mecelle yazarı, hukukçu, tarihçi ve aynı zamanda sosyolog olan Ahmet Cevdet Paşa'nın harem ve padişahlar hakkında verdiği bilgiler de dikkate değer niteliktedir.

HAREM NERESI?

Osmanlı Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın üç bölümünden bir tanesi. Birinci bölüm, Birun yani dış saraydır. Sancak-ı Şerifin bulunduğu Akağalar Kapısı'na kadar olan ve geniş bir bahçesi bulunan kısımdır. Burada ilk dönemlerde Sadr-ı Azam'ın bakanlar kurulu demek olan Divan-ı Hümayun vesaire bulunur. İkincisi ise Enderun'dur. Bu da iç saray demektir ve Enderun Mektebi, genelkurmay ve padişah köşkü gibi kısımları vardır. Üçüncüsü ise padişahların evleridir. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün ifadesi ile "Bugün bir memurun ancak lojman olarak kabul edebileceği yerlerde Osmanlı padişahIarı kalabalık aileleri ile birlikte olmuşlardır. Padişahların kaldığı bu lojmanlara İslam'ın hükümlerine göre yabancı erkekler ve başkalarının girmesi yasak olduğundan dolayı Harem-i Hümayun denmiştir.

HAREMl YÖNETENLER

Haremin başı valde sultandır. Padişahın annesidir. Valde sultan ham "Ustalar ve Kalfalar" aracılığı ile yönetir. Valde sultan ile hükumet arası da "Kızlar Ağası" veya "Darüssaaı Ağası" vardır.

Ak veya kara harem ağaları ve lı rem kapısını bekleyen Bab us Saaı Ağası da Kızlar Ağası'na bağlıdı Haremde hizmet gören ustaların i listesi şöyledir: "Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar ust vekil usta, kethüda kadın, saray usta, Kanbe usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.

Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar vardır. Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.

Harem konusunda en fazla spekülasyon yapılan husus cariye meselesidir. Cariyelerin hepsini aynı statüde, yani hepsini 'cinsel obje' olmaktan başka bir şekilde görmeyen bir bakış açısıyla irdelenen Osmanlı Harem'inde cariye sayısı hep abartılısöyleniyor.

Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre "Osmanlı toplumunda cariye sadece "cinsel obje" olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadı miras listelerinden öğreniyoruz. Ailenin bir ferdi gözü ile bakılan cariyelerin, ev hizmetlerinde olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli yeri vardı.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
NE DEMEK IÇ OĞLAN?

Harem konusunda yapılan tezviratın ayaklarından biri de iç oğlan meselesidir. Harem mevzuunda en kapsamlıve en yeni belgeleri kullanarak hazırlanan Osmanlı'da Harem kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, kitabının müstakil bir bölümünü iç oğlan
meselesine hasretmiş. Akgündüz bu meselenin de çarpıtırılarak aktarıldığını vurguluyor. "İç oğlan Enderun'da yani iç sarayda çalışan genç görevlilere denmektedir. Ayrıca Yeniçeri Ocağı'nda bir grup için de bu tabir kullanılır. İç oğlan' bir terimdir. Oğlan denmesi genç çocuk anlamındadır."

Ahmet Akgündüz yaptığı araştırmalar sonunda iç oğlan meselesinde çeşitli iddiaların tam bir iftira olduğunu gördüğünü, iç oğlanların haremde değil Enderun'da ve Hırka-i Saadet ve diğer mukaddes emanetlerin bulunduğu Has Oda'da da görev yaptıklarını söylüyor. Akgündüz "Hadisenin mahiyetini bilip de, bir de iftirayı duyunca titremernek mümkün değil" diyor.

HADIM MESELESI

Osmanlı hareminde bazı insanların zorla cinsi iktidarsızlığa itildiği, yani hadım edildiği yolundaki iddialar da Prof. Dr. Ahmet Akgündüz tarafından yalanlanıyor. Akgündüz bu işin esasının olmadığını belirterek şöyle konuşuyor: "Özellikle Mısır ve Habeşistan çevresindeki bazı kabileler, Osmanlı haremine girmek hevesiyle kendi kendilerini hadım ettirmişlerdir. Ayrıca bazı zorba esir tüccarları da esir zencileri hadım ettirerek İstanbul'a getirip satmışlardır. Osmanlı padişahlarının aile hayatının geçtiği yer olan harerne yabancıların girmesi yasaktır. Ancak dışardan alınacak bazı şeyleri almak ve birtakım ağır işleri yapmak da kadın köleler için ya caiz değildir veya zordur. İşte bu hizmetler, hadım denilen insanlara yaptırılmıştır. Bunlar, zannedildiği gibi yatak odalarına kadar giremezlerdi."

ÇIPLAK RESiMLER, UYDURMA!

Haremle ilgili sık sık yayınlanan çıplak resimlerin aslı esası oıma Batılı yazar ve çizerlerin fantezileden ibaret olduğu çeşitli araştırma lar tarafından ifade ediliyor. Hare konusunda önemli eser veren çağau Uluçay şöyle diyor: "Türkiye'yi ziyaret eden seyyahlardan çoğunun Türkçe'yi bilmemeleri, Hıristiyan oldu ları için azınlıklarla düşüp kalkmalı ve onların verdikleri çok zaman hakikate uymayan malumatı en ufak tetkik süzgecinden geçirmeden kitaplarına kaydetmeleri, onları fahiş hatalar yapmaya sürüklemiştir. Seyyah ve ressamIarın bizler hakkında verdikleri hükümlerin, yaptıkları resimleri yazdıkları kitapların ne dereceye kadar doğru olacağını siz düşünün hükmünüzü verin." (Uluçay, H rem'den Mektuplar, ll)

HAREMIN KURALLARI

Haremin kurallarını padişahları bile bozamıyordu. Sıkİ kuralları bakımından 'kadınlar manastın'na benzettiği harem için İnalcık şöyle konuşuyor: "Gelen cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden geçirildikten sonra padişaha taktim edilebilir. Harem örgütünü ve kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında ikinci faktör Osmanlıkul sistemidir. Bu sistem Osmanlımerkeziyetçi devlet sisteminin temel kurumudur. Enderunda ve birun dış hizmetlerde padişaha mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve kabile bağlarından kopmuşkul ve cariyeleri kullanmak sisternin esasıdır. Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıdır. Cariyelerin çoğunluğu saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandadır."

Saraya yeni alınan esir kıza acemi deniyor. Bu ilk zamanlarında kendine Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikaye anlatma sanatı gibi sanatlar öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükselirdi. İnalcık Hoca'nın kaydettiğine göre "Esnaf dili ile şagirt olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer; gedikli denir. Cariyeler, iki geniş odada yan yana yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkarın yatağına aldığı gedikli 'ikbal' veya haseki adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler, başkadın, ikinci kadın diye sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki ayrıcalık kazanırdı. Bu sistem içinde her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
AHLAK MEKTEBI HAREM

Tarihçi İlhan Bardakçı da, hareme Tanzimatçı kafa ile bakıldığı için çarpık görüldüğünü belirterek "Tanzimat kafasının tarif ettiği harem yoktur. Yoktur ama biz İslam tohumu ile yetişen çocuklarımıza, harem düşmanlığı verirken kendimizi kurşunlamışız. Türk haremi bir mübarek manadır. Batı'nın insan babası haremlerini incelemek yerine bizim gül kokulu, ahlak mektebi olan haremlerimizi onlarla kıyaslamışızdır' diyor. Çağatay Uluçay da Harem kitabında, haremin halifenin evi olduğunu ve bu evde herkesin ibadetini yapması, Kur'an okuması gerektiğini belirttikten sonra herhalde bu düşünceden dolayı okuma- yazma bilinmesinin zaruri olduğunu vurguluyordu. Uluçayeserinde şunları söylüyor: "Gerçekten padişah kadınları okumayazma biliyorlardı. Hemen hemen hepsinin odasında bir kitaplık vardı. Bunların, çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında mustait cariyelerin bazımüzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş dikmesini, dantila işlemesini, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları, bu gün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz. Bu sebeble harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski saraylılar, acemilere 'Sarayda terbiye olmayan hiç bir yerde terbiye olamaz, burası terbiye mektebidir' diye korkuturlarmış."

HAREMDE RAMAZAN

Osmanlı'da harem hayatı içinde "ramazan"ın özel bir yeri olduğu an laşılıyor. Müslümanlar'ın halifesinin sarayında ramazan'ın nasıl karşılandığı, 2. Abdülhamit'in kızı Ayşe Sultan'ın, 1960'ta yayınlanan "Babam Abdülhamit" isimli kitabında şöyle anlatılıyor: "Sarayda ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvel hazırlık başlardı. Temizlik yapılır, kiler-i hümayun'dan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyeler gelirdi. Ramazanın ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, harem ağalarıyla bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak namaz kılınırdI. Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, if tar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilirdi... Sarayın harem dairesi, ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirirdi..."

KADIR GECESI ALAYI

Haremin dışında düzenlerimekle birlikte saraylıların arabalar içinde katıldıkları bu merasimi, haremin tarihini yazan çağatay Uluçay da şöylece tasvir ediyor: "Ramazanın 27. gecesi genel kadir alayı düzenlenirdi. Kadir alayı, 19. ve 20. yüzyıllarda 2. Mahmut'un yaptırdığı Tophane'deki Nusretiyye Camii ile Yıldız'daki Hamidiyye Camii meydanında yapılırdI. Gece, meydanın çevresi renkli fenerler ve fanuslarla donatılır, cami meydanı bir ışık dünyası haline gelirdi. Hava kararmadan önce haremde bulunan kadınlar ve sudanlar iki atın çektiği arabalara binerler, meydanda kendilerine ayrılan yerlerde dururlardı. Arabalardan inmezlerdi. Arabaların perdeleri inik dururdu.

Harem ağaları, her arabaya gümüş tepsilerle iftariye, yemek, meyve, (yaz ise dondurma) kahve dağıtırlardI. Harem ile alayın geçeceği meydana kadar olan yol, renkli kandiller ve fenerlerle donatılırdı. Harem arabaları önlerinde ikişeı kavas, gümüş kaplamalı deri fenerler taşırlardı, Padişah camiye girdikten sonra meydanda bulunan askerlere büyük pideler ve şerbetler dağıtılırdı.

Namaz bitinceye kadar meydanda atılan fişekler seyredilirdi. Namazdan sonra kadın efendiler ve sultanlar, şehirde yapılan şenlikleri seyretmek için kısa bir tur yaparlar, sonra harerne dönerlerdi.."

Haremliler bu temaşaya büyük önem verirlerdi.

Harem halkı, ramazanda ayrıca Topkapı Sarayı'nda bulunan Hırka-yı Saadet'i de ziyaret ederlerdi.

Ramazanın ıs. günü yapılan bu ziyaret sırasında, kadınefendiler, valide sultan, sultanlar, usta ve kalfalar, en güzel elbiselerini giyerler ve Emanet-i Mukaddese Dairesi'nde sıraya girerek, bir masanın üzerine çıkarılan bohça içindeki Hırka-yı Saadet'e yüz sürer, selavat okur, dua ederlerdi.

Haremin 1854'te Topkapı Sarayı' ndan Dolmabahçe'ye taşınmasından sonra bu merasim, daha da değer taşır olmuştu. Zira haremliler, Dolmabahçe'den Topkapı Sarayı'na doğru kapalı arabalar içinde sokaklardan ağır ağır geçerken, halk kendilerini coşku ile alkışlar, onlara tazim gösterirdi. .

İlhan Bardakçı: Ahlak mektebi


Türk haremi bir mübarek manadır. Batı'nın insan babası haremlerini incelemek yerine, bizim gül kokulu, ahlak mektebi olan haremlerimizi onlara kıyaslamışızdır. Tanzimat kafasının tarif ettiği harem yoktur. Y oktur ama biz İslam tohumu ile yetişen çocuklarımıza, harem düşmanlığı verirken kendimizi kurşunlamışızdır.

Biz hanımlarımızı, kalabalık önünde teşhir etmeyecek kadar Türk İslam muhafazakarlığının güzelliğine vurgunuz. Ama olmaz diyenler, şu pek önemli ilerici devrimcilerimiz .İçin, kadın hala harem dedikodularının malzemesidir. Peki, harem nedir? Onlara sorarsanız, Avrupa'nın bize kindarlığının hikayeleri doğrudur. Harem bir insan harası örnegidir. Milyon kere estağfurullah.

Biz Tanzimat'tan sonra haremimizin ne olduğunu kendi kaynaklarımızdan değil, Batı'nın dağarcığından öğrenmeye merak sarmışızdır. Ne hata..

Fetihten sonra kurulan saray haremimizin yıkılışına kadar geçen beş yüz yıllık zaman süresince aşk ve beden söylentisine rastlayamazsınız. Bu haber sizmasın diye alınan tedbirlerden değiL. Haremde, sefahat ve yatak kokan maceralar olmadığı için.

Sadece saray hareminde değil, konak ev ve hatta kulübe haremlerimizde bile bir başka asalet, bir başka fazilet, bir başkakadının gölge hakimiyeti vardır. İnkarcılığımız, güzelliğimizi idrakimize mani olmuştur. Aslında haremlik, selamlık ayrımı, ev hayatının kadın erkek bünyesinin güçlülük ve zayıflığına göre meydana gelmiş harkuladebir dengesidir. Harem sadece kutsal makam, gizlilik değil, ama ailenin soysuzlaşmasının önlendiği Türk İslam ihtişamı demektir.

Bizim haremirniz gül kokulu, fe sI eğen rayihalı, fazilet köşelerimizdir. "

Harem’de şeriata uyulurdu

Müslümanlar veTürkler, cariyelere çok iyi davranırlardı. Çünkü Hz. Muhammed (S.A.V.) "Yediklerinizden ve giydiklerinizden olara da veriniz, eziyet etmeyiniz" demişti. Bundan başka Müslümanlarea en büyük sevapıardan birisi de kölesini aza d etmekti. Hz. Muhammed: "Müslüman esiri azad eden cehennem azabından kurtulur" hadisini söylemişti.

Bu sebeple padişahlar şeriatın emirlerine uymuşlar, almadıkları cariyeleri "çırak" etmişler, (saraydan çıkarma) cihazlarını yapmışlar, konaklar düzmüşlerdir. Azad edilenlere de, para, mal ve eşya vermişlerdir. Osmanlı hareminde daha. Orhan Bey zamanındanberi kölelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.Fakat cariyelerin haremde çoğalması, özellikleFatih'ten beri artmıştır. Çünkü, Fatih devrinde devlet idaresi devşirmelerin eline geçtiği gibi, haremde de böyle olmuştur. Nasıl devşirilen erkek çocuklar orduda ve Enderun mektebiJ.'J,de terbiye edilerek Osmanlıİmparatorluğu'nun askeriye idari kademelerine yükselme .imkanını elde etmişlerse, harerne alınan cariyeler de güzellik ve zekalarına göre usta, kalfa,ikbal, kadınefendi ve valide sultan payelerini alarak en yüksek mevkilere çıkmayı başarmışlardır. "
 
Üst