Nur Talebelerinin Vasıfları..

teblið

Vefasýz
NUR TALEBELERİNİN VASIFLARI

*İhlâs kaideleriyle hareket ederler. Çünkü “vasıta-i halâs ve vesile-i necatın ancak ihlâs ile olacağını bilirler.”

*İktisadı esas tutarlar. Çünkü “kanaat eden
iktisat eder, iktisat eden bereket bulur” hakikatine uyarlar.

*Tamah göstermezler. “Hırs ve tamah yerine "Şüphesiz ki
rızık veren, mutlakkudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır."( Zâriyât Sûresi, 51:58.) âyet-i celilesi delâletiyle Kur'ân'a, kütüb-ü İlâhiyeye imanları tamdır.”Ayrıca;” Hırs ve tamah, za'f-ı fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya sevk ediyor.” hakikatini de bilirler.

*Riyadan sakınırlar. Çünkü riyanın bir tasannu, gösteriş, hayrı
şer edeceğini ve gizli şirk olduğunu bilirler.

*Tasannua girmezler. Çünkü “Dalkavukluk ve tasannunun, alçakça bir yalancılık.” olduğunu bilirler.

*İnsanların hürmet ve ikramlarını arzu etmezler. Çünkü bu zamanda verilen hürmet ve ikramların çok pahalı olduğunu bilirler. Hem Üstadlarının;” Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü
zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz.” dersini bilirler ve tatbik ederler.

*Şan şöhret peşinde koşmazlar. “Hususan
acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıt ve münafi” olduğunu bilirler. Üstadları gibi,”Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz “derler.

*Enaniyeti büyük tehlikelerden biri olarak bilirler. Çünkü bu asrın enaniyet asrı olduğunu bilirler ve ondan yılandan, akrepten kaçar gibi kaçarlar.

*Tevazu ve
mahviyet sahibidirler. Meslekleri gereği ehl-i imana karşı tevazu ve mahviyet gösterirler. Ancak;” Evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i Nur'a hücumları zamanında onlara karşı tedafü vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur.” şecaatine de azami olarak dikkat ederler.

*Dine hizmet ettim diye gururlanmazlar. Çünkü “Sen, ey riyakâr nefsim! "Dine hizmet ettim" diye gururlanma.” Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da
teyid ve takviye eder." (Buhari, Cihad: 182,) hadisindeki emri bilir ve gurura girmekten korkarlar.

*Tezellüle girmeden hizmet ederler. “Kur'ân'ın tilmizi ise, mütevazi, heyyin, yani âsan ve leyyin, yani yumuşaktır. Fakat, Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde tezellüle tenezzül etmez.” Ve “Asıl mü'min hakkıyla hürdür. Sâni-i Âleme
abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir.” prensiplerine sadakatle bağlıdır.

*Uhuvvetkârâne tesanüd eder ve kardeşlerini
tenkit etmezler. Üstadın “Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.” düsturuna uyarlar

*Tesanüdü en önemli bağ bilir ve muhafaza etmeye çalışırlar. Ancak;” "Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şua-ı elektrikiyle olur.” düsturu ile cehaletin kalkmasına ve ittihadın sağlanmasına azami
gayret ederler.

*Birbirlerine ihlâsla
muhabbet beslerler. İhlâsı kazanmanın çok mühim olduğunu ve bir zerre ihlâslı amelin batmanlarla halis olmayana tercih edileceğini bilirler. İhlâsı kazanmak için sadece Allah rızası için çalışılacağını ve emr-i İlâhi ile hareket edip neticesinin ise rıza-i Hak olduğuna inanırlar.

* İman hizmetinde korku duygusu taşımazlar. Üstadın” Hem gizli düşmanlar bu zayıf damarımızdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasıl ki korku ve tamah ve şan ve şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünkü insanın en zayıf damarı olan “korku" cihetinde bir halt edemediler, idamlarına beş para vermediğimizi anladılar.”sözlerini kendilerine
rehber ederler.

* İnsanî zaafların iman hizmetine
mani olmasına fırsat vermezler. Bu cihetle hastalık damarından gelen zaruretten, derd-i maişet cihetinden gelen gerekçelerden, şanüşeref noktasından asırlara nam salma hastalığından ve manevi makamlara sahip olma arzularından ve zaaflarından imana hizmet için kaçınırlar.

* Risale-i Nur'a perde olmaktan azami olarak kaçınırlar. Risale-i Nurların Kur’an’ın malı olduğunu, kendilerinin sadece o Nurun kusurlu bir hadimi ve dellâlı olduklarını bilirler.

* Kendi nefsini
ittihamedip, kardeşlerine taraftar olurlar. Hakperestlik ve insaf düsturuna riayet ederek, hak muhalifin elinde de olsa ona taraftar olurlar ve kendi haklı da çıksa ondan hoşlanmaz ve sevinmezler. Hakkın hatırı için nefsin hatırını kırarlar.

* Kendileri haklı da olsa, kardeşlerini
tenkit etmezler. İnsanın hatadan halî olamayacağını, tevbe kapısının açık olduğunu, nefis ve şeytanın onları kardeşlerine karşı itiraza haklı da olsa sevk etmesine fırsat vermezler. Böyle bir durumda,” Biz, değil böyle cüz'î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur'un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz.” derler ve nefislerini sustururlar

Hizmetteki sıkıntılara tahammül ve sabır gösterirler. Çünkü bu ağır şartlar altında her bir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur’ân ve iman hizmetindeki mücahede-i maneviye hasiyetiyle yüz saat kadar
kıymettar kabul ederler ve meşakkatli sıkıntılara sabır ve tahammül gösterirler.

* Her türlü meşguliyet ve zarara rağmen hizmetten geri durmazlar. Risale-i Nur’un hizmet ettiği hakaik-i imaniyenin her şeyin fevkinde olduğunu kabul ederler ve bu zamanda her şeyden ziyade onlara ihtiyaç olduğuna inanırlar. Bu nedenle “Dünyanın en mühim meşgaleleri, belki büyük zararları, onların hakaik-i imaniyeye olan ihtiyaçlarını susturmuyor” bilirler.

* Güzel görüp güzel düşünürler. Çünkü” Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” hayatlarında pozitif bir davranıştır.

*Müsbet hareket ederler. Çünkü “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı
netice
veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” derler ve sabrederler.

 
Üst