Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Nur çeşmesi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="_bamteli_" data-source="post: 165952" data-attributes="member: 15023"><p style="text-align: center"><span style="color: red"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="font-size: 12px"><strong>ÜÇÜNCÜ HÜCCET-İ İMANİYE</strong></span></span></span></span></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"><span style="color: red"><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="font-size: 12px"><strong>Tabiat Risalesi</strong></span></span></span></p><p></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Tabiattan gelen fikr-i küfriyi dirilmiyecek bir surette öldürüyor; küfrün temel taşını zir ü zeber ediyor.)</span></p><p> </p><p></p><p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>İ H T A R</strong></span></span></p> <p style="text-align: center"></p><p></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu Notada, tabiiyyûnun münkir kısmının gittikleri yolun iç yüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhaller kısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bâzı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birdenbire, bu kadar zâhir ve âşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl feylesoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar, hatıra geliyor.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, onlar mesleklerinin iç yüzünü görememişler.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem, hakikat-ı meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odur ki, yazılmış herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve gayr-ı</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-65)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">mâkul (Hâşiye) hulâsa-i mezhebleri, mesleklerinin lâzımı ve zaruri muktezası olduğunu gayet bedihi ve kat'i bürhanlarla şüphesi olanlara tafsilen beyan ve isbat etmeye hazırım.</span></span></p><p> </p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-size: 18px">بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ</span></span></span></strong></p><p></p><p></p><p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="color: red"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-size: 18px"><strong>قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ</strong></span></span></span></span></p><p></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu ayet-i kerime, istifham-ı inkârı ile "Cenab-ı Hak hakkında şek olmaz ve olmamalı" demekle; vücud ve Vahdâniyet-i İlâhiyye, bedâhet derecesinde olduğunu gösteriyor.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu sırrı izahtan evvel bir İHTAR</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Bin üçyüz otuz sekizde Ankara'ya gittim. İslâm ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. Eyvah! dedim. Bu ejderha, imanın erkânına ilişecek. O vakit, şu âyet-i kerime bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdat edip, o zendekanın başını dağıtacak derecede Kur'an-ı Hakimden alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabi Risalesinde yazdım. Ankara'da "Yeni Gün" Matbaasında tab' ettirmiştim. Fakat maateessüf, Arabi bi-</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">____________________</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Hâşiye ) Bu Risalenin sebeb-i te'lifi, gayet mütecavizane ve gayet çirkin bir tarz ile "hakaik-ı îmâniyeyi" tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip; dinsizliği, tabiata bağlayarak Kur'ana hücum edilmesidir. O hücum ise, şiddetli bir hiddeti kalbe verdi ki, şiddetli ve galiz tokatları o mülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtıl mezheblilere yedirdi. Yoksa Risale-i Nurun mesleği, nezihâne ve nazikâne kavl-i leyyindir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-66)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">len az ve ehemmiyetle bakanlar da nâdir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te'sirini göstermedi. Maatessüf, ve o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O bürhanın bâzı parçaları bazı risalelerde tam izah edildiğinden; burada icmalen yazılacaktır. Sair risalelerde inkısam etmiş olan müteaddit bürhanlar, bu bürhanda kısmen ittihad ediyor.. herbiri bunun bir cüz'ü hükmüne geçiyor.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Mukaddime</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i iman, bilmiyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">BİRİNCİSİ: "Evcedethü-l-Esbâb" Yâni: Esbab bu şey'i icad ediyor."</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İKİNCİSİ: "Teşekkele Binefsihi" Yâni: "Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor."</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">ÜÇÜNCÜSÜ: "İktezathü-t-Tabiat" Yâni: "Tabii'dir, tabiat iktiza edip icad ediyor."</span></span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcut san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem, mâdem kadim değil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu, meselâ, bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbâb-ı âlem onu icad ediyor; yâni, esbâbın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahut, o kendi kendine teşekkül ediyor... veyahut, tabiat muktezası ola</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-67)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">rak, tabiatın te'siriyle vücuda geliyor... veyahut, bir Kadir-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.Kâbil oldukları kat'î isbat edilse: bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-î </span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Mâdem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-i kabil oldukları kat'i isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarik-ı Vahdâniyet şeksiz şüphesiz sabit olur.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">AMMA BİRİNCİ YOL Kİ: Esbâb-ı âlemin içtimaiyle, teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhalâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Birincisi: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zihayat bir mâcun istenildi. Hem, hayatdar hârika bir tiryak onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczahanede o zihayat mâcunun ve hayatdar tiryâkın çoklukla efradını gördük. O mâcunlardan herbirisini tedkik ettik. Görüyoruz ki: O kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsus ile, bir-iki dirhem bundan, üç-dört dirhem ötekinden, altı-yedi dirhem başkasından ve hâkeza .. muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o mâcun, zihayat olamaz; hâsiyetini gösteremez. Hem, o hayatdar tiryakı da tedkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsus ile bir madde alınmış ki, zerre mikdarı noksan veya ziyade olsa, tiryak, hassasanı kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizan ile alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış. Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garib bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasiyle devrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar; yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o mâcunu teşkil etsinler. Acaba bundan daha hurafe, muhal bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye kaçacaktır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-68)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte bu misal gibi... herbir zihayat, elbette zihayat bir mâcundur; ve herbir nebat, hayatdar bir tiryak gibidir ki; çok müteaddit eczâlardan, çok muhtelif maddelerden gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkib edilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve "Esbab icad etti" denilse; aynen eczahanedeki mâcunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhâl ve bâtıldır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhâsıl: Şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakim-i Ezelinin, mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşey'e şâmil bir irade ile vücud bulabilir. "Kör sağır, hududsuz, sel gibi akan külli anâsır ve tabâyi' ve esbabın işidir." diyen bedbaht, "o tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur" diyen divane bir hezeyancı; sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet o küfür, ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezayandır.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Muhâl: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadir-i Zülcelâle verilmezse, belki esbaba isnad edilse, lâzım gelir ki: Alemin pek çok anâsır ve esbabı, herbir zihayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlûkun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tam bir ittifak ile, muhtelif ve birbirine zıd, mübâyin esbabın içtimaı, o kadar zâhir bir muhâldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, "bu muhâldir, olamaz" diyecektir. Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabı ile alâkadardır; belki bir hulâsasıdır. Eğer Kadir-i Ezeliye verilmezse, o esbab-ı maddiye, onun vücudu yanında bizzat hâzır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri icab ediyor. Çünki sebeb, addi ise; müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmiyen o hüceyre-</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh:N-69) cikte, erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte Sofestai'nin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyor.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Üçüncü Muhâl:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="font-size: 18px"><strong> <span style="color: red"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'">اَلْوَاحِدُ لاَيَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ</span></span></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 10px"><span style="font-family: 'Tahoma'"> kaide-i mukarreresiyle "Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir Vahidden, bir elden sudur edebilir." Hususan o mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi bir hayata mazhar ise, bilbedâhe sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddit ellerden çıkmadığını; belki gayet Kadir, Hakim olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve câmid ve câhil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır, esbab-ı tabiiyyenin karmakarışık ellerine, hadsiz imkânat yolları içinde ve içtimâ ve ihtilât ile, o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde; o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhâli birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır. Haydi bu muhâlden kat'-ı nazar.. esbab-ı maddiyenin elbette te'sirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki o esbab-ı tabiiyyenin temasları, zihayat mevcudların zâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki; o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zihayatın batını, on def'a zâhirinden daha muntazam, daha lâtif, san'atca daha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zihayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san'atça acib, hilkatça bedi' bir surette oldukları halde; o câmid, câhil,kaba, uzak, büyük ve birbirine zıd olan sağır, kör esbaba isnad etmek; yüz derece kör,bin derece sağır olmakla olur!</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">AMMA İKİNCİ MES'</span><span style="font-family: 'Tahoma'">ELE: "Teşekkele Binefsihi"dir. Yanî: Kendi ken</span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-70)</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">dine teşekkül ediyor. İşte bu cümlenin dahi çok muhalâtı var. Çok cihetle bâtıldır, muhâldir. Nümune için muhalâtından üç tanesini beyan ederiz.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Birincisi: Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhâli birden kabul etmek derecesinde hükmediyorsun. Çünkü sen mevcudsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tegayyürsüz değilsin. Belki, daima teceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine; ve hârika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rızık münasebetiyle hususan beka-i nev'i itibariyle alâkadar ve alış-verişi vardır. Senin vücudunda çalışan zerreler, o münasebatı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar. Öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar. Senin münasebatını kâinatta görüp öylece vaziyet alıyorlar. Sen zâhiri ve bâtıni duygularınla, o zerrelerin, o hârika vaziyetine göre istifade edersin. Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadir-i Ezelinin kanuniyle hareket eden küçücük me'murları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları, herbir zerre bir nokta olduğunu kabul etmezsen; o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebetdar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir göz ve bütün senin mâzi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anâsırının menba'larını ve rızkının mâdenlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu mes'elelerde zerre kadar aklı olmıyanın bir zerresine bin Eflâtun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir.!</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Muhâl: Senin vücudun bin kubbeli hârika bir saraya benzer ki; her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine başbaşa verip, muallâkta durdurulmuş. Belki senin vücudun, bin def'a bu saraydan daha acibdir. Çünkü: O saray-ı vücudun, daima kemal-i intizamla tazelenmektedir. Gayet hârika olan ruh, kalb ve mânevi letâifden kat'-ı nazar, yalnız cesedindeki herbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-71)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">birbirleriyle kemal-i muvazene ve intizam ile başbaşa verip, hârika bir bina, fevkalâde bir san'at göz ve dil gibi acib birer mu'cize-i kudret gösteriyorlar. Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tabi' birer me'mur olmasalar; o vakit herbir zerre, umum o ceseddeki zerrelere hem hâkim-i mutlak. hem herbirisine mahkûm-u mutlak.. hem herbirisine misil... hem hâkimiyet noktasında zıd... hem yalnız Vâcib-ül-Vücuda mahsus olan ekser sıfatın masdarı, menbaı... hem gayet mukayyed... hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnû-u vâhidi, o hadsiz zerrata isnad etmek; zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhâl, belki yüz muhâl olduğunu derkeder.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Üçüncü Muhâl: Eğer senin vücudun, Vâhid-i Ehad olan Kadir-i Ezelinin kalemiyle mektup olmazsa ve tabiata, esbaba mensub matbu ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde daireler misillû, binler mürekkepler adedince tabiat kalıblarının bulunması lâzım gelir. Çünkü: Meselâ bu elimizdeki kitap eğer mektup olsa, bir tek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip, bütün olanları yazar. Eğer o, mektup olmazsa ve onun kalemine verilmezse, kendi kendine olmuş denilse veya tabiata verilse, o vakit matbû kitap gibi, herbir harfi için bir demir kalem lâzımdır ki tab'edilsin. Nasılki matbaada hurufat adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücud bulur; o vakit bir tek kaleme bedel o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir. Belki o hurufat içinde bâzan olduğu gibi, küçük kalem ile bir büyük harfde bir sahife ince hatla yazılmış ise, binler kalem bir tek harf için lâzım geliyor. Belki, birbirinin içinine girip muntazam bir vaziyetle, senin cesedin gibi bir şekil alıyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz' için o mürekkebât adedince kalıplar lâzım geliyor. Haydi, yüz muhâl içinde bulunan bu tarzı, mümkün desen dahi, bu muntazam san'atlı demir harfleri ve mükemmel kalıpları ve kalemleri yapmak için, yine bir tek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalıplar, o demir harflerin yapılması için, on</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-72)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">ların adedlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünkü onlarda yapılmışlar ve onlar da muntazam san'atlıdırlar. Ve hâkezâ.. müteselsilen gittikçe gidecek.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte sen de anla! Bu öyle bir fikirdir ki: Senin zerratın adedince muhalât ve hurafeler içinde bulunuyor. Ey muannid muattıl! Sen de utan... bu dalâletten vaz geç!</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">ÜÇÜNCÜ KELİME: "İktezathü-t-Tabiat" Yâni: Tabiat iktiza ediyor; tabiat yapıyor. İşte bu hükmün çok muhalâtı var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Birincisi: Eğer mevcudatta, hususan zihayatta görünen basirâne, hakimâne, olan san'at ve icad, Şems-i Ezelinin kalem-i kader ve kudretine verilmezse; belki kör,sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için, herşeyde hadsiz mânevi makine ve matbaaları bulundursun, veyahut herşeyde, kainatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünkü: Nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor, eğer o misâli ve aksi güneşcikler, semadaki tek güneşe isnad edilmezse, lâzım gelir ki, bir kibrit başı yerleşmiyen bir zerrecik cam parçasında tabii, fıtri ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin harici vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücâciye adedince tabii güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi...aynen bu misâl gibi, mevcudat ve zihayat doğrudan doğruya şems-i Ezelinin cilve-i esmâsına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zihayatta; hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı bir kuvveti; âdeta bir İlâhı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalâtın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlik-i kâinatın san'atını, bir sineğe müteveccih mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz def'a hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-73)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Muhâl: Eğer gayet intizamlı, mizanl</span></span><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">ı, san'atlı, hikmetli şu mevcudat; nihayetsiz Kadîr, Hakîm bir zâta verilmezse, belki tabiata isnad edilse, lâzım gelir ki; tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa'nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun. tâ,o parça toprak, menşe' ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin. Çünkü: Çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve hey'etlerini teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eğer Kadir-i Zülcelâle verilmezse; o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevi, ayrı, tabii bir makine bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise nutfeler ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yâni:"Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuza, karbon, azotun; intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşey'e karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilatları ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san'atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki; o kâsede bulunan toprakta, manen Avrupa kadar, mânevi ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayatdar kumaşlar ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucâtları dokuyabilsin.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrileri, ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar, "Mütefennin ve akıllıyız" diye dâvâ ettikleri akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni ve hiç bir cihetle mümkün olmıyan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür!</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Eğer desen: Mevcudat, tabiata isnad edilse böyle acib muhâller olur, imtina derecesinde müşkilat olur; acaba Zât-ı Ehad ve Samed'e verildiği vakit o müşkilât nasıl kalkıyor? Ve o suûbetli imtina, o suhûletli vücuba nasıl inkılâb eder?</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-74)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elcevap: Birinci muhâlde, nasılki güneşin cilve-i in'ikası, kemâl-i suhûletle, külfetsiz en küçük zerrecik câmidden tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve te'sirini misâli güneşciklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse; o vakit herbir zerrecikte, tabii ve bizzat bir güneşin hârici vücudu imtina derecesinde bir suûbetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcud doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samed'e verilse; vücub derecesinde bir suhûlet, bir kolaylık ile ve bir intisab ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım olan herbir şey'i ona yetiştirilebilir.. Eğer o intisab kesilse ve o me'muriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcud kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtina derecesinde yüzbin müşkilât ve suûbetle sinek gibi bir zihayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan ve gayet hârika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, ve kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farzetmek lâzım gelir. Bu ise bir muhâl değil, belki binler muhâldir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhâsıl: Nasılki Zât-ı Vâcib-ül Vücudun şerik ve naziri mümteni' ve muhâldir. Öyle de: Rubûbiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerik-i zâti gibi, mümteni' ve muhâldir.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Amma ikinci muhâldaki müşkilât ise: Müteaddit Risalelerde isbat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-i Ehade verilse, bütün eşya, bir tek şey gibi suhûletli ve kolay olur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşya kadar müşkilatlı olduğu, müteaddit ve kat'i bürhanlarla isbat edilmiş. Bir bürhanın hülâsası şudur ki: Nasılki bir adam, bir pâdişaha askerlik veya me'muriyet cihetiyle, intisap etse, o me'mur ve o asker o intisap kuvvetiyle yüzbin def'a kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına bazan bir şahı esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisab münasebetiyle, pâdişahın hazineleri ve arkasındaki nokta-i istinadı olan ordu; o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir pâdişahın işi gibi; ve gösterdiği eserler, bir ordu eseri misillû harika olabilir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-75)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Nasılki karınca, o me'muriyet cihetiyle Firavunun sarayını harab ediyor.. Ve sinek o intisab ile, Nemrud'u gebertiyor. Ve o intisab ile, buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor. (Hâşiye) Eğer o intisab kesilse, o me'muriyetten terhis edilse, yapacağı işlerin cihazatını ve kuvvetini, belinde ve bileğinde taşımağa mecburdur. O vakit, o küçücük bileğindeki kuvvet mikdarınca ve belindeki cephane adedince iş görebilir. Evvelki vaziyette gayet kolaylıkla gördüğü işleri bu vaziyette ondan istenilse, elbette bileğinde bir ordu kuvvetini ve belinde bir pâdişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını yüklemek lâzım gelir ki; güldürmek için acib hurafeleri ve masalları hikâye eden maskaralar dahi bu hayalden utanıyorlar.!</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhâsıl: Vâcib-ül-Vücuda her mevcudu vermek, vücub derecesinde bir suhûleti var. Ve tabiata icad cihetinde vermek, imtina derecesinde müşkil ve hâric-i daire-i akliyedir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Üçüncü Muhâl:Bu muhâli izah edecek bâzı risalelerde beyan edilen iki misâl:</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Birinci Misâl: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiş, hâlî bir sahrada kurulmuş, yapılmış bir saraya; gayet vahşî bir adam girmiş; içine bakmış.. Binlerle muntazam san'atlı eşyayı görmüş... Vahşetinden, ahmaklığından, "Hâriçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi, o sarayı müştemilâtiyle beraber yapmıştır." diye taharriye başlıyor. Hangi şey'e bakıyor... o vahşetli aklı dahi kâbil görmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra o sarayın teşkilât programını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan elsiz ve gözsüz ve çe-</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">__________</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Hâşiye<img src="data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAIAAAAAAAP///yH5BAEAAAAALAAAAAABAAEAAAIBRAA7" class="smilie smilie--sprite smilie--sprite1" alt=":)" title="Smile :)" loading="lazy" data-shortname=":)" /> Evet, eğer intisab olsa; o çekirdek, kader-i İlâhîden bir emir alır, o hârika işlere mazhar olur. Eğer o intisab kesilse; o çekirdeğin hilkati, koca çam ağacının hilkatin den daha ziyade cihazat ve iktidar ve san'atı iktiza eder: Çünki: Dağdaki- kudret eseri olan- mücessem çam ağacının bütün âzaları ve cihazatiyle, o çekirdekteki-kader eseri olan- mânevi ağaçta mevcud bulunması lâzım gelir. Çünki, o koca ağacın fabrikası, o çekirdektir. İçindeki kaderi ağaç kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam ağacı olur.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-76)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">kiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eşyâ-yı âhere nisbeten, kavânîn-i ilmiyenin bir unvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna, bu defteri münasebatdar gördüğünden, "İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş." diyerek..... vahşetini; ahmakaların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte aynen bu misâl gibi: Hadsiz derecede misâldeki saraydan daha muntazam,daha mükemmel ve bütün etrafı mu'cizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı Ulûhiyete giden "tabiiyyun" fikrini taşıyan vahşi bir insan girer. Dâire-i mümkinat hâricinde olan Zât-ı Vâcib-ül-Vücûdun eser-i sanâtı olduğunu düşünmiyerek ve ondan i'râz ederek, daire-i mümkinat içinde kader-i İlâhinin yazar-bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhiyyenin kavânın-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hatâ olarak "tabiat" nâmı verilen bir mecmua-i kavânin-i âdât-ı İlâhiyye ve bir fihriste-i San'at-ı Rabbaniyeyi görür. Ve der ki: "Mâdem bu eşya bir sebeb ister, hiçbir şey'in bu defter gibi münasebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul etmez ki; gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, Rububiyet-i Mutlakanın işi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadı yapamaz. Fakat mâdem Sâni-i Kadimi kabul etmiyorum; öyle ise en münasibi, bu defter bunu yapmış ve yapar diyeceğim" der. Biz de deriz.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey ahmak-ül-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrattan seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla -Onun- vücuduna şehadet ettikleri ve parmaklariyle işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın proğramını yazan Nakkaş-ı Ezelinin cilvesini müşahede et.. fermanına bak... Kur'anını dinle... o hezeyanlardan kurtul!</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-77)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Misâl: Gayet vahşi bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer . Gayet muntazam bir ordunun umumi, beraber tâlimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle; bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider. Bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahed eder. Onun kaba, vahşi aklı, bir kumandanın, devletin nizamatiyle ve kanun-u pâdişâhı ile kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayâli ip, ne kadar hârikalı bir ip olduğunu düşünüp; hayrette kalır. Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir câmie Cum'a gününde dâhil olur. O cemaat-i müsliminin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde eder, oturduklarını müşahede eder. Mânevi ve semavi kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve şeriat sahibinin emirlerinden gelen mânavi düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddi iplerle bağlandığını ve o acib ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşi insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte aynı bu misâl gibi Sultân-ı Ezel ve Ebedin, hadsiz cünûdunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme, ve o Mâbûd-u Ezelinin muntazam bir mescidi olan şu kâinata, mahz-ı vahşet olan, inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultân-ı Ezelinin hikmetinden gelen nizamat-ı kâinatın mânevi kanunlarını, birer maddi madde tasavvur ederek ve saltanat-ı Rububiyetin kavânin-i itibariyesi ve o Mâbûd-u Ezelinin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevi ve yalnız vücud-u ilmisi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını, birer mevcud-u hârici ve maddi birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücud-u ilmisi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara "tabiat" nâmını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvveti, bir zikudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek, misâldeki vahşiden bin def'a aşağı bir vahşettir!</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-78)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhâsıl: Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsız, "tabiat" dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hâriciye sahibi ise, ancak bir san'at olabilir. Sâni' olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, Hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir. Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir Fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; Kadir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhâsıl: Madem mevcudat var. Madem Onaltıncı Notanın başında denildiği gibi: Mevcûdun vücuduna, taksim-i akli ile dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. O dört cihetten üçünün herbirinin üç zâhir muhâller ile butlanı, kat'i bir surette isbat edildi. Elbette bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan vahdet yolu, kat'i bir surette isbat olunuyor. O dördüncü yol ise, baştaki</span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong><span style="font-size: 18px"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">:</span> </span><span style="color: red"><span style="font-family: 'Traditional Arabic'">اَفِى اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ</span></span></span></strong></span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">âyeti, şeksiz ve şüphesiz bedahet derecesinde Zât-ı Vâcib-ül-Vücûdun Ulûhiyetini ve her şey doğrudan doğruya dest-i kudretinden çıktığını ve semâvat ve arz, kabza-i tasarrufunda bulunduğunu gösteriyor...</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey esbab-perest ve tabiata tapan bîçâre adam;! Madem herşey'in tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san'atlıdır ve yeni oluyor... Hem her müsebbeb gibi, zâhiri sebebi dahi masnû'dur ve madem herşey'in vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadir-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın ne ihtiyacı var ki âciz vesâiti, Rububiyetine ve icadına teşrik etsin. Hâşâ ..Belki, doğrudan doğruya, müsebbebi, sebeb ile beraber halkederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini göstermek için bir tertib ve tanzim ile zâhiri bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zâhiri kusurlara., merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci' olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş; izzetini o suretle</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-79)</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">muhafaza etmiş. Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın, sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır. yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın, sonra saatin yapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ o saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle,,, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa, daha mı kolaydır. yoksa; o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde, o kitaptan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineyi: "Haydi sen yaz" desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz def'a yazıdan daha müşkil değil midir?</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Eğer desen: Evet bir kitabı yazan makinenin icadı, o kitaptan yüz def'e daha müşkildir. Fakat o makine, aynı kitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmak cihetiyle, belki bir kolaylık var?</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elcevap; Nakkaş-ı Ezeli, hadsiz kudretiyle nihayetsiz cilve-i Esmâsını her vakit tazelendirmekle, ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususi simâları öyle bir surette halketmiştir ki; hiçbir mektub-u Samedâni ve hiçbir kitab-ı Rabbâni, diğer kitabların aynı aynına olamıyor. Alâ külli hâl, ayrı mânaları ifade etmek için, ayrı bir sîmâsı bulunacak. Eğer gözün varsa insanın simâsına bak, gör ki: Zaman-ı Âdemden şimdiye kadar, beldi ebede kadar, bu küçük sîmâda, âzâ-yı esâside ittifak ile beraber her bir simâ, umum simâlara nisbeten, herbirisine karşı birer alâmet-i fârikası var olduğu kat'iyyen sabittir. Bunun için herbir simâ, ayrı bir kitaptır. Yalnız san'atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve te'lif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşey'i dercetmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister. Haydi, farz-ı muhal olarak tabiata bir matbaa nazariyle baktık. Fakat bir matbaaya ait olan tanzim ve basmak, yâni muayyen intizamını kalıba sokmaktan başka, o tanzimin icadından, icadları yüz derece daha müşkil bir zihayatın cismindeki maddeleri, aktâr-ı âlemden mizan-ı mahsusla ve has bir intizamla icad</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-80)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">etmek ve getirmek ve matbaa eline vermek için, yine o matbaayı icad eden Kadîr-i Mutlakın kudret ve iradesine muhtaçtır. Demek bu matbaalık ihtimali ve farzı, bütün bütün mânasız bir hurafedir.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte bu saat ve kitap misâlleri gibi; Sâni-i Zülcelâl, Kadir-i Külli Şey; esbabı halk etmiş; müsebbebâtı da halkediyor. Hikmetiyle, müsebbebâtı esbaba bağlıyor. Kâinatın harekâtının tanzimine dâir kavânin-i âdetullahtan ibaret olan şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı İlâhiyyenin bir cilvesini ve eşyadaki o cilvesine, yalnız bir âyne ve bir ma'kes olan tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tâyin etmiştir. Ve o tabiatın vücud-u hâriciye mazhar olan vechini, kudretiyle icad etmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halketmiş. Birbirine mezcetmiş. Acaba gayet derecede mâkul ve hadsiz bürhanların neticesi olan bu hakikatın kabulü mü daha kolaydır. Acaba vücub derecesinde lâzım değil midir? Yoksa câmid, şuursuz, mahlûk, masnû', basit olan o sebeb ve tabiat dediğiniz maddelere, her birşeyin vücuduna lâzım olan hadsiz cihazat ve âlâtı verip hakimâne, basirane olan işleri kendi kendilerine yaptırmak mı daha kolaydır? Acaba imtina derecesinde, imkân haricinde değil midir? Senin, o insafsız aklının insafına havale ediyoruz.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Münkir ve tabiat-perest diyor ki: Madem beni insafa dâvet ediyorsun. Ben de diyorum ki: Şimdiye kadar yanlış gittiğimiz yol, hem yüz derece muhâl, hem gayet zararlı ve nihayet derecede çirkin bir meslek olduğunu itiraf ediyorum. Sâbık tahkikatınızdan zerre miktar şuuru bulunan anlayacak ki: Esbâbı, tabiata icad vermek; mümteni'dir, muhâldir. Ve herşey'i doğrudan doğruya Vâcib-ül-Vücuda vermek; vâcibdir, zaruridir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">"Elhamdülillâhi alel iman deyip" iman ediyorum.</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Yalnız bir şüphem var. Cenâb-ı Hakkın Hâlık olduğunu kabul ediyorum; fakat bâzı cüz'i esbabın ehemmiyetsiz şeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh -ü sena kazanmaları, saltanat-ı Rububiyetine zarar verir? Saltanatına noksaniyet gelir mi?</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elcevap: Bâzı Risalelerde gayet kat'i isbat ettiğimiz gibi: Hâkimiyetin şe'ni, mudahaleyi reddetmektir. Hattâ en ednâ bir hakim, bir me'mur;</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-81)</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hatta hakimiyetine müdahale tevehhümiyle, bâzı dindar pâdişahlar, Halife oldukları halde, mâsum evlâdlarını katletmeleri, bu "Redd-i müdahale kanunu"nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki pâdişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği "Men-i iştirâk Kanunu" tarih-i beşerde çok acib hercü merc ile kuvvetini göstermiş. Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi, bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve başkasının müdahalesini men' etmeyi ve hâkimiyetinde iştirâk kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini nihayat taassubla muhafazaya çalışmayı gör sonra hâkimiyet-i mutlaka, Rububiyet derecesinde; ve âmiriyet-i mutlaka, Ulûhiyet derecesinde; ve istiklâliyet-i mutlaka, Ehadiyet derecesinde; ve istiğnâyı mutlak, Kadiriyet-i mutlaka derecesinde bir Zât-ı Zülcelâlde, bu redd-ı müdahale ve men'-i iştirâk ve tard-ı şerik, ne derece o hâkimiyetin zaruri bir lâzımı ve vâcib bir muktezası olduğunu kıyas edebilirsen et.</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz'iyatın, bâzı ubûdiyetlerine merci' olsa o Mâbud-u Mutlak olan Zât-ı Vâcib-ül-Vücuda müteveccih zerrattan seyyarata kadar mahlûkatın ubudiyetlerinden ne noksan gelir?</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Elcevap: Şu kâinatın Hâlik-ı Hakimi, kâinatı bir ağaç hükmünde halkedip, en mükemmel meyvesini zişuur ve zişuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti; o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halkeden ve Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıd olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi? Hâşâ ve kellâ!</span></span></p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-82)</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem, hikmetini ve Rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi, hiç müsaade eder mi?</span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Traditional Arabic'"><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef'aliyle gösterdiği halde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnetdarlıklarını, tahabbüb ve ubûdiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi? Ey tabiat-perestlikten vaz geçen arkadaş! Haydi sen söyle! O diyor: Elhamdülillâh, bu iki şüphem hallolmakla beraber; Vahdâniyet-i İlâhiyeye dair ve Mâbud-u Bilhak O olduğuna ve Ondan başkaları ibadete lâyık olmadığına o kadar parlak ve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onları inkâr etmek, güneşi ve gündüzü inkâr etmek gibi bir mükâberedir.</span></span></p><p> </p><p></p><p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Tahoma'">* * *</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="_bamteli_, post: 165952, member: 15023"] [CENTER][COLOR=red][FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma][SIZE=3][B]ÜÇÜNCÜ HÜCCET-İ İMANİYE[/B][/SIZE][/FONT][/FONT][/COLOR] [B][SIZE=3][/SIZE][/B] [B][SIZE=3] [/SIZE][/B] [B][SIZE=3] [/SIZE][/B] [COLOR=red][FONT=Tahoma][SIZE=3][B]Tabiat Risalesi[/B][/SIZE][/FONT][/COLOR][/CENTER] [FONT=Tahoma](Tabiattan gelen fikr-i küfriyi dirilmiyecek bir surette öldürüyor; küfrün temel taşını zir ü zeber ediyor.)[/FONT] [CENTER][FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma][B]İ H T A R[/B][/FONT][/FONT] [B][FONT=Tahoma][/FONT][/B] [/CENTER] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Şu Notada, tabiiyyûnun münkir kısmının gittikleri yolun iç yüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhaller kısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bâzı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birdenbire, bu kadar zâhir ve âşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl feylesoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar, hatıra geliyor.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Evet, onlar mesleklerinin iç yüzünü görememişler.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Hem, hakikat-ı meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odur ki, yazılmış herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve gayr-ı[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-65)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]mâkul (Hâşiye) hulâsa-i mezhebleri, mesleklerinin lâzımı ve zaruri muktezası olduğunu gayet bedihi ve kat'i bürhanlarla şüphesi olanlara tafsilen beyan ve isbat etmeye hazırım.[/FONT][/FONT] [CENTER][B][FONT=Tahoma][FONT=Traditional Arabic][SIZE=5]بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ[/SIZE][/FONT][/FONT][/B][/CENTER] [CENTER][FONT=Tahoma][COLOR=red][FONT=Traditional Arabic][SIZE=5][B]قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ[/B][/SIZE][/FONT][/COLOR][/FONT][/CENTER] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma][/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Şu ayet-i kerime, istifham-ı inkârı ile "Cenab-ı Hak hakkında şek olmaz ve olmamalı" demekle; vücud ve Vahdâniyet-i İlâhiyye, bedâhet derecesinde olduğunu gösteriyor.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Şu sırrı izahtan evvel bir İHTAR[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Bin üçyüz otuz sekizde Ankara'ya gittim. İslâm ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. Eyvah! dedim. Bu ejderha, imanın erkânına ilişecek. O vakit, şu âyet-i kerime bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdat edip, o zendekanın başını dağıtacak derecede Kur'an-ı Hakimden alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabi Risalesinde yazdım. Ankara'da "Yeni Gün" Matbaasında tab' ettirmiştim. Fakat maateessüf, Arabi bi-[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]____________________[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Hâşiye ) Bu Risalenin sebeb-i te'lifi, gayet mütecavizane ve gayet çirkin bir tarz ile "hakaik-ı îmâniyeyi" tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip; dinsizliği, tabiata bağlayarak Kur'ana hücum edilmesidir. O hücum ise, şiddetli bir hiddeti kalbe verdi ki, şiddetli ve galiz tokatları o mülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtıl mezheblilere yedirdi. Yoksa Risale-i Nurun mesleği, nezihâne ve nazikâne kavl-i leyyindir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-66)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]len az ve ehemmiyetle bakanlar da nâdir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te'sirini göstermedi. Maatessüf, ve o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O bürhanın bâzı parçaları bazı risalelerde tam izah edildiğinden; burada icmalen yazılacaktır. Sair risalelerde inkısam etmiş olan müteaddit bürhanlar, bu bürhanda kısmen ittihad ediyor.. herbiri bunun bir cüz'ü hükmüne geçiyor.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Mukaddime[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i iman, bilmiyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]BİRİNCİSİ: "Evcedethü-l-Esbâb" Yâni: Esbab bu şey'i icad ediyor."[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İKİNCİSİ: "Teşekkele Binefsihi" Yâni: "Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor."[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]ÜÇÜNCÜSÜ: "İktezathü-t-Tabiat" Yâni: "Tabii'dir, tabiat iktiza edip icad ediyor."[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma][/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma][/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcut san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem, mâdem kadim değil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu, meselâ, bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbâb-ı âlem onu icad ediyor; yâni, esbâbın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahut, o kendi kendine teşekkül ediyor... veyahut, tabiat muktezası ola[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-67)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]rak, tabiatın te'siriyle vücuda geliyor... veyahut, bir Kadir-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.Kâbil oldukları kat'î isbat edilse: bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-î [/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Mâdem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-i kabil oldukları kat'i isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarik-ı Vahdâniyet şeksiz şüphesiz sabit olur.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]AMMA BİRİNCİ YOL Kİ: Esbâb-ı âlemin içtimaiyle, teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhalâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Birincisi: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zihayat bir mâcun istenildi. Hem, hayatdar hârika bir tiryak onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczahanede o zihayat mâcunun ve hayatdar tiryâkın çoklukla efradını gördük. O mâcunlardan herbirisini tedkik ettik. Görüyoruz ki: O kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsus ile, bir-iki dirhem bundan, üç-dört dirhem ötekinden, altı-yedi dirhem başkasından ve hâkeza .. muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o mâcun, zihayat olamaz; hâsiyetini gösteremez. Hem, o hayatdar tiryakı da tedkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsus ile bir madde alınmış ki, zerre mikdarı noksan veya ziyade olsa, tiryak, hassasanı kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizan ile alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış. Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garib bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasiyle devrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar; yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o mâcunu teşkil etsinler. Acaba bundan daha hurafe, muhal bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye kaçacaktır.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-68)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte bu misal gibi... herbir zihayat, elbette zihayat bir mâcundur; ve herbir nebat, hayatdar bir tiryak gibidir ki; çok müteaddit eczâlardan, çok muhtelif maddelerden gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkib edilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve "Esbab icad etti" denilse; aynen eczahanedeki mâcunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhâl ve bâtıldır.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elhâsıl: Şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakim-i Ezelinin, mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşey'e şâmil bir irade ile vücud bulabilir. "Kör sağır, hududsuz, sel gibi akan külli anâsır ve tabâyi' ve esbabın işidir." diyen bedbaht, "o tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur" diyen divane bir hezeyancı; sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet o küfür, ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezayandır.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İkinci Muhâl: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadir-i Zülcelâle verilmezse, belki esbaba isnad edilse, lâzım gelir ki: Alemin pek çok anâsır ve esbabı, herbir zihayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlûkun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tam bir ittifak ile, muhtelif ve birbirine zıd, mübâyin esbabın içtimaı, o kadar zâhir bir muhâldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, "bu muhâldir, olamaz" diyecektir. Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabı ile alâkadardır; belki bir hulâsasıdır. Eğer Kadir-i Ezeliye verilmezse, o esbab-ı maddiye, onun vücudu yanında bizzat hâzır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri icab ediyor. Çünki sebeb, addi ise; müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmiyen o hüceyre-[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh:N-69) cikte, erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte Sofestai'nin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyor.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma]Üçüncü Muhâl:[/FONT] [FONT=Tahoma][SIZE=5][B][FONT=Traditional Arabic] [/FONT][COLOR=red][FONT=Traditional Arabic]اَلْوَاحِدُ لاَيَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ[/FONT][/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [SIZE=2][FONT=Tahoma][COLOR=red] [/COLOR]kaide-i mukarreresiyle "Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir Vahidden, bir elden sudur edebilir." Hususan o mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi bir hayata mazhar ise, bilbedâhe sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddit ellerden çıkmadığını; belki gayet Kadir, Hakim olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve câmid ve câhil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır, esbab-ı tabiiyyenin karmakarışık ellerine, hadsiz imkânat yolları içinde ve içtimâ ve ihtilât ile, o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde; o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhâli birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır. Haydi bu muhâlden kat'-ı nazar.. esbab-ı maddiyenin elbette te'sirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki o esbab-ı tabiiyyenin temasları, zihayat mevcudların zâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki; o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zihayatın batını, on def'a zâhirinden daha muntazam, daha lâtif, san'atca daha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zihayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san'atça acib, hilkatça bedi' bir surette oldukları halde; o câmid, câhil,kaba, uzak, büyük ve birbirine zıd olan sağır, kör esbaba isnad etmek; yüz derece kör,bin derece sağır olmakla olur![/FONT][/SIZE] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Tahoma]AMMA İKİNCİ MES'[/FONT][FONT=Tahoma]ELE: "Teşekkele Binefsihi"dir. Yanî: Kendi ken[/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-70)[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]dine teşekkül ediyor. İşte bu cümlenin dahi çok muhalâtı var. Çok cihetle bâtıldır, muhâldir. Nümune için muhalâtından üç tanesini beyan ederiz.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Birincisi: Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhâli birden kabul etmek derecesinde hükmediyorsun. Çünkü sen mevcudsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tegayyürsüz değilsin. Belki, daima teceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine; ve hârika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rızık münasebetiyle hususan beka-i nev'i itibariyle alâkadar ve alış-verişi vardır. Senin vücudunda çalışan zerreler, o münasebatı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar. Öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar. Senin münasebatını kâinatta görüp öylece vaziyet alıyorlar. Sen zâhiri ve bâtıni duygularınla, o zerrelerin, o hârika vaziyetine göre istifade edersin. Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadir-i Ezelinin kanuniyle hareket eden küçücük me'murları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları, herbir zerre bir nokta olduğunu kabul etmezsen; o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebetdar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir göz ve bütün senin mâzi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anâsırının menba'larını ve rızkının mâdenlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu mes'elelerde zerre kadar aklı olmıyanın bir zerresine bin Eflâtun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir.![/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İkinci Muhâl: Senin vücudun bin kubbeli hârika bir saraya benzer ki; her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine başbaşa verip, muallâkta durdurulmuş. Belki senin vücudun, bin def'a bu saraydan daha acibdir. Çünkü: O saray-ı vücudun, daima kemal-i intizamla tazelenmektedir. Gayet hârika olan ruh, kalb ve mânevi letâifden kat'-ı nazar, yalnız cesedindeki herbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-71)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]birbirleriyle kemal-i muvazene ve intizam ile başbaşa verip, hârika bir bina, fevkalâde bir san'at göz ve dil gibi acib birer mu'cize-i kudret gösteriyorlar. Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tabi' birer me'mur olmasalar; o vakit herbir zerre, umum o ceseddeki zerrelere hem hâkim-i mutlak. hem herbirisine mahkûm-u mutlak.. hem herbirisine misil... hem hâkimiyet noktasında zıd... hem yalnız Vâcib-ül-Vücuda mahsus olan ekser sıfatın masdarı, menbaı... hem gayet mukayyed... hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnû-u vâhidi, o hadsiz zerrata isnad etmek; zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhâl, belki yüz muhâl olduğunu derkeder.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Üçüncü Muhâl: Eğer senin vücudun, Vâhid-i Ehad olan Kadir-i Ezelinin kalemiyle mektup olmazsa ve tabiata, esbaba mensub matbu ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde daireler misillû, binler mürekkepler adedince tabiat kalıblarının bulunması lâzım gelir. Çünkü: Meselâ bu elimizdeki kitap eğer mektup olsa, bir tek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip, bütün olanları yazar. Eğer o, mektup olmazsa ve onun kalemine verilmezse, kendi kendine olmuş denilse veya tabiata verilse, o vakit matbû kitap gibi, herbir harfi için bir demir kalem lâzımdır ki tab'edilsin. Nasılki matbaada hurufat adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücud bulur; o vakit bir tek kaleme bedel o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir. Belki o hurufat içinde bâzan olduğu gibi, küçük kalem ile bir büyük harfde bir sahife ince hatla yazılmış ise, binler kalem bir tek harf için lâzım geliyor. Belki, birbirinin içinine girip muntazam bir vaziyetle, senin cesedin gibi bir şekil alıyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz' için o mürekkebât adedince kalıplar lâzım geliyor. Haydi, yüz muhâl içinde bulunan bu tarzı, mümkün desen dahi, bu muntazam san'atlı demir harfleri ve mükemmel kalıpları ve kalemleri yapmak için, yine bir tek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalıplar, o demir harflerin yapılması için, on[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-72)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]ların adedlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünkü onlarda yapılmışlar ve onlar da muntazam san'atlıdırlar. Ve hâkezâ.. müteselsilen gittikçe gidecek.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte sen de anla! Bu öyle bir fikirdir ki: Senin zerratın adedince muhalât ve hurafeler içinde bulunuyor. Ey muannid muattıl! Sen de utan... bu dalâletten vaz geç![/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]ÜÇÜNCÜ KELİME: "İktezathü-t-Tabiat" Yâni: Tabiat iktiza ediyor; tabiat yapıyor. İşte bu hükmün çok muhalâtı var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Birincisi: Eğer mevcudatta, hususan zihayatta görünen basirâne, hakimâne, olan san'at ve icad, Şems-i Ezelinin kalem-i kader ve kudretine verilmezse; belki kör,sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için, herşeyde hadsiz mânevi makine ve matbaaları bulundursun, veyahut herşeyde, kainatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünkü: Nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor, eğer o misâli ve aksi güneşcikler, semadaki tek güneşe isnad edilmezse, lâzım gelir ki, bir kibrit başı yerleşmiyen bir zerrecik cam parçasında tabii, fıtri ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin harici vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücâciye adedince tabii güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi...aynen bu misâl gibi, mevcudat ve zihayat doğrudan doğruya şems-i Ezelinin cilve-i esmâsına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zihayatta; hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı bir kuvveti; âdeta bir İlâhı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalâtın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlik-i kâinatın san'atını, bir sineğe müteveccih mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz def'a hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-73)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İkinci Muhâl: Eğer gayet intizamlı, mizanl[/FONT][/FONT][FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]ı, san'atlı, hikmetli şu mevcudat; nihayetsiz Kadîr, Hakîm bir zâta verilmezse, belki tabiata isnad edilse, lâzım gelir ki; tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa'nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun. tâ,o parça toprak, menşe' ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin. Çünkü: Çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve hey'etlerini teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eğer Kadir-i Zülcelâle verilmezse; o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevi, ayrı, tabii bir makine bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise nutfeler ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yâni:"Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuza, karbon, azotun; intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşey'e karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilatları ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san'atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki; o kâsede bulunan toprakta, manen Avrupa kadar, mânevi ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayatdar kumaşlar ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucâtları dokuyabilsin.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrileri, ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar, "Mütefennin ve akıllıyız" diye dâvâ ettikleri akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni ve hiç bir cihetle mümkün olmıyan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür![/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Eğer desen: Mevcudat, tabiata isnad edilse böyle acib muhâller olur, imtina derecesinde müşkilat olur; acaba Zât-ı Ehad ve Samed'e verildiği vakit o müşkilât nasıl kalkıyor? Ve o suûbetli imtina, o suhûletli vücuba nasıl inkılâb eder?[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-74)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elcevap: Birinci muhâlde, nasılki güneşin cilve-i in'ikası, kemâl-i suhûletle, külfetsiz en küçük zerrecik câmidden tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve te'sirini misâli güneşciklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse; o vakit herbir zerrecikte, tabii ve bizzat bir güneşin hârici vücudu imtina derecesinde bir suûbetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcud doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samed'e verilse; vücub derecesinde bir suhûlet, bir kolaylık ile ve bir intisab ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım olan herbir şey'i ona yetiştirilebilir.. Eğer o intisab kesilse ve o me'muriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcud kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtina derecesinde yüzbin müşkilât ve suûbetle sinek gibi bir zihayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan ve gayet hârika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, ve kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farzetmek lâzım gelir. Bu ise bir muhâl değil, belki binler muhâldir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elhâsıl: Nasılki Zât-ı Vâcib-ül Vücudun şerik ve naziri mümteni' ve muhâldir. Öyle de: Rubûbiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerik-i zâti gibi, mümteni' ve muhâldir.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Amma ikinci muhâldaki müşkilât ise: Müteaddit Risalelerde isbat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-i Ehade verilse, bütün eşya, bir tek şey gibi suhûletli ve kolay olur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşya kadar müşkilatlı olduğu, müteaddit ve kat'i bürhanlarla isbat edilmiş. Bir bürhanın hülâsası şudur ki: Nasılki bir adam, bir pâdişaha askerlik veya me'muriyet cihetiyle, intisap etse, o me'mur ve o asker o intisap kuvvetiyle yüzbin def'a kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına bazan bir şahı esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisab münasebetiyle, pâdişahın hazineleri ve arkasındaki nokta-i istinadı olan ordu; o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir pâdişahın işi gibi; ve gösterdiği eserler, bir ordu eseri misillû harika olabilir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-75)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Nasılki karınca, o me'muriyet cihetiyle Firavunun sarayını harab ediyor.. Ve sinek o intisab ile, Nemrud'u gebertiyor. Ve o intisab ile, buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor. (Hâşiye) Eğer o intisab kesilse, o me'muriyetten terhis edilse, yapacağı işlerin cihazatını ve kuvvetini, belinde ve bileğinde taşımağa mecburdur. O vakit, o küçücük bileğindeki kuvvet mikdarınca ve belindeki cephane adedince iş görebilir. Evvelki vaziyette gayet kolaylıkla gördüğü işleri bu vaziyette ondan istenilse, elbette bileğinde bir ordu kuvvetini ve belinde bir pâdişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını yüklemek lâzım gelir ki; güldürmek için acib hurafeleri ve masalları hikâye eden maskaralar dahi bu hayalden utanıyorlar.![/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elhâsıl: Vâcib-ül-Vücuda her mevcudu vermek, vücub derecesinde bir suhûleti var. Ve tabiata icad cihetinde vermek, imtina derecesinde müşkil ve hâric-i daire-i akliyedir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Üçüncü Muhâl:Bu muhâli izah edecek bâzı risalelerde beyan edilen iki misâl:[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Birinci Misâl: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiş, hâlî bir sahrada kurulmuş, yapılmış bir saraya; gayet vahşî bir adam girmiş; içine bakmış.. Binlerle muntazam san'atlı eşyayı görmüş... Vahşetinden, ahmaklığından, "Hâriçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi, o sarayı müştemilâtiyle beraber yapmıştır." diye taharriye başlıyor. Hangi şey'e bakıyor... o vahşetli aklı dahi kâbil görmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra o sarayın teşkilât programını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan elsiz ve gözsüz ve çe-[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]__________[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Hâşiye:) Evet, eğer intisab olsa; o çekirdek, kader-i İlâhîden bir emir alır, o hârika işlere mazhar olur. Eğer o intisab kesilse; o çekirdeğin hilkati, koca çam ağacının hilkatin den daha ziyade cihazat ve iktidar ve san'atı iktiza eder: Çünki: Dağdaki- kudret eseri olan- mücessem çam ağacının bütün âzaları ve cihazatiyle, o çekirdekteki-kader eseri olan- mânevi ağaçta mevcud bulunması lâzım gelir. Çünki, o koca ağacın fabrikası, o çekirdektir. İçindeki kaderi ağaç kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam ağacı olur.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-76)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]kiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eşyâ-yı âhere nisbeten, kavânîn-i ilmiyenin bir unvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna, bu defteri münasebatdar gördüğünden, "İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş." diyerek..... vahşetini; ahmakaların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte aynen bu misâl gibi: Hadsiz derecede misâldeki saraydan daha muntazam,daha mükemmel ve bütün etrafı mu'cizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı Ulûhiyete giden "tabiiyyun" fikrini taşıyan vahşi bir insan girer. Dâire-i mümkinat hâricinde olan Zât-ı Vâcib-ül-Vücûdun eser-i sanâtı olduğunu düşünmiyerek ve ondan i'râz ederek, daire-i mümkinat içinde kader-i İlâhinin yazar-bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhiyyenin kavânın-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hatâ olarak "tabiat" nâmı verilen bir mecmua-i kavânin-i âdât-ı İlâhiyye ve bir fihriste-i San'at-ı Rabbaniyeyi görür. Ve der ki: "Mâdem bu eşya bir sebeb ister, hiçbir şey'in bu defter gibi münasebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul etmez ki; gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, Rububiyet-i Mutlakanın işi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadı yapamaz. Fakat mâdem Sâni-i Kadimi kabul etmiyorum; öyle ise en münasibi, bu defter bunu yapmış ve yapar diyeceğim" der. Biz de deriz.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Ey ahmak-ül-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrattan seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla -Onun- vücuduna şehadet ettikleri ve parmaklariyle işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın proğramını yazan Nakkaş-ı Ezelinin cilvesini müşahede et.. fermanına bak... Kur'anını dinle... o hezeyanlardan kurtul![/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-77)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İkinci Misâl: Gayet vahşi bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer . Gayet muntazam bir ordunun umumi, beraber tâlimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle; bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider. Bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahed eder. Onun kaba, vahşi aklı, bir kumandanın, devletin nizamatiyle ve kanun-u pâdişâhı ile kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayâli ip, ne kadar hârikalı bir ip olduğunu düşünüp; hayrette kalır. Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir câmie Cum'a gününde dâhil olur. O cemaat-i müsliminin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde eder, oturduklarını müşahede eder. Mânevi ve semavi kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve şeriat sahibinin emirlerinden gelen mânavi düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddi iplerle bağlandığını ve o acib ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşi insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte aynı bu misâl gibi Sultân-ı Ezel ve Ebedin, hadsiz cünûdunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme, ve o Mâbûd-u Ezelinin muntazam bir mescidi olan şu kâinata, mahz-ı vahşet olan, inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultân-ı Ezelinin hikmetinden gelen nizamat-ı kâinatın mânevi kanunlarını, birer maddi madde tasavvur ederek ve saltanat-ı Rububiyetin kavânin-i itibariyesi ve o Mâbûd-u Ezelinin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevi ve yalnız vücud-u ilmisi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını, birer mevcud-u hârici ve maddi birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücud-u ilmisi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara "tabiat" nâmını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvveti, bir zikudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek, misâldeki vahşiden bin def'a aşağı bir vahşettir![/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-78)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elhâsıl: Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsız, "tabiat" dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hâriciye sahibi ise, ancak bir san'at olabilir. Sâni' olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, Hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir. Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir Fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; Kadir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Tahoma][FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elhâsıl: Madem mevcudat var. Madem Onaltıncı Notanın başında denildiği gibi: Mevcûdun vücuduna, taksim-i akli ile dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. O dört cihetten üçünün herbirinin üç zâhir muhâller ile butlanı, kat'i bir surette isbat edildi. Elbette bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan vahdet yolu, kat'i bir surette isbat olunuyor. O dördüncü yol ise, baştaki[/FONT][/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][B][SIZE=5][FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]:[/FONT] [/FONT][COLOR=red][FONT=Traditional Arabic]اَفِى اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ[/FONT][/COLOR][/SIZE][/B][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][COLOR=#ff0000][/COLOR][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][COLOR=#ff0000][/COLOR][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]âyeti, şeksiz ve şüphesiz bedahet derecesinde Zât-ı Vâcib-ül-Vücûdun Ulûhiyetini ve her şey doğrudan doğruya dest-i kudretinden çıktığını ve semâvat ve arz, kabza-i tasarrufunda bulunduğunu gösteriyor...[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Ey esbab-perest ve tabiata tapan bîçâre adam;! Madem herşey'in tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san'atlıdır ve yeni oluyor... Hem her müsebbeb gibi, zâhiri sebebi dahi masnû'dur ve madem herşey'in vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadir-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın ne ihtiyacı var ki âciz vesâiti, Rububiyetine ve icadına teşrik etsin. Hâşâ ..Belki, doğrudan doğruya, müsebbebi, sebeb ile beraber halkederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini göstermek için bir tertib ve tanzim ile zâhiri bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zâhiri kusurlara., merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci' olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş; izzetini o suretle[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-79)[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]muhafaza etmiş. Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın, sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır. yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın, sonra saatin yapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ o saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle,,, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa, daha mı kolaydır. yoksa; o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde, o kitaptan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineyi: "Haydi sen yaz" desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz def'a yazıdan daha müşkil değil midir?[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Eğer desen: Evet bir kitabı yazan makinenin icadı, o kitaptan yüz def'e daha müşkildir. Fakat o makine, aynı kitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmak cihetiyle, belki bir kolaylık var?[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elcevap; Nakkaş-ı Ezeli, hadsiz kudretiyle nihayetsiz cilve-i Esmâsını her vakit tazelendirmekle, ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususi simâları öyle bir surette halketmiştir ki; hiçbir mektub-u Samedâni ve hiçbir kitab-ı Rabbâni, diğer kitabların aynı aynına olamıyor. Alâ külli hâl, ayrı mânaları ifade etmek için, ayrı bir sîmâsı bulunacak. Eğer gözün varsa insanın simâsına bak, gör ki: Zaman-ı Âdemden şimdiye kadar, beldi ebede kadar, bu küçük sîmâda, âzâ-yı esâside ittifak ile beraber her bir simâ, umum simâlara nisbeten, herbirisine karşı birer alâmet-i fârikası var olduğu kat'iyyen sabittir. Bunun için herbir simâ, ayrı bir kitaptır. Yalnız san'atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve te'lif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşey'i dercetmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister. Haydi, farz-ı muhal olarak tabiata bir matbaa nazariyle baktık. Fakat bir matbaaya ait olan tanzim ve basmak, yâni muayyen intizamını kalıba sokmaktan başka, o tanzimin icadından, icadları yüz derece daha müşkil bir zihayatın cismindeki maddeleri, aktâr-ı âlemden mizan-ı mahsusla ve has bir intizamla icad[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-80)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]etmek ve getirmek ve matbaa eline vermek için, yine o matbaayı icad eden Kadîr-i Mutlakın kudret ve iradesine muhtaçtır. Demek bu matbaalık ihtimali ve farzı, bütün bütün mânasız bir hurafedir.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]İşte bu saat ve kitap misâlleri gibi; Sâni-i Zülcelâl, Kadir-i Külli Şey; esbabı halk etmiş; müsebbebâtı da halkediyor. Hikmetiyle, müsebbebâtı esbaba bağlıyor. Kâinatın harekâtının tanzimine dâir kavânin-i âdetullahtan ibaret olan şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı İlâhiyyenin bir cilvesini ve eşyadaki o cilvesine, yalnız bir âyne ve bir ma'kes olan tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tâyin etmiştir. Ve o tabiatın vücud-u hâriciye mazhar olan vechini, kudretiyle icad etmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halketmiş. Birbirine mezcetmiş. Acaba gayet derecede mâkul ve hadsiz bürhanların neticesi olan bu hakikatın kabulü mü daha kolaydır. Acaba vücub derecesinde lâzım değil midir? Yoksa câmid, şuursuz, mahlûk, masnû', basit olan o sebeb ve tabiat dediğiniz maddelere, her birşeyin vücuduna lâzım olan hadsiz cihazat ve âlâtı verip hakimâne, basirane olan işleri kendi kendilerine yaptırmak mı daha kolaydır? Acaba imtina derecesinde, imkân haricinde değil midir? Senin, o insafsız aklının insafına havale ediyoruz.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Münkir ve tabiat-perest diyor ki: Madem beni insafa dâvet ediyorsun. Ben de diyorum ki: Şimdiye kadar yanlış gittiğimiz yol, hem yüz derece muhâl, hem gayet zararlı ve nihayet derecede çirkin bir meslek olduğunu itiraf ediyorum. Sâbık tahkikatınızdan zerre miktar şuuru bulunan anlayacak ki: Esbâbı, tabiata icad vermek; mümteni'dir, muhâldir. Ve herşey'i doğrudan doğruya Vâcib-ül-Vücuda vermek; vâcibdir, zaruridir.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]"Elhamdülillâhi alel iman deyip" iman ediyorum.[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Yalnız bir şüphem var. Cenâb-ı Hakkın Hâlık olduğunu kabul ediyorum; fakat bâzı cüz'i esbabın ehemmiyetsiz şeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh -ü sena kazanmaları, saltanat-ı Rububiyetine zarar verir? Saltanatına noksaniyet gelir mi?[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elcevap: Bâzı Risalelerde gayet kat'i isbat ettiğimiz gibi: Hâkimiyetin şe'ni, mudahaleyi reddetmektir. Hattâ en ednâ bir hakim, bir me'mur;[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-81)[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hatta hakimiyetine müdahale tevehhümiyle, bâzı dindar pâdişahlar, Halife oldukları halde, mâsum evlâdlarını katletmeleri, bu "Redd-i müdahale kanunu"nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki pâdişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği "Men-i iştirâk Kanunu" tarih-i beşerde çok acib hercü merc ile kuvvetini göstermiş. Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi, bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve başkasının müdahalesini men' etmeyi ve hâkimiyetinde iştirâk kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini nihayat taassubla muhafazaya çalışmayı gör sonra hâkimiyet-i mutlaka, Rububiyet derecesinde; ve âmiriyet-i mutlaka, Ulûhiyet derecesinde; ve istiklâliyet-i mutlaka, Ehadiyet derecesinde; ve istiğnâyı mutlak, Kadiriyet-i mutlaka derecesinde bir Zât-ı Zülcelâlde, bu redd-ı müdahale ve men'-i iştirâk ve tard-ı şerik, ne derece o hâkimiyetin zaruri bir lâzımı ve vâcib bir muktezası olduğunu kıyas edebilirsen et.[/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz'iyatın, bâzı ubûdiyetlerine merci' olsa o Mâbud-u Mutlak olan Zât-ı Vâcib-ül-Vücuda müteveccih zerrattan seyyarata kadar mahlûkatın ubudiyetlerinden ne noksan gelir?[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Elcevap: Şu kâinatın Hâlik-ı Hakimi, kâinatı bir ağaç hükmünde halkedip, en mükemmel meyvesini zişuur ve zişuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti; o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halkeden ve Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıd olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi? Hâşâ ve kellâ![/FONT][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma](Sh: N-82)[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Hem, hikmetini ve Rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi, hiç müsaade eder mi?[/FONT][/FONT] [FONT=Tahoma][/FONT] [FONT=Traditional Arabic][FONT=Tahoma]Hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef'aliyle gösterdiği halde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnetdarlıklarını, tahabbüb ve ubûdiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi? Ey tabiat-perestlikten vaz geçen arkadaş! Haydi sen söyle! O diyor: Elhamdülillâh, bu iki şüphem hallolmakla beraber; Vahdâniyet-i İlâhiyeye dair ve Mâbud-u Bilhak O olduğuna ve Ondan başkaları ibadete lâyık olmadığına o kadar parlak ve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onları inkâr etmek, güneşi ve gündüzü inkâr etmek gibi bir mükâberedir.[/FONT][/FONT] [CENTER][FONT=Tahoma]* * *[/FONT][/CENTER] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Nur çeşmesi
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst