Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Nur çeşmesi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="_bamteli_" data-source="post: 165951" data-attributes="member: 15023"><p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Yirmiikinci Sözün</strong></span></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Birinci Makamı</strong></span></p><p></p><p> </p><p> </p><p> </p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-size: 18px"><span style="color: darkred">بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمِنِ الرَّحِيم</span></span></strong></p><p></p><p> </p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-size: 18px"><span style="color: darkred">وَيَضْرِبُ اللَّهُ اْلاَمْثَالَ لِلنّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ </span></span></strong></p><p></p><p> </p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-size: 18px"><span style="color: darkred">وَتِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ </span></span></strong></p><p></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir te'sir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki: Acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki: Bir cihette bakılsa, azim bir alem görünüyor, bir cihette akılsa muntazam bir memleket... Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir... Diğer bir cihette bakılsa, gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acâib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar. Fakat bunlar, onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: "Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak, kim bize meded verecek. Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekliyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın envâiyle tezyin eden ve ibretnüma mu'cizatlarla donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem, ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır." Öteki adam.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-52)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">dedi:"İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu alemi tek başıyla idare etsin" Arkadaşı cevaben dedi ki: "Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı olsa pek azimdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azimdir. Onun için ona karşı lâkayd kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir." O serseri adam dedi: "Ben bütün rahatımı, keyfimi; onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmıyacağım. Bütün bu işler, tesadüfi ve karmakarışık işlerdir, kendi kendine dönüyor; benim nemelâzım." Akıllı arkadaşı ona dedi: "Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bâzen olur ki, bir memleket harab olur." Yine o serseri dönüp dedi ki: "Ya kat'iyyen bana isbat et ki: Bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni'i vardır. Yahut bana ilişme." Cevaben arkadaşı dedi: "Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceğim ki: Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, herşey'i idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmiyen o usta, bizi ve herşey'i görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu'cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır."</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>BİRİNCİ BÜRHAN:</strong></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel her tarafa bak, herşey'e dikkat et! Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünki: Bak, bir dirhem (Hâşiye -l) kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru (Hâşiye,2) olmayan, gayet hakimâne işler görüyor. Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mu'cize, herşey mu'cizekâr bir hârika olmak lâzımgelir. Bu ise, bir safsatadır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">________</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-l: Ağaçları, başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-2: Kendi kendine yükselmiyen ve meyvelerin sıkletine dayanmıyan üzüm çubukları gibi nazenin nebatatın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-53)</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>İKİNCİ BÜRHAN :</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et: Herbirisinde o gizli Zât'tan haber veren işler var. Âdeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybi zâttan haber veriyorlar. İşte gözünün önünde, bak; bir dirhem pamuktan (Hâşiye-3) ne yapıyor.Bak kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir. Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü ,bakırı, gümüşü, altını; gaybi avucuna aldı, bir et parçası (Hâşiye-4) yaptı; bak gör... İşte ey akılsız adam! Bu işler öyle bir zâta mahsustur ki; bütün bu memleket, bütün eczasiyle onun mu'cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>ÜÇÜNCÜ BÜRHAN:</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel,bu müteharrik antika (Haşiye-5) san'atlarına bak! Herbirisi öyle bir tarzda yapımış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acib sarayı küçük bir makinede dercetsin! Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfi veyahut abes bir iş içinde bulunsun! Demek bütün gözün gördüğü ne kadar antika, makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı halleriyle derler ki: "Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu alemimizi, bizi yaptığı ve sühuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır."</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_____________</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-3: Tohuma işarettir. Meselâ: Zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirin meyveleri Hazine-i Rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar..</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-4: Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zihayatı îcad etmeye işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-5: Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan; âdete âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır. </span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-54)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>DÖRDÜNCÜ BÜRHAN:</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor. Bir hâlette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular, birer hâkim-i mutlak suretini aldılar Âdeta herbir şey, bütün eşyaya hükmediyor. işte bu yanımızdaki bu makineye bak; (Hâşiye,6) güya emrediyor. İşte onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte oraya bak: O şuursuz cisim (Hâşiye-7) güya bir işaret ediyor, En büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor; kendi işlerinde çalıştırıyor. Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Âdeta herbir şey, bütün bu âlemdeki,hilkatleri musahhar ediyor. Eğer, o gizli zâtı kabul etmezsen,bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklar da; o zat'ın bütün hünerlerini, san'atlarını, kemalâtlarını birer birer (o şeylere) vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü bir tek mu'ciznüma zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu'ciznümâ, hem birbirine zıd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünki: Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>BEŞİNCİ BÜRHAN:</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey vesveseli arkadaş! Gel bu azim sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zinetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san'atlarını tefekkür et! İşte bak: Eğer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları; sair şuursuz sebeplere, kör tesadüfe, sağır, tabiata verilse, o vakit, ya bu memleketin her bir taşı, herbir otu öyle mu'ciznüma nakkaş, öyle bir hârikulâde kâtib ol-</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_________</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-6: Makine, meyvedar ağaçlara işarettir. Çünki: Yüzer tezgâhları, fabrikaları, incecik dallarında taşıyor gibi hayret-nüma yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar, kuru bir taşda tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-7: Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir. Meselâ Bir sinek bir kara ağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden o koca kara ağaç, yapraklarını o yumurtalar bir rahm-i mâder, bir beşik; bal gibi bir gıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Âdeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruh meyveler veriyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-55)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">ması lâzımgelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san'atı dercedebilsin. Çünki, bak bu taşlardaki nakşa, (Hâşiye-8) herbirisinde bütün sarayın nakışları var; bütün şehrin tanzimat kanunları var; bütün mümleketin teşkilât programları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise; herbir nakış, herbir san'at, o gizli zâtın bir ilânnamesidir, bir hâtemidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mâdem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz... Nasıl olur ki: Bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabiyle ve nakşiyle bilinmesin.</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>ALTINCI BÜRHAN:</strong> </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel, bu geniş ovaya çıkacağız. (Hâşiye-9) İşte o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşey'i yakınlaştıracak güzel dürbünleri de beraber alacağız. Çünki: Bu acib memlekette, acib işler oluyor. Her saatte hiç aklımıza gelmiyen işler oluyor. İşte bak! Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor. Hem nasıl değişiyor. öyle bir tarzda ki: Milyonlarla birbiri içinde işler gayet muntazam surette değişiyor. Âdeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi pek acib tahavvülât oluyor. Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli-miçekli şeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Âdeta şu ova, dağlar, birer sahife; yüzbinlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor. Hem hatâsız, noksansız olarak yazılıyor. İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki; kendi kendine olsun. Evet nihayet derecede san'atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki: Kendilerinden ziyade, san'atkârlarını gösteriyorlar. Hem bunları işleyici öyle mu'ciznümâ bir zâttır ki, hiçbir iş, ona ağır gelmez. Bin kitab yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir. Bununla beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşey'i yerli yerine koyuyor ve öyle</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">___________</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-8: Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmış ise, icmalini mahiyet-i insaniyyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçda ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi dercetmiştir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Hâşiye-9: Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüzbinler muhtelif mahlûkatın taifeleri, birbiri içinde beraber icad edilir, ruy-i zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahman açılır, kaldırılır: taze taze gelir.Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birer kazan hükmüne geçer.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-56)</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">mükrimâne herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsan-perverâne umumi perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehavet-perverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin haklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki her bir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-yı ni'met veriliyor. İşte dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfi işler bulunsun veya abes ve faidesiz olsun veya müteaddid eller karışsın veya ustası herşey'e muktedir olmasın veya herşey ona musahhar olmasın! İşte ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir bahane bul!</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>YEDİNCİ BÜRHAN:</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey arkadaş gel! Şimdi bu cüz'iyatı bırakıp, saray şeklindeki bu acib âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz. .İşte bak: Bu âlemde o derece intizam ile külli işler yapılıyor ve umumi inkılâblar oluyor ki, âdeta bütün bu saraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey,birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizamat-ı külliyesini gözetip, ona tevfik-ı hareket ediyor. Birbirinden en uzak şeyler, birbirinin imdadına koşuyor. İşte bak: Gaibden acib bir kafile (Hâşiye-10) çıkıp geliyor. Merkepleri, ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-yı erzak taşıyorlar. İşte bak: Bu tarafta bekliyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar. Hem de bak: Bu kubbede o azim elektrik lâmbası, (Haşiye-11) onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarını öyle güzel pişiyor; yalnız pişirilecek taamlar, bir dest-i gaybi tarafından birer ipe takılıp, (Hâşiye-12) ona karşı tutuluyor. Bu tarafa da bak: Bu biçâre zaif, nahif, kuvvetsiz hayvancıklar..nasıl onların başı önünde, lâtif gıda ile dolu iki tulumbacık (Hâşiye-13) takılmış, iki çeşme gibi; yalnız o kuvvetsiz mahlûk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_________</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-10: Umum hayvanatın erzakını taşıyan, nebatat ve eşcar kafileleridir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-11: O azîm elektrik lâmbası, Güneşe işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-12: İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-13: İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-57)</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el-ele verir. Birbirinin işini tekmil için, bir birine omuz-omuza veriyor. Bel-bele verip beraber çalışıyorlar. Herşeyi buna kıyas et: Tâdat ile bitmez... İşte bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat'i gösterir ki, şu saray-ı acibin ustasına; yâni, şu garib âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefar hükmündedir. Herşey onun kuvvetiyle döner. Herşey onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yâni koşturulur. Ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir söz söyle!</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>SEKİZİNCİ BÜRHAN:</strong> </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun! Halbuki herşey, onu gösteriyor, ona işaret ediyor; ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzib ediyorsun? Öyle ise, bu sarayı da inkâr et ve "Âlem yok, memleket yok" de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle! İşte bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, mâdenler var. (Hâşiye-14) Âdeta, memleketten çıkan herşey, o maddelerden yapılıyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. Hem bak, bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette bilbedahe birdir. Çünki: O iş, iştirâk kabûl etmez. Öyle ise bütün nescolunan san'atlı şeyler, ona mahsustur. Hem de bak, bu dokunan,yapılan şeylerin herbir cinsi öyle bütün memleketin her tarafında bulunuyor; bütün ebnâ-yı cinsleriyle öyle intişar etmiş; beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor; nescedeliyor. Demek birtek zatın işidir;birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda bir keyfiyette, bir hey'ette ittifak ve muvafakat muhaldir. Öyle ise, bu san'atlı</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">__________</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-14: Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, meded veren ve hayatın levâzımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuat-ı İlâhiyyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan; hava, su ziya, toprak unsurlarına işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-58)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san'atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu'ciznüma zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde; lisan-ı hal ile herbirisi der: "Ben kimin san'atıyım, bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür." Ve herbir nakış der: "Beni kim dokudu ise, bulunduğum top da onun dokumasıdır." Herbir tatlı lokma der: "Beni kim yapıyor, pişiriyorsa; bulunduğum kazan dahi onundur." Herbir makine der: "Beni kim yapmış ise, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor ve bütün memleketin her taafında bizi yetiştiren, odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir." Meselâ, nasıl miriye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmaz lâzımdır ki, onlara hakiki mâlik olsun. Yoksa o boşboğaz başı bozuktan, "miri malıdır" diye elinden alınıp, tecziye edilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de; bütün memlekete mâlik birtek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san'atlar, birbirine benzediği ve birtek, sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnûlar, herbir şey'e hükmeden tek bir zâtın san'atları olduğunu gösteriyorlar.</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte ey arkadaş! Mâdem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır; bir vahdet sikkesi var. Çünki bir kısım şeyler, bir iken; ihatası var. Bir kısım, müteaddit ise, -fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için- bir vahdet-i neviye gösteriyor. Vahdet ise, bir "Vahid"i gösterir. Demek ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzımgelir. Bununla beraber sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. (Hâşiye-15) Bak, sonra binler ipler, ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilirmisin ki, böyle garib bir gayb perdesinden böyle acib ihsanatı, hedâyâyı; şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek, ne kadar divânece bir harekettir. Çünki, onu</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">___________</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-15: Kalınca bir ip, meyvadar ağaca; binler ipler ise, dallarına ve ipler başındaki elmas, nisan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksamına ve meyvelerin envâına işarettir.</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-59)</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki: "Bu ipler; uçlarındaki elmasları, sâir hediyeleri, kendileri yapıyorlar, veriyorlar." O vakit her ipe, bir padişahlık manasını vermek lâzımgelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybi, o ipleri dahi yapıp o hedâyayı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu'ciz-nüma zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan;bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>DOKUZUNCU BÜRHAN:</strong> </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun, Çünki, istib'ad ediyorsun. Onun acib san'atlarını ve hâlatını, akla sığıştıramadığından inkâra sapıyorsun. Halbuki asıl istib'ad, asıl müşkilât ve hakiki suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünki onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir; rahat olur; bu ortadaki ucuzluk ve mebzuliyete medar olur. Eğer tanımazsak ve o olmazsa, o vakit herbir şey, bütün bu saray kadar müşkilâtlı olur. Çünki herşey bu saray kadar san'atlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzuliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen, yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak. (Hâşiye-16) Eğer, onun gizli matbaha-i mu'ciznümâsından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet bütün istib'âd, müşkilât, suûbet, helâket, belki muhaliyet onu tanımamaktadır. Çünki nasıl bir ağaca, bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor. Binler meyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi sühulet peyda eder. Eğer o ağacın meyveleri, ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla rabtedilse, herbir meyve; bütün ağaç kadar müşkilâtlı olur. Hem nasıl bütün ordunun teczhizatı bir merkezde, bir kanunda, bir fabrikadan çıksa; kemiyetçe, bir neferin techizatı kadar kolaylaşır. Eğer, herbir neferin ayrı ayrı yerlerde techizatı yapılsa, alınsa; herbir neferin techizatı için, bütün ordunun techizatına lâzım fabrikalar bulunması lâzımdır.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Aynen bu iki misal gibi: Şu muntazam sarayda, şu mükemmel şehirde,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">________</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-16: Konverve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu, hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-60)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">şu müterakki memlekette, şu muhteşem âlemde, bütün bu şeylerin îcadı; birtek zâta verildiği vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peyda eder ki, gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzuliyete ve sehavete sebebiyet verir. Yoksa herşey o kadar pahalı, o kadar müşkilâtlı olacak ki, dünya verilse, birisi elde edilemez.</span></p><p></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>ONUNCU BÜRHAN:</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! Onbeş gündür (Hâşiye-17) biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak; cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira on beş gün (güya bize mühlet verilmiş gibi) bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz, Bu derece nâzik san'atlı mizanlı, letâfetli, ibretli masnûlar içinde; hayvan gibi gezip bozamayız, bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir. O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki; şu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor; bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi; bir hane gibi, hiçbirşey noksan bırakmıyarak idare ediyor. İşte bak, vakit-bevakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri, kemâl-i intizamla doldurup, kemâl- hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa, çeşit çeşit sofralar, (Hâşiye-18) bir dest-i gaybi tarafından kaldırır, indirir tarzında mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir. Onu kaldırıp başkasını getirir; sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var. Hem de bak ki, o gaybi zâtın saltanatına, birliğine, bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de; kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakiki perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâblar, bu tahavvülâtlar; o zatın devamına bekasına şehadet eder. Çünki, zeval bulan eşya ile beraber esbabları dahi kayboluyor.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Halbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevalsiz birinin eserleri imiş: Nasılki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gi-</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_____</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-17: Onbeş gün, sinn-i teklif olan onbeş seneye işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-18: Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan rahmanî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-61)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">denler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimi ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de: Bu işlerin sür'atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevalsiz daimi birtek zâtın cilveleridir, nukuşlarıdır, âyineleridir, san'atlarıdır.</span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>ONBİRİNCİ BÜRHAN</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel ey arkadaş! Şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kat'i bir bürhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; (Hâşiye-19) şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünki; bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem, herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor; oradan emir alıyorlar. İşte bak gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azimenin bir reisi var. Gel daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız. İşte bak ne kadar parlak ve binden (Hâşiye-20) ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu onbeş gün zarfrnda, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren. Bak, o zât, şu memleketin mu'ciznüma Sultanından bahsediyor. O sultan-ı zişan, beni sizlere gönderdiğini söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zât o padişahın bir me'mur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, hârikulâde suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünki, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da; hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar; şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı ha-</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">________________________</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-l9: Gemi, tarihe ve cezire ise, Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde, mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve Siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziret-ül-Arab meydanına çıkıp,. Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zât, o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve delâlet zulümatını dağıtmıştır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-20: Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan Mu'cizat-ı Ahmediyyedir. (a.s.m)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-62)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">yat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühim lâmba, (Hâşiye 21) O'nun işâretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcûdâtiyle O'nun me'muriyetini tanıyor. O'nu "gaybi bir zât-ı mu'ciz-nümanın en has ve doğru bir tercümanıdır, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi" olduğunu biliyor gibi, O'nu dinleyip itaat ediyorlar. işte, bu Zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar: "Evet, evet, doğrudur" derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası, (Hâşiye-22) O Zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle "Evet, evet, her dediğin doğrudur. derler.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nurani ve muhteşem ve pek ciddi zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir Zât-ı mu'ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve tebliğ ettiği evâmirinden hiçbir vecihle hilaf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilaf-ı hakikat kabilse; şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati; hem vücudlarını, hem hakikatlarını tekzib etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat, gör, nasıl parmağın, bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne sokulacak.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>ONİKİNCİ BÜRHAN:</strong> </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün onbir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim. İşte bak: Yukarıda inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nurani fermana (Hâşiye-23) bak. O bin nişanlı Zât, onun yanına durmuş, O fermanın meâlini umuma beyan ediyor. İşte şu fermanın üslûbları, öyle bir tarzda parlı-</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_______</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Haşiye-21: Mühim lâmba, kamerdir ki, Onun işaretiyle iki parça olmuş. Yâni: Mevlânâ Câmi'nin dediği gibi; hiç yazı yazmıyan o ümmî Zât, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış. "Yâni: Şakdan evvel, kırk olan mime benzer; şakdan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nuna benzedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-22: Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasiyle ikindi namazını kılmıyan İmam-ı Ali (r.a.)o mu'cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâşiye-23: Nuranî ferman Kur'an'a ve üstündeki turra ise, i'câzına işarettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Sh: N-63)</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">yor ki, herkesin nazar-ı istihsanını celbediyor ve öyle ciddi ehemmiyetli mes'eleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünki, bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayı yapan ve bu acâibi izhar eden Zâtın şuûnâtını, ef'âlini, evâmirini, evsâfını; birer birer beyan ediyor. O fermanın hey'et-i umumiyesinde bir turra-i âzam olduğu gibi bak! Herbir satırında, herbir cümlesinde taklid edilmez bir turra olduğu misillû, ifade ettiği mânalar, hakikatlar, emirler, hikmetler üstünde dahi, O Zâta mahsus birer mânevi hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor.</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Elhasıl:</strong> O fermân-ı âzam, güneş gibi O Zâtı- âzamı, gösterir, kör olmıyan görür.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise, bu kadar kâfi..Eğer bir sözün varsa şimdi söyle. O inatçı adam cevaben dedi ki: Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim; Elhamdülillâh inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki: Şu memleketin tek bir Mâlik-i Zülkemâli, şu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelâli, şu sarayın tek bir Sâni-i Zülcemâli bulunduğunu kabul ettim. Allah senden razı olsun ki, beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın. Getirdiğin bürhanların herbirisi tek başiyle bu hakikatı göstermeye kâfi idi. Fakat, herbir bürhan geldikçe, daha revnakdar, daha şirin, daha hoş, daha nurani, daha güzel marifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim, dinledim."</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Tevhidin hakikat-ı uzmâsına ve "Âmentü Billah" imanına işaret eden hikâye-i temsiliye, tamam oldu. Fazl-ı Rahman, feyz-i Kur'an, nur-u imân sayesinde, tevhid-i hakikinin güneşinden, hikaye-i temsiliyedeki oniki bürhana mukabil, oniki lem'a ile bir mukaddemeyi göstereceğiz.</span></p><p> </p><p style="text-align: center"><span style="font-family: 'Tahoma'">* * *</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="_bamteli_, post: 165951, member: 15023"] [CENTER][FONT=Tahoma][B]Yirmiikinci Sözün[/B][/FONT] [FONT=Tahoma][B]Birinci Makamı[/B][/FONT][/CENTER] [CENTER][B][SIZE=5][COLOR=darkred]بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمِنِ الرَّحِيم[/COLOR][/SIZE][/B][/CENTER] [CENTER][B][SIZE=5][COLOR=darkred]وَيَضْرِبُ اللَّهُ اْلاَمْثَالَ لِلنّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ [/COLOR][/SIZE][/B][/CENTER] [CENTER][B][SIZE=5][COLOR=darkred]وَتِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ [/COLOR][/SIZE][/B][/CENTER] [FONT=Tahoma]Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir te'sir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki: Acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki: Bir cihette bakılsa, azim bir alem görünüyor, bir cihette akılsa muntazam bir memleket... Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir... Diğer bir cihette bakılsa, gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acâib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar. Fakat bunlar, onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: "Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak, kim bize meded verecek. Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekliyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın envâiyle tezyin eden ve ibretnüma mu'cizatlarla donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem, ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır." Öteki adam.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-52)[/FONT] [FONT=Tahoma]dedi:"İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu alemi tek başıyla idare etsin" Arkadaşı cevaben dedi ki: "Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı olsa pek azimdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azimdir. Onun için ona karşı lâkayd kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir." O serseri adam dedi: "Ben bütün rahatımı, keyfimi; onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmıyacağım. Bütün bu işler, tesadüfi ve karmakarışık işlerdir, kendi kendine dönüyor; benim nemelâzım." Akıllı arkadaşı ona dedi: "Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bâzen olur ki, bir memleket harab olur." Yine o serseri dönüp dedi ki: "Ya kat'iyyen bana isbat et ki: Bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni'i vardır. Yahut bana ilişme." Cevaben arkadaşı dedi: "Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceğim ki: Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, herşey'i idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmiyen o usta, bizi ve herşey'i görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu'cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır."[/FONT] [FONT=Tahoma][B]BİRİNCİ BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Gel her tarafa bak, herşey'e dikkat et! Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünki: Bak, bir dirhem (Hâşiye -l) kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru (Hâşiye,2) olmayan, gayet hakimâne işler görüyor. Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mu'cize, herşey mu'cizekâr bir hârika olmak lâzımgelir. Bu ise, bir safsatadır.[/FONT] [FONT=Tahoma]________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-l: Ağaçları, başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-2: Kendi kendine yükselmiyen ve meyvelerin sıkletine dayanmıyan üzüm çubukları gibi nazenin nebatatın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-53)[/FONT] [FONT=Tahoma][B]İKİNCİ BÜRHAN :[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et: Herbirisinde o gizli Zât'tan haber veren işler var. Âdeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybi zâttan haber veriyorlar. İşte gözünün önünde, bak; bir dirhem pamuktan (Hâşiye-3) ne yapıyor.Bak kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir. Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü ,bakırı, gümüşü, altını; gaybi avucuna aldı, bir et parçası (Hâşiye-4) yaptı; bak gör... İşte ey akılsız adam! Bu işler öyle bir zâta mahsustur ki; bütün bu memleket, bütün eczasiyle onun mu'cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]ÜÇÜNCÜ BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Gel,bu müteharrik antika (Haşiye-5) san'atlarına bak! Herbirisi öyle bir tarzda yapımış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acib sarayı küçük bir makinede dercetsin! Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfi veyahut abes bir iş içinde bulunsun! Demek bütün gözün gördüğü ne kadar antika, makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı halleriyle derler ki: "Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu alemimizi, bizi yaptığı ve sühuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır."[/FONT] [FONT=Tahoma]_____________[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-3: Tohuma işarettir. Meselâ: Zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirin meyveleri Hazine-i Rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar..[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-4: Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zihayatı îcad etmeye işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-5: Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan; âdete âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır. [/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-54)[/FONT] [FONT=Tahoma][B]DÖRDÜNCÜ BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor. Bir hâlette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular, birer hâkim-i mutlak suretini aldılar Âdeta herbir şey, bütün eşyaya hükmediyor. işte bu yanımızdaki bu makineye bak; (Hâşiye,6) güya emrediyor. İşte onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte oraya bak: O şuursuz cisim (Hâşiye-7) güya bir işaret ediyor, En büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor; kendi işlerinde çalıştırıyor. Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Âdeta herbir şey, bütün bu âlemdeki,hilkatleri musahhar ediyor. Eğer, o gizli zâtı kabul etmezsen,bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklar da; o zat'ın bütün hünerlerini, san'atlarını, kemalâtlarını birer birer (o şeylere) vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü bir tek mu'ciznüma zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu'ciznümâ, hem birbirine zıd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünki: Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun![/FONT] [FONT=Tahoma][B]BEŞİNCİ BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Ey vesveseli arkadaş! Gel bu azim sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zinetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san'atlarını tefekkür et! İşte bak: Eğer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları; sair şuursuz sebeplere, kör tesadüfe, sağır, tabiata verilse, o vakit, ya bu memleketin her bir taşı, herbir otu öyle mu'ciznüma nakkaş, öyle bir hârikulâde kâtib ol-[/FONT] [FONT=Tahoma]_________[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-6: Makine, meyvedar ağaçlara işarettir. Çünki: Yüzer tezgâhları, fabrikaları, incecik dallarında taşıyor gibi hayret-nüma yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar, kuru bir taşda tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-7: Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir. Meselâ Bir sinek bir kara ağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden o koca kara ağaç, yapraklarını o yumurtalar bir rahm-i mâder, bir beşik; bal gibi bir gıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Âdeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruh meyveler veriyor.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-55)[/FONT] [FONT=Tahoma]ması lâzımgelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san'atı dercedebilsin. Çünki, bak bu taşlardaki nakşa, (Hâşiye-8) herbirisinde bütün sarayın nakışları var; bütün şehrin tanzimat kanunları var; bütün mümleketin teşkilât programları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise; herbir nakış, herbir san'at, o gizli zâtın bir ilânnamesidir, bir hâtemidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Mâdem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz... Nasıl olur ki: Bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabiyle ve nakşiyle bilinmesin.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]ALTINCI BÜRHAN:[/B] [/FONT] [FONT=Tahoma]Gel, bu geniş ovaya çıkacağız. (Hâşiye-9) İşte o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşey'i yakınlaştıracak güzel dürbünleri de beraber alacağız. Çünki: Bu acib memlekette, acib işler oluyor. Her saatte hiç aklımıza gelmiyen işler oluyor. İşte bak! Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor. Hem nasıl değişiyor. öyle bir tarzda ki: Milyonlarla birbiri içinde işler gayet muntazam surette değişiyor. Âdeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi pek acib tahavvülât oluyor. Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli-miçekli şeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Âdeta şu ova, dağlar, birer sahife; yüzbinlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor. Hem hatâsız, noksansız olarak yazılıyor. İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki; kendi kendine olsun. Evet nihayet derecede san'atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki: Kendilerinden ziyade, san'atkârlarını gösteriyorlar. Hem bunları işleyici öyle mu'ciznümâ bir zâttır ki, hiçbir iş, ona ağır gelmez. Bin kitab yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir. Bununla beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşey'i yerli yerine koyuyor ve öyle[/FONT] [FONT=Tahoma]___________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-8: Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmış ise, icmalini mahiyet-i insaniyyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçda ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi dercetmiştir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Hâşiye-9: Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüzbinler muhtelif mahlûkatın taifeleri, birbiri içinde beraber icad edilir, ruy-i zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahman açılır, kaldırılır: taze taze gelir.Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birer kazan hükmüne geçer.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-56)[/FONT] [FONT=Tahoma]mükrimâne herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsan-perverâne umumi perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehavet-perverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin haklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki her bir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-yı ni'met veriliyor. İşte dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfi işler bulunsun veya abes ve faidesiz olsun veya müteaddid eller karışsın veya ustası herşey'e muktedir olmasın veya herşey ona musahhar olmasın! İşte ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir bahane bul![/FONT] [FONT=Tahoma][B]YEDİNCİ BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Ey arkadaş gel! Şimdi bu cüz'iyatı bırakıp, saray şeklindeki bu acib âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz. .İşte bak: Bu âlemde o derece intizam ile külli işler yapılıyor ve umumi inkılâblar oluyor ki, âdeta bütün bu saraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey,birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizamat-ı külliyesini gözetip, ona tevfik-ı hareket ediyor. Birbirinden en uzak şeyler, birbirinin imdadına koşuyor. İşte bak: Gaibden acib bir kafile (Hâşiye-10) çıkıp geliyor. Merkepleri, ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-yı erzak taşıyorlar. İşte bak: Bu tarafta bekliyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar. Hem de bak: Bu kubbede o azim elektrik lâmbası, (Haşiye-11) onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarını öyle güzel pişiyor; yalnız pişirilecek taamlar, bir dest-i gaybi tarafından birer ipe takılıp, (Hâşiye-12) ona karşı tutuluyor. Bu tarafa da bak: Bu biçâre zaif, nahif, kuvvetsiz hayvancıklar..nasıl onların başı önünde, lâtif gıda ile dolu iki tulumbacık (Hâşiye-13) takılmış, iki çeşme gibi; yalnız o kuvvetsiz mahlûk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]_________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-10: Umum hayvanatın erzakını taşıyan, nebatat ve eşcar kafileleridir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-11: O azîm elektrik lâmbası, Güneşe işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-12: İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-13: İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-57)[/FONT] [FONT=Tahoma]Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el-ele verir. Birbirinin işini tekmil için, bir birine omuz-omuza veriyor. Bel-bele verip beraber çalışıyorlar. Herşeyi buna kıyas et: Tâdat ile bitmez... İşte bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat'i gösterir ki, şu saray-ı acibin ustasına; yâni, şu garib âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefar hükmündedir. Herşey onun kuvvetiyle döner. Herşey onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yâni koşturulur. Ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir söz söyle![/FONT] [FONT=Tahoma][B]SEKİZİNCİ BÜRHAN:[/B] [/FONT] [FONT=Tahoma]Gel ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun! Halbuki herşey, onu gösteriyor, ona işaret ediyor; ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzib ediyorsun? Öyle ise, bu sarayı da inkâr et ve "Âlem yok, memleket yok" de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle! İşte bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, mâdenler var. (Hâşiye-14) Âdeta, memleketten çıkan herşey, o maddelerden yapılıyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. Hem bak, bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette bilbedahe birdir. Çünki: O iş, iştirâk kabûl etmez. Öyle ise bütün nescolunan san'atlı şeyler, ona mahsustur. Hem de bak, bu dokunan,yapılan şeylerin herbir cinsi öyle bütün memleketin her tarafında bulunuyor; bütün ebnâ-yı cinsleriyle öyle intişar etmiş; beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor; nescedeliyor. Demek birtek zatın işidir;birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda bir keyfiyette, bir hey'ette ittifak ve muvafakat muhaldir. Öyle ise, bu san'atlı[/FONT] [FONT=Tahoma]__________[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-14: Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, meded veren ve hayatın levâzımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuat-ı İlâhiyyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan; hava, su ziya, toprak unsurlarına işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-58)[/FONT] [FONT=Tahoma]şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san'atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu'ciznüma zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde; lisan-ı hal ile herbirisi der: "Ben kimin san'atıyım, bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür." Ve herbir nakış der: "Beni kim dokudu ise, bulunduğum top da onun dokumasıdır." Herbir tatlı lokma der: "Beni kim yapıyor, pişiriyorsa; bulunduğum kazan dahi onundur." Herbir makine der: "Beni kim yapmış ise, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor ve bütün memleketin her taafında bizi yetiştiren, odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir." Meselâ, nasıl miriye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmaz lâzımdır ki, onlara hakiki mâlik olsun. Yoksa o boşboğaz başı bozuktan, "miri malıdır" diye elinden alınıp, tecziye edilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de; bütün memlekete mâlik birtek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san'atlar, birbirine benzediği ve birtek, sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnûlar, herbir şey'e hükmeden tek bir zâtın san'atları olduğunu gösteriyorlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte ey arkadaş! Mâdem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır; bir vahdet sikkesi var. Çünki bir kısım şeyler, bir iken; ihatası var. Bir kısım, müteaddit ise, -fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için- bir vahdet-i neviye gösteriyor. Vahdet ise, bir "Vahid"i gösterir. Demek ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzımgelir. Bununla beraber sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. (Hâşiye-15) Bak, sonra binler ipler, ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilirmisin ki, böyle garib bir gayb perdesinden böyle acib ihsanatı, hedâyâyı; şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek, ne kadar divânece bir harekettir. Çünki, onu[/FONT] [FONT=Tahoma]___________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-15: Kalınca bir ip, meyvadar ağaca; binler ipler ise, dallarına ve ipler başındaki elmas, nisan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksamına ve meyvelerin envâına işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-59)[/FONT] [FONT=Tahoma]tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki: "Bu ipler; uçlarındaki elmasları, sâir hediyeleri, kendileri yapıyorlar, veriyorlar." O vakit her ipe, bir padişahlık manasını vermek lâzımgelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybi, o ipleri dahi yapıp o hedâyayı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu'ciz-nüma zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan;bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]DOKUZUNCU BÜRHAN:[/B] [/FONT] [FONT=Tahoma]Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun, Çünki, istib'ad ediyorsun. Onun acib san'atlarını ve hâlatını, akla sığıştıramadığından inkâra sapıyorsun. Halbuki asıl istib'ad, asıl müşkilât ve hakiki suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünki onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir; rahat olur; bu ortadaki ucuzluk ve mebzuliyete medar olur. Eğer tanımazsak ve o olmazsa, o vakit herbir şey, bütün bu saray kadar müşkilâtlı olur. Çünki herşey bu saray kadar san'atlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzuliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen, yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak. (Hâşiye-16) Eğer, onun gizli matbaha-i mu'ciznümâsından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet bütün istib'âd, müşkilât, suûbet, helâket, belki muhaliyet onu tanımamaktadır. Çünki nasıl bir ağaca, bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor. Binler meyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi sühulet peyda eder. Eğer o ağacın meyveleri, ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla rabtedilse, herbir meyve; bütün ağaç kadar müşkilâtlı olur. Hem nasıl bütün ordunun teczhizatı bir merkezde, bir kanunda, bir fabrikadan çıksa; kemiyetçe, bir neferin techizatı kadar kolaylaşır. Eğer, herbir neferin ayrı ayrı yerlerde techizatı yapılsa, alınsa; herbir neferin techizatı için, bütün ordunun techizatına lâzım fabrikalar bulunması lâzımdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Aynen bu iki misal gibi: Şu muntazam sarayda, şu mükemmel şehirde,[/FONT] [FONT=Tahoma]________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-16: Konverve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu, hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-60)[/FONT] [FONT=Tahoma]şu müterakki memlekette, şu muhteşem âlemde, bütün bu şeylerin îcadı; birtek zâta verildiği vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peyda eder ki, gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzuliyete ve sehavete sebebiyet verir. Yoksa herşey o kadar pahalı, o kadar müşkilâtlı olacak ki, dünya verilse, birisi elde edilemez.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]ONUNCU BÜRHAN:[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Gel ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! Onbeş gündür (Hâşiye-17) biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak; cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira on beş gün (güya bize mühlet verilmiş gibi) bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz, Bu derece nâzik san'atlı mizanlı, letâfetli, ibretli masnûlar içinde; hayvan gibi gezip bozamayız, bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir. O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki; şu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor; bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi; bir hane gibi, hiçbirşey noksan bırakmıyarak idare ediyor. İşte bak, vakit-bevakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri, kemâl-i intizamla doldurup, kemâl- hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa, çeşit çeşit sofralar, (Hâşiye-18) bir dest-i gaybi tarafından kaldırır, indirir tarzında mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir. Onu kaldırıp başkasını getirir; sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var. Hem de bak ki, o gaybi zâtın saltanatına, birliğine, bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de; kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakiki perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâblar, bu tahavvülâtlar; o zatın devamına bekasına şehadet eder. Çünki, zeval bulan eşya ile beraber esbabları dahi kayboluyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Halbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevalsiz birinin eserleri imiş: Nasılki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gi-[/FONT] [FONT=Tahoma]_____[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-17: Onbeş gün, sinn-i teklif olan onbeş seneye işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-18: Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan rahmanî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-61)[/FONT] [FONT=Tahoma]denler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimi ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de: Bu işlerin sür'atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevalsiz daimi birtek zâtın cilveleridir, nukuşlarıdır, âyineleridir, san'atlarıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]ONBİRİNCİ BÜRHAN[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]Gel ey arkadaş! Şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kat'i bir bürhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; (Hâşiye-19) şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünki; bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem, herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor; oradan emir alıyorlar. İşte bak gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azimenin bir reisi var. Gel daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız. İşte bak ne kadar parlak ve binden (Hâşiye-20) ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu onbeş gün zarfrnda, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren. Bak, o zât, şu memleketin mu'ciznüma Sultanından bahsediyor. O sultan-ı zişan, beni sizlere gönderdiğini söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zât o padişahın bir me'mur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, hârikulâde suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünki, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da; hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar; şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı ha-[/FONT] [FONT=Tahoma]________________________[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-l9: Gemi, tarihe ve cezire ise, Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde, mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve Siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziret-ül-Arab meydanına çıkıp,. Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zât, o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve delâlet zulümatını dağıtmıştır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-20: Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan Mu'cizat-ı Ahmediyyedir. (a.s.m)[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-62)[/FONT] [FONT=Tahoma]yat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühim lâmba, (Hâşiye 21) O'nun işâretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcûdâtiyle O'nun me'muriyetini tanıyor. O'nu "gaybi bir zât-ı mu'ciz-nümanın en has ve doğru bir tercümanıdır, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi" olduğunu biliyor gibi, O'nu dinleyip itaat ediyorlar. işte, bu Zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar: "Evet, evet, doğrudur" derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası, (Hâşiye-22) O Zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle "Evet, evet, her dediğin doğrudur. derler.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nurani ve muhteşem ve pek ciddi zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir Zât-ı mu'ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve tebliğ ettiği evâmirinden hiçbir vecihle hilaf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilaf-ı hakikat kabilse; şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati; hem vücudlarını, hem hakikatlarını tekzib etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat, gör, nasıl parmağın, bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne sokulacak.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]ONİKİNCİ BÜRHAN:[/B] [/FONT] [FONT=Tahoma]Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün onbir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim. İşte bak: Yukarıda inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nurani fermana (Hâşiye-23) bak. O bin nişanlı Zât, onun yanına durmuş, O fermanın meâlini umuma beyan ediyor. İşte şu fermanın üslûbları, öyle bir tarzda parlı-[/FONT] [FONT=Tahoma]_______[/FONT] [FONT=Tahoma]Haşiye-21: Mühim lâmba, kamerdir ki, Onun işaretiyle iki parça olmuş. Yâni: Mevlânâ Câmi'nin dediği gibi; hiç yazı yazmıyan o ümmî Zât, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış. "Yâni: Şakdan evvel, kırk olan mime benzer; şakdan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nuna benzedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-22: Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasiyle ikindi namazını kılmıyan İmam-ı Ali (r.a.)o mu'cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâşiye-23: Nuranî ferman Kur'an'a ve üstündeki turra ise, i'câzına işarettir.[/FONT] [FONT=Tahoma](Sh: N-63)[/FONT] [FONT=Tahoma]yor ki, herkesin nazar-ı istihsanını celbediyor ve öyle ciddi ehemmiyetli mes'eleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünki, bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayı yapan ve bu acâibi izhar eden Zâtın şuûnâtını, ef'âlini, evâmirini, evsâfını; birer birer beyan ediyor. O fermanın hey'et-i umumiyesinde bir turra-i âzam olduğu gibi bak! Herbir satırında, herbir cümlesinde taklid edilmez bir turra olduğu misillû, ifade ettiği mânalar, hakikatlar, emirler, hikmetler üstünde dahi, O Zâta mahsus birer mânevi hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor.[/FONT] [FONT=Tahoma][B]Elhasıl:[/B] O fermân-ı âzam, güneş gibi O Zâtı- âzamı, gösterir, kör olmıyan görür.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise, bu kadar kâfi..Eğer bir sözün varsa şimdi söyle. O inatçı adam cevaben dedi ki: Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim; Elhamdülillâh inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki: Şu memleketin tek bir Mâlik-i Zülkemâli, şu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelâli, şu sarayın tek bir Sâni-i Zülcemâli bulunduğunu kabul ettim. Allah senden razı olsun ki, beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın. Getirdiğin bürhanların herbirisi tek başiyle bu hakikatı göstermeye kâfi idi. Fakat, herbir bürhan geldikçe, daha revnakdar, daha şirin, daha hoş, daha nurani, daha güzel marifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim, dinledim."[/FONT] [FONT=Tahoma]Tevhidin hakikat-ı uzmâsına ve "Âmentü Billah" imanına işaret eden hikâye-i temsiliye, tamam oldu. Fazl-ı Rahman, feyz-i Kur'an, nur-u imân sayesinde, tevhid-i hakikinin güneşinden, hikaye-i temsiliyedeki oniki bürhana mukabil, oniki lem'a ile bir mukaddemeyi göstereceğiz.[/FONT] [CENTER][FONT=Tahoma]* * *[/FONT][/CENTER] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Nur çeşmesi
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst