Muhafazakârlık Risale 1

SaYa

Well-known member



Sual: Sen eskiden Şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan "mim'siz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenâtına, hataları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa'y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçâre beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur'ân'ın kanun-u esasîsi, ferman-ı esasîsiyle, "beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir" diye Risâle-i Nur bu esası izâha binâen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:

Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfât ve hevesâtı tehyic ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcâtlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihe-tiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'ân'ın kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti.

İkinci nükte: Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesâtı dinlemek meylini verdiği için, sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.

Meselâ, Risâle-i Nur'daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesâta, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.

Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesât, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.

Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacâtı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.

Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçâre muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesâta, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zâyi ediyor.

Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimâl ve israfâtla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.

İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeni-yetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini; ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.

Emirdağ Lahikası, s. 334, 335.

Biz şimdi ulûm-u an'ane ve ulûm-u diniyeden ziyade Garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız."

Ben de cevaben dedim:

Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanın Asya'da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve filozofların garpta gelmelerinin delâletiyle Asya'yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesirâtından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak Garplılaşmak namıyla an'ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin merkezinde olan vilâyat-ı şarkiyede millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikine katiyen taraftar olmak, size lâzım ve elzemdir.

Emirdağ Lahikası, s. 439.

_________________________________________________"Biz şimdi mecburuz. kaidesiyle, Avrupa'nın bazı usûllerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz" dediler.

Ben de dedim: "Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, katiyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir."

İşte ben o kumandana ve hocalara dedim: "Ekmek yemek, yaşamak gibi zaruri ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayri meşru meyillerden ve haram muamele-lerden tevellüt eden hareketler haramı helal etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise, mutlak zaruret olmadığı ve Su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helal etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşeri de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i katiye ile, Su-i ihtiyardan neşet eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlahi'de ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiştir."

Emirdağ Lahikası, s. 456.

Ey mücahidin-i İslam, ey ehl-i hal ve akd!

Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

l. Şu muzafferiyetteki harikulade nîmeti İlahiye bir şükran ister ki, devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur'an'ı ALLAH'ın tevfikıyla düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'an'ın en sarih ve en kati emri olan salat gibi feraizi imtisal etmeniz lazımdır, ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

2. Alem-i İslamı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız; lakin, o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslamiyeyi iltizam ile olur: Zira, Müslümanlar İslamiyet hasebiyle sizi severler.

3. Bu alemde, evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz; Kur'an'ın evamir-i katiyesine imtisal etmekle öteki alemde de o nurani güruha refik olmaya çalışmak, al-i himmetlilerin şe'nidiı: Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-i deniye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, aklı başındaki insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

4. Bu millet-i İslamın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor lar mı?" derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:

"Sebep nedir?"

Dediler ki:

"Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

5. Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.

Ey mebuslar! Muhakkak siz büyük bir günde diriltileceksiniz.

6. Hasmınız ve İslamiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıtsızlığ'ınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslama zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslamiye ve selameti millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir. Görülüyor ki, İttihatçıların o kadar azim sebatı ve fedakarlıklarıyla, hatta İslamın şu intibahına da sebep oldukları halde, bir kısmı dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslamlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7. Alem-i küfür, bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle alem-i İslama hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, alem-i İslama dinen galebe edemedi. Ve dahili bütün firak-ı dalle-i İslamiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkum kaldığı ve İslamiyet, metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyane Avrupa medeniyet-i habîsesinden süzülen bir cereyan-ı bid'akarane, sînesinde yer tutamaz. Demek, alem-i İslam içinde mühim ve inkılapvarî bir iş görmek, İslamiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.

8. Zaafı dîne sebep olan Avrupa medeniyeti sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyeti Kur'an'ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lakaydane ve ihmalkarane müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkarane iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslam, zaten muhtaç değildir.

9. Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven, cumhur-u mü'minîndir ve bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam Müslümanlardır; sizi ciddi sever ve tutar ve size minnettardır ve fedakarlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahatı İslam namına zaruridir. Yoksa, İslamiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitlerini avam-ı Müslimine tercih etmek maslahatı İslama münafı olduğundan, alem-i İslam nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecektir.

10. Bir yolda dokuz ihtimal-i helaket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lazım ki; o yola sülük etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden namaz gibi zaruriyatı diniyenin imtisalinde yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var; yalnız gaflet, tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zararı dünyevî olabilir: Halbuki, feraizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız, gaflete, dalalete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir.

_________________________________________________Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus, bu mücahidin kumandanlar ve büyük meclis taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek ikisi de zarardır. Demek, onlarda hukùkullah, hukùk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden ve hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefıs ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakıki ve ciddi iş görülmez.

Şu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyeti maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeairi İslamiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-i hilafeti dahi vekaleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ile günde laakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyatı medeniye ile ihtıyacat-ı rühiyesini unutmayan milletin hacat-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mana-i hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lafza verecek ve o manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise, ayetine zıttır. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir ve tenfìz-i ahkam-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsi, ancak ona istinad ile vezaifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslamın şeairini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

Tarihçe-i Hayat, s. 125, 127.

Gençlik Rehberinde izahı bulunan ibretli bir hadisenin hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: "Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz."

Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisatı sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hadisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine nefretle ve teellümlerle ağlayacaklardı.

Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:

"Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma."

Ben de cevaben dedim:

Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun. Kat'iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla, senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'î lezzetini imha ettiği gibi, gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran vezaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefihâne cüz'î lezzetini zîr ü zeber eder.

Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkiki ve istikamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki, o geçmiş zaman-ı mazi mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp eden nuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre Cennetin bir nevi mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve'l-İkramın ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var diye iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre bâki âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. Demek hakikî ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.

İmanın bu dünyada dahi verdiği binler fayda ve neticelerinden yalnız birtek fayda ve lezzetini, bu mezkûr bahsimiz münasebetiyle Gençlik Rehberinde bir hâşiye olarak yazılan bir temsil ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Meselâ, senin gayet sevdiğin birtek evlâdın sekeratta ölmek üzere iken ve meyusâne elîm ebedî firakını düşünürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli ve güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.

İşte, o çocuk gibi sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ışık verdi. Onunla baştan başa bütün ölüler dirildiler. Ve "Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz" lisan-ı hal ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları iman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki, iman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur dedim.

O muannid döndü, dedi:

"Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız."

Cevaben dedim:

Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, ohis dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir. Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür.

Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur'ân'ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade ve fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan, diyerek onu ilzam ettim.

Yine o mütemerrid şahıs döndü, dedi:

"Hiç olmazsa ecnebî dinsizleri gibi yaşarız."

Cevaben dedim:

Ecnebi dinsizleri gibi de olamazsın. Çünkü onlar bir peygamberi inkâr etse, diğerlerine inanabilirler. Peygamberleri bilmese de, ALLAH'a inanabilir. Bunu da bilmezse, kemâlâta medar bazı seciyeleri bulunabilir. Fakat bir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâveti umumî olan âhirzaman Peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr etse ve zincirinden çıksa, daha hiçbir peygamberi, hattâ ALLAH'ı kabul etmez. Çünkü bütün peygamberleri ve ALLAH'ı ve kemâlâtı onunla bilmiş. Onlar onsuz kalbinde kalmaz. Bunun içindir ki, eskiden beri her dinden İslâmiyete giriyorlar; ve hiçbir Müslüman, hakiki Yahudi veya Mecusi veya Nasranî olmaz. Belki dinsiz olur; seciyeleri bozulur, vatana, millete muzır bir hâlete girer. İspat ettim. O muannid ve mütemerrid şahsın daha tutunacak bir yeri kalmadı. Kayboldu, Cehenneme gitti.

İşte ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım! Madem hakikat budur ve bu hakikati Risale-i Nur o derece kat'î ve güneş gibi ispat etmiş ki, yirmi senedir mütemerridlerin inatlarını kırıp imana getiriyor. Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur'ân'dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlar yetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi a'mâl-i saliha ile, hapishane müdür ve alâkadarları, câni ve katillerin başlarında zebâni gibi azap memurları değil, belki medrese-i Yusufiyede Cennete adam yetiştirmek ve onların terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer şefkatli rehber olmalarına çalışmalıyız.

Asa-yı Musa, s. 17-18.
 

GuLSerbeti

Well-known member
Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaat in ruhu olan şahs-ı manevi daha metind ir ve tenfìz-i ahkam-ı şer'iyeye daha ziyade mukted irdir. Halife-i şahsi, ancak ona istina d ile vezaif i deruht e edebil ir. Cemaat in ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaat in ise gayr-i mahdut tur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirs iniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslamın şeairini tahrip ediyor lar. Öyle ise, zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliy eti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

Tarihçe-i Hayat, s. 125, 127.


Allah razi olsun saya abi, bu hakikatleri buraya not ettigin icin, istifade etmeye calisiyoruz elh.
yalniz, cift tiklayarak kullandigimiz sozluk nicin calismiyor?
problem sitedemi, benim pc demi?
 

SaYa

Well-known member
GuLSerbeti ' Alıntı:
Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaat in ruhu olan şahs-ı manevi daha metind ir ve tenfìz-i ahkam-ı şer'iyeye daha ziyade mukted irdir. Halife-i şahsi, ancak ona istina d ile vezaif i deruht e edebil ir. Cemaat in ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaat in ise gayr-i mahdut tur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirs iniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslamın şeairini tahrip ediyor lar. Öyle ise, zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliy eti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

Tarihçe-i Hayat, s. 125, 127.


Allah razi olsun saya abi, bu hakikatleri buraya not ettigin icin, istifade etmeye calisiyoruz elh.
yalniz, cift tiklayarak kullandigimiz sozluk nicin calismiyor?
problem sitedemi, benim pc demi?


aminnnnnnnnnnnnnnnnnnn
bilmem ki
 

SaYa

Well-known member
GuLSerbeti ' Alıntı:
eger sozlugu siz kullanabiliyorsaniz, problemin benim pc den olmadigina kanaat getirirdim.. siz kullanabiliyormusunuz desem?

cok mu soruyorum :)

yok bende kullanamıyorum .............sorun yazıyla ilgili sanırım siteyle değil :) ayrıcada estağf. ne demek çokkkkkk :)
 
Üst