reyyan123456
Member
BİRİNCİ KISIM
(Denizli hapsinin bir meyvesi)
Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur'un bir müdâfaanâmesidir. Ve bu hapsimizde hakiki müdafaanamemiz dahi budur. Çünki, yalnız buna çalışıyoruz.
Bu Risale, Denizli hapishânesinin bir meyvesi ve bir hâtırası ve iki Cuma gününün mahsulüdür.
S A İ D N U R S İ
(Sh:Asâ.11)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَلَبِثَ فِى السِّجْنِ بِضْعَ سِنِينَ
Âyetinin ihbarı ve sırriyle Yûsuf Aleyhisselâm mahpusların pîridir.. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yûsufiye olur. Mâdem Risale-i Nur Şâkirdleri iki def'adır çoklukla bu medreseye giriyorlar; elbette Risale-i Nur'un hapse temas ve isbat ettiği bir kısım mes'elelerinin kısacık hülâsalarını bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. İşte o hülâsalardan beş altı tanesini beyan ediyoruz.
BİRİNCİSİ
Dördüncü Söz'de izahı bulunan, her gün yirmidört saat sermaye-i hayatı Hâlik'ımız bize ihsan ediyor. Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı- dünyeviyeye yirmiüç saatı sarf edip; beş farz namaza kâfi gelen bir saati pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarf etmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata ve o hatânın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve me'yusane hayatını geçirmek sebebiyle değil terbiye almak belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasaret ederiz kıyas edilsin. Eğer, bir saati beş farz namaza sarfetsek, o halde hapis ve musibet müddetinin her bir saati bazen bir gün ibâdet ve fâni bir saati bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî me'yusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatâlara keffâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması, ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşları ile tesellidârâne bir hoş-sohbet olduğu düşünülsün!..
Dördüncü Söz'de denildiği gibi: Bin lira ikramiye kazancı için, bin adam iştirâk etmiş bir piyango kumarına, yirmidört lirasından beş-on lirayı veren ve yirmidörtden birisini ebedi bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen, halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir. Çünki bin hissedâr daha var. Ve uhrevî mukadderat-ı beşer
(Sh:Asâ.12)
piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i îman için kazanç ihtimali binden dokuzyüz doksandokuz olduğuna- yüzmidört bin enbiyanın ona dâir ihbarını keşf ile tasdik eden evliyadan ve asfiyadan- hadd ü hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak, ne derece maslahata muhalif düşer mukayese edilsin.
Bu mes'elede hapishane müdürleri ve ser-gardiyanları ve belki memleketin idare müdebbirleri ve âsayiş muhafızları, Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerektir. Çünki bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı, on namazsız ve îtikadsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.
* * *
İKİNCİ MES'ELENİN HÜLÂSASI
Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi'nin güzelce izah ettiği gibi: Ölüm o kadar kat'î ve zâhirdir ki: Bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz def'a mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan, ziyâde bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur ki :
Mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şey'in fevkınde bir endişesi, bir mes'elesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'an'ın sırriyle o çareyi iki kere iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki:
Ölüm, ya idâm-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve îman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.
Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur; veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî bir ziyafetgâh ve bâgistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati, "Gençlik Rehberi" bir temsil ile isbat etmiş. Meselâ:
Bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirâk etmiş bir piyango dâiresi kurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, herhalde hiç müstesnâsı yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar; ya "Gel idam ilânını al, darağacına çık", veya "Daimî haps-i münferid puslasını tut, bu açık kapıya gir." Veyahut "Sana müjde! milyonlar altun bileti sana çıkmış, gel al," diye her tarafta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşahede ediyoruz. Bir kısmı da , darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasındaki piyango dâiresine girdiklerini; orada büyük ve ciddî memurların kat'i haberleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki hey'et girdi. Bir kafile, ellerinde çalgılar, şaraplar, zâhirde gayet tatlı helvalar, baklavalar var. Bizlere yedirmeğe çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir. İnsî şeytanlar, içine zehir atmışlar. İkinci cemaat ve hey'et, ellerinde terbiyenâmeler ve helâl ye-
(Sh:Asâ.14)
mekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye veriyorlar ve bil'ittifak beraber, pek ciddî ve kat'î diyorlar ki:
"Eğer o evvelki hey'etin sizi tecrübe için verilen hediyelerini alsanız, yeseniz; bu gözümüz önündeki şu darağaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. Eğer bizim bu memleket Hâkiminin fermaniyle getirdiğimiz hediyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiye nâmelerdeki duaları ve evradları okusanız, o asılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ı şâhâne olarak herbiriniz milyon altun biletini alacağınızı, görür gibi ve gündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehrin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müttefikan size kat'î haber veriyoruz" diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağacının arkasında mukadderat-ı nev'i beşer piyangosundan ehl-i îman ve tâat için -hüsn-ü hâtime şartıyle- ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal ile sefahet ve haram ve îtikadsızlık ve fıskda devam edenler -tevbe etmemek şartıyle- ya idam-ı ebedî (Âhirete inanmayanlara) veya dâimi ve karanlık haps-i münferid (beka-i ruha inanan ve sefahetde gidenlere) ve şekavet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimal ile kat'î haber veren, başta ellerinde nişâne-i tasdik olan hadsiz mu'cizeler bulunan yüzyirmidört bin peygamberler (aleyhimüsselâm) ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşf ile, zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmidört milyondan ziyade evliyalar (kaddesallahü esrârehüm) ve o iki kısım meşâhir-i insaniyenin haberlerini, aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette ispat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler (*), müctehidler ve sıddıkînler; bil'icma mütevâtiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-ı azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âli hey'etlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinlemeyen ve saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ihtimâlini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan, başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:
İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat'î ihbarları ile -en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz Cehennem hapsini ve şekavet-i dâimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle, yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir
___________________
(*) O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur'dur. Yirmi senedir en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.
(Sh:Asâ.15)
ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz, yalnız zararsız olduğu için uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divâneler gibi, dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez; sineklerle uğraşıyor. Yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş oluyor.
Mâdem hakikat-ı hal budur.. biz mahpuslar, bu hapis musibetinden intikamımızı tam almak için, o mübarek ikinci hey'etin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yâni, nasılki bir dakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat sefahet lezzetleriyle bu musibet, bizi onbeş ve beş ve on ve iki-üç sene bu hapse soktu; dünyamızı bize zindan eyledi. Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi, bir-iki gün ibâdete ve iki-üç sene cezamızı -mübarek kafilenin hediyeleriyle- yirmi-otuz sene bâki bir ömre; ve on ve yirmi sene hapiste cezamızı, milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile edip, fâni dünyamızın ağlamasına mukabil bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishâneyi, terbiyehâne gösterip; vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmağa çalışmalıyız. Ve hapishâne memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkıya ve serseri ve katil ve sefâhetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershânede çalışan talebeler görsünler. Ve müftehirâne Allah'a şükretsinler.
* * *
ÜÇÜNCÜ MES'ELE
Gençlik Rehberi'nde izahı bulunan ibretli bir hâdisenin hülâsası şudur:
Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde, bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden mânevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli- altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi; yetmiş-seksen yaşında, çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden, sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kat'i müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler, geldiler , sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi hâlime bırakınız, gidiniz.
Evet gördüğüm hakikatdır; hayâl değil. Nasılki bu yaz ve güzün âhiri kıştır. Öyle de: Gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hâl-i hâzırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefâhetin elli-altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, şimdiki güldüklerine ve gayr-i meşrû keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.
Ben o Eskişehir hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken sefâhet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevi, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi. Ve dedi:
"Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma." Ben de cevaben dedim:
"Mâdem lezzet ve zevk için ölümü hâtıra getirmeyip dalâlet ve sefâhete atılıyorsun, kat'iyyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mâzi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenâzeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyle ve dalâlet yoluyla senin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedi ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'i lezzetini imha ettiği gibi gelecek istikbal zamanı dahi, îtikadsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhdır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı
(Sh:Asâ.17)
(Denizli hapsinin bir meyvesi)
Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur'un bir müdâfaanâmesidir. Ve bu hapsimizde hakiki müdafaanamemiz dahi budur. Çünki, yalnız buna çalışıyoruz.
Bu Risale, Denizli hapishânesinin bir meyvesi ve bir hâtırası ve iki Cuma gününün mahsulüdür.
S A İ D N U R S İ
(Sh:Asâ.11)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَلَبِثَ فِى السِّجْنِ بِضْعَ سِنِينَ
Âyetinin ihbarı ve sırriyle Yûsuf Aleyhisselâm mahpusların pîridir.. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yûsufiye olur. Mâdem Risale-i Nur Şâkirdleri iki def'adır çoklukla bu medreseye giriyorlar; elbette Risale-i Nur'un hapse temas ve isbat ettiği bir kısım mes'elelerinin kısacık hülâsalarını bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. İşte o hülâsalardan beş altı tanesini beyan ediyoruz.
BİRİNCİSİ
Dördüncü Söz'de izahı bulunan, her gün yirmidört saat sermaye-i hayatı Hâlik'ımız bize ihsan ediyor. Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı- dünyeviyeye yirmiüç saatı sarf edip; beş farz namaza kâfi gelen bir saati pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarf etmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata ve o hatânın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve me'yusane hayatını geçirmek sebebiyle değil terbiye almak belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasaret ederiz kıyas edilsin. Eğer, bir saati beş farz namaza sarfetsek, o halde hapis ve musibet müddetinin her bir saati bazen bir gün ibâdet ve fâni bir saati bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî me'yusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatâlara keffâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması, ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşları ile tesellidârâne bir hoş-sohbet olduğu düşünülsün!..
Dördüncü Söz'de denildiği gibi: Bin lira ikramiye kazancı için, bin adam iştirâk etmiş bir piyango kumarına, yirmidört lirasından beş-on lirayı veren ve yirmidörtden birisini ebedi bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen, halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir. Çünki bin hissedâr daha var. Ve uhrevî mukadderat-ı beşer
(Sh:Asâ.12)
piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i îman için kazanç ihtimali binden dokuzyüz doksandokuz olduğuna- yüzmidört bin enbiyanın ona dâir ihbarını keşf ile tasdik eden evliyadan ve asfiyadan- hadd ü hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak, ne derece maslahata muhalif düşer mukayese edilsin.
Bu mes'elede hapishane müdürleri ve ser-gardiyanları ve belki memleketin idare müdebbirleri ve âsayiş muhafızları, Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerektir. Çünki bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı, on namazsız ve îtikadsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.
* * *
İKİNCİ MES'ELENİN HÜLÂSASI
Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi'nin güzelce izah ettiği gibi: Ölüm o kadar kat'î ve zâhirdir ki: Bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz def'a mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan, ziyâde bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur ki :
Mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şey'in fevkınde bir endişesi, bir mes'elesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'an'ın sırriyle o çareyi iki kere iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki:
Ölüm, ya idâm-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve îman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.
Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur; veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî bir ziyafetgâh ve bâgistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati, "Gençlik Rehberi" bir temsil ile isbat etmiş. Meselâ:
Bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirâk etmiş bir piyango dâiresi kurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, herhalde hiç müstesnâsı yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar; ya "Gel idam ilânını al, darağacına çık", veya "Daimî haps-i münferid puslasını tut, bu açık kapıya gir." Veyahut "Sana müjde! milyonlar altun bileti sana çıkmış, gel al," diye her tarafta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşahede ediyoruz. Bir kısmı da , darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasındaki piyango dâiresine girdiklerini; orada büyük ve ciddî memurların kat'i haberleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki hey'et girdi. Bir kafile, ellerinde çalgılar, şaraplar, zâhirde gayet tatlı helvalar, baklavalar var. Bizlere yedirmeğe çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir. İnsî şeytanlar, içine zehir atmışlar. İkinci cemaat ve hey'et, ellerinde terbiyenâmeler ve helâl ye-
(Sh:Asâ.14)
mekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye veriyorlar ve bil'ittifak beraber, pek ciddî ve kat'î diyorlar ki:
"Eğer o evvelki hey'etin sizi tecrübe için verilen hediyelerini alsanız, yeseniz; bu gözümüz önündeki şu darağaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. Eğer bizim bu memleket Hâkiminin fermaniyle getirdiğimiz hediyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiye nâmelerdeki duaları ve evradları okusanız, o asılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ı şâhâne olarak herbiriniz milyon altun biletini alacağınızı, görür gibi ve gündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehrin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müttefikan size kat'î haber veriyoruz" diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağacının arkasında mukadderat-ı nev'i beşer piyangosundan ehl-i îman ve tâat için -hüsn-ü hâtime şartıyle- ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal ile sefahet ve haram ve îtikadsızlık ve fıskda devam edenler -tevbe etmemek şartıyle- ya idam-ı ebedî (Âhirete inanmayanlara) veya dâimi ve karanlık haps-i münferid (beka-i ruha inanan ve sefahetde gidenlere) ve şekavet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimal ile kat'î haber veren, başta ellerinde nişâne-i tasdik olan hadsiz mu'cizeler bulunan yüzyirmidört bin peygamberler (aleyhimüsselâm) ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşf ile, zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmidört milyondan ziyade evliyalar (kaddesallahü esrârehüm) ve o iki kısım meşâhir-i insaniyenin haberlerini, aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette ispat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler (*), müctehidler ve sıddıkînler; bil'icma mütevâtiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-ı azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âli hey'etlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinlemeyen ve saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ihtimâlini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan, başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:
İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat'î ihbarları ile -en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz Cehennem hapsini ve şekavet-i dâimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle, yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir
___________________
(*) O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur'dur. Yirmi senedir en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.
(Sh:Asâ.15)
ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz, yalnız zararsız olduğu için uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divâneler gibi, dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez; sineklerle uğraşıyor. Yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş oluyor.
Mâdem hakikat-ı hal budur.. biz mahpuslar, bu hapis musibetinden intikamımızı tam almak için, o mübarek ikinci hey'etin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yâni, nasılki bir dakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat sefahet lezzetleriyle bu musibet, bizi onbeş ve beş ve on ve iki-üç sene bu hapse soktu; dünyamızı bize zindan eyledi. Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi, bir-iki gün ibâdete ve iki-üç sene cezamızı -mübarek kafilenin hediyeleriyle- yirmi-otuz sene bâki bir ömre; ve on ve yirmi sene hapiste cezamızı, milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile edip, fâni dünyamızın ağlamasına mukabil bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishâneyi, terbiyehâne gösterip; vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmağa çalışmalıyız. Ve hapishâne memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkıya ve serseri ve katil ve sefâhetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershânede çalışan talebeler görsünler. Ve müftehirâne Allah'a şükretsinler.
* * *
ÜÇÜNCÜ MES'ELE
Gençlik Rehberi'nde izahı bulunan ibretli bir hâdisenin hülâsası şudur:
Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde, bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden mânevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli- altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi; yetmiş-seksen yaşında, çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden, sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kat'i müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler, geldiler , sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi hâlime bırakınız, gidiniz.
Evet gördüğüm hakikatdır; hayâl değil. Nasılki bu yaz ve güzün âhiri kıştır. Öyle de: Gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hâl-i hâzırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefâhetin elli-altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, şimdiki güldüklerine ve gayr-i meşrû keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.
Ben o Eskişehir hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken sefâhet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevi, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi. Ve dedi:
"Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma." Ben de cevaben dedim:
"Mâdem lezzet ve zevk için ölümü hâtıra getirmeyip dalâlet ve sefâhete atılıyorsun, kat'iyyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mâzi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenâzeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyle ve dalâlet yoluyla senin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedi ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'i lezzetini imha ettiği gibi gelecek istikbal zamanı dahi, îtikadsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhdır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı
(Sh:Asâ.17)