Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Mevt
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 82859" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">NÜKTELER...</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'"></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Hz. İBRAHİM İLE AZRAİL</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ölüm, ilk bakışta soğuk ve sevimsiz görünür. Ancak gerçek mânâsına bakınca ölümün hiç de soğuk ve kötü şey olmadığını anlamak mümkündür. Yaşlanan insanlar ölmeyip yaşlanmaya devam ettikleri takdirde elleri titreyecek, gözleri görmeyecek, dizleri tutmayacaktır. Yemeklerini yiyemez, yataklarına yatamaz, oturdukları yerden kalkamaz olacaklardır... Böylesi bir hayat ise, hem kendilerine, hem de bakanlarına çok ağır gelecektir. Perişan bir yaşlı için ölümün ne kadar rahmet ve kurtuluş olduğunu gösteren ibretli bir misâl..</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İbrahim Peygamber misafirsiz yemek yemezmiş. Her gün ya evine gelen misafirle sofraya oturur, yahut da çıkıp yollarda misafir bulur, getirip onlarla kamını doyururmuş.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün yine yol kenarında misafir beklerken, yaşlı birinin eşek sırtında kendine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Yaklaşan ihtiyar selâm verip yoluna devam ederken önüne çıkan Hazret-i İbrahim:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Nereye gidiyorsun muhterem, buyur, birlikte bir çorba içelim, sonra yoluna devam edersin, demiş.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yaşlı adam itiraz etmemiş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Madem istiyorsun, davete icabet etmek gerekir, seni kıracak değilim ya., diyerek yolunu değiştirmiş, birlikte Hz. İbrahim'in hanesine gelmişler. Misafir odasının bir köşesine geçip oturan ihtiyar, az sonra ortaya serilen sofraya bakarak üzülmeye başlamış. İbrahim Aleyhisselâm:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Baba, niçin üzüntülüsün? deyince:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Evlâdım, ben ortaya serdiğin bu sofraya nasıl yaklaşayım? Elimden tut, beni sofraya kadar sürükle, demiş.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Dediğini yapmış. İhtiyarın elinden tutup sofraya sürükleyerek getirmiş. Bu defa da bir başka mes'ele ortaya çıkmış. İhtiyar</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Hani nerede kaşık, tabak? Gözlerim pek iyi farketmiyor, demiş.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir eline kaşığı, bir eline de ekmeği veren İbrahim Aleyhisselâm, çorba dolu tabağı gösterip buyur etmiş. Bir de bakmış ki, İhtiyar, titreyen eli ile tuttuğu kaşıktaki çorbayı döke döke ağzı yerine kulağına doğru götürüyor, sonra aklı başına gelince ağzına getiriyor. Ancak o zamana kadar da kaşıkta, birkaç damla kalan çorba, midesine gitmeden ağzından dökülüp sofraya saçılıyor. Bu üzücü hâli görünce dayanamayıp sormuş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Baba nedir bu hâlin? Neden böylesin? İhtiyar cevap vermiş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Neden olacak, yaşlılıktan.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Kaç yaşındasın? diye sormuş İbrahim Aleyhisselâm.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Verdiği cevaba göre ihtiyarın yaşı kendisinden sadece iki sene fazlaymış. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Demek ki iki sene sonra ben de aynı yaşa gelecek, aynı duruma düşeceğim! diye düşünmeye başlamış. Bu defa ellerini açıp yalvarmış:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Yâ Rab. bu duruma düşmek istemiyorum. Böyle yaşamaktansa ölüm daha güzeldir. Gönder meleğini, alsın ruhumu!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte bu sırada sofra başındaki perişan ihtiyar birden ayağa fırlayıp:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Hazır ol ey Allah'ın Nebisi, işte geldim, diyerek karşısına dikilmiş.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Sen kimsin, ne diye karşıma dikiliyorsun? Meçhul İhtiyar cevap vermiş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ben ruhları alan Azrail'im. Rabbim ölümün yaşlılar için ne kadar rahmet ve nimet olduğunu göstermek için beni sana gönderdi!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İbrahim Aleyhisselâm kelimelere basa basa konuşmuş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Evet, her zamanki gibi bir daha inanıyor, iman ediyorum ki, ölüm, imanlı ihtiyarlar için, mihnetsiz, meşakkatsiz bir hayata geçiştir. Azrail gibi emin ve sağlam birine bu sebeble ruhumu emniyetle teslim edebilirim. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">HÜDHÜD'ÜN FİKRİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm'a hem dünya, henı de âhiret saltanatı verilmişti.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Dünyadaki saltanatı, çok zengin oluşu, insanlardan başka cinlere de hükmedişi, hattâ hayvanlara bile hâkim oluşuydu. Onun yanında kurtlar, kuşlar itaatli birer hizmetçi gibiydiler. Ne emrederse hemen yerine getirirler, ne isterse derhal yaparlardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün bir melek elinde bir bardak su ile geldi ve şöyle dedi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ey insanların ve diğer canlıların sultanı, şu elimdeki suyun adına (âb-ı hayat) denir. Bunu içersen çok uzun ömürlü olacaksın, asırlarca yaşama imkânına kavuşacaksın. Nice kavimler ölecek, yerlerine yenileri gelecek, ama sen hepsinin zamanında da ömür sürecek saltanatta olacaksın. Yeter ki bu su'dan iç!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Peygamber düşünmeye başladı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ben bu söylediklerini, kuşları toplayıp bir istişare edeyim de sonra kararımı bildireyim, dedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün bütün kuşların hazır bulunduğu bir sahrada durumu anlattı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Bana, dedi, bir melek âb-ı hayatı getirdi. İçersem çok uzun zaman yaşayacak, asırlarca saltanat sûrecekmişim, ne dersiniz, âb-ı hayattan içeyim mi?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hepsi de sevinçle cevap verdiler:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— İçiniz efendim, içiniz de. asırlarca muammer olunuz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ancak o sırada Hüdhüd kuşu yoktu. Müzakere bittikten sonra, uçarak gelip dağılmak üzere olan kuşların arasına karıştı. Onun yeni gelişini gören Süleyman Aleyhisselâm:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Bakın, dedi, bir kardeşiniz istişarede yokmuş. Bir</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">de Hüdhüd'ün fikrini soralım, belki ufkumuzu genişletecek görüş fleri sürebilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Durumu ona da anlattı. Hüdhüd yavaş yavaş konuşurdu. Fakat bu sefer heyecanla ve aceleyle konuşmaya başladı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— İçmeyiniz efendim, âb-ı hayattan içmeyiniz!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Neden içmeyeyim, sebebini de söyler misiniz?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Neden olacak Efendimiz, siz bu sudan içinde asırlarca yaşayacaksınız, ama sizin emsal ve akranlarınız ölmüş, bu âlemden göçmüş olacak. Emsal ve akranlarınızın hepsinin de ölümlerinin acısını tadacak, aranızdan ayrılışının ıstırabını duyacaksınız. Sonra yeniden dost ve emsaller edineceksiniz. Onlar da bir müddet sonra ölümü tadacak, aranızdan ayrılacak. Siz, onların da Ölümlerinden acı duyacak, üzüntü hissedeceksiniz. Bu nasıl bir hayat ki, daima emsal ve akranlarınız durmadan ölüp gidecek ve siz de durmadan onların ölümlerinin acısını tadacak, hasretini hissedeceksiniz?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Düşünmeye başlayan Süleyman Aleyhisselâm dağılmak üzere olan kuşlara sordu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ne dersiniz, kardeşiniz Hüdhüd'ün söylediklerine? Hep birlikte cevap verdiler:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— İştirak ediyoruz, kardeşimiz Hüdhüd bizden isabetli görüş ileri sürdü. Kararımızı onun işaret ettiği şekilde düzeltmemiz gerekir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm âb-ı hayat getiren meleğe seslenip kararını bildirdi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Âb-ı hayatı içmekten vazgeçtim, herkes gibi zamanı gelince ölmeyi daha hayırlı olarak görüyorum. Az yaşa çok yasa, akıbet ölüm gelecek basa.. Al götür âb-ı hayatını. Herkes gibi sınırlı ömür yeter bana.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kuşlar uçup dağıldılar. Süleyman Aleyhisselâm da oradan ayrılıp köşküne gelirken yolda bir gence rastladı. Gencin derdi büyüktü. Diyordu ki:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Ey Allah'ın Resulü, dedem çok yaşlandı, ekmeğini yiyemiyor, suyunu içemiyor, hacetini de kendi başına defedemiyor. Aile halkımız ona hizmette kusur etmemek için çırpmıyorsa da, tahammülleri bitti, takatleri tükendi. Ne olur, bir dua et de, derdimize bir çare bulunsun...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Süleyman Aleyhisselâm ellerini açıp şöyle dua etti:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Yâ Rab, erzel ömürden sana sığınırım. Bana ve başka bir kuluna erzel ömür verme, ele düşecek hale gelince emanetini kolaylıkla kabz eyle. Bu, yaşamaktan daha güzeldir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu sırada koşa koşa biri gelip gencin kulağına fısıldadı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Yaşlı deden hakkın rahmetine kavuştu. Evden seni istiyorlar.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">INTERNETTEN ÂHİRETE DAVETİYE</span></strong></p><p><strong></strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ölüm, bizim mayamızdır. Ondan kaçmak,</span></em><span style="font-family: 'Tahoma'"> <em>kendi kendimizden kaçmaktır. Bizim bu tadım</em> <em>çıkardığımız varlıkta, hayat kadar ölümün de yeri vardır.</em> <em>Dünyaya geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya,</em> <em>bir yandan da ölmeye başlamaz mıyız?"</em> (<strong>Montaigne)</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong></strong></span><span style="font-family: 'Tahoma'">New York sokaklarının karla kaplandığı soğuk kış günlerinin birinde, ikisi de Amerika'nın değişik bölgelerinde iş gezilerinde olan karı-koca, Florida da buluşup, yaz sıcaklarının yaşandığı bu bölgede birkaç gün geçirip dinlenmeye karar verirler. Florida'ya karısından önce giden koca, ertesi gün için eşine de yer ayırttıktan sonra, ona bir e-mail gönderir. Fakat mesaj, adresi bir harf yanlış yazdığı için karısına değil de, bir gün önce ölen yaşlı bir papazın karısına gider. Papazın en az kendisi kadar yaşlı karısı, bilgisayar ekranındaki mesajı okuyunca korkunç bir çığlık atarak yere düşer.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kocasının ölümünden dolayı zaten çok üzgün olan kadının bu çığlığı üzerine ev halkı odaya dolar ve hemen herkes, yerde yatan kadına yardım için koşuşturmaya başlar. Kadıncağız bir süre sonra kendine gelir ve ne olduğunu soranlara korku içinde bilgisayarı gösterir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hâne halkı bilgisayara baktıklarında ekranda şöyle bir mesajla karşılaşırlar:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Sevgili karıcığım! Buraya ulaşır ulaşmaz, öncelikle yarın senin gelişinle ilgili bütün işlemleri tamamladım. Sonra da bana ayrılan yerime yerleştim.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Burası gerçekten de dedikleri gibi çok çok sıcak... Seni özlemle bekliyorum. Kocan..."</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DEHŞETİN AĞIRTTIĞI SAÇLAR</span></strong></p><p><strong></strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil,</span></em><span style="font-family: 'Tahoma'"> <em>iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim." </em>(<strong>Montaigne)</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong></strong></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Muğla'nın Milas ilçesinde yaşayan orta yaşlı bir adam, bir gece, hayatının akışını değiştiren dehşetli bir rüya görür.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Rüyasında adam kendi ölümünü görmüştür. Öldükten sonra, vücudu teneşirde yıkanmış, kefenlenmiş ve mezara defnedilmiştir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Rüya çok net ve berraktır. Adam mezara konulup yapılan dualar ve okunan Kur'an-ı Kerim ile birlikte üzeri topraklandıktan sonra kapkaranlık bir yerde yapayalnız kalır. Bir müddet sonra bulunduğu kabrin sağ tarafından bir menfez açılır ve içeriye iki kişi girer. Bunlar kendilerinin kabirdeki sual melekleri olan "Münker ve Nekir" olduğunu söylerler.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu melekler, adamı alıp bulunduğu menfezden geçirerek başka bir yere götürürler. Götürdükleri yerde adamın Önüne hemen bir terazi ve yanına da bir miktar üzüm koyarlar, O sırada karşıdan gelen bir adam belirir, Münker ve Nekir, Milaslı bu çiftçiden, karşısındaki adama üzüm satmasını söylerler.</span></p><p><em><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, lam ölçün.</span></em><span style="font-family: 'Tahoma'"> <em>Doğru terazi ile tartın,</em> <em>Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı, hem de akıbet yönünden de daha güzeldir,"</em> <strong>(Kur'an-ı Kerim, İsra, 35)</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong></strong></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Münker ve Nekir melekleri adamın sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin alış-veriş şırasında tartıda çok az bir haksızlık yaptığını gören Melekler, onu hemen tezgâhın başından aldıkları gibi çok büyük bir kapının yanına getirirler. Kapı, kale kapısı gibi çok büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı kendiliğinden açılır,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara gerçekten çok korkunçtur. Kapının öbür tarafında müthiş bir yangın ve alevlerin içerisinde cayır cayır yanan insanlar vardın insanlar bir taraftan yanmakta, bir taraftan da vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları canhıraş feryatlara yürek dayanacak gibi değildir,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Münker ve Nekir melekleri, adama bu dehşetli manzarayı gösterdikten sonra tekrar bir meydanın ortasına getirirler. Kendisine, biraz önce alışveriş sırasında işlediği suçun cezasının demin gördüğü gibi yanarak mı, yoksa başka bir şekilde mi verilmesini istediğini sorarlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Adam, gördüğü o müthiş yangın manzarasındaki dehşetten ve bundan daha büyük bir ceza olamayacağı düşüncesiyle ateşe razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine, birden bire vücudunda yüzlerce derece bir hararetin başgösterdiğini bütün dehşetiyle hisseder. Dayanılmaz bir ıstırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır. Adamcağız, çektiği acının tesiriyle avazı çıktığı kadar feryad ve figan etmektedir,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">(Rüyadan gerçek hayata, yani rüyayı gören adamın evine döndüğümüzde, adam hakikaten de avazı çıktığı kadar bağırmakta, ortalığı ayağa kaldırmaktadır. Vakit gece yarısıdır. Adamın karısı ve bitişik odadaki iki yetişkin oğlu bu korkunç çığlıklara uyanırlar. Sesler mahalleyi de inlettiğinden konu-komşu pürtelaş adamın evinde toplaşırlar. Adam ise hâlâ çığlık çığlığa feryada devam etmektedir. Herkes uğraşmakta fakat adamcağız bir türlü uyandınlamamaktadır.)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Dönelim tekrar rüyaya,,. Adamın içine düşen yangından vücudu fokur fokur kaynamakta ve acı içinde kıvranmaktadır. Çektiği acı tahammül sınırının çok ötesindedir,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir müddet geçtikten sonra, Münker ve Nekir'in işaretiyle ceza sona erdirilir ve adam çağrılarak şöyle denilir:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"İşte gördün ve anladın ki, dünyada yapılan ufacık bir hatanın, adaletsizliğin ahiretteki cezası bu. Şimdi seni hayata, yaşadığın dünyana iade ediyoruz. Bundan sonra hayatını bu gerçeğe göre tanzim et, Katiyyen en küçük dahi olsa bir haksızlık, adaletsizlik yapma."</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu müsaadeden sonra, adamcağız rüyasından gözlen yerinden fırlamış, beti benzi atmış, kan ter içinde uyanır. Ama bundan da önemlisi, adamın yüzünde, etrafını çevreleyen mahalle halkını hayret ve şaşkınlık içinde bırakan bir görüntü vardır. Siyah saçlı bu adamın bütün saçları, biraz önce rüyada gördüklerinin dehşetinden bir anda bembeyaz olmuştur. Evet bembeyaz...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Milaslı bu adamı görüp hadiseyi nakledenlerin ifadesine göre, şimdi artık o, dehşetin aklaştırdığı saçlarıyla hayatını kılı kırk yararcasına hassas yaşamakta, bundan sonraki menzili olan kabir âleminde kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel, hayırlı işlerin peşinden koşmaktadır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">MEKÂN DEĞİŞTİRMEK</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Mevlana Hazretleri, Pervane'nin evinde mânâ aleminden hakikatler saçıyordu. Büyük bir topluluk vardı. <em>"Müminler </em><em>ölmezler" </em>dedi, <em>"Belki bir evden diğerine taşınırlar."</em></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><em></em></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Şeyh Taceddin-i Erdebilî, "O <em>halde niçin Allah (c.c.), 'her nefis ölümü tadıcıdır" </em>buyuruyor diye itiraz etti.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mevlana: "Evet, fakat Allah nihayet her nefis diyor, her kalp demiyor. Sen ya kalp ol veya bir müminin kalbinde yer et ki, müminin kalbi gibi ölmeyesin. Sen nefsinin hevasına uyup gidersen o ayet senin hakkında söylenmiş olur." buyurdu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hazretİ Mevlana, ayetten enfes bir mânâ çıkarır ve görünen bir hakikatin diğer yüzüne dikkatleri çeker. Evet, her insan mânâsına "her nefis" ölecektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Fakat Onu bulan, Onun hakikatinde yaşayan için ölümden kastedilen ayrılıklar, yalnızlıklar, karanlıklar olmayacağından, kalbiyle imana dîrilenin yaşayacağı şey sadece hane değişikliğidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yunus, imanla ölümü aşmayı anlatırken sonsuzluğa yürüyor gibidir:</span></p><p><em><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ölümden ne korkarsın? Korkma ebedî varsın!"</span></em></p><p><em></em><span style="font-family: 'Tahoma'">Nefsin köleleri hayır adına ebediyen ölecek, kalbini Onunla nurlandırıp ölmeze erenler, ölüm kapısıyla ebediyen dirilecektir.</span> </p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">HELAK OLMAK</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün Hazreti Mevlana, "O'nun zatından başka her şey helak olacaktır" ayetine farklı bir açıklama getirir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Allah, bakî ve ebedî olmak İçin damlanın denizde kaybolması gibi, yok olmaktan müstesna olan Zatında yok olmaya, kendi merhametine davet ediyor" der.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Fanî olan mahlukattır ve Bakî olan sadece Odur. Mahlukat her an ayrı bir yokluğu ve faniliği yaşamaktadır. Güneş batar, gün biter, an ve ömür sona erer. Belki mahlukat, ayetin de işaret ettiği gibi bir gün bütünüyle yoklukla burun buruna gelip tekrar var edilecek, her şey helak olacaktır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Fakat yok olmak istemeyenler, yok olmayan Bakîde yok olunca, onlar için yokluk olmayacak, ebedî varlığa Onun ihsanı ile mazhar olacaklardır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ESKİ KUMAŞ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Hazreti Mevlana bir şiirinde: "Eski olduğu için kimsenin yüzüne bakmadığı bir kumaşı, Allah kereminden satın aldı" der.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsanı hiç yalnız bırakmayan, hiç terk etmeyen, en aciz ve çaresiz kaldığı anda merhamet eden Odur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan, bir gün eski, yıpranmış kumaş haline gelir. Yüzü buruşur, elleri titrer. Çocuktan daha narin olur. Ve bir anda sopsoğuk, kaskatı kesiiir. Artık en yakınının bile yanında kalamaz. O herkesten, herkes ondan ayrılır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Toprağın sinesine terk edilir, işte en çok merhamete muhtaç olduğu anda, Onu yalnız bırakmayan, ona sahip çıkan, ağır bir hediye gibi karşılayan yine sonsuz merhamet sahibidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Necip Fazıl bunu şöyle anlatır: <em>"Ölenler yeniden doğarmış; gerçek! Tabut değildir bu, bir tahta kundak. Bu ağır hediye kime gidecek, Çakılır çakılmaz üstüne kapak?"</em></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><em></em></span><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">TİTO'DAN TARİHÎ İTİRAFLAR</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu bâtıl davasında şöhreti yurt dışına kadar taşmış bir insan olan Salih Gökkaya, hayatının son yıllarında İslâm'la müşerref olarak Hakk'a rücû eder. Gökkaya, Komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu bu günlerin birinde "Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı" sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Josip Broz Tito'nun(1892-1980) şeref misafiri olarak Belgrad'a davet edilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito'yu ziyaret ettiklerinde, hayatını komünizme adayan bu ihtiyar liderin pişmanlık içinde dudaklarından dökülen şu itiraflar, apayrı bir tarihî kıymet ifade etmektedir:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç birşey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak... Toprağa kanşmak ve dönmemek üzere gidiş... işte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç birşey anlamıyor musunuz?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İtiraf etmek zorundayım;</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben Allah'a, peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir Kanun Koyucusu olmalıdır... Bence ölüm de son olmamalıdır...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda bağazıma düğümlenmiş bir vaziyette...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı... Marks bu mevzuda halt işlemiş. Uyuşturmuş beynimizi ...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin! </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">MEZARLIK AĞACI</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Yeni taşındığı Apartmanın bahçesine, birkaç tane de mezarkk ağacı olarak bilinen selvi ağaçlarından dikmişti Ahmet Bey. Niyeti ağaca baktığında ölümü hatırlamaktı. Dünyasını kazanmaya çalışırken âhiretin varlığını da unutmamaktı. Daire komşuları da onun bu düşüncesinden memnun olmuşlardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir gün, bu ağaçlan sularken, yoldan geçen bir grup hanımdan biri, Ahmet Beye yaklaşıp sordu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Apartmanın üst katında perdesiz camlar var, Acaba bu apartmanda kiralık daire var mı?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahmet Bey, soruyu soran hanıma, "sahibi taşınacak" demeye fırsat bulamadan, gruptaki hanımlardan birisi sinirli şekilde bağırdı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Ne yapıyorsun Türkan?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Daire kiralık mı? diye soruyorum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Deli inisin sen Allah aşkına?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Niye deli olayım? Sen, kiralık ev aramıyor musun? Sana yardımcı olmaya çalışıyorum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Ev sinyorum da, bu binadan daire kiralanır mı hiç, görmüyor musun?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kadın etrafına bakındı, herhangi bir şey göremeyince sordu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Ben bir şey göremiyorum. Sen ne görüyorsun söyle?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Ne göreceğim Türkan'cığım! Baksana bahçeye mezarlık ağaçlan dikmişler. Her gün mezarlık ağaçlan seyredilerek bu binada yaşanır mı?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve selvi ağaçlarından rahatsız olan kadın, son sözünü söyledi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Yürü Allah aşkına! Memlekette kiralık daire mi kalmadı. Bahçesinde mezarlığı hatırlatan ağaçlar dikili bir apartmanda oturulur mu hiç?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Onlar hızla uzaklaşırken, Ahmet Bey de, selvi ağacının altında, şaşkın halde kalmıştı. Gülmek mi gerek, ağlamak mı, bir türlü karar veremiyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahmet bey bu olayı, yakın dostlarına ibret vesilesi olsun diye zaman zaman anlattı. Hatta dostları arasında, o kadını tanıyanlar bile çıktı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yular yıllan kovaladı. Bir gün öğle namazını kıldığı semt camiinde, Ahmet Beyin kulağına, cenaze imamının gür sesi geldi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Hatun kişi niyetine!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahmet Bey de, cenaze namazına iştirak etti. Namazdan sonra cemaaten biri, Ahmet Bey'in kulağına eğilerek şu sözleri fısıldadı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Namazını kıldığın bu kadının kim olduğunu biliyor musun?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahmet Bey nerden bilsin?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Kim olduğunu bilmiyorum, dedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kulağına fısıldayan adam, derin bir nefes alarak, şu şaşırtıcı açıklamayı yaptı:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Vaktiyle bize anlattığın, bahçede mezarlık ağacı görmeye dayanamayan bir kadın vardı ya? Bu cenaze, işte o kadının cenazesidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve şöyle tamamladı sözünü:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Şimdi onu, bir selvi ağacının dibine kazılan mezarına, gömmeye götürüyorlar.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">KOMADA DUYULAN SES</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">1989 yılında geçirdiğim bir trafik kazası sonucunda koma halinde hastaneye kaldırılmıştım. Yanımda bulunan eşim vefat etmiş, beni kontrol eden doktor, kan deryası içinde kalan vücudumda bir hayat emaresi göremediğinden, bana da ölü raporu vermişti. O akşamki TRT haber bülteninde, kazada ölen kişilerin arasında benim de ismim bulunuyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Daha sonraları ölmediğim anlaşılmış ve üç gün devam eden koma halinden sonra kendime gelmiştim. Fakat kazadaki darbelerin tesiriyle gözlerimi açamıyor, vücudumun hiçbir noktasını kımıldatamıyordum. Koluma takılan serumdaki uyuşturucuların tesiriyle de, fazla bir şey düşünemez hâle gelmiştim. Tam manâsıyla yaşayan bir ölü gibiydim. İlk önce kendimi çok ağır bir uykuda zannettim. Bir türlü uyanamadığım bir uykuda. Bu sırada başucumdaki konuşmaları duydum. Sesinden tanıdığım amcam:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Doktor bey, üç gündür hiçbir gelişme yok, diyordu. Müsaade ederseniz, hastamızı Ankara'ya götürelim.” Doktor ise:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Hastanız her an ölebilir, diye cevap verdi. Bu durumda nakline izin vermek cinayettir. Zaten böyle bir mesuliyetin altına da giremem.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu konuşmalar üzerine büyük bir kaza geçirdiğimi anlamış ve doktorun "Her an ölebilir" sözüyle dehşete kapılmıştım. Fakat duyma ve düşünme duygularımın dışındaki bütün fonksiyonlarımı kaybettiğimi hissediyordum. Ölmekten çok Cenâb-ı Hakk'a hesap verememekten korkuyor ve boğazım sıkılmış gibi sık sık nefes alıyordum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ruhumu teslim etmekte olduğumu zannederken, nereden geldiğini anlayamadığım bir ses, benimle konuşmaya başladı. Ve ne için bu kadar korktuğumu sordu. Sebebini söylediğimde, aynı ses:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Korkacak hiçbir şey yok, dedi. Tamamen asılsız ve hurafe şeylere inandırıldığın için böyle sıkıntı çekiyorsun. Allah ve âhiret günü diye bir şey yok ki sıkıntısı olsun. Sana bunların boş şeyler olduğunu ispat edeceğim. Eğer beni tasdik edersen, hiçbir sıkıntı ve endişen kalmadığını göreceksin.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kendimi, yıkılan bir dağın altında kalmış gibi hissettiğim için:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Peki hemen anlat ve beni bu sıkıntıdan kurtar, dedim. O ses:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">_ Biliyorsun ki çekirdekler önce fidan, sonra ağaç olur, dedi. Daha sonra da ömrünü tamamlar sulan çekilir, kurur ve toprağa karışırlar. Hayvanlar da bizim gibi doğar, büyür, gelişir ve ömürlerini tamamladığında toprak olurlar. Sen o ağaçların veya hayvanların, senin gibi endişe duyup, korktuklarını gördün mü? Elbette hayır. Çünkü onlar, bâtıl şeylere inandırılmamışlar. Yani yeniden dirilme veya hesaba çekilme diye bir şey olmayacağı için, onların da bu tur şeylerden endişesi yoktur. Sen de boş şeyleri kafandan atarsan, hiçbir sıkıntın kalmayacak, gör bak nasıl rahat edeceksin!.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu sözleri işittikten sonra sıkıntım daha da artta. "Acaba dediği gibi inkâra sapsam, rahatlar mıyım?'1 diye düşünüyor, fakat kalp ve ruh gibi latifelerimin, bu inkârı kabule yanaşmadıklarını hissediyordum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Birden, sanki bir elektrik lâmbasına dokunmuş gibi zihnim aydınlanmaya başladı. Daha evvel okuduğum veya dinlediğim imânî bahisler, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. O ses'e hitaben:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Beni yalan ve cerbeze ile aldatmak istiyorsun dedim. Ama ben akıl sahibiyim ve bu yüzden yaptıklarımdan mes'ûlüm. Sen beni akılsız hayvanlar ve şuursuz bitkilerle nasıl bir tutabilirsin? Ben, elbette hesap vermekten endişe duyarım. Çünkü bana, hayvan ve bitkilere verilenlerden belki bin defa daha gelişmiş vaziyette ihsan edilen cihazları ve akü nimetini nefis ve heva yolunda sarfetsem, onlardan bin defa daha aşağılara düşerek âhirette cezaya müstehak olurum. Hem bir iğne ustasız, bir resim ressamsız bir köy muhtarsız olamazken, bu kusursuz kâinatın bir sahibi ve yaratıcısı olmaz mı? Ve bütün kâinatla birlikte beni de mükemmel şekilde yaratan Rabbim, beni hesaba çekmeyerek başıboş bırakır mı?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, imân nurları o zor anlarımda imdadıma yetişmiş ve içinde bulunduğum karanlık dünyamı aydınlatmaya başlamıştı. Nurlardan edindiğim iman hakikatlerini anlattıkça, sıkıntılarımın hafiflediğini hissediyordum. Biraz sonra o ses tamamen susmuş ve bana cevap veremez hâle gelmişti.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Daha sonra kendime gelmişim ve arkadaşlarımın anlattıklarına göre dışarıdaki ezan sesini duyup, namaz kılmak istemişim.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu mektubu sizlere yazarak başımdan geçen bu ürpertici hâdiseyi anlatmamın sebebi, iman hakikatlerine ne kadar muhtaç olduğumuzu ifade etmek içindir. Çünkü son nefeste iman ile kabre gitmek ve onu cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirerek inşaallah ebedî saadeti kazanmak, tamamen bu hakikatlann elde edilmesine bağlıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Şeytanın, ölüm anındaki insanlara musallat olduğunu, onları inkara saptırmak için akıllarına vesvese verdiğini ve bu yüzden de kuvvetli bir imana sahip olunması gerektiğini bütün mü'min kardeşlerimiz biliyordur. Fakat ben, bu durumun bir örneğim, ölüm öncesinde, Cenâb-ı Hakkın izniyle yaşadım. Ve bu hâdiseyi de Zafer Dergisi kanalıyla bütün inananlara anlatmayı bir vazife bildim. İnşaallah bir alâmet-i gurur olmamıştır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÖLÜMÜ ANMAK ÜÇ TÜRLÜDÜR</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey İlâhî sırlan öğrenmek isteyen! Bil ki, ölümü yâd eylemek, anmak üç türlü olur:</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Birincisi: </span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu gafil kişinin anmasıdır ki, dünya işleriyle uğraştığından ötürü ölümü düşünürde onu çirkin görür:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Dünya şehvetinden, dileklerinden geri kalınırı! diyerek korkar. Ölümü kötüler, onun zemninde bulunmağa başlar ve:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">— Bu ölüm, ne fena, ne yararsız şeydir ki, önümüzde belirmektedir! der. O istediği kadar şikâyet etsin. Dünya bu güzellikleriyle terkedilecektir. Ölümü bu yolda anmak onu Hak Teâlâ ile meşgul etmiş olur. Eğer bütün dünya ona bulanık ve sıkıntılı gelirse, o da dünyadan nefret duyar, tiksinirse, bu da faydadan uzak kalmaz. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İkincisi: </span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Tevbe ehlinin ölümü anmasıdır ki, bu kişiler ölümü kendilerini mağlûp etsin, yensin diye anarlar. Cennet azığını tedarikle ve şükürdedirler. Bu hâlin, bu türlü ölümü anısın sevabı çok büyüktür. Tevbe ehli olan kişi ölümü çirkin ve kötü görmez. Yalnız ölüm hazırlığını görmeden giderse diye, ancak bu korku ile ölümü fena görür, Ölümü bu yolda istememek, onun gecikmesini dilemek ziyan vermez.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Üçüncüsü: Ölümü arif kişilerin anmasıdır. Ariflerin Ölümü anısı şundan ötürüdür ki, Allahü Teâlâ'nın dîdârına Ölümden sonra kavuşmak umududur. Seven kişi sevdiğine kavuşmanın vâdesini unutmaz. Belki daima o vâdeyi bekler. Daima Yüce Allah'ın dîdârına kavuşmanın arzusunda olur.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Huzeyfe </span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">(Allah ondan razı olsun), can çekişirken şöyle dedi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">-Dost geldi, tam vaktinde geldi! Ve yine şöyle dedi:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">-Ey Allah'ım! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sağlıktan, ölümü de dirilikten daha çok sevdiğimi bilirsin. Ölümü bana kolaylaştır. Tâ ki, senin dîdârınla rahat olayım.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu dereceye varmanın Ötesinde bundan daha büyük bir derece de vardır ki, o da ölümü ne kerîh görür, ne de talep eder, ne acele gelmesini ister, ne de ölümün gecikmesi dileğinde bulunur. Yalnız Hak Teâlâ ne hükmeylerse onu diler. Kendi tasarrufunu (kendi dileğindekileri yapmayı) bırakır. Böylece teslim ve rıza makamına erişmiş olur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu ölüm onun yâdına gelince ölümün hallerinden korku çekmediği, hatta ölüme hiç aldırmadığı zaman olur. Çünkü o, dünyada daima müşahede âleminde olur ve Hak Teâlâ'nın zikri ona galip getir. Artık ölüm de, dirim de onun için birdir. İkisi de eşittir, Bütün hallerde Hak Teâlâ'nın zikrine ve muhabbetine dalmış olur.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÖLÜMÜ ANMANIN KALBE TESİRİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey İlâhi sırları öğrenmek isteyen! Sen bil ki, ölüm büyük bir iştir ve ulu bir tehlikedir. Lâkin insanlar bundan gafildirler. Ölümü amalar bile bu anış gönüllerine işlemez.Dünya işlerine öyle dalarlar ki, başka bir şeye gönüllerinde yer kalmaz. Bundan ötürüdür ki, zikrin ve teşbihin de o kadar lezzetini bulamazlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte bunun ilâcı şudur: Mürîd olan bir kişi bir tenha yer, bir halvet İster. Gönlünü bir saat için o tenhalıkta ölüm düşüncesine salar. Kendisine şu hitapta bulunur:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">-Ey nefis! Ölüm günü yaklaştı. Belki de bugün gelir. Ey sâlih kişi! Sen bil ki, sana:"Bir karanlık eve gir!" deseler. Sen o karanlık evin dehlizinde bir kuyu veya serseri bir köpek mi vardır bilemezsin. Ya da yolun üzerinde bir taş mı vardır, ya da başka bir engel mi vardır, haberin yoktur. Bundan dolayı o karanlık dehlize girmekten ödün kopar, korkudan dizlerinin bağı çözülür. Bil ki, ölümden sonraki hâl de bilinmiş değildir. Kabirde olan tehlike, bu tehlikeden aşağı değildir. Bundan gafil olmak, bunları bilmemek ne acâîp bir cürettir! Buna asıl ilâç, kendi yaşdaşlarına, akranlarına bakmaktır. Onların çoğu ölmüşlerdir. Onların yüzlerini, hayâllerini hele bir aklına getir. Düşün ki, her biri bir makam, bir mevkide, kendi muradında niceydi! Onların dünyadaki sevinci, ne kadar gaflet içinde olduklarım gösteriyormuş. Bir gün ansızın ölüm gelip onları nasıl kaptı? Şimdi sen düşün ki, kabirde onların vücutları, yüzleri nicedir. Uzuvları birbirinden nasıl ayrılmıştır. Onların derilerine, etlerine, gözlerine ve dillerine kurtlar nasıl üşüşmüşlerdir! Onlar bu belâya çalmışken, arkadaki mirasçıları malım paylaşıp yemektedirler. Hattâ karısı başka bir erkeğe de varmıştır. Onu temaşa etmekte eski kocasını unutmaktadır. Sen yine arkadaşlarının durumunu ve günlük yaşamalarını düşün ki, onların âlemi seyredişlerini, gülmelerini ve gafletlerini aklından geçir. Yirmi yılda erişebildikleri İşlerin tedbirleriyle uğraştıklarını fıkreyle. Onlar bu kadar zahmetler çektiler. Oysa kefenleri bezci dükkanında bulunmaktaydı. Bundan habersizdiler. Sen de kendi kendine:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">—Sen de onlar gibisin! Senin de gafletin, hırsın, cahilliğin, bilgisizliğin, aptallığın onlarınki gibidir. Sana öyle bir saadet nasip oldu ki, onlar senden önce dünyadan ayrıldılar. Bundan sen ibret almalısın. Nitekim: "o kişiye ne mutludur ki, bir başkasından Öğütlenir!" diye buyurulmuştur! demelisin.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sonra da kendi ellerini, ayaklarını, parmakların, gözlerini, dilini düşünmelisin. Hepsi de biribirinden uzaklaşacaklardır. Az zaman içinde de akreplerin gıdası, yılanların ve yerde yaşayan başka haşerelerin yiyeceği olacaktır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Sen kabirdeki kendi </span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">yüzünü, <strong>vücudunu </strong>hayâle <strong>getir ki, bunlar, pis koku içindedirler, </strong>vücudun dağılmıştır. <strong>Uzuvların </strong>birbirinden <strong>ayrılmış, murdar bir hale gelmiştir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong></strong></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve sen ey sâlih kişi, buna benzer şeyleri, her gün kendi özüne kalb dili ile söyle. Tâ ki, bâtının haberdar olsun. Ölüleri görünce dille yâd etmenin etkisi olmaz. Âdemoğlu daima kendisini cenazelere bakarken görür. Sanır ki, daima başkalarının cenazesini görecek, kendisinin cenazesini görmeyecektir. Çünkü o, kendisini hiç bir kere ölü görmüş değildir. Gözle görülmeyen şey de vehme gelmez. Bundan ötürüdür ki, Resûlullah Efendimiz bir hutbede şöyle buyurdu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">—Doğru söyleyin! Ölüm bizim üzerimize yazılmış mıdır? Şu alınıp götürülen cenazeler tez geri dönecek konuklar mıdır? Biz onları toprağa koyarız, miras olarak bıraktıklarını yeriz. Biz kendimizden gafil kişileriz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsanlara ölümü unutturan şey de çok zaman lûl-i emel (bitmeyen istekler)dir. Bütün fesatların, kötülüklerin, fenalıkların başı da bu tûl-i emel, sonu gelmeyen isteklerdir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">SENİ DE ATTAYA GÖTÜRÜRLER</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Filmleri izleye izleye uzmanlaşan bir arkadaşım, "Ben her şeyin püf noktasını kavradım. Hayatta öyle işler yapacağım ki hiç kimse bir ipucu bulamayacak ve beni asla yakalayamayacak. Her defasında bir fırıldak çevirip kurtulmayı başaracağım." dedi. Ona dedim ki: "Senin gibi fırıldakçı birisi varmış. Her zaman da bir yolunu bulup kurtulurmuş." Bir gün rüyasında kendisine, <strong>"Artık </strong>saklanılmayacaksın. <strong>Azrail'in elinden kurtuluş yok..." </strong>demişler. O da düşünmüş taşınmış bir çare bulmuş. Kendi kendine: <strong>"Giderim inşaatımın başına, çocuk numarası yapar evcilik oynarım. Beni çocuk diye kimse tanımaz!" </strong>demiş. Tam inşaatının bulunduğu yerdeki kumlarla oynamaya başlamış ki, arkasında birisi belirmiş ve <strong>"Sen burada ne yapıyorsun?" </strong>diye sormuş. O da, <strong>"İşte gördüğün gibi evcilik oynuyorum. Peki öyleyse çocuk!" </strong>demiş. <strong>"Gel benimle... Haydi attaya gideceğiz!" </strong>Meğer gelen Azrail imiş... Ona, "Şimdi dersini aldın mı? Allah'ın mülkünden nereye kaçacaksın?" dedim. İnşallah dersini almıştır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İKİ KİŞİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İki kişiden biri:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Eteğimizden tutup da habire çekip duran, ölüm olmasaydı dünya ne hoş olurdu." dedi. Diğeri ise:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Şayet Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı, ovaya bırakılmış dövülmeden öylece duran bir harmana benzerdi." dedi.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">* Hiçbir ölü öldüğüne acımaz, azığının azlığına acır. Çünkü ölen bir kuyudan ovaya ve genişliğe çıkar.</span></strong></p><p><strong></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 82859, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]NÜKTELER... [/FONT][FONT=Tahoma]Hz. İBRAHİM İLE AZRAİL[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ölüm, ilk bakışta soğuk ve sevimsiz görünür. Ancak gerçek mânâsına bakınca ölümün hiç de soğuk ve kötü şey olmadığını anlamak mümkündür. Yaşlanan insanlar ölmeyip yaşlanmaya devam ettikleri takdirde elleri titreyecek, gözleri görmeyecek, dizleri tutmayacaktır. Yemeklerini yiyemez, yataklarına yatamaz, oturdukları yerden kalkamaz olacaklardır... Böylesi bir hayat ise, hem kendilerine, hem de bakanlarına çok ağır gelecektir. Perişan bir yaşlı için ölümün ne kadar rahmet ve kurtuluş olduğunu gösteren ibretli bir misâl..[/FONT] [FONT=Tahoma]İbrahim Peygamber misafirsiz yemek yemezmiş. Her gün ya evine gelen misafirle sofraya oturur, yahut da çıkıp yollarda misafir bulur, getirip onlarla kamını doyururmuş.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir gün yine yol kenarında misafir beklerken, yaşlı birinin eşek sırtında kendine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Yaklaşan ihtiyar selâm verip yoluna devam ederken önüne çıkan Hazret-i İbrahim:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Nereye gidiyorsun muhterem, buyur, birlikte bir çorba içelim, sonra yoluna devam edersin, demiş.[/FONT] [FONT=Tahoma]Yaşlı adam itiraz etmemiş:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Madem istiyorsun, davete icabet etmek gerekir, seni kıracak değilim ya., diyerek yolunu değiştirmiş, birlikte Hz. İbrahim'in hanesine gelmişler. Misafir odasının bir köşesine geçip oturan ihtiyar, az sonra ortaya serilen sofraya bakarak üzülmeye başlamış. İbrahim Aleyhisselâm:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Baba, niçin üzüntülüsün? deyince:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Evlâdım, ben ortaya serdiğin bu sofraya nasıl yaklaşayım? Elimden tut, beni sofraya kadar sürükle, demiş.[/FONT] [FONT=Tahoma]Dediğini yapmış. İhtiyarın elinden tutup sofraya sürükleyerek getirmiş. Bu defa da bir başka mes'ele ortaya çıkmış. İhtiyar[/FONT] [FONT=Tahoma]— Hani nerede kaşık, tabak? Gözlerim pek iyi farketmiyor, demiş.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir eline kaşığı, bir eline de ekmeği veren İbrahim Aleyhisselâm, çorba dolu tabağı gösterip buyur etmiş. Bir de bakmış ki, İhtiyar, titreyen eli ile tuttuğu kaşıktaki çorbayı döke döke ağzı yerine kulağına doğru götürüyor, sonra aklı başına gelince ağzına getiriyor. Ancak o zamana kadar da kaşıkta, birkaç damla kalan çorba, midesine gitmeden ağzından dökülüp sofraya saçılıyor. Bu üzücü hâli görünce dayanamayıp sormuş:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Baba nedir bu hâlin? Neden böylesin? İhtiyar cevap vermiş:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Neden olacak, yaşlılıktan.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Kaç yaşındasın? diye sormuş İbrahim Aleyhisselâm.[/FONT] [FONT=Tahoma]Verdiği cevaba göre ihtiyarın yaşı kendisinden sadece iki sene fazlaymış. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Demek ki iki sene sonra ben de aynı yaşa gelecek, aynı duruma düşeceğim! diye düşünmeye başlamış. Bu defa ellerini açıp yalvarmış:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Yâ Rab. bu duruma düşmek istemiyorum. Böyle yaşamaktansa ölüm daha güzeldir. Gönder meleğini, alsın ruhumu![/FONT] [FONT=Tahoma]İşte bu sırada sofra başındaki perişan ihtiyar birden ayağa fırlayıp:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Hazır ol ey Allah'ın Nebisi, işte geldim, diyerek karşısına dikilmiş.[/FONT] [FONT=Tahoma]— Sen kimsin, ne diye karşıma dikiliyorsun? Meçhul İhtiyar cevap vermiş:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ben ruhları alan Azrail'im. Rabbim ölümün yaşlılar için ne kadar rahmet ve nimet olduğunu göstermek için beni sana gönderdi![/FONT] [FONT=Tahoma]İbrahim Aleyhisselâm kelimelere basa basa konuşmuş:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Evet, her zamanki gibi bir daha inanıyor, iman ediyorum ki, ölüm, imanlı ihtiyarlar için, mihnetsiz, meşakkatsiz bir hayata geçiştir. Azrail gibi emin ve sağlam birine bu sebeble ruhumu emniyetle teslim edebilirim. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]HÜDHÜD'ÜN FİKRİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm'a hem dünya, henı de âhiret saltanatı verilmişti.[/FONT] [FONT=Tahoma]Dünyadaki saltanatı, çok zengin oluşu, insanlardan başka cinlere de hükmedişi, hattâ hayvanlara bile hâkim oluşuydu. Onun yanında kurtlar, kuşlar itaatli birer hizmetçi gibiydiler. Ne emrederse hemen yerine getirirler, ne isterse derhal yaparlardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir gün bir melek elinde bir bardak su ile geldi ve şöyle dedi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ey insanların ve diğer canlıların sultanı, şu elimdeki suyun adına (âb-ı hayat) denir. Bunu içersen çok uzun ömürlü olacaksın, asırlarca yaşama imkânına kavuşacaksın. Nice kavimler ölecek, yerlerine yenileri gelecek, ama sen hepsinin zamanında da ömür sürecek saltanatta olacaksın. Yeter ki bu su'dan iç![/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Peygamber düşünmeye başladı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ben bu söylediklerini, kuşları toplayıp bir istişare edeyim de sonra kararımı bildireyim, dedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir gün bütün kuşların hazır bulunduğu bir sahrada durumu anlattı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Bana, dedi, bir melek âb-ı hayatı getirdi. İçersem çok uzun zaman yaşayacak, asırlarca saltanat sûrecekmişim, ne dersiniz, âb-ı hayattan içeyim mi?[/FONT] [FONT=Tahoma]Hepsi de sevinçle cevap verdiler:[/FONT] [FONT=Tahoma]— İçiniz efendim, içiniz de. asırlarca muammer olunuz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ancak o sırada Hüdhüd kuşu yoktu. Müzakere bittikten sonra, uçarak gelip dağılmak üzere olan kuşların arasına karıştı. Onun yeni gelişini gören Süleyman Aleyhisselâm:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Bakın, dedi, bir kardeşiniz istişarede yokmuş. Bir[/FONT] [FONT=Tahoma]de Hüdhüd'ün fikrini soralım, belki ufkumuzu genişletecek görüş fleri sürebilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Durumu ona da anlattı. Hüdhüd yavaş yavaş konuşurdu. Fakat bu sefer heyecanla ve aceleyle konuşmaya başladı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— İçmeyiniz efendim, âb-ı hayattan içmeyiniz![/FONT] [FONT=Tahoma]— Neden içmeyeyim, sebebini de söyler misiniz?[/FONT] [FONT=Tahoma]— Neden olacak Efendimiz, siz bu sudan içinde asırlarca yaşayacaksınız, ama sizin emsal ve akranlarınız ölmüş, bu âlemden göçmüş olacak. Emsal ve akranlarınızın hepsinin de ölümlerinin acısını tadacak, aranızdan ayrılışının ıstırabını duyacaksınız. Sonra yeniden dost ve emsaller edineceksiniz. Onlar da bir müddet sonra ölümü tadacak, aranızdan ayrılacak. Siz, onların da Ölümlerinden acı duyacak, üzüntü hissedeceksiniz. Bu nasıl bir hayat ki, daima emsal ve akranlarınız durmadan ölüp gidecek ve siz de durmadan onların ölümlerinin acısını tadacak, hasretini hissedeceksiniz?[/FONT] [FONT=Tahoma]Düşünmeye başlayan Süleyman Aleyhisselâm dağılmak üzere olan kuşlara sordu:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ne dersiniz, kardeşiniz Hüdhüd'ün söylediklerine? Hep birlikte cevap verdiler:[/FONT] [FONT=Tahoma]— İştirak ediyoruz, kardeşimiz Hüdhüd bizden isabetli görüş ileri sürdü. Kararımızı onun işaret ettiği şekilde düzeltmemiz gerekir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm âb-ı hayat getiren meleğe seslenip kararını bildirdi:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Âb-ı hayatı içmekten vazgeçtim, herkes gibi zamanı gelince ölmeyi daha hayırlı olarak görüyorum. Az yaşa çok yasa, akıbet ölüm gelecek basa.. Al götür âb-ı hayatını. Herkes gibi sınırlı ömür yeter bana.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kuşlar uçup dağıldılar. Süleyman Aleyhisselâm da oradan ayrılıp köşküne gelirken yolda bir gence rastladı. Gencin derdi büyüktü. Diyordu ki:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Ey Allah'ın Resulü, dedem çok yaşlandı, ekmeğini yiyemiyor, suyunu içemiyor, hacetini de kendi başına defedemiyor. Aile halkımız ona hizmette kusur etmemek için çırpmıyorsa da, tahammülleri bitti, takatleri tükendi. Ne olur, bir dua et de, derdimize bir çare bulunsun...[/FONT] [FONT=Tahoma]Süleyman Aleyhisselâm ellerini açıp şöyle dua etti:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Yâ Rab, erzel ömürden sana sığınırım. Bana ve başka bir kuluna erzel ömür verme, ele düşecek hale gelince emanetini kolaylıkla kabz eyle. Bu, yaşamaktan daha güzeldir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu sırada koşa koşa biri gelip gencin kulağına fısıldadı:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Yaşlı deden hakkın rahmetine kavuştu. Evden seni istiyorlar.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]INTERNETTEN ÂHİRETE DAVETİYE[/FONT] [/B][I][FONT=Tahoma]"Ölüm, bizim mayamızdır. Ondan kaçmak,[/FONT][/I][FONT=Tahoma] [I]kendi kendimizden kaçmaktır. Bizim bu tadım[/I] [I]çıkardığımız varlıkta, hayat kadar ölümün de yeri vardır.[/I] [I]Dünyaya geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya,[/I] [I]bir yandan da ölmeye başlamaz mıyız?"[/I] ([B]Montaigne) [/B][/FONT][FONT=Tahoma]New York sokaklarının karla kaplandığı soğuk kış günlerinin birinde, ikisi de Amerika'nın değişik bölgelerinde iş gezilerinde olan karı-koca, Florida da buluşup, yaz sıcaklarının yaşandığı bu bölgede birkaç gün geçirip dinlenmeye karar verirler. Florida'ya karısından önce giden koca, ertesi gün için eşine de yer ayırttıktan sonra, ona bir e-mail gönderir. Fakat mesaj, adresi bir harf yanlış yazdığı için karısına değil de, bir gün önce ölen yaşlı bir papazın karısına gider. Papazın en az kendisi kadar yaşlı karısı, bilgisayar ekranındaki mesajı okuyunca korkunç bir çığlık atarak yere düşer.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kocasının ölümünden dolayı zaten çok üzgün olan kadının bu çığlığı üzerine ev halkı odaya dolar ve hemen herkes, yerde yatan kadına yardım için koşuşturmaya başlar. Kadıncağız bir süre sonra kendine gelir ve ne olduğunu soranlara korku içinde bilgisayarı gösterir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hâne halkı bilgisayara baktıklarında ekranda şöyle bir mesajla karşılaşırlar:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Sevgili karıcığım! Buraya ulaşır ulaşmaz, öncelikle yarın senin gelişinle ilgili bütün işlemleri tamamladım. Sonra da bana ayrılan yerime yerleştim.[/FONT] [FONT=Tahoma]Burası gerçekten de dedikleri gibi çok çok sıcak... Seni özlemle bekliyorum. Kocan..."[/FONT] [B][FONT=Tahoma]DEHŞETİN AĞIRTTIĞI SAÇLAR[/FONT] [/B][I][FONT=Tahoma]"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil,[/FONT][/I][FONT=Tahoma] [I]iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim." [/I]([B]Montaigne) [/B][/FONT][FONT=Tahoma]Muğla'nın Milas ilçesinde yaşayan orta yaşlı bir adam, bir gece, hayatının akışını değiştiren dehşetli bir rüya görür.[/FONT] [FONT=Tahoma]Rüyasında adam kendi ölümünü görmüştür. Öldükten sonra, vücudu teneşirde yıkanmış, kefenlenmiş ve mezara defnedilmiştir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Rüya çok net ve berraktır. Adam mezara konulup yapılan dualar ve okunan Kur'an-ı Kerim ile birlikte üzeri topraklandıktan sonra kapkaranlık bir yerde yapayalnız kalır. Bir müddet sonra bulunduğu kabrin sağ tarafından bir menfez açılır ve içeriye iki kişi girer. Bunlar kendilerinin kabirdeki sual melekleri olan "Münker ve Nekir" olduğunu söylerler.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu melekler, adamı alıp bulunduğu menfezden geçirerek başka bir yere götürürler. Götürdükleri yerde adamın Önüne hemen bir terazi ve yanına da bir miktar üzüm koyarlar, O sırada karşıdan gelen bir adam belirir, Münker ve Nekir, Milaslı bu çiftçiden, karşısındaki adama üzüm satmasını söylerler.[/FONT] [I][FONT=Tahoma]"Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, lam ölçün.[/FONT][/I][FONT=Tahoma] [I]Doğru terazi ile tartın,[/I] [I]Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı, hem de akıbet yönünden de daha güzeldir,"[/I] [B](Kur'an-ı Kerim, İsra, 35) [/B][/FONT][FONT=Tahoma]Münker ve Nekir melekleri adamın sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin alış-veriş şırasında tartıda çok az bir haksızlık yaptığını gören Melekler, onu hemen tezgâhın başından aldıkları gibi çok büyük bir kapının yanına getirirler. Kapı, kale kapısı gibi çok büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı kendiliğinden açılır,[/FONT] [FONT=Tahoma]Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara gerçekten çok korkunçtur. Kapının öbür tarafında müthiş bir yangın ve alevlerin içerisinde cayır cayır yanan insanlar vardın insanlar bir taraftan yanmakta, bir taraftan da vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları canhıraş feryatlara yürek dayanacak gibi değildir,[/FONT] [FONT=Tahoma]Münker ve Nekir melekleri, adama bu dehşetli manzarayı gösterdikten sonra tekrar bir meydanın ortasına getirirler. Kendisine, biraz önce alışveriş sırasında işlediği suçun cezasının demin gördüğü gibi yanarak mı, yoksa başka bir şekilde mi verilmesini istediğini sorarlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Adam, gördüğü o müthiş yangın manzarasındaki dehşetten ve bundan daha büyük bir ceza olamayacağı düşüncesiyle ateşe razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine, birden bire vücudunda yüzlerce derece bir hararetin başgösterdiğini bütün dehşetiyle hisseder. Dayanılmaz bir ıstırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır. Adamcağız, çektiği acının tesiriyle avazı çıktığı kadar feryad ve figan etmektedir,[/FONT] [FONT=Tahoma](Rüyadan gerçek hayata, yani rüyayı gören adamın evine döndüğümüzde, adam hakikaten de avazı çıktığı kadar bağırmakta, ortalığı ayağa kaldırmaktadır. Vakit gece yarısıdır. Adamın karısı ve bitişik odadaki iki yetişkin oğlu bu korkunç çığlıklara uyanırlar. Sesler mahalleyi de inlettiğinden konu-komşu pürtelaş adamın evinde toplaşırlar. Adam ise hâlâ çığlık çığlığa feryada devam etmektedir. Herkes uğraşmakta fakat adamcağız bir türlü uyandınlamamaktadır.)[/FONT] [FONT=Tahoma]Dönelim tekrar rüyaya,,. Adamın içine düşen yangından vücudu fokur fokur kaynamakta ve acı içinde kıvranmaktadır. Çektiği acı tahammül sınırının çok ötesindedir,[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir müddet geçtikten sonra, Münker ve Nekir'in işaretiyle ceza sona erdirilir ve adam çağrılarak şöyle denilir:[/FONT] [FONT=Tahoma]"İşte gördün ve anladın ki, dünyada yapılan ufacık bir hatanın, adaletsizliğin ahiretteki cezası bu. Şimdi seni hayata, yaşadığın dünyana iade ediyoruz. Bundan sonra hayatını bu gerçeğe göre tanzim et, Katiyyen en küçük dahi olsa bir haksızlık, adaletsizlik yapma."[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu müsaadeden sonra, adamcağız rüyasından gözlen yerinden fırlamış, beti benzi atmış, kan ter içinde uyanır. Ama bundan da önemlisi, adamın yüzünde, etrafını çevreleyen mahalle halkını hayret ve şaşkınlık içinde bırakan bir görüntü vardır. Siyah saçlı bu adamın bütün saçları, biraz önce rüyada gördüklerinin dehşetinden bir anda bembeyaz olmuştur. Evet bembeyaz...[/FONT] [FONT=Tahoma]Milaslı bu adamı görüp hadiseyi nakledenlerin ifadesine göre, şimdi artık o, dehşetin aklaştırdığı saçlarıyla hayatını kılı kırk yararcasına hassas yaşamakta, bundan sonraki menzili olan kabir âleminde kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel, hayırlı işlerin peşinden koşmaktadır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]MEKÂN DEĞİŞTİRMEK[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Mevlana Hazretleri, Pervane'nin evinde mânâ aleminden hakikatler saçıyordu. Büyük bir topluluk vardı. [I]"Müminler [/I][I]ölmezler" [/I]dedi, [I]"Belki bir evden diğerine taşınırlar." [/I][/FONT][FONT=Tahoma]Şeyh Taceddin-i Erdebilî, "O [I]halde niçin Allah (c.c.), 'her nefis ölümü tadıcıdır" [/I]buyuruyor diye itiraz etti.[/FONT] [FONT=Tahoma]Mevlana: "Evet, fakat Allah nihayet her nefis diyor, her kalp demiyor. Sen ya kalp ol veya bir müminin kalbinde yer et ki, müminin kalbi gibi ölmeyesin. Sen nefsinin hevasına uyup gidersen o ayet senin hakkında söylenmiş olur." buyurdu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hazretİ Mevlana, ayetten enfes bir mânâ çıkarır ve görünen bir hakikatin diğer yüzüne dikkatleri çeker. Evet, her insan mânâsına "her nefis" ölecektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Fakat Onu bulan, Onun hakikatinde yaşayan için ölümden kastedilen ayrılıklar, yalnızlıklar, karanlıklar olmayacağından, kalbiyle imana dîrilenin yaşayacağı şey sadece hane değişikliğidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Yunus, imanla ölümü aşmayı anlatırken sonsuzluğa yürüyor gibidir:[/FONT] [I][FONT=Tahoma]"Ölümden ne korkarsın? Korkma ebedî varsın!"[/FONT] [/I][FONT=Tahoma]Nefsin köleleri hayır adına ebediyen ölecek, kalbini Onunla nurlandırıp ölmeze erenler, ölüm kapısıyla ebediyen dirilecektir.[/FONT][FONT=Tahoma] [/FONT] [B][FONT=Tahoma]HELAK OLMAK[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Bir gün Hazreti Mevlana, "O'nun zatından başka her şey helak olacaktır" ayetine farklı bir açıklama getirir.[/FONT] [FONT=Tahoma]"Allah, bakî ve ebedî olmak İçin damlanın denizde kaybolması gibi, yok olmaktan müstesna olan Zatında yok olmaya, kendi merhametine davet ediyor" der.[/FONT] [FONT=Tahoma]Fanî olan mahlukattır ve Bakî olan sadece Odur. Mahlukat her an ayrı bir yokluğu ve faniliği yaşamaktadır. Güneş batar, gün biter, an ve ömür sona erer. Belki mahlukat, ayetin de işaret ettiği gibi bir gün bütünüyle yoklukla burun buruna gelip tekrar var edilecek, her şey helak olacaktır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Fakat yok olmak istemeyenler, yok olmayan Bakîde yok olunca, onlar için yokluk olmayacak, ebedî varlığa Onun ihsanı ile mazhar olacaklardır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ESKİ KUMAŞ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Hazreti Mevlana bir şiirinde: "Eski olduğu için kimsenin yüzüne bakmadığı bir kumaşı, Allah kereminden satın aldı" der.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsanı hiç yalnız bırakmayan, hiç terk etmeyen, en aciz ve çaresiz kaldığı anda merhamet eden Odur.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsan, bir gün eski, yıpranmış kumaş haline gelir. Yüzü buruşur, elleri titrer. Çocuktan daha narin olur. Ve bir anda sopsoğuk, kaskatı kesiiir. Artık en yakınının bile yanında kalamaz. O herkesten, herkes ondan ayrılır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Toprağın sinesine terk edilir, işte en çok merhamete muhtaç olduğu anda, Onu yalnız bırakmayan, ona sahip çıkan, ağır bir hediye gibi karşılayan yine sonsuz merhamet sahibidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Necip Fazıl bunu şöyle anlatır: [I]"Ölenler yeniden doğarmış; gerçek! Tabut değildir bu, bir tahta kundak. Bu ağır hediye kime gidecek, Çakılır çakılmaz üstüne kapak?" [/I][/FONT][B][FONT=Tahoma]TİTO'DAN TARİHÎ İTİRAFLAR[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu bâtıl davasında şöhreti yurt dışına kadar taşmış bir insan olan Salih Gökkaya, hayatının son yıllarında İslâm'la müşerref olarak Hakk'a rücû eder. Gökkaya, Komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu bu günlerin birinde "Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı" sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Josip Broz Tito'nun(1892-1980) şeref misafiri olarak Belgrad'a davet edilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito'yu ziyaret ettiklerinde, hayatını komünizme adayan bu ihtiyar liderin pişmanlık içinde dudaklarından dökülen şu itiraflar, apayrı bir tarihî kıymet ifade etmektedir:[/FONT] [FONT=Tahoma]Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç birşey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak... Toprağa kanşmak ve dönmemek üzere gidiş... işte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç birşey anlamıyor musunuz?[/FONT] [FONT=Tahoma]Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum:[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]İtiraf etmek zorundayım;[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben Allah'a, peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir Kanun Koyucusu olmalıdır... Bence ölüm de son olmamalıdır...[/FONT] [FONT=Tahoma]Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda bağazıma düğümlenmiş bir vaziyette...[/FONT] [FONT=Tahoma]Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı... Marks bu mevzuda halt işlemiş. Uyuşturmuş beynimizi ...[/FONT] [FONT=Tahoma]Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin! [/FONT] [B][FONT=Tahoma]MEZARLIK AĞACI[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Yeni taşındığı Apartmanın bahçesine, birkaç tane de mezarkk ağacı olarak bilinen selvi ağaçlarından dikmişti Ahmet Bey. Niyeti ağaca baktığında ölümü hatırlamaktı. Dünyasını kazanmaya çalışırken âhiretin varlığını da unutmamaktı. Daire komşuları da onun bu düşüncesinden memnun olmuşlardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir gün, bu ağaçlan sularken, yoldan geçen bir grup hanımdan biri, Ahmet Beye yaklaşıp sordu:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Apartmanın üst katında perdesiz camlar var, Acaba bu apartmanda kiralık daire var mı?[/FONT] [FONT=Tahoma]Ahmet Bey, soruyu soran hanıma, "sahibi taşınacak" demeye fırsat bulamadan, gruptaki hanımlardan birisi sinirli şekilde bağırdı:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Ne yapıyorsun Türkan?[/FONT] [FONT=Tahoma]- Daire kiralık mı? diye soruyorum.[/FONT] [FONT=Tahoma]- Deli inisin sen Allah aşkına?[/FONT] [FONT=Tahoma]- Niye deli olayım? Sen, kiralık ev aramıyor musun? Sana yardımcı olmaya çalışıyorum.[/FONT] [FONT=Tahoma]- Ev sinyorum da, bu binadan daire kiralanır mı hiç, görmüyor musun?[/FONT] [FONT=Tahoma]Kadın etrafına bakındı, herhangi bir şey göremeyince sordu:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Ben bir şey göremiyorum. Sen ne görüyorsun söyle?[/FONT] [FONT=Tahoma]- Ne göreceğim Türkan'cığım! Baksana bahçeye mezarlık ağaçlan dikmişler. Her gün mezarlık ağaçlan seyredilerek bu binada yaşanır mı?[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve selvi ağaçlarından rahatsız olan kadın, son sözünü söyledi:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Yürü Allah aşkına! Memlekette kiralık daire mi kalmadı. Bahçesinde mezarlığı hatırlatan ağaçlar dikili bir apartmanda oturulur mu hiç?[/FONT] [FONT=Tahoma]Onlar hızla uzaklaşırken, Ahmet Bey de, selvi ağacının altında, şaşkın halde kalmıştı. Gülmek mi gerek, ağlamak mı, bir türlü karar veremiyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ahmet bey bu olayı, yakın dostlarına ibret vesilesi olsun diye zaman zaman anlattı. Hatta dostları arasında, o kadını tanıyanlar bile çıktı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Yular yıllan kovaladı. Bir gün öğle namazını kıldığı semt camiinde, Ahmet Beyin kulağına, cenaze imamının gür sesi geldi:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Hatun kişi niyetine![/FONT] [FONT=Tahoma]Ahmet Bey de, cenaze namazına iştirak etti. Namazdan sonra cemaaten biri, Ahmet Bey'in kulağına eğilerek şu sözleri fısıldadı:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Namazını kıldığın bu kadının kim olduğunu biliyor musun?[/FONT] [FONT=Tahoma]Ahmet Bey nerden bilsin?[/FONT] [FONT=Tahoma]- Kim olduğunu bilmiyorum, dedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kulağına fısıldayan adam, derin bir nefes alarak, şu şaşırtıcı açıklamayı yaptı:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Vaktiyle bize anlattığın, bahçede mezarlık ağacı görmeye dayanamayan bir kadın vardı ya? Bu cenaze, işte o kadının cenazesidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve şöyle tamamladı sözünü:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Şimdi onu, bir selvi ağacının dibine kazılan mezarına, gömmeye götürüyorlar.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]KOMADA DUYULAN SES[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]1989 yılında geçirdiğim bir trafik kazası sonucunda koma halinde hastaneye kaldırılmıştım. Yanımda bulunan eşim vefat etmiş, beni kontrol eden doktor, kan deryası içinde kalan vücudumda bir hayat emaresi göremediğinden, bana da ölü raporu vermişti. O akşamki TRT haber bülteninde, kazada ölen kişilerin arasında benim de ismim bulunuyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Daha sonraları ölmediğim anlaşılmış ve üç gün devam eden koma halinden sonra kendime gelmiştim. Fakat kazadaki darbelerin tesiriyle gözlerimi açamıyor, vücudumun hiçbir noktasını kımıldatamıyordum. Koluma takılan serumdaki uyuşturucuların tesiriyle de, fazla bir şey düşünemez hâle gelmiştim. Tam manâsıyla yaşayan bir ölü gibiydim. İlk önce kendimi çok ağır bir uykuda zannettim. Bir türlü uyanamadığım bir uykuda. Bu sırada başucumdaki konuşmaları duydum. Sesinden tanıdığım amcam:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Doktor bey, üç gündür hiçbir gelişme yok, diyordu. Müsaade ederseniz, hastamızı Ankara'ya götürelim.” Doktor ise:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Hastanız her an ölebilir, diye cevap verdi. Bu durumda nakline izin vermek cinayettir. Zaten böyle bir mesuliyetin altına da giremem.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu konuşmalar üzerine büyük bir kaza geçirdiğimi anlamış ve doktorun "Her an ölebilir" sözüyle dehşete kapılmıştım. Fakat duyma ve düşünme duygularımın dışındaki bütün fonksiyonlarımı kaybettiğimi hissediyordum. Ölmekten çok Cenâb-ı Hakk'a hesap verememekten korkuyor ve boğazım sıkılmış gibi sık sık nefes alıyordum.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ruhumu teslim etmekte olduğumu zannederken, nereden geldiğini anlayamadığım bir ses, benimle konuşmaya başladı. Ve ne için bu kadar korktuğumu sordu. Sebebini söylediğimde, aynı ses:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Korkacak hiçbir şey yok, dedi. Tamamen asılsız ve hurafe şeylere inandırıldığın için böyle sıkıntı çekiyorsun. Allah ve âhiret günü diye bir şey yok ki sıkıntısı olsun. Sana bunların boş şeyler olduğunu ispat edeceğim. Eğer beni tasdik edersen, hiçbir sıkıntı ve endişen kalmadığını göreceksin.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kendimi, yıkılan bir dağın altında kalmış gibi hissettiğim için:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Peki hemen anlat ve beni bu sıkıntıdan kurtar, dedim. O ses:[/FONT] [FONT=Tahoma]_ Biliyorsun ki çekirdekler önce fidan, sonra ağaç olur, dedi. Daha sonra da ömrünü tamamlar sulan çekilir, kurur ve toprağa karışırlar. Hayvanlar da bizim gibi doğar, büyür, gelişir ve ömürlerini tamamladığında toprak olurlar. Sen o ağaçların veya hayvanların, senin gibi endişe duyup, korktuklarını gördün mü? Elbette hayır. Çünkü onlar, bâtıl şeylere inandırılmamışlar. Yani yeniden dirilme veya hesaba çekilme diye bir şey olmayacağı için, onların da bu tur şeylerden endişesi yoktur. Sen de boş şeyleri kafandan atarsan, hiçbir sıkıntın kalmayacak, gör bak nasıl rahat edeceksin!.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu sözleri işittikten sonra sıkıntım daha da artta. "Acaba dediği gibi inkâra sapsam, rahatlar mıyım?'1 diye düşünüyor, fakat kalp ve ruh gibi latifelerimin, bu inkârı kabule yanaşmadıklarını hissediyordum.[/FONT] [FONT=Tahoma]Birden, sanki bir elektrik lâmbasına dokunmuş gibi zihnim aydınlanmaya başladı. Daha evvel okuduğum veya dinlediğim imânî bahisler, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. O ses'e hitaben:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Beni yalan ve cerbeze ile aldatmak istiyorsun dedim. Ama ben akıl sahibiyim ve bu yüzden yaptıklarımdan mes'ûlüm. Sen beni akılsız hayvanlar ve şuursuz bitkilerle nasıl bir tutabilirsin? Ben, elbette hesap vermekten endişe duyarım. Çünkü bana, hayvan ve bitkilere verilenlerden belki bin defa daha gelişmiş vaziyette ihsan edilen cihazları ve akü nimetini nefis ve heva yolunda sarfetsem, onlardan bin defa daha aşağılara düşerek âhirette cezaya müstehak olurum. Hem bir iğne ustasız, bir resim ressamsız bir köy muhtarsız olamazken, bu kusursuz kâinatın bir sahibi ve yaratıcısı olmaz mı? Ve bütün kâinatla birlikte beni de mükemmel şekilde yaratan Rabbim, beni hesaba çekmeyerek başıboş bırakır mı?[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, imân nurları o zor anlarımda imdadıma yetişmiş ve içinde bulunduğum karanlık dünyamı aydınlatmaya başlamıştı. Nurlardan edindiğim iman hakikatlerini anlattıkça, sıkıntılarımın hafiflediğini hissediyordum. Biraz sonra o ses tamamen susmuş ve bana cevap veremez hâle gelmişti.[/FONT] [FONT=Tahoma]Daha sonra kendime gelmişim ve arkadaşlarımın anlattıklarına göre dışarıdaki ezan sesini duyup, namaz kılmak istemişim.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu mektubu sizlere yazarak başımdan geçen bu ürpertici hâdiseyi anlatmamın sebebi, iman hakikatlerine ne kadar muhtaç olduğumuzu ifade etmek içindir. Çünkü son nefeste iman ile kabre gitmek ve onu cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirerek inşaallah ebedî saadeti kazanmak, tamamen bu hakikatlann elde edilmesine bağlıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Şeytanın, ölüm anındaki insanlara musallat olduğunu, onları inkara saptırmak için akıllarına vesvese verdiğini ve bu yüzden de kuvvetli bir imana sahip olunması gerektiğini bütün mü'min kardeşlerimiz biliyordur. Fakat ben, bu durumun bir örneğim, ölüm öncesinde, Cenâb-ı Hakkın izniyle yaşadım. Ve bu hâdiseyi de Zafer Dergisi kanalıyla bütün inananlara anlatmayı bir vazife bildim. İnşaallah bir alâmet-i gurur olmamıştır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ÖLÜMÜ ANMAK ÜÇ TÜRLÜDÜR[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ey İlâhî sırlan öğrenmek isteyen! Bil ki, ölümü yâd eylemek, anmak üç türlü olur:[/FONT] [B][FONT=Tahoma]Birincisi: [/FONT][/B][FONT=Tahoma]Şu gafil kişinin anmasıdır ki, dünya işleriyle uğraştığından ötürü ölümü düşünürde onu çirkin görür:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Dünya şehvetinden, dileklerinden geri kalınırı! diyerek korkar. Ölümü kötüler, onun zemninde bulunmağa başlar ve:[/FONT] [FONT=Tahoma]— Bu ölüm, ne fena, ne yararsız şeydir ki, önümüzde belirmektedir! der. O istediği kadar şikâyet etsin. Dünya bu güzellikleriyle terkedilecektir. Ölümü bu yolda anmak onu Hak Teâlâ ile meşgul etmiş olur. Eğer bütün dünya ona bulanık ve sıkıntılı gelirse, o da dünyadan nefret duyar, tiksinirse, bu da faydadan uzak kalmaz. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]İkincisi: [/FONT][/B][FONT=Tahoma]Tevbe ehlinin ölümü anmasıdır ki, bu kişiler ölümü kendilerini mağlûp etsin, yensin diye anarlar. Cennet azığını tedarikle ve şükürdedirler. Bu hâlin, bu türlü ölümü anısın sevabı çok büyüktür. Tevbe ehli olan kişi ölümü çirkin ve kötü görmez. Yalnız ölüm hazırlığını görmeden giderse diye, ancak bu korku ile ölümü fena görür, Ölümü bu yolda istememek, onun gecikmesini dilemek ziyan vermez.[/FONT] [FONT=Tahoma]Üçüncüsü: Ölümü arif kişilerin anmasıdır. Ariflerin Ölümü anısı şundan ötürüdür ki, Allahü Teâlâ'nın dîdârına Ölümden sonra kavuşmak umududur. Seven kişi sevdiğine kavuşmanın vâdesini unutmaz. Belki daima o vâdeyi bekler. Daima Yüce Allah'ın dîdârına kavuşmanın arzusunda olur.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]Huzeyfe [/FONT][/B][FONT=Tahoma](Allah ondan razı olsun), can çekişirken şöyle dedi:[/FONT] [FONT=Tahoma]-Dost geldi, tam vaktinde geldi! Ve yine şöyle dedi:[/FONT] [FONT=Tahoma]-Ey Allah'ım! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sağlıktan, ölümü de dirilikten daha çok sevdiğimi bilirsin. Ölümü bana kolaylaştır. Tâ ki, senin dîdârınla rahat olayım.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu dereceye varmanın Ötesinde bundan daha büyük bir derece de vardır ki, o da ölümü ne kerîh görür, ne de talep eder, ne acele gelmesini ister, ne de ölümün gecikmesi dileğinde bulunur. Yalnız Hak Teâlâ ne hükmeylerse onu diler. Kendi tasarrufunu (kendi dileğindekileri yapmayı) bırakır. Böylece teslim ve rıza makamına erişmiş olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu ölüm onun yâdına gelince ölümün hallerinden korku çekmediği, hatta ölüme hiç aldırmadığı zaman olur. Çünkü o, dünyada daima müşahede âleminde olur ve Hak Teâlâ'nın zikri ona galip getir. Artık ölüm de, dirim de onun için birdir. İkisi de eşittir, Bütün hallerde Hak Teâlâ'nın zikrine ve muhabbetine dalmış olur.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ÖLÜMÜ ANMANIN KALBE TESİRİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ey İlâhi sırları öğrenmek isteyen! Sen bil ki, ölüm büyük bir iştir ve ulu bir tehlikedir. Lâkin insanlar bundan gafildirler. Ölümü amalar bile bu anış gönüllerine işlemez.Dünya işlerine öyle dalarlar ki, başka bir şeye gönüllerinde yer kalmaz. Bundan ötürüdür ki, zikrin ve teşbihin de o kadar lezzetini bulamazlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte bunun ilâcı şudur: Mürîd olan bir kişi bir tenha yer, bir halvet İster. Gönlünü bir saat için o tenhalıkta ölüm düşüncesine salar. Kendisine şu hitapta bulunur:[/FONT] [FONT=Tahoma]-Ey nefis! Ölüm günü yaklaştı. Belki de bugün gelir. Ey sâlih kişi! Sen bil ki, sana:"Bir karanlık eve gir!" deseler. Sen o karanlık evin dehlizinde bir kuyu veya serseri bir köpek mi vardır bilemezsin. Ya da yolun üzerinde bir taş mı vardır, ya da başka bir engel mi vardır, haberin yoktur. Bundan dolayı o karanlık dehlize girmekten ödün kopar, korkudan dizlerinin bağı çözülür. Bil ki, ölümden sonraki hâl de bilinmiş değildir. Kabirde olan tehlike, bu tehlikeden aşağı değildir. Bundan gafil olmak, bunları bilmemek ne acâîp bir cürettir! Buna asıl ilâç, kendi yaşdaşlarına, akranlarına bakmaktır. Onların çoğu ölmüşlerdir. Onların yüzlerini, hayâllerini hele bir aklına getir. Düşün ki, her biri bir makam, bir mevkide, kendi muradında niceydi! Onların dünyadaki sevinci, ne kadar gaflet içinde olduklarım gösteriyormuş. Bir gün ansızın ölüm gelip onları nasıl kaptı? Şimdi sen düşün ki, kabirde onların vücutları, yüzleri nicedir. Uzuvları birbirinden nasıl ayrılmıştır. Onların derilerine, etlerine, gözlerine ve dillerine kurtlar nasıl üşüşmüşlerdir! Onlar bu belâya çalmışken, arkadaki mirasçıları malım paylaşıp yemektedirler. Hattâ karısı başka bir erkeğe de varmıştır. Onu temaşa etmekte eski kocasını unutmaktadır. Sen yine arkadaşlarının durumunu ve günlük yaşamalarını düşün ki, onların âlemi seyredişlerini, gülmelerini ve gafletlerini aklından geçir. Yirmi yılda erişebildikleri İşlerin tedbirleriyle uğraştıklarını fıkreyle. Onlar bu kadar zahmetler çektiler. Oysa kefenleri bezci dükkanında bulunmaktaydı. Bundan habersizdiler. Sen de kendi kendine:[/FONT] [FONT=Tahoma]—Sen de onlar gibisin! Senin de gafletin, hırsın, cahilliğin, bilgisizliğin, aptallığın onlarınki gibidir. Sana öyle bir saadet nasip oldu ki, onlar senden önce dünyadan ayrıldılar. Bundan sen ibret almalısın. Nitekim: "o kişiye ne mutludur ki, bir başkasından Öğütlenir!" diye buyurulmuştur! demelisin.[/FONT] [FONT=Tahoma]Sonra da kendi ellerini, ayaklarını, parmakların, gözlerini, dilini düşünmelisin. Hepsi de biribirinden uzaklaşacaklardır. Az zaman içinde de akreplerin gıdası, yılanların ve yerde yaşayan başka haşerelerin yiyeceği olacaktır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]Sen kabirdeki kendi [/FONT][/B][FONT=Tahoma]yüzünü, [B]vücudunu [/B]hayâle [B]getir ki, bunlar, pis koku içindedirler, [/B]vücudun dağılmıştır. [B]Uzuvların [/B]birbirinden [B]ayrılmış, murdar bir hale gelmiştir. [/B][/FONT][FONT=Tahoma]Ve sen ey sâlih kişi, buna benzer şeyleri, her gün kendi özüne kalb dili ile söyle. Tâ ki, bâtının haberdar olsun. Ölüleri görünce dille yâd etmenin etkisi olmaz. Âdemoğlu daima kendisini cenazelere bakarken görür. Sanır ki, daima başkalarının cenazesini görecek, kendisinin cenazesini görmeyecektir. Çünkü o, kendisini hiç bir kere ölü görmüş değildir. Gözle görülmeyen şey de vehme gelmez. Bundan ötürüdür ki, Resûlullah Efendimiz bir hutbede şöyle buyurdu:[/FONT] [FONT=Tahoma]—Doğru söyleyin! Ölüm bizim üzerimize yazılmış mıdır? Şu alınıp götürülen cenazeler tez geri dönecek konuklar mıdır? Biz onları toprağa koyarız, miras olarak bıraktıklarını yeriz. Biz kendimizden gafil kişileriz.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsanlara ölümü unutturan şey de çok zaman lûl-i emel (bitmeyen istekler)dir. Bütün fesatların, kötülüklerin, fenalıkların başı da bu tûl-i emel, sonu gelmeyen isteklerdir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]SENİ DE ATTAYA GÖTÜRÜRLER[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Filmleri izleye izleye uzmanlaşan bir arkadaşım, "Ben her şeyin püf noktasını kavradım. Hayatta öyle işler yapacağım ki hiç kimse bir ipucu bulamayacak ve beni asla yakalayamayacak. Her defasında bir fırıldak çevirip kurtulmayı başaracağım." dedi. Ona dedim ki: "Senin gibi fırıldakçı birisi varmış. Her zaman da bir yolunu bulup kurtulurmuş." Bir gün rüyasında kendisine, [B]"Artık [/B]saklanılmayacaksın. [B]Azrail'in elinden kurtuluş yok..." [/B]demişler. O da düşünmüş taşınmış bir çare bulmuş. Kendi kendine: [B]"Giderim inşaatımın başına, çocuk numarası yapar evcilik oynarım. Beni çocuk diye kimse tanımaz!" [/B]demiş. Tam inşaatının bulunduğu yerdeki kumlarla oynamaya başlamış ki, arkasında birisi belirmiş ve [B]"Sen burada ne yapıyorsun?" [/B]diye sormuş. O da, [B]"İşte gördüğün gibi evcilik oynuyorum. Peki öyleyse çocuk!" [/B]demiş. [B]"Gel benimle... Haydi attaya gideceğiz!" [/B]Meğer gelen Azrail imiş... Ona, "Şimdi dersini aldın mı? Allah'ın mülkünden nereye kaçacaksın?" dedim. İnşallah dersini almıştır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]İKİ KİŞİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İki kişiden biri:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Eteğimizden tutup da habire çekip duran, ölüm olmasaydı dünya ne hoş olurdu." dedi. Diğeri ise:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Şayet Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı, ovaya bırakılmış dövülmeden öylece duran bir harmana benzerdi." dedi.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]* Hiçbir ölü öldüğüne acımaz, azığının azlığına acır. Çünkü ölen bir kuyudan ovaya ve genişliğe çıkar.[/FONT] [/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Mevt
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst