Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Mevt
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 82857" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">PIRLANTA SER</span><span style="font-family: 'Tahoma'">İSİ…</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÖLÜMÜN ÖTEKİ YÜZÜ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve katiyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Hastalık, yaşlılık, harb u darp, trafik kazaları ve deprem gibi ölüm sebebi sayılan hâdiseler zuhur ettikçe, o da tir tir titrer; kabrin yalnızlık ve vahşetini düşünerek ürperir ve hayatını tahammül edilmez bir azaba çevirir.. evet böylelerine göre, insan ölünce her şey biter. Ceset toprağa dönüşmek üzere ebedî istirahatgâhına tevdî edilir. Her şey ve her yer yokluğun karanlığına gömülür; şâirin ifadesiyle: "Artık güneş görünmez olur, rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur." Ebed için yaratılan, ebede namzet bulunan bir insanın böyle bir telâkki ile ne kadar muzdarip olacağı açıktır. Böyle bir ebed arzusunu, vicdanını dinleyen biri: "Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez, nedendir?" diyerek seslendirir ki, üzerinde durulmaya değer. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Oysaki ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, kabir de bir topraklaşma çukuru, bir yalnızlık ve vahşet hücresi değildir. Ölüm, yaratılırken belli bir plân, program, hikmet ve maslahata göre yaratılan insanın, yine bir plân ve programa bağlı olarak bir buuddan başka bir buuda intikali, bir hâl değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-i aslîsine dönerek, inanç ve davranışlarının belirleyiciliği ile tabiî, müstakim ruhların iç içe vuslatlar koridoruna girip, Yaratan'la "bî kem u keyf" yüz yüze gelip görüşmeye yürümesi ve rıdvan yudumlaması demektir. Keza kabir de, görülüp zannedildiği gibi karanlık bir kuyu, yoklukla muhat bir çukur ve tecrit odası değil, aksine, aydınlıklara açılan bir kapı, insanı nûrânî âlemlere taşıyan bir koridor ve ruhun ötelere yükselmesi adına bir rampadır. Hz. Şâhid-i Ezelî karşısında resmi geçit vazifesini tamamlayan veya asker olarak bulundukları bu dünyada engin bir hizmet şuuruyla imanlarını ibadetlerle, ibadetlerini de ihsanla derinleştirip ebedî bir mutluluğa tam hazırlanmış olanlar yürürler bu koridordan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği tasavvurları aşkın saadetlere. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet ölüm, bizim için, her zaman rûhun dolaşıp durduğu çok buudlu bir mekâna ve çok derinlikli bir zamana kulluk vazifesinden terhis mânâsına, Cenab-ı Hakk'ın "Haydi şimdi bütünüyle bana gel!" demesinden başka bir şey değildir. O'nu gönülden tanıyıp sevenler için bu "gel" deyişin üslûbunda öyle bir iltifat ve öyle baş döndürücü bir teveccüh vardır ki; "Ey gönlü itmi'nana ve huzura ermiş ruh! Sen O'ndan, O da senden razı olarak dön Rabbine.! Katıl has kullarıma ve gir cennetime!" şeklindeki çağrıyı alan ruh, bir dakika bile burada kalmak istemez. Zira bu çağrının mânâsı, dünyanın sıkıntı, dağdağa ve boğucu havasından sıyrıl.! Yitirdiğin Cennet'e ve ruhun asıl yurduna dön, demektir. Ölümü, bu mânâda bir iltifat çağrısı kabul edenler, dünyaya gelişi bir memuriyet ve askerlik, ondan ayrılışı da bir terhis, bir ikinci doğum ve bir ebedî varoluşa uyanma şeklinde anlar ve merdane yürürler kabre doğru. Azrail arkadaşlığını, İsrafil dostluğuyla bir bilir, Allah'a yürüme ânının her lâhzasını Cebrail rehberliğinde miraca yükseliyor gibi zevk ederler. Aslında mü'min, ölüp mezara gömülmeyi, sümbül vermek için toprağın bağrına saçılan bir tohum ve insan olmaya koşan bir sperm gibi görür. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hangi tohum vardır ki, toprağa atılmış da başağa yürümemiştir.! Hangi sperm vardır ki, "rahm-i mâder"e düşmüş de, orada yokluğa mahkûm olmuştur! Allah, insanı kendi ruhuyla şereflendirmiş ve onu bir ebediyet üveyki olarak donatmıştır. Ceset çürüyüp dağılsa da ruh, O'nun varlığının gölgesinde ebedlere kadar yaşayacaktır. Zaten canı, Can Sahibi'nin aldığını bilenler için ölüm âdeta bir baldır, bir kaymaktır. Onlar için ölüm ve mezar bir perde; bitmeyen bir cümbüş vardır, o da az ilerde. Daha şimdiden onlar, imanları, inanç zenginlikleri ve mârifet ufukları ölçüsünde gönül dünyalarında Naîm Cennetleri'nin en mûtena yerlerinde karşı karşıya oturmaktadırlar mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde.. döner durur çevrelerinde çelik-çavak gençler, ellerinde kevserlerle köpüren testiler, sürahiler, kadehler... Onlar, ne bir baş ağrısı duyar ne de sarhoşluk hissederler.. ve tercihi kendilerine ait, başlarının üstünde istedikleri kadar meyveler... Canlarının çektiği kuş etleri, sadefleri içinde inciler gibi el değmemiş elâ gözlü eşler.. dal bastı kirazlar.. salkım salkım dolgun muzlar.. uzayıp giden gölgeler.. şakır şakır çağıldayan sular.. ardı arkası kesilmeyen ve yasakla sınırlandırılmayan meyveler... (Bu yaklaşık mealler, Vâkıa'dan.) Her zaman iyiliğe kilitlenmiş bu insanlar "salarlar kendilerini öyle koltuklara ki, orada ne güneş sıcağı görürler ne de zemheriri.. Cennet ağaçları salar gölgelerini her yandan üzerlerine.. ve meyveleri devşirilmeye hazır sarkmıştır burunlarının dibine." (Bunlar da, İnsan Sûresi'nin bir-iki dar meali.) "O gün mutlulukla tüllenen öyle yüzler vardır ki, emeklerinin neticeleriyle lütuflandırıldıklarından ötürü o yüksek Cennet'te tam bir hoşnutluk içindedirler.. ve bulundukları yerde boş söz de işitmezler... Orada fışkırıp akan kaynaklar, (oturmaya müsait) yüksek kanepeler, içmeye hazır (dolu) kadehler, yaslanılacak yastıklar ve nefislerden nefis döşemeler vardır." (Gâşiye'den bir kırık meal.) "İşte bunlar, mükâfatları, içinde devamlı kalacakları altından ırmaklar akan 'Adn' Cennetleri'dir. (Dahası) Allah onlardan, onlar da Allah'tan hoşnutturlar ve bu rıza makamı da, sadece Rabbi'ne karşı saygılı ve haşyet içinde bulunanlara mahsustur. (Beyyine'den incelikleri düşünülmeden alınmış ayrı bir meal.) Evet, "bunların mükâfatları, Adn Cennetleri'dir; girerler oraya kollarında altın bilezikler, süslenmiş olarak incilerle ve elbiseleri de ipektendir. (Girerken de) 'hamdolsun, bizden her türlü tasayı, kederi gideren Allah'a; doğrusu Rabbimiz Gafûr'dur, yarlığar hepimizi; Şekûr'dur, yaptıklarımızın kat katıyla mükâfatlandırır bizi' derler." (Fâtır'dan kısa bir alıntı.)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Eğer, sırf cismaniyet adına dahi olsa, ölümün arka yüzü bu ise, bu ten kafesinin parçalanıp dağılmasına ağlayıp inlemek değil, bizi dar bir zindandan, genişlerden geniş bağlara bahçelere alıp götürdüğü için sevinmeliyiz; sevinmeliyiz zira, gönüllerimizde kendini hissettiren ve rüyalarımızın menfezleriyle her gece ruhlarımıza tebessümler yağdıran o büyülü ve baş döndüren âlemin biricik köprüsü var. O da ölümdür; O'nun emri ve izni dairesinde gelen ölüm... Ölümün hakikatini kavramış gönlü imanla, duyguları da aşk ve heyecanla köpük köpük bir muhabbet kahramanı bin can ile koşar Sevgili'ye. O'na kavuşunca da, dünyevî benliğiyle şekerler gibi erir ve şerbete dönüşür. Farklılaşır ve uhrevîlerin letafetine ulaşır... Rûhânîlerin "hayhuy"u ve meleklerin kanat sesleriyle banyo yapar. Başkalarının, nefsânî kirleriyle çevrelerinde tiksinti uyardıkları bitevî ve tulûu, gurûbu olmayan kederlerle yoğrulduğu kesintisiz bir zamanda o, gül gibi elden ele dolaşır ve uğradığı her yerde misk ü amber gibi koklanır. Can Hükümdarı da, ona başları döndüren, gözleri kamaştıran ebedî sultanlıklar bahşeder.. onu her zaman yeni yeni teveccühlerle iltifatlandırır.. hususî muamelelerle ağırlar.. Cemaliyle ufkunu aydınlatır.. hoşnutluğundan besteler dinletir ve ruhuna kâse kâse güzellikler içirir. Var olmayı ganimet bilip değerlendirmiş bir mârifet eri; imanı ve aşk u şevki ölçüsünde âhiret pazarının her menzilinde incilerin, elmasların gördüğü teveccühü görür; hayatını suiistimal edenlerin, zifiri karanlıklarda ürkek ürkek dolaşmasına karşılık o, hep ışık görür, ışıklarla hasbıhal eder; ışık atmosferinde sabahlar ve akşamlar; ışık yudumlar ve ışıklar içinde sermest dolaşır; onun ufkuna asla gece uğramaz ve onun mağriplerini katiyen gurublar karartamaz. Otağını böyle bir ufka kuran bahtiyar, hemen her zaman insanî duygularının yaratılışına gaye teşkil eden şahikalarda dolaşır; irade ufkundan şuur zirvesine, şuur zirvesinden kalb arşına yükselir ve yükseldiği her burçta kendini ayrı bir mevhibe sofrasının başında bulur ve ayrı bir temâşâ zevkinin vecdini yaşar. Bunlar idrakleri aşkın öyle lütuflardır ki, bir kısmını dünyada bazı gönül erleri duysalar da, tamamını yaşayıp hissetmek âhirete mahsustur. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu hususiyete mazhar olacak bir mü'min, hiçbir petekte bulamayacağı balı, hiçbir yerde elde edemeyeceği kaymağı, orada dili damağı arasında bulur. Bu bildiğimiz göklerin ve yerlerin bulunmadığı o sihirli dünyada her şey, bütün o feyizler ve güzellikler kaynağı etrafında sabahlar-akşamlar; sadece O'nu görür, O'nu bilir, O'nu duyar ve O'nun câzibesiyle kendi mahiyet çizgisinin üstüne yükselerek, O'nun varlığının ziyasına bağlanır ve pâr pâr parlamaya başlar.. ve </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir şûlesi var ki şem-i cânın</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Fânûsuna sığmaz âsumânın (<em>Gâlib)</em> hakikatinin mücessem bir misali olur. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Eğer bütün bu mazhariyetlere ölüm köprüsünden geçilerek ulaşılabiliyorsa, bence ölüm insanın en tatlı emeli olmalı.. ama hayata çağrı ve ona mazhariyet bize ait olmadığı gibi, ölümü arzu etmek ve istemek de bizim hakkımız değildir. Yaratan çağırınca severek O'na koşarız; "hele az daha durun" dediğinde de, vuslata karşı sabır mülâhazasıyla dişimizi sıkar dayanırız. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">SEVGİLİLER DİYARINA YOLCULUK</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan ölüme ve ahiret yolculuğuna her zaman hazır olmalı. Annesinin baş örtüsü gibi içi-dışı temiz bir şekilde öteden gelecek daveti beklemeli. Çünkü ne zaman “gel” denileceği belli değil. Öyleyse her an temiz durmalı, saf kalmalı. Akıl, mantık, kalb, kafa, duygu ve düşünceleri daima berrak tutmalı ve gitmeye hazır durmalı. Aynı otobanlar gibi bu yolun da hususi bir çıkışı yok. Bu hayat yolunda da her yerde çıkış olabilir. Nasıl ki sağından solundan sağlam bariyerlerle çevrilmiş bir otobanda giderken bazen birden bariyerlerin açıldığını, dışarıya bir yol çıktığını ve bazılarının bu yolu takip ederek otobandan ayrıldığını görüyoruz; işte onun gibi hayat otobanında da yer yer çıkışlar vardır ve bizim çıkışımızın yolun her hangi bir bölümünde karşımıza çıkması muhtemeldir. O çıkışa hazır değilsek bir kazaya kurban gitmemiz de kaçınılmazdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesela; birisinin içinden kendini beğenme hissi geçebilir. İşte tam o esnada “gel” derlerse, o zaman insan Allah’ın huzuruna bir firavun gibi düşer. Ömür boyu ibadet ü taat içinde yaşamış ama sonunda kaybetmiş Bel’am b. Bâurâ gibi birisi olarak düşer. Evet, hazır olmak lazım.. kendini rütbesiz bir nefer gibi görerek vazife yapma gayreti içinde hazır olmak lazım. İnsan, O’nun varlığının ziyasının gölgesinin gölgesi; O olmasa hiçbir şey ifade etmeyen bir varlık. Öyleyse iddia niye? Varlık O’ndan, herşey O’ndansa iddia niye?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, “Men kerihe likâallah kerihallahu likaeh - Allah’a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseyle Allah da mülâkî olmayı istemez.” İşte, Allah’a kavuşmayı arzulama ölüme hazır olma demektir; ahirete, haşre, yeniden dirilmeye kat’i inanma ve ebedi saadeti yakalama azm u gayreti içinde bulunma demektir. Samimi bir kulun hali de budur; o öteyi sevgililer diyarı ve ebedi saadet yurdu olarak bilir.. bilir de tertemiz olarak oraya gidip onlara kavuşmak için bu dünyada da hep saf ve duru bir hayat yaşayarak yolculuğa hazır, ötelere müştak bir tavır sergiler. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bununla beraber, bazı büyük zatların zahiren bakıldığında ölümden korktukları zannını hasıl edecek sözleri olabilir. Vazife ve misyon itibarıyla yapacakları şeylerle alakalı olarak, onların hayatta kalmalarına bağlı bazı hususların ihmali ve sarsılması endişelerini bir korku şeklinde algılama muhtemeldir. Mesela, “Ben ölürsem beni örnek alanlar, nasihatlarımı dinleyenler dağılır; vahdetlerini koruyamazlar. Yapılması gerekli olan şeyler aksar; kulluk vazifelerinde gevşeklik gösterilebilir.” gibi mülahazalar olabilir. Çok nadir insanlar, Bediüzzaman gibi kimselerin varlığı başka insanların varlığını toparlayıcı olur. Sebepleri izzet-i azametine perde yapan Cenâb-ı Allah, Bediüzzaman gibi insanlara da bir misyon yüklemiştir. Onların fikdanında (yokluğunda) iftiraklar, tereddütler olabilir. Dolayısıyla O’nun gibi bir insanın ahireti istemesi kendi nefsi adınadır. Burada kalması ise, Efendimizin miraçtan nüzulü, tekrar aramıza dönmesi gibi dini adına olur. Bundan dolayı hayatına, sağlığına dikkat eder; yaşamak için değil başkalarını yaşatmak için dikkat eder. Oksijen insandır o. Yoksa Allah’a, Peygamber’e, haşr u neşre inanmış insan için ölüm rahmettir. İşte, bizim büyük zevatın ölümle alakalı endişe ifade ediyor gibi görünen sözlerini vazife ve misyonlarıyla irtibatlandırarak böyle yorumlamamız icab eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Dosttan, ahbaptan ayrılma yer yer bir hicran şeklinde kendisini hissettirebilir. Zayıf bir rivayette, son günlerinde Rasul-ü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ashab-ı kiram efendilerimize bakarak duygulandığı anlatılıyor. Dostlardan böylesi bir ayrılık askere gitme gibidir. Hani anne-baba evlatlarını askere gönderirken ağlarlar. Bu da askere gitme gibi muvakkat (geçici) bir ayrılmadır. Sonradan dirilmeye inananlar böyle inanır; hayatı bir askerlik, vefatı da bir terhis kabul ederler. Ayrılırken ağlayabilirler fakat bu ağlama arzettiğimiz manâda olur. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">CAN HULKUMA GELMEDEN</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan ölüm anında şuuraltına yerleşmiş düşüncelere göre hareket eder. Nice insanlar vardır ki, ölüm anında neler neler sayıklayarak ölmüşlerdir.! Onun için, inanılacak şeylere, can hulkuma gelmeden önce inanmak ve bunu bir şuur hâline getirmek çok önemlidir. Aksi halde, o imânın insanı kurtarması, başka bir ifadeyle kurtarıcı imân olması bir hayli zordur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Herkes, son anında ve daha sonrasında kendi seviyesine göre, bir hayli “keşke” diyecektir. Keşke imân etmiş olsaydım. Keşke imânımla ayne’l-yakîn mertebelerinde seyr ü seyahat edebilseydim. Keşke hakka’l-yakîn’e ulaşabilseydim.. Keşke bütün doğruları vicdanımda duyup yaşayabilseydim..!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, “keşke”ler çok.. ve Kur’ân, pişmanlık dolu böyle “keşke”lere işâretler eder (Furkan, 25/28). Ama bu makamda söylenecek “keşke”lerin insana faydası olmayacaktır. O tefekkür burada yapılmalı ki, bir fayda versin ve orada menfaati dokunsun.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">HAYAT VE ÖLÜM</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bediüzzaman Hazretleri, “tûl-i emelin menşei tevehhüm-ü ebediyettir” diyor. Ne müthiş tesbît! Halbuki basiretle bakan görür ki, hayat ile ölüm arasında çok ince bir perde var. Bu perdenin her an aralanması mümkün. Durum böyle iken, bitmek tükenmek bilmeyen arzuların peşinden koşmak niye? Allah’a hamd ederim. Belki günde defalarca ölümümü kolluyor ve gözlüyorum, ama bir türlü gelmiyor.. gelmiyor ve tabii O’nun emir ve rızasının dışında istek, talep ve müdahele hakkımız da yok!</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÖLÜLERİ YAKMA</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Geçenlerde ölen birisi cesedinin yakılmasını vasiyet etmiş; o bu düşüncesiyle âdeta, Hz. Adem’den bu yana bütün dinlerin fasl-ı müştereki sayılabilecek olan ölülerin toprağa gömülmesi meselesine karşı çıkmış oluyor. Halbuki Kur’ân-ı Kerim’de müşahede ettiğimiz gibi ilk insanlardan kardeşini öldüren Kâbil, bir karganın delâletiyle onu gömüyor ve bu süreci başlatıyor. Dinler arenası olan Hindistan’da, bazı sözde dinlerde cesetlerin yakılması söz konusu olsa bile, semavî bütün dinlerde ölü gömme bir fasl-ı müşterektir. Hatta, İslâm hariç, diğer dinler çok hükümlerinde tahrife uğramış olmalarına rağmen, ölüleri gömme hiç tahrife uğramadan bugüne kadar devam edegelmiştir. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gerçi bir hadis-i şerifte Allah Rasulü cesedini yakma tavsiyesi yapan bir zattan bahseder. Bu zat oğullarına; “cesedimi yakın ve külümü savurun” der, onlar da yakar ve külünü savururlar. Daha sonrasını Allah Rasulü şöyle hikaye eder: “Allah onun zerratını biraraya getirir ve ona, ‘neden?’ diye sorar. O zât da: ‘Günahlarımla huzuruna çıkmak endişe ve korkusundan’ der.” Görüldüğü gibi burada mülâhaza çok farklıdır. Keşke bu mülâhaza bizim de ruhlarımızı sarsa!. Böyle endişeler bizim de davranışlarımızın mihrakı olsa! Fakat bu ve buna benzer mülâhazalar olmadıktan sonra, “telâkki bi’l-kabule” mazhar olmuş ve insanlık tarihi boyunca uygulana gelen bir gerçeğe karşı çıkmanın hiçbir mânâsı yoktur. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÖLÜM TURNİKESİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan, meleklere karşı vesile-i iftihar olabilecek mahiyette yaratılmış bir varlıktır. Ancak insan, iman ve salih amelle küheylânını, ihsan zirvelerine doğru kamçılayamazsa, olduğu yerde kalır ve sukût eder. Evet insanın mahiyet ve hilkatinde hedeflenen safvet ve derinliğe ulaşması, ancak iman ve salih amelle mümkündür. Zaten, “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır” (Tin/1-6) âyeti de bunu ifade etmiyor mu? </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve işte bu insan, daha dünyaya geldiği andan itibaren, ölüm turnikesine girmiş ve bütün hayatı boyunca da varacağı kabir salonuna doğru, zaman koridorunu adımlamaya başlamış demektir. Yani insan, “İnna lillah”tan başlayıp “İnna ileyhi”ye doğru giden bir yolcudur. Bu yolculukta geçen her dakika, her saat, her gün ve her sene, onu eceline bir adım daha yaklaştırmaktadır. Gönenli Mehmet Efendi'ye izafe edilen şu sözler, bu hakikati avamca, ama ne hoş ifade eder: </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Saatin zinciri bitince eylemez tık tık;</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Vakt-i merhûnu gelince ruha derler çık çık!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hakk'a kulluk eyle zira,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ahirette dinlemezler hık mık... </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir başkası da bu duyguyu şöyle seslendirir: </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kaderde ne ise olur etme merak!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Nefsine uyma Hakk'ın emrine bak!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Akibet gözünü doldurur bir avuç toprak. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, günler su gibi akıp giderken, insan her geçen gün bir adım daha ahiret yurduna doğru yaklaşmaktadır. Bu sebeple de insan, hayatının her karesini ibadet felsefesi ve kulluk şuuruyla örgülemeli.. örgülemeli ve bu cebrî çekiş ve tabi itişi, hayatı tatlı yaşama mevzuunda kendi terakkisi için bir güç kaynağı olarak kabul etmeli ve değerlendirmelidir.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 82857, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]PIRLANTA SER[/FONT][FONT=Tahoma]İSİ…[/FONT] [FONT=Tahoma]ÖLÜMÜN ÖTEKİ YÜZÜ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve katiyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Hastalık, yaşlılık, harb u darp, trafik kazaları ve deprem gibi ölüm sebebi sayılan hâdiseler zuhur ettikçe, o da tir tir titrer; kabrin yalnızlık ve vahşetini düşünerek ürperir ve hayatını tahammül edilmez bir azaba çevirir.. evet böylelerine göre, insan ölünce her şey biter. Ceset toprağa dönüşmek üzere ebedî istirahatgâhına tevdî edilir. Her şey ve her yer yokluğun karanlığına gömülür; şâirin ifadesiyle: "Artık güneş görünmez olur, rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur." Ebed için yaratılan, ebede namzet bulunan bir insanın böyle bir telâkki ile ne kadar muzdarip olacağı açıktır. Böyle bir ebed arzusunu, vicdanını dinleyen biri: "Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez, nedendir?" diyerek seslendirir ki, üzerinde durulmaya değer. [/FONT] [FONT=Tahoma]Oysaki ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, kabir de bir topraklaşma çukuru, bir yalnızlık ve vahşet hücresi değildir. Ölüm, yaratılırken belli bir plân, program, hikmet ve maslahata göre yaratılan insanın, yine bir plân ve programa bağlı olarak bir buuddan başka bir buuda intikali, bir hâl değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-i aslîsine dönerek, inanç ve davranışlarının belirleyiciliği ile tabiî, müstakim ruhların iç içe vuslatlar koridoruna girip, Yaratan'la "bî kem u keyf" yüz yüze gelip görüşmeye yürümesi ve rıdvan yudumlaması demektir. Keza kabir de, görülüp zannedildiği gibi karanlık bir kuyu, yoklukla muhat bir çukur ve tecrit odası değil, aksine, aydınlıklara açılan bir kapı, insanı nûrânî âlemlere taşıyan bir koridor ve ruhun ötelere yükselmesi adına bir rampadır. Hz. Şâhid-i Ezelî karşısında resmi geçit vazifesini tamamlayan veya asker olarak bulundukları bu dünyada engin bir hizmet şuuruyla imanlarını ibadetlerle, ibadetlerini de ihsanla derinleştirip ebedî bir mutluluğa tam hazırlanmış olanlar yürürler bu koridordan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği tasavvurları aşkın saadetlere. [/FONT] [FONT=Tahoma]Evet ölüm, bizim için, her zaman rûhun dolaşıp durduğu çok buudlu bir mekâna ve çok derinlikli bir zamana kulluk vazifesinden terhis mânâsına, Cenab-ı Hakk'ın "Haydi şimdi bütünüyle bana gel!" demesinden başka bir şey değildir. O'nu gönülden tanıyıp sevenler için bu "gel" deyişin üslûbunda öyle bir iltifat ve öyle baş döndürücü bir teveccüh vardır ki; "Ey gönlü itmi'nana ve huzura ermiş ruh! Sen O'ndan, O da senden razı olarak dön Rabbine.! Katıl has kullarıma ve gir cennetime!" şeklindeki çağrıyı alan ruh, bir dakika bile burada kalmak istemez. Zira bu çağrının mânâsı, dünyanın sıkıntı, dağdağa ve boğucu havasından sıyrıl.! Yitirdiğin Cennet'e ve ruhun asıl yurduna dön, demektir. Ölümü, bu mânâda bir iltifat çağrısı kabul edenler, dünyaya gelişi bir memuriyet ve askerlik, ondan ayrılışı da bir terhis, bir ikinci doğum ve bir ebedî varoluşa uyanma şeklinde anlar ve merdane yürürler kabre doğru. Azrail arkadaşlığını, İsrafil dostluğuyla bir bilir, Allah'a yürüme ânının her lâhzasını Cebrail rehberliğinde miraca yükseliyor gibi zevk ederler. Aslında mü'min, ölüp mezara gömülmeyi, sümbül vermek için toprağın bağrına saçılan bir tohum ve insan olmaya koşan bir sperm gibi görür. [/FONT] [FONT=Tahoma]Hangi tohum vardır ki, toprağa atılmış da başağa yürümemiştir.! Hangi sperm vardır ki, "rahm-i mâder"e düşmüş de, orada yokluğa mahkûm olmuştur! Allah, insanı kendi ruhuyla şereflendirmiş ve onu bir ebediyet üveyki olarak donatmıştır. Ceset çürüyüp dağılsa da ruh, O'nun varlığının gölgesinde ebedlere kadar yaşayacaktır. Zaten canı, Can Sahibi'nin aldığını bilenler için ölüm âdeta bir baldır, bir kaymaktır. Onlar için ölüm ve mezar bir perde; bitmeyen bir cümbüş vardır, o da az ilerde. Daha şimdiden onlar, imanları, inanç zenginlikleri ve mârifet ufukları ölçüsünde gönül dünyalarında Naîm Cennetleri'nin en mûtena yerlerinde karşı karşıya oturmaktadırlar mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde.. döner durur çevrelerinde çelik-çavak gençler, ellerinde kevserlerle köpüren testiler, sürahiler, kadehler... Onlar, ne bir baş ağrısı duyar ne de sarhoşluk hissederler.. ve tercihi kendilerine ait, başlarının üstünde istedikleri kadar meyveler... Canlarının çektiği kuş etleri, sadefleri içinde inciler gibi el değmemiş elâ gözlü eşler.. dal bastı kirazlar.. salkım salkım dolgun muzlar.. uzayıp giden gölgeler.. şakır şakır çağıldayan sular.. ardı arkası kesilmeyen ve yasakla sınırlandırılmayan meyveler... (Bu yaklaşık mealler, Vâkıa'dan.) Her zaman iyiliğe kilitlenmiş bu insanlar "salarlar kendilerini öyle koltuklara ki, orada ne güneş sıcağı görürler ne de zemheriri.. Cennet ağaçları salar gölgelerini her yandan üzerlerine.. ve meyveleri devşirilmeye hazır sarkmıştır burunlarının dibine." (Bunlar da, İnsan Sûresi'nin bir-iki dar meali.) "O gün mutlulukla tüllenen öyle yüzler vardır ki, emeklerinin neticeleriyle lütuflandırıldıklarından ötürü o yüksek Cennet'te tam bir hoşnutluk içindedirler.. ve bulundukları yerde boş söz de işitmezler... Orada fışkırıp akan kaynaklar, (oturmaya müsait) yüksek kanepeler, içmeye hazır (dolu) kadehler, yaslanılacak yastıklar ve nefislerden nefis döşemeler vardır." (Gâşiye'den bir kırık meal.) "İşte bunlar, mükâfatları, içinde devamlı kalacakları altından ırmaklar akan 'Adn' Cennetleri'dir. (Dahası) Allah onlardan, onlar da Allah'tan hoşnutturlar ve bu rıza makamı da, sadece Rabbi'ne karşı saygılı ve haşyet içinde bulunanlara mahsustur. (Beyyine'den incelikleri düşünülmeden alınmış ayrı bir meal.) Evet, "bunların mükâfatları, Adn Cennetleri'dir; girerler oraya kollarında altın bilezikler, süslenmiş olarak incilerle ve elbiseleri de ipektendir. (Girerken de) 'hamdolsun, bizden her türlü tasayı, kederi gideren Allah'a; doğrusu Rabbimiz Gafûr'dur, yarlığar hepimizi; Şekûr'dur, yaptıklarımızın kat katıyla mükâfatlandırır bizi' derler." (Fâtır'dan kısa bir alıntı.)[/FONT] [FONT=Tahoma]Eğer, sırf cismaniyet adına dahi olsa, ölümün arka yüzü bu ise, bu ten kafesinin parçalanıp dağılmasına ağlayıp inlemek değil, bizi dar bir zindandan, genişlerden geniş bağlara bahçelere alıp götürdüğü için sevinmeliyiz; sevinmeliyiz zira, gönüllerimizde kendini hissettiren ve rüyalarımızın menfezleriyle her gece ruhlarımıza tebessümler yağdıran o büyülü ve baş döndüren âlemin biricik köprüsü var. O da ölümdür; O'nun emri ve izni dairesinde gelen ölüm... Ölümün hakikatini kavramış gönlü imanla, duyguları da aşk ve heyecanla köpük köpük bir muhabbet kahramanı bin can ile koşar Sevgili'ye. O'na kavuşunca da, dünyevî benliğiyle şekerler gibi erir ve şerbete dönüşür. Farklılaşır ve uhrevîlerin letafetine ulaşır... Rûhânîlerin "hayhuy"u ve meleklerin kanat sesleriyle banyo yapar. Başkalarının, nefsânî kirleriyle çevrelerinde tiksinti uyardıkları bitevî ve tulûu, gurûbu olmayan kederlerle yoğrulduğu kesintisiz bir zamanda o, gül gibi elden ele dolaşır ve uğradığı her yerde misk ü amber gibi koklanır. Can Hükümdarı da, ona başları döndüren, gözleri kamaştıran ebedî sultanlıklar bahşeder.. onu her zaman yeni yeni teveccühlerle iltifatlandırır.. hususî muamelelerle ağırlar.. Cemaliyle ufkunu aydınlatır.. hoşnutluğundan besteler dinletir ve ruhuna kâse kâse güzellikler içirir. Var olmayı ganimet bilip değerlendirmiş bir mârifet eri; imanı ve aşk u şevki ölçüsünde âhiret pazarının her menzilinde incilerin, elmasların gördüğü teveccühü görür; hayatını suiistimal edenlerin, zifiri karanlıklarda ürkek ürkek dolaşmasına karşılık o, hep ışık görür, ışıklarla hasbıhal eder; ışık atmosferinde sabahlar ve akşamlar; ışık yudumlar ve ışıklar içinde sermest dolaşır; onun ufkuna asla gece uğramaz ve onun mağriplerini katiyen gurublar karartamaz. Otağını böyle bir ufka kuran bahtiyar, hemen her zaman insanî duygularının yaratılışına gaye teşkil eden şahikalarda dolaşır; irade ufkundan şuur zirvesine, şuur zirvesinden kalb arşına yükselir ve yükseldiği her burçta kendini ayrı bir mevhibe sofrasının başında bulur ve ayrı bir temâşâ zevkinin vecdini yaşar. Bunlar idrakleri aşkın öyle lütuflardır ki, bir kısmını dünyada bazı gönül erleri duysalar da, tamamını yaşayıp hissetmek âhirete mahsustur. [/FONT] [FONT=Tahoma]Bu hususiyete mazhar olacak bir mü'min, hiçbir petekte bulamayacağı balı, hiçbir yerde elde edemeyeceği kaymağı, orada dili damağı arasında bulur. Bu bildiğimiz göklerin ve yerlerin bulunmadığı o sihirli dünyada her şey, bütün o feyizler ve güzellikler kaynağı etrafında sabahlar-akşamlar; sadece O'nu görür, O'nu bilir, O'nu duyar ve O'nun câzibesiyle kendi mahiyet çizgisinin üstüne yükselerek, O'nun varlığının ziyasına bağlanır ve pâr pâr parlamaya başlar.. ve [/FONT] [FONT=Tahoma]Bir şûlesi var ki şem-i cânın Fânûsuna sığmaz âsumânın ([I]Gâlib)[/I] hakikatinin mücessem bir misali olur. [/FONT] [FONT=Tahoma]Eğer bütün bu mazhariyetlere ölüm köprüsünden geçilerek ulaşılabiliyorsa, bence ölüm insanın en tatlı emeli olmalı.. ama hayata çağrı ve ona mazhariyet bize ait olmadığı gibi, ölümü arzu etmek ve istemek de bizim hakkımız değildir. Yaratan çağırınca severek O'na koşarız; "hele az daha durun" dediğinde de, vuslata karşı sabır mülâhazasıyla dişimizi sıkar dayanırız. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]SEVGİLİLER DİYARINA YOLCULUK[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İnsan ölüme ve ahiret yolculuğuna her zaman hazır olmalı. Annesinin baş örtüsü gibi içi-dışı temiz bir şekilde öteden gelecek daveti beklemeli. Çünkü ne zaman “gel” denileceği belli değil. Öyleyse her an temiz durmalı, saf kalmalı. Akıl, mantık, kalb, kafa, duygu ve düşünceleri daima berrak tutmalı ve gitmeye hazır durmalı. Aynı otobanlar gibi bu yolun da hususi bir çıkışı yok. Bu hayat yolunda da her yerde çıkış olabilir. Nasıl ki sağından solundan sağlam bariyerlerle çevrilmiş bir otobanda giderken bazen birden bariyerlerin açıldığını, dışarıya bir yol çıktığını ve bazılarının bu yolu takip ederek otobandan ayrıldığını görüyoruz; işte onun gibi hayat otobanında da yer yer çıkışlar vardır ve bizim çıkışımızın yolun her hangi bir bölümünde karşımıza çıkması muhtemeldir. O çıkışa hazır değilsek bir kazaya kurban gitmemiz de kaçınılmazdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesela; birisinin içinden kendini beğenme hissi geçebilir. İşte tam o esnada “gel” derlerse, o zaman insan Allah’ın huzuruna bir firavun gibi düşer. Ömür boyu ibadet ü taat içinde yaşamış ama sonunda kaybetmiş Bel’am b. Bâurâ gibi birisi olarak düşer. Evet, hazır olmak lazım.. kendini rütbesiz bir nefer gibi görerek vazife yapma gayreti içinde hazır olmak lazım. İnsan, O’nun varlığının ziyasının gölgesinin gölgesi; O olmasa hiçbir şey ifade etmeyen bir varlık. Öyleyse iddia niye? Varlık O’ndan, herşey O’ndansa iddia niye?[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, “Men kerihe likâallah kerihallahu likaeh - Allah’a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseyle Allah da mülâkî olmayı istemez.” İşte, Allah’a kavuşmayı arzulama ölüme hazır olma demektir; ahirete, haşre, yeniden dirilmeye kat’i inanma ve ebedi saadeti yakalama azm u gayreti içinde bulunma demektir. Samimi bir kulun hali de budur; o öteyi sevgililer diyarı ve ebedi saadet yurdu olarak bilir.. bilir de tertemiz olarak oraya gidip onlara kavuşmak için bu dünyada da hep saf ve duru bir hayat yaşayarak yolculuğa hazır, ötelere müştak bir tavır sergiler. [/FONT] [FONT=Tahoma]Bununla beraber, bazı büyük zatların zahiren bakıldığında ölümden korktukları zannını hasıl edecek sözleri olabilir. Vazife ve misyon itibarıyla yapacakları şeylerle alakalı olarak, onların hayatta kalmalarına bağlı bazı hususların ihmali ve sarsılması endişelerini bir korku şeklinde algılama muhtemeldir. Mesela, “Ben ölürsem beni örnek alanlar, nasihatlarımı dinleyenler dağılır; vahdetlerini koruyamazlar. Yapılması gerekli olan şeyler aksar; kulluk vazifelerinde gevşeklik gösterilebilir.” gibi mülahazalar olabilir. Çok nadir insanlar, Bediüzzaman gibi kimselerin varlığı başka insanların varlığını toparlayıcı olur. Sebepleri izzet-i azametine perde yapan Cenâb-ı Allah, Bediüzzaman gibi insanlara da bir misyon yüklemiştir. Onların fikdanında (yokluğunda) iftiraklar, tereddütler olabilir. Dolayısıyla O’nun gibi bir insanın ahireti istemesi kendi nefsi adınadır. Burada kalması ise, Efendimizin miraçtan nüzulü, tekrar aramıza dönmesi gibi dini adına olur. Bundan dolayı hayatına, sağlığına dikkat eder; yaşamak için değil başkalarını yaşatmak için dikkat eder. Oksijen insandır o. Yoksa Allah’a, Peygamber’e, haşr u neşre inanmış insan için ölüm rahmettir. İşte, bizim büyük zevatın ölümle alakalı endişe ifade ediyor gibi görünen sözlerini vazife ve misyonlarıyla irtibatlandırarak böyle yorumlamamız icab eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]Dosttan, ahbaptan ayrılma yer yer bir hicran şeklinde kendisini hissettirebilir. Zayıf bir rivayette, son günlerinde Rasul-ü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ashab-ı kiram efendilerimize bakarak duygulandığı anlatılıyor. Dostlardan böylesi bir ayrılık askere gitme gibidir. Hani anne-baba evlatlarını askere gönderirken ağlarlar. Bu da askere gitme gibi muvakkat (geçici) bir ayrılmadır. Sonradan dirilmeye inananlar böyle inanır; hayatı bir askerlik, vefatı da bir terhis kabul ederler. Ayrılırken ağlayabilirler fakat bu ağlama arzettiğimiz manâda olur. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]CAN HULKUMA GELMEDEN[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İnsan ölüm anında şuuraltına yerleşmiş düşüncelere göre hareket eder. Nice insanlar vardır ki, ölüm anında neler neler sayıklayarak ölmüşlerdir.! Onun için, inanılacak şeylere, can hulkuma gelmeden önce inanmak ve bunu bir şuur hâline getirmek çok önemlidir. Aksi halde, o imânın insanı kurtarması, başka bir ifadeyle kurtarıcı imân olması bir hayli zordur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Herkes, son anında ve daha sonrasında kendi seviyesine göre, bir hayli “keşke” diyecektir. Keşke imân etmiş olsaydım. Keşke imânımla ayne’l-yakîn mertebelerinde seyr ü seyahat edebilseydim. Keşke hakka’l-yakîn’e ulaşabilseydim.. Keşke bütün doğruları vicdanımda duyup yaşayabilseydim..![/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, “keşke”ler çok.. ve Kur’ân, pişmanlık dolu böyle “keşke”lere işâretler eder (Furkan, 25/28). Ama bu makamda söylenecek “keşke”lerin insana faydası olmayacaktır. O tefekkür burada yapılmalı ki, bir fayda versin ve orada menfaati dokunsun.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]HAYAT VE ÖLÜM[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Bediüzzaman Hazretleri, “tûl-i emelin menşei tevehhüm-ü ebediyettir” diyor. Ne müthiş tesbît! Halbuki basiretle bakan görür ki, hayat ile ölüm arasında çok ince bir perde var. Bu perdenin her an aralanması mümkün. Durum böyle iken, bitmek tükenmek bilmeyen arzuların peşinden koşmak niye? Allah’a hamd ederim. Belki günde defalarca ölümümü kolluyor ve gözlüyorum, ama bir türlü gelmiyor.. gelmiyor ve tabii O’nun emir ve rızasının dışında istek, talep ve müdahele hakkımız da yok![/FONT] [B][FONT=Tahoma]ÖLÜLERİ YAKMA[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Geçenlerde ölen birisi cesedinin yakılmasını vasiyet etmiş; o bu düşüncesiyle âdeta, Hz. Adem’den bu yana bütün dinlerin fasl-ı müştereki sayılabilecek olan ölülerin toprağa gömülmesi meselesine karşı çıkmış oluyor. Halbuki Kur’ân-ı Kerim’de müşahede ettiğimiz gibi ilk insanlardan kardeşini öldüren Kâbil, bir karganın delâletiyle onu gömüyor ve bu süreci başlatıyor. Dinler arenası olan Hindistan’da, bazı sözde dinlerde cesetlerin yakılması söz konusu olsa bile, semavî bütün dinlerde ölü gömme bir fasl-ı müşterektir. Hatta, İslâm hariç, diğer dinler çok hükümlerinde tahrife uğramış olmalarına rağmen, ölüleri gömme hiç tahrife uğramadan bugüne kadar devam edegelmiştir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Gerçi bir hadis-i şerifte Allah Rasulü cesedini yakma tavsiyesi yapan bir zattan bahseder. Bu zat oğullarına; “cesedimi yakın ve külümü savurun” der, onlar da yakar ve külünü savururlar. Daha sonrasını Allah Rasulü şöyle hikaye eder: “Allah onun zerratını biraraya getirir ve ona, ‘neden?’ diye sorar. O zât da: ‘Günahlarımla huzuruna çıkmak endişe ve korkusundan’ der.” Görüldüğü gibi burada mülâhaza çok farklıdır. Keşke bu mülâhaza bizim de ruhlarımızı sarsa!. Böyle endişeler bizim de davranışlarımızın mihrakı olsa! Fakat bu ve buna benzer mülâhazalar olmadıktan sonra, “telâkki bi’l-kabule” mazhar olmuş ve insanlık tarihi boyunca uygulana gelen bir gerçeğe karşı çıkmanın hiçbir mânâsı yoktur. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]ÖLÜM TURNİKESİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İnsan, meleklere karşı vesile-i iftihar olabilecek mahiyette yaratılmış bir varlıktır. Ancak insan, iman ve salih amelle küheylânını, ihsan zirvelerine doğru kamçılayamazsa, olduğu yerde kalır ve sukût eder. Evet insanın mahiyet ve hilkatinde hedeflenen safvet ve derinliğe ulaşması, ancak iman ve salih amelle mümkündür. Zaten, “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır” (Tin/1-6) âyeti de bunu ifade etmiyor mu? [/FONT] [FONT=Tahoma]Ve işte bu insan, daha dünyaya geldiği andan itibaren, ölüm turnikesine girmiş ve bütün hayatı boyunca da varacağı kabir salonuna doğru, zaman koridorunu adımlamaya başlamış demektir. Yani insan, “İnna lillah”tan başlayıp “İnna ileyhi”ye doğru giden bir yolcudur. Bu yolculukta geçen her dakika, her saat, her gün ve her sene, onu eceline bir adım daha yaklaştırmaktadır. Gönenli Mehmet Efendi'ye izafe edilen şu sözler, bu hakikati avamca, ama ne hoş ifade eder: [/FONT] [FONT=Tahoma]Saatin zinciri bitince eylemez tık tık; Vakt-i merhûnu gelince ruha derler çık çık! Hakk'a kulluk eyle zira, Ahirette dinlemezler hık mık... [/FONT] [FONT=Tahoma]Bir başkası da bu duyguyu şöyle seslendirir: [/FONT] [FONT=Tahoma]Kaderde ne ise olur etme merak! Nefsine uyma Hakk'ın emrine bak! Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak, Akibet gözünü doldurur bir avuç toprak. [/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, günler su gibi akıp giderken, insan her geçen gün bir adım daha ahiret yurduna doğru yaklaşmaktadır. Bu sebeple de insan, hayatının her karesini ibadet felsefesi ve kulluk şuuruyla örgülemeli.. örgülemeli ve bu cebrî çekiş ve tabi itişi, hayatı tatlı yaşama mevzuunda kendi terakkisi için bir güç kaynağı olarak kabul etmeli ve değerlendirmelidir.[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Mevt
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst