Mesnevİ-İ nurİye derslerİ 4.13.reŞhalar(devami) onİkİncİ reŞha(devami)

uður1

Well-known member
MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 4.13.REŞHALAR(DEVAMI)
ONİKİNCİ REŞHA(DEVAMI)
Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü san’at dahi risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delâlet ve şehadet eden kat’î bir delildir. Zira, şu ziynetli masnuatın cemâli, hüsn-i san’at ve ziyneti izhar eder. San’at ve suretin güzelliği, Sânide güzelleştirmek ve ziynetlendirmek isteği mevcut olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve zînetlendirmek sıfatları, Sâniin san’atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise, masnuatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü o muhabbetin mazhar ve medarı insandır. İnsan dahi masnuatın en câmi ve en garibi olduğundan, şecere-i hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası arasında en câmi ve baîd bir cüzdür. İnsan zîşuur ve câmi olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere i hilkati tamamıyla görür, şuuru da küllî olduğundan, Sâniin makasıdını bilir. Öyleyse, insan Sâniin muhatab-ı hâssıdır.

Evet, âmm ve şumullü olan nazar ve şuurunu Sâniin ibadetine ve muhabbetine sarf ve san’atını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibadete, şükre davet eden Sâniin has muhatap ve habibidir.

Ey insanlar! Zikredilen ahval ve şuûnatla muttasıf olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), Sâniin o ferd-i ferid dediğimiz muhatab-ı hassı olmamasına imkân var mıdır? Ve tarihinizin gösterdiği nev-i beşerden en büyük insanlar arasında, bu makama daha lâyık diğer bir şahıs var mıdır?

Lügatler :
ahval : haller, vaziyetler
âmm : genel, kapsamlı
baîd : uzak
câmi : kapsamlı
cemâl : güzellik
cihet : yön, taraf
cüz : kısım, parça
delâlet etme : delil olma, gösterme
ecza : parçalar, kısımlar
ekmel : en mükemmel
ezcümle : meselâ, örneğin
ferd-i ferid : eşi-benzeri olmayan tek kişi
garib : farklı, benzersiz
habib : sevgili
has : özel
hüsn-ü san’at : sonsuz güzellikteki sanat
istihsan : beğenme, güzel bulma
istimal eden : kullanan
izhar etmek : açıklamak, göstermek
kâinat : evren
kat'î : kesin, şüphesiz
küllî : kapsamlı, geniş
levha : görünen manzara; tablo
mahlûkat : yaratılmışlar, varlıklar
makasıd : gayeler, istenilen şeyler
masnuat : san’at eseri varlıklar
mazhar : bir şeye erişen; ayna olan
medar : sebep, vesile
mevcut : var
muhabbet : sevgi
muhatab-ı hâs : özel muhatap
muhatap : hitap edilen
muttasıf : bir nitelik ve özelliği üzerinde taşıyan
nazar : bakış, görüş
nev-i beşer : insanlık
risalet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği ve Allah’ın ona semâvî kitap göndermesi
rububiyet : Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
sarf : kullanma
semere : meyve
semere-i şuuriye : şuurlu bir meyve; kâinat ağacının şuurlu meyvesi olan insan
sıfat : nitelik, vasıf
suret : biçim, şekil
şecere-i hilkat : yaratılış ağacı; kâinattaki bütün varlıkların bir ağaç misali yaratılmaları
şehadet eden : şahitlik eden
şumul : geniş kapsamlı oluş, kuşatıcılık
şuûnat : hâller, işler
şuur : bilinç, anlayış
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
takdir : övgü
teşhir : ilân etme, sergileme
tevcih : yöneltme
ubudiyet : kulluk
zikredilen : hatırlatılan, söylenen
zira : çünkü
zîşuur : akıl ve şuur sahibi
ziynet : süs



[h=2][SIZE=+1]CUMA Sohbeti[/SIZE][/h] Allahım Cenneti ve Cennete götürecek söz ve işleri senden ister, Cehennemden ve Cehenneme sürükleyecek söz ve hareketlerden sana sığınırım
Allahım Hâlde ve gelecekte bildiğim ve bilmediğim bütün iyilikleri senden ister, bildiğim ve bilmediğim hâlde ve gelecekte bütün kötülüklerden sana sığınırım
Amin

Yeni bir cumaya eriştiren Rabbimize hamdolsun.Cumamız mübarek olsun.



CUMA Sohbeti
bilirim, biraz ürkütücü de gelse... henüz başımıza gelipte 'eyvah!' demeden, biraz onu hatırlamak, hatırlatmak istedim... geç olmadan! zehi gaflet demeden...

Zehril Riyaz'da rivayet edildiğine göre, Hz. Yâkub (a.s.) ölüm meleği Azrail ile dosttu. Bir gün Azrail, Hz. Yâkub'u ziyarete gider. Hz. Yâkub ona: "Yâ Azrail! Görüşmeye mi geldin, yoksa canımı almaya mı?" diye sorar. Azrail: "Gelişim ziyaret içindir." cevabını verir.
 

uður1

Well-known member
Nemrudları, Firavunları yetiştiren ve dayelik edip emziren, eski Mısır ve Babil'in ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususi olduğu için etrafında sihir telakki edilen eski felsefeleri olduğu gibi; aliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnamı tevlid eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır. Evet, tabiatın perdesi ile Allah'ın nurunu görmeyen insan, her şeye bir ulûhiyet verip kendi başına musallat eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - 30. Söz'den)

Lügatler
Alihe :batıl ilahlar
Daye :çocuk hizmetçisi, dadı, mürebbi
Esnam :putlar, tapılan heykeller, sanemler
Felsefe :hikmet ilmi, mantık, hususi fikir
Felsefe-i tabiiyye :tabiata yaratıcılık rolü veren batıl düşünce
Hususi :özel, bir şeye ait olan
Musallat :rahatsız eden, sataşan
Nur : ışık,aydınlık, parlaklık
Sihir :büyü, aldatmak, göz boyayıcılık
Tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
Telakki :kabul etmek, karşılamak, öyle görmek ve anlamak
Tevlid :sebeb olmak, vücuda getirmek, doğurmak
Uluhiyet :itaat ve ibadet edilmeye layık ve hakkı olmak




-Adiyy İbnu Amire el-Kindî (Radiyallahu Anh) anlatıyor: Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

"Bir işe memur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hıyanettir (gulûl), kıyamet günü onu getirecektir."

Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak: "Ey ALLAH'ın Resulü! Vazifeyi benden geri al!" dedi.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem): "Sana ne oldu?" diye sordu: "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem): "Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder."

(Müslim, İmâret 30)

- OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ
OTUZ ÜÇ PENCEREDİR
ON BEŞİNCİ PENCERE
[SUP]1[/SUP]اَلَّذِىاَحْسَنَكُلَّشىْءٍخَلَقَهُ
sırrınca, herşeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemâl-i mizan ve intizamla biçilip hüsn-ü san’atla tertip edilip, en kısa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde (meselâ kuşların elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak), hem israfsız, hikmetli bir tarzda vücut vermek, suret giydirmek, eşya adedince dillerle bir Sâni-i Hakîmin vücub-u vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlaka işaret ederler.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP]: “O herşeyi en güzel şekilde yaratandır.” Secde Sûresi, 32:7.
Lügatler
Aded :sayı, tane, miktar
Dil :lisan, konuşma
Eşya :nesneler, şeyler
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
Hüsn-ü sanat :güzel sanat
İntizam :tertip, düzen, düzgünlük, düzenlilik
İsraf :lüzumsuz yere harcamak, boşa götürmek
İsti’mal : kullanılma
Kabiliyet-i mahiyet :öze bünyeye yerleştirilmiş özellik
Kadîr-i Alîm-i Mutlak :herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen, sınırsız kudret ve ilim sahibi Allah
Kemal-i mizan :mükemmel bir ölçü
Mesela :örnek olarak
Sâni-i Hakîm:her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan(Allah)
Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat
Suret : biçim, şekil
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Şey :madde, eşya, varlık
Tarz :usul, şekil, metod, yol
Tertip :düzenleme
Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim
Vücub-u vücud :Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
Vücud: beden, varlık, var olmak


 

uður1

Well-known member
Allah'ın en çok sevdiği sözler şu dört cümledir
02 Aralık 2011 / 05:38
Günün Hadis-i Şerifi...

Bismillahirrahmanirrahim
Semûre bin Cündeb'den (r.a.) rivayetle:
Allah'ın en çok sevdiği sözler şu dört cümledir:
"Sübhanallah [Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz,]"
"Elhamdülillah [Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur,]"
"Lâ ilahe illallah [Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur,]
"Allahü ekber [Allah en büyüktür]." Bunlardan hangisini önce söylenirse fark etmez.
[1:173, Hadîs No: 215]

Selahaddin'in II. Ordusu
01 Aralık 2011 Perşembe 07:05
Hutbe-i Şamiye… Şam! Neden Şam? diye düşündüm. Neden onca yoldan sonra buraya Şam'a varmıştı? İsmiyle müsemma Nurs'dan gelip; Nur'a giderken bir ara neden Şam'da durmuştu?
Tüm o kabirlerin arasında dolaşırken aklımda hep bu soru vardı. Ehli beytin, şianın, Arapların, Kürtlerin ve Türklerin mezarları, türbeleri... Şam İslam'ın tüm renklerinden müteşekkil bir palet gibi…
Bu düşüncelerle kapadım gözlerimi. Bir rüyamıydı yoksa O'nun dediği gibi; bir vakıa-i hayalimiydi bilmiyorum! İki insanın birbirlerine doğru yaklaştıklarını gördüm. Zaman durmuş, zamanın içinde ayrı bir zaman açılmıştı sanki. Vakarlıydı adımları."Onlar yeryüzünde vakarla yürürler" tebessümle selamlaştılar. "Hoş geldin" dedi elinde kılıç olan, "hoş bulduk kardeşim" dedi kalem ve kağıt taşıyan. Tanıdım miğferli kılıçlı adamı; evet bu Selahaddin’di... Sultan Selahaddin Eyyubi! ve tam karşısında duran O, Said, Said Nursi!
O an anladım yolun neden Şam'a vardığını. Büyük Fatih'in türbesi de burada Şam'daydı.. Sanki çok uzun zamandır tanışıyor gibiydiler... Şaşırmadım buna. Öyledir çünkü. Allah'a söz vermiş ve bu sözden dönmemiş ruhların sadakatiyle, onlar o akitten, o ortak armağandan tanıştırlar.
Bediiüzzaman, Selahaddin'in elindeki kılıca baktı uzun uzun. Demek bu kılıçtı Kudüs’ü fetheden. Yüz binlerce masum Müslüman’ın kanını dökenleri durduran. Kılıç ne kadar soğuktur değil mi? Ben de ürperdim bir an.. Ama bu kılıç farklıydı diğerlerinden. Barbarlık, zulüm için değil, zalimi kovmak için çıkmıştı kınından. Yok ederken bile adaleti var etmiş masuma dokunmamıştı. Yok etmek için gelenlerin düzenini, Hakkı var ederek yok etmişti. İnsanlık onuru, hak ve adalet ve işte birde bu kılıç ne de yakışıyordu büyük fethin büyük komutanına...
Selahaddin... Bugün düşmanlarının torunları, kitaplara adil ve cesur diye yazıyorlar onu. Kuvvetle muhtemel Kürt'tür Selahaddin. Ama kader-i ilahi zarif bir şerh düşürmüştür akıllara. Ona Türk'ler de sahip çıkar. Bugünün kandan ve kanatmaktan zevk duyan dimağlarına bir pıhtıdır Selahaddin. İki millette sevip benzettiğine göre, iki millet ne kadar benzemektedir birbirine! Bu yanıyla da bir derstir sanki.
Daldığım bu düşüncelerden çıkıp, tekrar onlara baktım. Bu kez Selahaddin, Said'in elindeki kâğıtlara bakıyordu. Karşısında duran bu dimdik adam bir âlimdi. Peygamberin "benim varislerimdir" dediklerinden biri.
Başka bir zamandan geliyordu Said. O zamanın harikası olarak. Farklı bir komutandı. Ne miğferi ne kılıcı vardı. Orduların ordular üzerine yürüdüğü çağ kapanmıştı çünkü.
Selahaddin'in askerleri tetikte bekliyordu imanla bekliyordu, topları,kılıçları,okları.. Ama Said'in askerleri önce kendilerini yenmeliydi. Kağıtla, kalemle, baskıyla içlerine ekilmiş dikenleri kesip atmalarıydı ilk savaşları ve bu ilk savaşta konuşamadıkları, konuşsalar da anlaşamadıkları o çatlak sesler çıkardıkları zorlu zamanların alfabeyi yeniden öğreten muallimiydi Bediiüzzaman. Zulüm dolu bir hayattı onunkisi. Tecrit ve haksızlıklar ve tabii hapis! Tüm bunlar onu görevine hapseden nimetlerdi adeta. Sanki ilahi senaryo, tüm bu nasipsiz figüranları, Esas Adam'ın tekamülüne birer hizmetli kılmıştı.
Yalnız yapayalnız kalması gerekliydi. Öylede oldu. Her şeyini aldılar, her şeyden mahrum ettiler. Başka türlü olamazdı, çünkü o yalnızca tek şeye vazifeliydi. Demek savaşlar, silahlar değişmişti. İman için savaşlar değil, iman hakkı için savaşlar başlamıştı. Demek artık krallar, hükümdarlar yoktu. Titanlar, diktatörler vardı.
İnsanlar artık bir gün gelmesi olası olan bir düşmandan korkmuyorlardı. Çünkü düşman her yerdeydi.
Selahaddin'in adil ve akil kılıcı görevini tamamlamış kınına girmişti. Şimdi sıra Bediüzzaman’ın kalemindeydi.
Yazdı, yazdı, yazdı... Dışarı çıktığımızda gördüğümüz, içeri girdiğimizde bulduğumuz, her ne yöne dönsek yüzleştiğimiz içimizde ve dışımızda olan düşmanı yazdı. Teşhis etti, yanında reçeteleriyle. Yeniden anlattı, yeniden öğretti ve yeniden yorumladı.
Akıllara bilimsel ispat, ruhlara şefkat, karanlıkta en karanlıkta bile dümdüz yürüyebilenlere Nur'u gösterdi.
Karanlık zamanlarda dimdik yürüdü. ve yazdı, yazdı, yazdı...
Selahaddin'in ikinci ordusunu, yeni fethin 100 yılda yetişecek akıl, iman ve şefkat dolu ordusunu hazırlamak için yazdı.
Neden Şam? Anladım bu bir buluşmaydı. Bir görev devir töreniydi. Artık zaman değişmişti. Komutanlar, düşmanlar farklıydı. Ama zulüm yine vardı ve kahramanları çıkaran zalimler değil yine mazlumlardı. Bu hiç değişmemişti. Zaman değişmişti… Bambaşka bir zamandı. Ve bu ‘Zaman’ bir ‘Harika’ çıkarmıştı.
Ne mutlu Selahaddin'e,
Ne mutlu Bediiüzzaman'a,
Ve ne mutlu Selahaddin'in ikinci ordusuna...
Sizlerde bir yerlerde karşılaşabilirsiniz onlarla… Eğer gözünüzü para hırsı bürümüşse, bu uğurda her şeyi göze alıyorsanız, eğer siz zevk-ü sefa içindeyken birileri açlıktan ölüyorsa, eğer inananlara baskı ve zulümü reva görüyorsanız, insanlık onurunu çiğneyip yerine vahşi kurallar koyuyorsanız, eğer en temel hak ve özgürlükleri önemsemeyip masumu ağlatıyorsanız evet bu ordunun askerleriyle karşılaşmanız kaçınılmaz demektir…
Korkmayın onlar sizin yaptığınız gibi, zulüm ve zorbalıkla savaşmayacaklar sizlerle. Onlar müslüman gibi direnecekler. Selahaddin’in cesareti ve Bediüzzaman’ın basiretiyle...
Ve Kudüs ağladığı sürece, ve masum ezildiği sürece, onur çiğnendiği sürece ve Hakikatin tertemiz yeri olan kalplere putlar diktiğiniz sürece savaşacaklar sizlerle.
Kaybedeceksiniz! Ama dedim ya korkmayın! Çünkü kazanan Hakk olacak...
Sorularla Risale ekibi olarak hayırlı cumalar diliyoruz.
Soru - Cevap arşivimizden seçtiğimiz sorulardan bazılarını aşağıdaki bağlantılardan inceleyebilirsiniz. Selam ve dua ile...
Sorularla Sözler: 140. Bölüm (On Yedinci Söz / 9)
Prof. Dr. Alaaddin başar hocamızla gerçekleştirdiğimiz Sorularla Sözler programının bu bölümünde On Yedinci Söz'den soruları cevaplamaya devam ediyoruz.
Risale-i Nura Sıradışı Bir Bakış Bu çalışmamızda, risalelerdeki hakikatlere, alışageldiğimizin dışında bir bakış açısı bulacaksınız. Sinan YILMAZ Hocamızın buraya aldığımız çalışmaların büyük istifadeye medar olacağını ümit ediyoruz.

Sitemizin Kullanım Kılavuzunu İzlemek İçin Tıklayınız.
Soru Cevap Arşivinden:


Sorularlarisale.com
 

uður1

Well-known member
Risale-i Nur şakirtleri, müminlere cesaret veriyor
02 Aralık 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
SEKİZİNCİ REMİZ
Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar. [Mektubat]
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
TEBŞİR : Müjdelemek.
VECH-İ İHTİSAS : İhtisas yönü
İNCİMÂD : Donma, buzlanma, katılaşmak
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.
 

uður1

Well-known member
Said Nursi'nin talebesinin ifadesi dehşet verici
02 Aralık 2011 / 13:42
Cıvaoğlu, Yahyagil'in "Dersim için imha emri gelmişti" sözlerini "dehşet veriyor" şeklinde değerlendirdi

Risale Haber-Haber Merkezi
Milliyet yazarı Güneri Cıvaoğlu, Said Nursi'nin talebesi Hulusi Yahyagil'in "Dersim için imha emri gelmişti" sözlerini "dehşet veriyor" şeklinde değerlendirdi.
Önce Rota Haber'de ardından Radikal gazetesinde yayınlanan sözlere yer veren Cıvaoğlu, "Vicdanı olan hiç kimse Dersim’de olanları içine sindiremez. Hâlâ sızlayan derin yaradır. Cemal Uşşak’ın, “Said-i Nursi’nin yakın talebesi” referansıyla güvenirliğini ifade ettiği Albay Hulusi Bey’in anlattıkları ve özellikle “imha emri gelmişti” iddiası “dehşet” veriyor" dedi.
Cıvaoğlu, yazısının sonunda "Ankara neden İMHA emri verir?" sorusunun cevabını aradı.
Said-i Nursi talebesinden Dersim
02 Aralık 2011 Cuma 06:43
Radikal'de Eyüp Can dünkü yazısında bir “tanığın” ifadesiyle Dersim dramını yansıtıyor.
Yazının bütünündeki özü korumaya özen göstererek satırlarını -bazılarını atlayarak- sunuyorum:
“Olay gerçekten, iddia edildiği anlamda bir ‘isyan’ mıydı ve Seyit Rıza da bir ‘şaki’ yani eşkıya mıydı?”
Geçen ay Ezgi Başaran’a verdiği söyleşide “Biz dindarlar Kürtlerin ıstırabını hissetmedik” dediği için hem PKK hem de İslami camia tarafından eleştirilmişti.
Ama o geri adım atmadı.
Radikal’e “Biz dindarların Kürt Sorunu ile sınavı sürüyor” başlıklı bir yazı daha gönderdi.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak, rotahaber’de bu kez Dersim tartışmalarına ilişkin hayli ilginç bir tanıklık yazısı kaleme almış.
Dersim’de yaşanan korkunç katliamları onca bilgi ve belgeden sonra hâlâ “isyan” diyerek meşrulaştırmaya çalışanlar var.
Oysa Uşşak “Emir tek kelime idi: İmha” diyor.
Neden mi?
* * *
Buyurun bu kez de “öteki mahallenin” vicdanlı kalemi Cemal Uşşak’tan okuyun:
CHP sözcülerinin, Dersim katliamı karşısında yarım ağız söyledikleri, “Orada bir isyan vardı. Ordu isyanı bastırmak için harekât yaptı. Ancak bu arada bazı aşırılıklar olmuş olabilir. Ayrıca Seyit Rıza da ‘şekavetten’ dolayı idam edildi” sözüne karşı benim de bir tanığın beyanları üzerinden söyleyeceklerim var.
Bediüzzaman Said Nursi’nin yakın talebesi, Albay Hulusi Bey (o dönemde binbaşı) hatıralarında şöyle diyor: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir tek kelime idi: İMHA. Canlı bir şey bırakmayınız; genç, ihtiyar; çocuk, kadın vs.”
Ellerini öpmekle bahtiyar olduğum, doğruluk timsali olan Albay Hulusi Yahyagil, sıradan birisi değildir ve tanıklığı çok önemlidir. İki bakımdan...
Birincisi, bölgede görev yapması; aslen Elazığlı olup, bölgenin hususiyetlerini iyi bilmesi. İkincisi, Said Nursi’nin en yakın talebesi oluşu.
Sözlerinin ağırlığını ona göre tartmak gerekiyor. İsnat edilen suç neymiş?
Vergi verememek. Haydi, başka kaynaklarda yer aldığına göre, çocuklarını askere gönderememeyi de buna ekleyelim.
Verilen ceza ise tek kelime ile imha.
Üstelik çoluk çocuk, genç, ihtiyar canlı hiçbir şey bırakmamacasına.
Bunun adı, kesinlikle “eşkıyalığı önleme” olamaz, bu doğrudan doğruya bir katliamdır.
Ucu nereye dayanırsa dayansın, emir ve talimatı kim vermiş olursa olsun, işin vahametini ortadan kaldırmaz.
Öyle sanıyorum ki, o yıllarda ülkenin başka yerlerinde de, “vergi verememe” veya “askere evladını gönderememe” durumları vardı.
Verilen cevap ise asla kitlesel değil, suçun muhatapları ile sınırlı idi.
Yani asker kaçakları takip edilip bulunur; askere alınır; vergi cezaları ise gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir; bu da yapılamıyorsa, borçlu vatandaş yol inşaatlarında çalıştırılırdı.
Ancak söz konusu Dersim olunca, bir kitlesel imhadan bahsedebiliyorsak, bunun adı asla “şekavetle mücadele” değil, dönem yöneticilerinin ifadesiyle te’dip’tir.
Bu arada Hulusi Yahyagil aldığı bu emir ve talimattan dolayı çok mustariptir. Elinin kana bulaşma ihtimali bile kendisini perişan etmiştir.
Ancak, yönetimindeki piyade birliğinin bölgeden çekilmesi ve yerini topçu birliklerinin alması sayesinde elini kana bulamamıştır.
DERSİM’İN ŞİFRESİ
Vicdanı olan hiç kimse Dersim’de olanları içine sindiremez.
Hâlâ sızlayan derin yaradır.
Cemal Uşşak’ın, “Said-i Nursi’nin yakın talebesi” referansıyla güvenirliğini ifade ettiği Albay Hulusi Bey’in anlattıkları ve özellikle “imha emri gelmişti” iddiası “dehşet” veriyor.
Ancak...
Aydınlanması gereken önemli bir soru işareti cevapsız.
Yazıyı okuduktan sonra şöyle düşündüm:
Dersim’de isyan yokmuş. Sadece birkaç dağ köyünden vergi alınamamış. Bazı köylerde askere de gidilmiyormuş. Bunun üzerine Ankara’dan İMHA emri gelmiş. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk ayırmadan İMHA. Oysa... O tarihte Türkiye’nin başka bazı yerlerinde de hiç kuşkusuz vergi veremeyenler, askere gitmeyenler varmış ama onların şahıslarına hukuki takip yapılmış, aynı durumdaki Dersim’e ise İMHA...
Peki...
Aradaki bu fark neden?
Dersim’de her şey yolunda idiyse, birkaç dağ köylüsünden vergi alınamadı, askere gitmeyenler oldu diye Ankara neden İMHA emri verir?
İMHA emri tutunuz ki bir gerçek ama neden Dersim?
Cumhuriyet’in ve kurucularının Dersim’den bir kuyruk acısı da yok.
Tam tersine Atatürk’ün Dersim’e gönül yakınlığı vardı.
Elazığ Valisi Galip Bey, Dersim’in güçlü isimlerinden Haydar Ağa’yı “Atatürk’ü öldürmesi için para vermişti. Haydar Ağa Atatürk’ün otomobilinin önünü keserek bu parayı milli mücadelede kullanması için sunmuştu. Atatürk de Haydar Ağa’nın kardeşi Diyap Ağa’yı Dersim milletvekili yapmıştı. Onu yanında bulundururdu. Yani Dersim’e özerk bir olumsuz algılaması olamaz.”
O halde soru hâlâ cevapsız:
“Neden...”
Milliyet


Risale-i Nur şakirtleri, müminlere cesaret veriyor
02 Aralık 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
SEKİZİNCİ REMİZ
Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar. [Mektubat]
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
TEBŞİR : Müjdelemek.
VECH-İ İHTİSAS : İhtisas yönü
İNCİMÂD : Donma, buzlanma, katılaşmak
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.
 

uður1

Well-known member
Said Nursi'nin savunmasını gizli daktilo ettim
02 Aralık 2011 / 06:21
O yıllarda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitler'den Nihat Bozkurt anlatıyor:
(1948'de Afyon'da asker iken hapishanede Bediüzzaman'ı ziyaret etmiş ve kâtip olarak Üstadın mahkeme müdafaalarını yazmıştı.)
1948 yıllarında Afyon'da askerlik yapıyordum. Bizim takım bir ana caddedeydi. Hapishane ise bize çok yakındı. Bir asker arkadaşımız askerî bir suçtan mahkûm olmuş, hapse atılmıştı. Biz bu arkadaşın bazı ihtiyaçlarını karşılıyorduk. Bu sebepten, her hafta iki defa hapishaneye gidiyordum.
Bir Cumartesi günü yine gitmiştim. Hapishane Salih Hoca denilen ve Altıparmak lakaplı birisi daha vardı. O yıllarda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi. Diğer Nur talebeleri koğuşlarda, Üstad ise revirde kalıyordu. Penceresi sokağa bakıyordu. Biraz yazıya da meraklı olduğum için, o zaman bir Afyon gazetesinde bir-iki yazı yazmıştım. Bunlardan dolayı beni tanıyorlardı.
Hapishaneden ezan sesleri geliyordu. Kenan isimli bir arkadaş "Artık hepimiz namaza başladık" diyordu.
Bir gün hapishanedeki o Altıparmak lakaplı şahıs yanıma geldi. 'Sizden bir ricam var. Üstadın daktilo ile müdafaalarını yazar mısınız?' dedi. Bu müdafaa mahkemeye ibraz edilecekti. Bunun gizlice yazılmasını istiyorlardı. Ben memnuniyetle kabul ettim. Müdafaayı getirdikleri zaman, bunların İslâm yazısıyla olduğunu gördüm. Okuyamadığımı söyleyince, Altıparmak okudu, ben de yeni yazıyla daktiloya çektim. Bir müdafaalardaki bir cümle zihnime öylesine işlemişti ki, hâlâ unutamadım. Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: 'Milyonların Peygamberi olan Hazret-i İsa'yı çarmıha germişlerdi. Bizi de suçsuz yere hapishaneye atmışlar.'
Bu müdafaaları Altıparmak'a Pazar günü teslim ettim. Bana 'Biraz bekler misin?' diyerek yukarıya, pencereye bakmamı söyledi. Benim bu müdafaaları yazdığımı Üstada söylemiş. Az sonra pencerede sakılsız, nuranî yüzlü, heybetli bakışları olan, gür kaşlı muhteşem şahsiyet gözüktü. Mübarek Üstad iki eliyle ve tebessüm ederek bizi selâmlayarak teveccühte bulunuyordu. Ben, o lütuf esnasında huşu içinde kalmıştım. Manevi bir nur âlemine girmiştim.
(Son Şahitler)

Birgün, 'Dersimiz Said Nursi' oldu!
02 Aralık 2011 / 15:21
Birgün gazetesi bugünkü manşet haberini "Dersimiz Said-i Nursi" başlığı ile verdi

Risale Haber-Haber Merkezi
Birgün gazetesi bugünkü manşet haberini "Dersimiz Said-i Nursi" başlığı ile verdi. Ünal Özmen imzalı haberde "Said Nursi’nin Kuran tefsiri ile ayetlere getirmiş olduğu kişisel yorumlarından oluşan ve adına Risale-i Nur denen öğretileri okullardaki derslerde kullanılmaya başlandı" ifadelerine yer verildi.

28 Şubat benzeri "fişleme" haberlerini andıran manşette İbrahim Demirkan'ın İstanbul İlim ve Kültür Vakfında yaptığı konuşmaya yer veriliyor.
Haberin tamamı şöyle:
Sünni İslam gruplardan Nur cemaatinin manifestosu olarak bilinen dini görüşler, öğrencilere, Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü'nde ders konularını anlatmak üzere hazırlanan filmler aracılığı ile ulaştırılıyor.
Risalelerin, Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünde eğitim amaçlı olarak hazırlanan film ve internet gösterimlerine nasıl yerleştirildiğini aynı kurumun televizyon bölümünde eğitim filimleri çekimi yapan İbrahim Demirkan anlattı. Demirkan, Said Nursi’nin “Risale-i Nur birgün mekteplerde okutulacak” temennisinin kendisi tarafından gerçekleştirildiğini belirttiği konuşmasında, Risalelerin ders kitaplarına da girmesi gerektiğinin altını çizerken bunun yakında gerçekleşeceğini belirtiyor.
MEB görevlisi, İstanbul İlim ve Kültür Vakfında (İİKV)yaptığı konuşmada, Alevilikle ilgili filmler de yapacaklarını belirerek cemaatlerin bu konuya el atmasını istiyor. Konuşmada şu an Türkiye’de buna karşı çıkacak gücün bulunmadığını vurgulayarak bunun için sendikaların milli eğitimi tavsiyeye zorlamaları gerektiğini özellikle belirtiliyor.
KARŞIMIZA ÇIKACAK GÜÇ YOK!
MEB görevlisi, itiraflarını ve görüşlerini İstanbul İlim ve Kültür Vakfının (İİKV) 29 Haziran 2011’de düzenlediği 1. Türkiye Akademisyenler Konferansı “Bediüzzaman Ne Yapmak İstemiştir” sempozyumuna sunduğu “Risale-İ Nur’da Görsellik ve Sinema” konulu tebliğde dile getirdi. Şu an MEB internet sitesinde de yayınlandığını belirttiği risalelerin hangi yöntemlerle öğrencilere aktarıldığının kamera önünde anlatılan kısmı şöyle:
“Filmler okullara gönderildi, lisenin on bölüm senaryosunu ve programını biz yaptık, Ragıp Güç’le beraber. Orda Risale-i Nur’dan cümleler var. Nasıl var, mesela Ankara ilahiyattan bir profesör diyor ki işte, Peygamberimiz niçin önemlidir, din niçin önemlidir? Profosörün sözü duruyo orada, üstadın sözü geliyo ekrandan. Can Atilla var ben ona orijinal görüngülük yaptırdım, oradan üstadın sözü akıyo. İşte böyle; mesela ibadetle ilgili bir tanım yapıyo; çok alakalı olmasa da hocanın sözü bitince hemen o görüntü donuyo ve üstadın, ibadetin tanımını, ama sadeleşmiş biçimde yapıyo. Yalnız ben hayatıma baktığımda üstat hazretlerinin birgün mekteplerde okutulacak Risale-i Nur temennisini; inşallah yakın zamanda gerçekleşecek, görsellik anlamında bunun girişini yaptığımı düşünüyorum. Kendi başıma, kendi imkânlarımla Allah’ın lütfu ve ihsanıyla. Ama inşallah cemaatte… Alevilik konusu olacak, Alevilikle ilgili biz videolar da yapacağız; eğitim filimleri… Cemaate, işte sendikalara söylüyoruz, Risale-i Nur’u özellikle Alevilikle ilgili bahisleri okuma parçası olarak resmen milli eğitimin tavsiye etmesini sağlamalarını istiyoruz. Şu an Türkiye’de buna karşı çıkacak güç vesaire de yok!
SENARYOLAR CEMAATE YAZDIRILIYOR
İİKV’yi bir dost meclisi olarak gördüğünü belirten MEB görevlisi, bağlı bulunduğu TV bölümü şube müdürü Mustafa Yavuz’la birlikte dini cemaatleri, okullara gönderilecek eğitim filmlerinin senaryolarını yazmaya teşvik etmişler. Konuşmasının bir yerinde “Biz milli eğitime film yöneteceğiz, senaryo yazın bize, projeniz varsa getirin bize” diyerek İslami hassasiyeti olan herkese mail attıklarını açıkça söylemekten çekinmiyor.
'GÖRSEL SANATLAR İHMAL EDİLMEMELİ'
MEB yetkilisi “Sinemanın mantığını ve mantalitesini yakalamamızda birçok veri sunuyor bize. Risale-i Nur, sinematografik olarak bizlerin bir şeyler anlamasını en çok isteyen kitaplar” olduğu görüşünde. Fakat buna rağmen cemaatlerin görsel sanatları ihmal etmesinden de yakınıyor. Cemaatlerin öğrencilere burs vererek hayır işlerine katıldığını fakat sinemaya yatırım yapmamasının sonucu olarak “Yolcu” belgeselini Marksist Leninist adamların çektiğini belirterek cemaatlere sitem de ediyor.
ADI YENİ, KAFA ESKİ
Teşkilat yasasında yapılan son değişiklikle adına “Yenilik” eklenen Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün, ancak iletişim alanında akademik eğitim almış bir uzmanın gerçekleştirebileceği bu çalışmaları ilahiyat mezunu bir din dersi öğretmeni ile yapmaya çalışması ise ayrıca düşünülmesi gereken konulardan biri...

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı: (İİKV), Gayesi “Milli, ahlaki, dini ve tarihi esaslara bağlı kalarak ilmin ve ilmi çalışmanın yaygınlaşmasını, fertlerin bu esaslara göre yetişip şahsiyet kazanmasını sağlamak." olan İstanbul merkezli bir vakıf.
Risale-i Nur: Said Nursi’nin Kuran tefsiri ve ayetlere getirmiş olduğu kişisel yorumlarının tümüne verilen addır. Said Nursi’nin Kuran yorumuna ve öğretilerine bağlı olan Sünni İslam grubuna ise Nurcular denmektedir. Nur Cemaati, İslami esaslara (şeriat) dayalı bir devlet düzenini savunmaktadır.
Kim kimdir?
İbrahim Demirkan, din dersi öğretmeni iken MEB’e bağlı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün televizyon bölümünde üç yıl önce göreve başlamış. Bu sürede kurumun ona eğitim amaçlı filmler çekme dışında verdiği bazı görevler şöyle: e-Eğitim ve e-Portal şubesinde video-ses-fotoğraf üretim grubu koordinatörlüğü, Açık Öğretim Lisesinde rehberlik, e-dergi ve tanıtım filmleri hazırlama, Müzik Portalı kurulması ve İntel firmasının Türkiye ayağı olan ‘Sayısal Dünyana Beni Dahil Et’ çalışmalarının komisyon başkanlığı, 2009 “E-Biko Uluslararası Bilişim Olimpiyatları” ve MEB-Oracle firması ortaklığında düzenlenen 2009 “ThinkQuest proje yarışması”nda jüri üyeliği, hizmetçi eğitimlerde eğitmenlik ve akademik sempozyumlara bildiriler sunmak.

Bediüzzaman’la yaşayan bir mekân, Tiflis
02 Aralık 2011 / 19:21
Said Nursî, 31 Mart Olayı’nda yargılanıp beraat ettikten sonra Van’a gitmek için Batum üzerinden Tiflis’e de uğrar

Tiflis, Gürcistan’ın başşehridir. Kura Irmağı’nın her iki yakasında yer alan sehir, toplamda 350 km'’lik bir alana yayılır. Nüfusu 1.345.000’dir.
Tiflis, endüstri ve kültür merkezidir. Şehir, tarihte İpek Yolu üzerinde yer alması dolayısıyla Rusya’nın Kuzey Kafkasya bölgesi, Türkiye ve Güney Kafkasya’daki Ermenistan ve Azerbaycan arasında önemli tarihsel bir role sahip olmuştur.
Şehrin Gürcüce adı Tbilisi’nin bir efsaneden geldiği kabul edilir. Bu efsaneye göre Tiflis, M. Ö. 5. yüzyılda ormanlarla kaplı bir yerdir. Bir gün Kral Vahtang Gorgasal ava çıkar. Aralıksız uçan sülünün peşine eğitilmiş atmacasını salar. Aradan zaman geçer, ne atmaca ne de sülün görünürde yoktur. Onları aramaya başlarlar ve kısa süre sonra ikisini de sıcak bir suya düşmüş olarak bulurlar. Kral orayı çok beğenir ve oraya bir şehir kurmalarını buyurur. Şehre, orada bulunan tbili (ılık) sudan dolayı Tbilisi adı verilir.
Arkeolojik araştırmalar Tiflis’in M. Ö. 4. binyılda yerleşme alanı olduğunu gösterir. Ama yazılı kaynaklara göre Tiflis’e ilk yerleşme M. S. 4. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti.
Tiflis, yalnızca stratejik öneme sahip başşehir değil, aynı zamanda bütün Kafkasya’nın da önemli şehriydi. Kafkasya’da, Avrupa ve Asya arasında merkezi bir konuma sahipti. Bu yüzden şehir, Bizans, İran, Arap ve Selçuklular arasındaki güç mücadelesinin de aracı haline geldi. Tiflis’in kültürel gelişimi de bu duruma bağlı olarak şekilleniyordu. Şehir, 6. yüzyılın ikinci yarısı ile 10. yüzyılın sonlarına değin değişik güçler arasında el değiştirdi.
XVI. Yüzyılda Safevi Devleti’nin hâkimiyetine giren şehir, Kafkasya’nın en önemli şehri olma özelliğini korudu. 1578-90 Osmanlı-İran Savası’nın başlangıcında 9 Ağustos 1578’de Çıldır Meydan Savası’nda zafer kazandıktan sonra ileri harekâtına devam eden Osmanlı ordusu tarafından 24 Ağustos 1578’de fethedildi. 1732’de İran’da iktidarı ele geçiren Nadir Şah, Osmanlılara karsı başlattığı savaşların hemen başlangıcında Tiflis şehrini de savaşsız teslim aldı. Bu şekilde Tiflis’teki Osmanlı hâkimiyeti kesin olarak sonlanmış oldu.
İran baskısından yılmış olan Kartli Kralı II. Erekle’nin İran’a karsı Rusya’dan yardım istemesi sonucunda Tiflis’te Rus hâkimiyeti başladı. Şehir bu tarihlerde birçok kez tahrip edilmesine rağmen 1850’lerde yeniden ticaret ve kültür merkezi haline geldi.
Tiflis Şehri Şeyh Sanan tepesi etrafında gelişmiştir. Şeyh Sanan tepesi bugün şehrin ortasında büyük bir tepelik görünümündedir. Tepeye ismini veren Şeyh Sanan büyük bir âlim olup Tiflis civarında halka hizmet vermiştir. Bu tepeye Gürcüler—günümüzde—bazı efsanevî hikâyelerden dolayı kutsallık addetmişlerdir.

Said Nursî ve Tiflis
Said Nursî, 31 Mart Olayı’nda, Divan-ı Harp’te yargılanıp beraat ettikten sonra Van’a gitmek için Batum üzerinden Tiflis’e de uğrar. Bu tarih 1910 yılının Mart ayına rastlamaktadır. Burada gitmiş olduğu Şeyh Sanan tepesinde bir Rus polisiyle bir muhavere yasar. Said Nursî, Eski Said döneminde kaleme aldığı Sünûhat adlı risalesinde “bir hikâye” adı altında bu olaydan bahsetmiştir. Tarihçe-i Hayat’ın hazırlanması sırasında bu olaya talebeleri tarafından yer verilmiş, böylelikle bu hadise Tarihçe-i Hayat adlı esere de girmiştir. Bu olay Said Nursî’nin kendi ağzından söyle dile getirilmektedir:
“Bundan on sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh Sanan tepesine çıktım, dikkatle temâşâ ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: ‘Niye böyle dikkat ediyorsun?’
Dedim: ‘Medresemin plânını yapıyorum.’
Dedi: ‘Nerelisin?’
‘Bitlisliyim’ dedim.
Dedi: ‘Bu Tiflis’tir.’
Dedim: ‘Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.’
Dedi: ‘Ne demek?’
Dedim: ‘Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.’
Dedi: ‘Heyhat! şaşarım senin ümidine.’
Dedim: ‘Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kısın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.’
Dedi: ‘İslâm parça parça olmus.’
Dedim: ‘Tahsile gitmişler. İste Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor, ilâ âhir.
‘Yahu, su asilzade evlât, şehadetnâmelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt’a basına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beserdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”
İslâm âleminin mukadderatına işaret eden bu muhavere dolayısıyla Tiflis, Risâle-i Nur okurları için önemli bir hatıra merkezi olmaya devam etmektedir. Bu sebeple de şehrin tarihî, sosyal ve kültürel yapısı birçok yönüyle merak uyandırmaktadır.
Tiflis yoluyla Kosturma
Said Nursî, I. Dünya Savası yıllarında esir olduktan sonra, Ruslar tarafından Van, Culfa, Tiflis, yoluyla Kosturma’ya götürülmüştür. Bu yolculuk esnasında Tiflis’te bir süre sağlık problemleri dolayısıyla kalmıştır. Said Nursî Tiflis’te kaldığı sıralarda Bitlis Vali vekili Memduh Bey 22 Ağustos 1916 (9 Ağustos 1332) Dâhiliye Nezâreti’ne tarihli bir yazı göndererek, doğu cephesinde birçok yararlılıklar gösteren Bediüzzaman’a bir miktar para gönderilmesini teklif etmiştir. Vali Memduh Bey’in teklifi Dâhiliye Nezareti tarafından uygun bulunmuş, Hilâl-i Ahmer cemiyeti başkanı Besim Ömer Paşa’ya bir yazı yazılarak 60 lira meblâğın Bediüzzaman’a ulaştırılması emredilmiştir.
İstanbul Başvekâlet arşivlerinde bulunan bu belgenin orijinal hali şöyledir:
Belge1: Metnin orijinal hâli
Belgede yazılanlar:
Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsûs Müdiriyeti
Evrak Umumî Numarası: 59 Kalem Numarası: 3
Tarih-i Tebyiz: 7 332 Eylül. 7
Dahiliye Nâzırı Talat Beyefendi tarafından Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Reisi Besim Ömer Paşa’ya (Tezkire)
Esiren Tiflis’te bulunan Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendi’ye gönderilmek üzere memûr-ı mahsûsa tevdîan taraf-ı vâlâlarına irsal kılınan altmış liranın vusûlünün is’âr ve bunun mûmaileyhe sürat-ı mümkine ile irsal buyurulmasını rica ederim efendim.
Bâb-ı Ali Mahreci Tarih-i Kesidesi l0 Ağustos 332
Dahiliye Nezareti Bitlis Kaleme vûrûdu minhu l0
Dâhiliye Nezaretinin bu emri Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) tarafından kısa sürede yerine getirilerek 60 lira Bediüzzaman’a teslim edilmistir. Teslim edilen 60 liranın, bin iki yüz elli dört mark’a çevrilerek teslim edildiği bilgisi Dâhiliye Nezareti’ne yazılı olarak bildirilmiştir. İstanbul Başvekâlet arşivlerinde yer alan belgenin orijinal hali şöyledir:

Belge2: Hilâl-i Ahmer cemiyeti tarafından paranın teslim edildiğine dair Dahiliye Nezareti’ne gönderilen belge.
Belgede yazılanlar:
28 Ağustos 332 Taht-ı himaye-i Hazret-i mûlûkânede
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i Umumîsi Dahiliye Nezaret-i celilesine
Devletlû Efendim Hazretleri
7 Eylül 332 tarihli ve 17 kalem-i mahsûs numaralı emirname-i nezaret-penâhileri arîz-i cevabiyesidir. Esiren Tiflis’te bulunan Bediüzzaman Said Kürdî Efendi’ye gönderilmek üzere memûr-ı mahsûs ile irsal buyurulan altmış lira ahzolunarak makbuzu memur ileyhe tevdi kılınmıs ve meblâğ-ı mezkûr mukabili olan bin iki yüz elli dört mark esîr mûmaileyhe gönderilmistir. Ol babda emr u ferman Hazret-i men lehul-emrindir.
10 Eylül 332 Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyet Reisi
Dahiliye Nezareti ile Hilâl-i Ahmer Cemiyeti arasında yapılan bu yazışmalarda Said Nursî’nin bir süre esir olarak Tiflis’te kaldığı açıkça yer alıyor. Bu belgelerden de anlasılıyor ki, o tarihlerde Said Nursî devlet tarafından bizzat dikkate alınan, önemsenen bir konumdaydı. Said Nursî’nin Rus esareti sonrası İstanbul’a dönüşü sırasında kendisine gösterilen yoğun ilgi ve Darü’l-Hikmet-il İslâmiye azası olarak tayin edilmesi bunun bir ispatıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin Tiflis’te 1919 yılının Ağustos ayına kadar kaldığı bilinmektedir.

Belge 3: Vali Vekili Memduh Bey’in Said Nursî’ye 60 lira meblâğın ödenmesinin teklifi için Dahiliye Nezaretine gönderdiği belge.
Kaynakça:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, İstanbul: Yeni Asya Nesriyat, 1993.
2- Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı. İstanbul, Yeni Asya Nesriyat, 2007.
3- Necmeddin sahiner, Son Şahitler, İstanbul: Yeni Asya yayınları, 1993.
4- Tiflis - Vikipedi



Risale-i Nur Enstitüsü
 
Üst