Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Marifetullah
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 82861" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">PIRLANTA SER</span><span style="font-family: 'Tahoma'">İSİ…</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ALLAH'IN MA'RİFETİNE İHTİYAÇ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsanlar ve cemiyetler tedricî olarak büyüdüğü gibi, düşünce ve fikirleri de elde ettikleri malumatlarla tedricî olarak gelişir. Biraz öğrenilir, sonra biraz daha öğrenilir, adım adım merhale katedilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cemaatlerin hep aynı seviyede kalmaları, hep aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinleyerek malumatta, fikirde, tahlil ve terkipte bir adım ileriye gidememeleri, Allah indinde ve Resûlullah nazarında makbul bir durum değildir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Her duyuşumuz, her bilişimiz, her sezişimiz bizi, adım adım ileriye götürmüyor, fikren ve kâlben inkişafımıza vesile olmuyorsa; hâlâ katı bir kâlbimiz ve neşv ü nemâ bulmayan duygularımız varsa; okuduğumuz ve işittiğimiz şeylerin bize fayda vermediğine inanabiliriz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Camiye gelip vaizin rahle-i tedrisinde diz çöken, Kur'ân'dan lemean eden hakîkatları okuyup, okutmayla meşgul olan cemaat, geçen zamanla mütenasip, okudukları ve duydukları şeyleri aile muhitlerine, çocuklarına ve yakınlarına hâlleri ve dilleriyle anlatabilecek duruma gelmişlerse; okuyup, duydukları şeyler fayda etmiş ve mesafe katedilmiş demektir. Hâlâ başkalarının heyecanlarını yaşıyorlar ve kendi içlerinde meydana gelen heyecanlarla çoşup taşmıyorlarsa; okudukları cilt cilt kitaplar ve dinledikleri va'z u nasihatlar hiçbirşey ifade etmemiş ve hiç bir fayda temin etmemiş demektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Biz devamlı olarak hamleler, sıçrayışlar ve tarfeler içinde bulunmaya mecburuz. Hayat mütemadî hamleler ve sıçrayışlar ile ma'nâsını bulur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah, kâinatı yaşanılır hâle getirdikten sonra hayatı ihsan etti. Bidayette kâinat, atomların infilakı, birbiri içine girmesi, dağılması, tahlil ve terkiplerle kaynaşmasından ibaretti. Neticede, Cenâb-ı Hakk insanın ve diğer canlıların yaşamalarına müsait mekanı hazırlayıp hayatı verdi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Demek ki, insanın da bidayetteki tarfelere, sıçrayışlara riayet etmesi lazımdır. Bir insanın hayatında hamleler ve sıçrayışlarla merhale katetmesi yoksa, dinlediği, duyduğu, okuduğu ve gördüğü şeyler faydasız gelip-gitmiş demektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Tedrisat ile va'z u nasihatte faydalı yol, kafirin küfrünün anlatılması veya hamasî şeylerle ani ve geçici heyecanlar uyandırmak değildir. Geceleri gündüz gibi aydınlatan.. kâinatın sırlarını kavrayacak, gece-gündüz çalışan bir dimağa sahip kılan.. Hiçbir hâdiseyi kaçırmadan, herşeyi yakalayıp zaman ve mekân üstü buudlara ulaşılmasını sağlayan.. İşitilen duyulan ve görülen şeyleri bir araya getirip sentez ve terkiplere ulaştıran.. En mühimi, Allah indinde makbul olan neticeyi kazandıran ilmi ve irfanı vermektir. Verilen malumatlar, eğer bu muhasalayı sağlamıyorsa, herhangi bir değer ve kıymeti yoktur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben, cemaatimin kâlb ve kafalarını aktüalitenin basitliklerinden uzak bildiğim için, hamasî beyan ve tavırlardan kaçıyor; dinsize, masona, komüniste saldırmakla uğraşmıyorum. Îmanı ve İslâm'ı kavrama, yaşama ve yaşatma şuurunun en ulvî gayeleri olduğuna inandığım cemaatime, kâinat sahifelerindeki fikrî gezintiler ve mütalaalar ile Cenâb-ı Hakk'ın ma'rifetine ulaşmayı takdim ve beyan ediyorum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan, Allah hakkındaki mâlumatı ve ma'arifeti nisbetinde O'na karşı saygılı ve edebli bir kul olacaktır. En dindar müslümandan en mütemerrid kafire kadar herkesin Allah ma'rifetine ihtiyacı vardır. Ancak ma'rifetle, kafir îman edecek, ehl-i dalalet sapıklıktan kurtulacak, mü'minler de ibadet ve taatlerinin şuuruna erebileceklerdir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bütün, şirazesi kopmuşların, dünyaya dalmışların, menfaatperestlerin, mukaddeslerini feda edenlerin düştükleri kötü durumun yegane âmili ve sebebi Allah'ı bilmemeleri ve O'nun hakkındaki ma'rifetlerinin kısırlığıdır. "Biz Allah'ı biliyor ve tanıyoruz. Camiye geliyor, ibadet ediyor, oruç tutuyoruz. Bunlar O'nu bildiğimizin alametleridir." diyerek, iddiada bulunsanız bile, peşipeşine kusurlar işliyor ve kusurlarınız sebebiyle ızdıraba düşmüyorsanız, Allah'ı bilmiyorsunuz demektir. Böyle bir inanç, ilkel kabîlelerin, dimağlarında uydurdukları bir ilâha inanmaları gibidir. Ruhumuzu, cesedimizi ve herşeyi kabza-i tasarrufunda tutan Allah'a inanmak demek değildir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İNSANİYAT-İ KÜBRAYA UZANAN YOL</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsaniyet-i kübrâ ya uzanan bir diğer yol -ki yukanda zikredilen esaslarla yakından irtibatlıdır- marifet-i kübrâ yı elde etme yoludur. Allah (c.c), Necm sûresinde: "Andolsun O, Rabbinin en büyük <em>âyetlerinden </em>bir kısmını <em>gördü" </em>(Necm, 52/18) buyurmak suretiyle işte bu duruma işaret eder. Efendimiz (s.a.s), kendisine bahşedilen mirac yolculuğu boyunca zahirî ve batınî duygularını, zerrelerden sistemlere kadar bütün kâinat üzerinde işlettirmiş ve marifet-i kübrâ yı elde etmiştir. O, Miraçta ayağını nazarının ulaştığı yerin ötesine koymuştur ki, tasavvufta buna kadem ve nazar birliği denir. Kur’ân-ı Kerim bu yeri "kâb-ı kavseyni ev ednâ" sözleriyle ifade eder. O'ndan sonra gelen veliler, ayaklarını ancak kendi nazarlarının ulaştığı yere koyabilmişlerdir ki, bu da kademin nazara ulaşamamış olması demektir. Üstad, Efendimiz'in ulaştığı o makamı nazarî olarak bildiğinden, eserlerinde âyet-i kübrâ'nın destanını yazmış ve hayatı boyunca O'nun ulaştığı makama ulaşmaya çalışmıştır.</span></p><p><strong> </strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ALLAH (cc)</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Soru: Rabbimizi anlama ve anlatma mevzuundan malumat verir misiniz?</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Cenâb-ı Hakk'ın bilinmesi yaratılışımızın hedefi ve fıtratımızın da gayesidir. Her şeyden önce O'nun yolunda olmak, ancak O'nun tam bilinmesiyle devamlılık kazanır. Onun için öncelikle feı-t plânında gönüllerimizin onarılması, donatılması ve itminana ermemiz hatta zevk-i ruhânî ile kanatlanmamız, sonra da cemaat halinde, o cemaatin hücreleri sayılan aileler plânında huzura kavuşmamız bu yolla mümkün olabilecektir. Bu sayededir ki insan, kendisi için mukadder olan ufka ulaşabilir. Ancak, bütün bunlar, O'nu azametiyle kavramaya, O'ndan gelen sinyallere devamlı açık bulunmaya, O'nun bu mevzudaki ihtarlarına kulak vermeye bağlıdır. O (c.c), kendi beyan-ı sübhânisiyle anlattığı gibi "külle yeumin hüue fî şe'n; her an O kemmiyetsiz, keyfivetsiz ayrı bir hâl ue avrı bir şe'ndedir."Yani O, her an yaratmakta, her an, yarattığı şeyleri en mükemmele irca etmekte, onlara yeni yeni suretler, keyfiyetler giydirmekte.. ve tabü her an kendisini değişik dillerle mahlukatına anlatmaktadır. O, bir kere anlatmış da sonra kitabı kapatmış, "bildiğinizle amel ediri' dememiştir. İnsan, zamanın ve mekanın hangi parçasında bulunursa bulunsun, istediği takdirde, bu kudsî dersten bir kısım paragraflar, cümleler, kelimeler duyabilir, anlayabilir. Bu sayede hayatının gayesi, fıtratının neticesi olan bu yüce hakikati, bir kere daha idrak eder, onunla dolar, itminana erer, kalbî huzura kavuşur, zevk-i ruhanî ile kucaklaşır ve daha dünyadan göçmeden cennetin bir çekirdeğini içinde inkişaf ettirerek daha dünyada iken cennet hayatını -Allah'ın izniyle- yaşayabilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Aslında, Zât-ı Uluhiyyet hakkında verilecek her malumat, bilhassa mübtedî insanlar için, onlann elinden tutup ve önlerindeki maniaları bertaraf ederek, onları âdeta güneşle yüz yüze getirme ameliyesi ve gayreti demektir. Güneş, bizim kendisini göstermemizden çok çok muallâ ve mübecceldir. Hemen herkes, gözünü açtığı ve nazarını ona tevcih edebildiği ölçüde onu görebilir ve ondan istifade edebilir. Ancak bazı kimselerin gözleri küsûfa tutulduğundan onların rehbere ihtiyaçları vardır.. ve ellerinden tutulup, güneşi görebilecekleri bir ufka götürülmeleri gerekmektedir. İşte bunun içindir ki bizler çok defa deliller âleminde dolaşırız.. dolaşır ve etrafımızdan Allah'ın varlığına şahitler ararız. Aslında bu da Kuı'anî bir yoldur. Allah, yüce kelâmında, yer yer eşyâ ve hadiseleri ele almış, onun sinesinde kendisine giden yolları bizlere göstermiştir. Yüzlerce yerde, Kur'ân elindeki asasını yere vumıuş, oradan su fışkırtmış ve bu "âb-ı hayati' çıraklarına, çömezlerine içirmiş ve "unutmayın O'nu' ihtarında bulunmuştur. Dahası hedefe varılacak yolun en kestirmesini göstermiş ve herkesin "marifetullah" balını ve peteğini kolaylıkla elde edebilmesi için âdeta bir reflektör vazifesi gömıüştür. Aslında bir çiçeğin gamzesinden, bir rüşeyme uzanan yolda Cenâb-ı Hakk'a giden yolu hemen her zaman bulmak mümkündür. İşte, günümüzün irşat erleri de, insanları, güneşi rahat görebilsinler diye delâil ve şevâhid ufkuna götürüyor, hem kendileri hem de başkaları görsün, bilsin diye avaz avaz O'nu (c.c) ilan ediyor, O'nu haykırıyor ve "Biz bu yollarda senin şahidleriniz" diyorlar...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, öteden beri gözleri küsûf tutmuş, bakışlan maddeye takılıp kalmış olan bazı kimseler, göremedikleri şeyleri inkâr edegelmişlerdir. Halbuki "her şeyi maddede arayanlann akıllan gözlerine inmiştir. Göz ise mânâya karşı kördür." Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz; her şeyin bir arama yolu vardır. Bizler, maddeyi, duygularımızdan akseden düşüncelerimizle, vicdanlarımızla değerlendirebiliriz; ama madde ötesi şeyler ve metafizik hadiseler, daha başka şeylerle değerlendirilmelidir. Binaenaleyh maddeyi ararken kullandığımız usul ve metodlarla mânâyı anlamak istersek, araştırma adına dökülür, yollarda kalırız. Hatta, delillerle Allah'ı (c.c) anlatırken, maddeyi kendi karakteristiği, kendi hususiyetleri içinde ele alırsak maddeye saplânır kalır, metafizik hadiselere onca ehemmiyet vermemize rağmen, bir çeşit maddeci veya natüralist oluruz. Bu yüzden, önce her şeyin usulünce araştırılması çok önemlidir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ALLAH’I GÖRMEK O’NU BİLMEK İLE ORANTILIDIR</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Mü’minler cennette Cenâb-ı Hakk’ı müşahede edeceklerdir. Efendimiz görme keyfiyetini misallendirirken, “ayın ondördünde ve bulutsuz bir gecede, Ay’ı görür gibi” teşbihinde bulunmaktadır. Elbette bu görme, Cenâb-ı Hakk’a bir mekan izafesi ma’nâsına gelmez. Çünkü, “mü’minler, cennette Cenâb-ı Hakk’ı göreceklerdir” demek, Cenâb-ı Hakk, mekân itibariyle cennette olacak demek değildir. O, zaman ve mekân kayıtlarından mukaddestir, yücedir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte bu görme, her mü’min için marifeti nisbetinde olacaktır. Kim Cenâb-ı Hakk’ı ne kadar biliyorsa, marifet-i İlâhî’de ne kadar derinleşmişse, gözünden açılan perde de o nisbette olacaktır. Onun içindir ki, bir nebi, bir veli ve sıradan diğer bir insanın orada müşahedeleri farklı farklı olacaktır. Bu sebeple Allah bilgisi çok önemlidir. Bu bilginin mutlaka marifet eksenli temrinlerle, ibadetlerle takviye edilmesi gerekir. 0 Mesihî rûhun bir başka yanı da, onda kozalite’nin, yani sebep-netice münasebetinin aşılmış olmasıdır. Tefekkür, marifete ayrı derinlik kazandırır; ibadet onu insanın tabiatı hâline getirir. Kim dünyada ne kadar derinleşmişse cennetten de, Cemalullah’ı müşahededen de o derece zevk ve lezzet duyar.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ALLAH'I TANIMAK VE BULMAK</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kâinatta cereyan eden hadiseler, en ami insana dahi ma'nâsız olmadığını hissettirecek kadar geniş muhteviyatı haiz delillerdir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Efendimiz, Allah'ın, dinin ve şeriatın telkin edilmediği bir muhitte doğdu, yaşadı. Fakat ilminin, aklının ve fikrinin rehberliğiyle kâinattaki kevnî delaili doğru yorumlamasıyla O, gideceği yolu nübüvvetinden evvel buldu. Namaz kılıyor, oruç tutuyor, inzivaya çekiliyordu. Adını bilmediği, zatını göremediği Mabud-u Mutlak'ı için yaptıklarıyla doluyor, taşıyor ve huzura eriyordu. Gar-ı Hira'ya çekiliyor, en yüksek tepelerin başından eflakı seyrediyordu. Yıldızların ahengine, Ay'ın doğup-batarak takvimcilik edişine ve hediselerin başıboş olmayan akışına bakıyordu...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Resûl-ü Ekrem, doğduğu andan itibaren, nübüvvetle vazifelendirilmesine ve vefaatına kadar, yanlış bir adım atmadı. Cenâb-ı Hakk'ın nazarı ve şuhudu altında bulunan bir insan olarak hareket etti, yaşadı. Elbette herkes O'nun gibi olamaz ve O'nun edasıyla yaşayamazdı. Fakat çeşitli düşüş ve zelleleri olsa da, Cenâb-ı Hakk'ı bilen ve O'na karşı iştiyakla ölen kimseler de vardı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bunlardan birisi, Hazret-i Ömer'in iftihar ettiği amcası Zeyd bin Ömer'di. Ömer'in o bükülmez belini kırıp, ayaklarının bağını çözen; daha çocuk iken, amcasının, vefaatı hengamında söylediği son sözlerdi. Koca Ömer'e, kızkardeşi Fatma ile Zeyd bin Ömer'in oğlu ve kardeşinin kocası olan Sa'd, ikisi birden "Allah'tan kork!" dedikleri zaman, tedai yoluyla, amcasının bahsettiği Allah'ı hatırlamıştı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Zeyd bin Ömer hayatı boyunca hep Allah'ı ve Resûlü'nü aramış ama bulamamış ve tanıyamamıştı. Ölüm döşeğinde, kırıkkâlbi, buruk gönlü ile hasret ve inkisar içinde ruhunu teslim ediyordu.Yanında oğlu Sa'd ve mübarek gelini Fatma, Cenâb-ı Ömer ile babası Hattab. Hepsi, Zeyd'in başı ucunda toplanmış, son sözlerini dinliyorlardı. O ise, nazarını dünyadan çekmiş, vicdanında derin bir hazza dalmış, kendine göre bildiği Allah'a kavuşmayı bekliyordu. Fakat O'nu azametine uygun kavrayamamanın, adını bilemenin derdi ve yangını ile de şu sözleri söylüyor, derin bir teessür ve ızdırab içinde ruhunu Allah'a teslim ediyordu:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Allah'ım, çok aradım, çok özledim, ama Sen'in mübarek emrini duyamadım. Bana teklifini bilseydim. Hayatımda bir kere 'Kulum şunu yap' dediğini duyup, ne yapacağımı bilseydim; Sen'in emrini yerine getirmek için yüzümü yerlere sürüp,öylece ölecek; yüreğim yaralı gözlerim açık gitmeyecektim."</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hayatı boyunca putlara tapmamıştı. Onlara tapanlara da: "Bunlar ma'bud olamazlar. Bunlar, sizin ellerinizle yaptığınız, kendi ihdas ettiğiniz şeylerdir. Ma'bud, bana, size ve herşeye hayat veren, hepimizi ayakta tutan, hepimizin hayy ve kayyumu olandır. Ben tek Rabb'e, tek Ma'bud'a döndüm. Aklı olan da benim gibi yapar" diyordu. O karanlık devirde, adeta, el yordamıyla bir kandil arıyor, Resûl-ü Ekrem'in peygamberlikle geleceği günü itizar ediyordu. Seneler sonra Seniye-i Vedâ'da Peygamber'i karşılayan Medine'li çocukların "Bize Seniye-i Vedâ'dan bir ay doğdu" diyecekleri gibi aynı heyecan ve ümitle kendi gecesini de aydınlatacak Ay'ını, Güneşi'ni, Efendimiz'i bekliyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Adeta, oğlu Sa'd'ı sağ yanına alacak ve Cennet'le müjdeleyecek Resûl-ü Ekrem'in kokusunu duymuş gibi şöyle diyordu: "Evladım, gelmesi beklenen bir peygamberin zuhuru çok yaklaşmıştır. Ben, O'nun varlığını hissediyor, kokusunu duyuyorum. Fakat O'nu görme, bilme ve biat etme şerefinden mahrum olarak gidiyorum. Zuhuru anında, O'na ilk biat edenlerden olmazsanız, size hakkımı helal etmem." Ve Hazreti Sa'd, babasının bu tefekkürî dersinin gönlündeki tesiriyle aklını da kullanarak, Hazret-i Ebu Bekir'in: "Resûl-ü Ekrem'e biat edelim" teklifine itiraz etmedi. Resûl-ü Ekrem Efendimiz'in huzuruna geldi. Kur'ân'ı dinledi, Allah'ın emirlerini öğrendi, kendi nefsinde yokluğa erdi ve Cenâb-ı Hakk'a vasıl oldu. (10)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah, bizleri başıboş ve gayesiz gezmekten, hayaller ardından koşmaktan kurtarıp; yüce hakîkatın önünde diz çökme, yerlere yüz sürme şerefine erdirsin. Böyle bir buluş ve bilişi ihsan etsin... Amin.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">MA'RİFET NURLARINI YAKALAMAK:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Âlem, Allah'la ma'nâsını bulur. Allah'a isnad edilmedikçe, kâinattaki hadiselerin ve eşyanın ma'nâsı olmaz, hiçbir değer ve kıymet ifade etmez. Kâinatın, ancak, Allah'ın sanatı olması itibariyle bir değeri ve kıymeti vardır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kur'ân-ı Kerim "Allah, göklerin ve yerin nurudur" diyor. Alem, o nur sayesinde tenevvür eder, hakikatleri ayan, beyan görünür: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Fakat o nur bir mişkat içindedir. Allah'ın nuru bir mahfaza içinde, bir siraç, bir kandil gibidir." Yani kâinata atfedilen her bakış Allah'a ait ma'rifet nurlarını hemen yakalayamayacaktır. Çünkü, o nur bir mahfaza içindedir. Her bakış, O'nu, tamamıyla kavrayamayacak, her fikir tutamayacak, her duygu anlayamayacaktır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"O misbah, o lamba da bir cam içindedir." Tatlı bir teşbih var burada. Bu ayet güneşlere ve güneşlerin ziyasına, elektriğe ve elektriğin ziyasına, hâttâ ampulün yapısına delalet eden işaretlerle ufkumuzu aydınlattığı gibi; daha derin, daha dakik birşeye de dikkatimizi celbediyor. Diyor ki; "Kâinattaki hadiseler ve deliller Allah'ı göstermektedir. Ama her nazar O'nu tam kavrayamayacak, ihata edemeyecek, ma'rifet şuuruna eremeyecektir." Ayetin sonundaki hakîkat da bunu gösteriyor: "O mübarek bir ağaçtan tutuşturulur." Feyz-i Akdes'ten gelen o nurun, tedelli etmiş reşhalar hâlinde bize geldiğine işaret ediyor. Doğrudan doğruya Vahid-i Ehad'e raci olan bütün kevnî delailin, edata, kökü Cenâb-ı Hakk'a uzanan bir ağaç hâlinde geliştiğine dikkat çekiyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Zeytin, İslam'ın remzidir. Kur'ân-ı Kerim "zeytun" diyor. "Şarklı ve garblı olmayan, mekâna tahsis edilemeyen Allah'ın nuru, ne şarkîdir ne de garbîdir." O, ışığını îlahî feyizden alır, bir ağaç hâlinde tedelli eder. Ve bir yakut hâlinde, ağacın başındaki o lem'a, o parıltı kendisini gösterir, irşad eder.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Az daha o ışık, o nur, o feyiz- o kadar açık ki- hiçbir ateş, hiçbir kıvılcım olmadan, hemen hemen tutuşacaktı neredeyse. Tutuşursa nur üstüne nur olur." (11)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ayet, yüzlerce, binlerce hakikatı havidir. Her ders bu ayetin tefsir ve teşrihidir. Burada mefhumundan haberdar etmek için ma'nâsını, tercümesini ve tefsirini değil, sadece mefhumunu anlattım. Cenâb-ı Hakk bizleri ma'rifetine ulaştırsın... Amin.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 82861, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]PIRLANTA SER[/FONT][FONT=Tahoma]İSİ…[/FONT] [FONT=Tahoma]ALLAH'IN MA'RİFETİNE İHTİYAÇ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İnsanlar ve cemiyetler tedricî olarak büyüdüğü gibi, düşünce ve fikirleri de elde ettikleri malumatlarla tedricî olarak gelişir. Biraz öğrenilir, sonra biraz daha öğrenilir, adım adım merhale katedilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Cemaatlerin hep aynı seviyede kalmaları, hep aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinleyerek malumatta, fikirde, tahlil ve terkipte bir adım ileriye gidememeleri, Allah indinde ve Resûlullah nazarında makbul bir durum değildir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Her duyuşumuz, her bilişimiz, her sezişimiz bizi, adım adım ileriye götürmüyor, fikren ve kâlben inkişafımıza vesile olmuyorsa; hâlâ katı bir kâlbimiz ve neşv ü nemâ bulmayan duygularımız varsa; okuduğumuz ve işittiğimiz şeylerin bize fayda vermediğine inanabiliriz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Camiye gelip vaizin rahle-i tedrisinde diz çöken, Kur'ân'dan lemean eden hakîkatları okuyup, okutmayla meşgul olan cemaat, geçen zamanla mütenasip, okudukları ve duydukları şeyleri aile muhitlerine, çocuklarına ve yakınlarına hâlleri ve dilleriyle anlatabilecek duruma gelmişlerse; okuyup, duydukları şeyler fayda etmiş ve mesafe katedilmiş demektir. Hâlâ başkalarının heyecanlarını yaşıyorlar ve kendi içlerinde meydana gelen heyecanlarla çoşup taşmıyorlarsa; okudukları cilt cilt kitaplar ve dinledikleri va'z u nasihatlar hiçbirşey ifade etmemiş ve hiç bir fayda temin etmemiş demektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Biz devamlı olarak hamleler, sıçrayışlar ve tarfeler içinde bulunmaya mecburuz. Hayat mütemadî hamleler ve sıçrayışlar ile ma'nâsını bulur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah, kâinatı yaşanılır hâle getirdikten sonra hayatı ihsan etti. Bidayette kâinat, atomların infilakı, birbiri içine girmesi, dağılması, tahlil ve terkiplerle kaynaşmasından ibaretti. Neticede, Cenâb-ı Hakk insanın ve diğer canlıların yaşamalarına müsait mekanı hazırlayıp hayatı verdi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Demek ki, insanın da bidayetteki tarfelere, sıçrayışlara riayet etmesi lazımdır. Bir insanın hayatında hamleler ve sıçrayışlarla merhale katetmesi yoksa, dinlediği, duyduğu, okuduğu ve gördüğü şeyler faydasız gelip-gitmiş demektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Tedrisat ile va'z u nasihatte faydalı yol, kafirin küfrünün anlatılması veya hamasî şeylerle ani ve geçici heyecanlar uyandırmak değildir. Geceleri gündüz gibi aydınlatan.. kâinatın sırlarını kavrayacak, gece-gündüz çalışan bir dimağa sahip kılan.. Hiçbir hâdiseyi kaçırmadan, herşeyi yakalayıp zaman ve mekân üstü buudlara ulaşılmasını sağlayan.. İşitilen duyulan ve görülen şeyleri bir araya getirip sentez ve terkiplere ulaştıran.. En mühimi, Allah indinde makbul olan neticeyi kazandıran ilmi ve irfanı vermektir. Verilen malumatlar, eğer bu muhasalayı sağlamıyorsa, herhangi bir değer ve kıymeti yoktur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben, cemaatimin kâlb ve kafalarını aktüalitenin basitliklerinden uzak bildiğim için, hamasî beyan ve tavırlardan kaçıyor; dinsize, masona, komüniste saldırmakla uğraşmıyorum. Îmanı ve İslâm'ı kavrama, yaşama ve yaşatma şuurunun en ulvî gayeleri olduğuna inandığım cemaatime, kâinat sahifelerindeki fikrî gezintiler ve mütalaalar ile Cenâb-ı Hakk'ın ma'rifetine ulaşmayı takdim ve beyan ediyorum.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsan, Allah hakkındaki mâlumatı ve ma'arifeti nisbetinde O'na karşı saygılı ve edebli bir kul olacaktır. En dindar müslümandan en mütemerrid kafire kadar herkesin Allah ma'rifetine ihtiyacı vardır. Ancak ma'rifetle, kafir îman edecek, ehl-i dalalet sapıklıktan kurtulacak, mü'minler de ibadet ve taatlerinin şuuruna erebileceklerdir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bütün, şirazesi kopmuşların, dünyaya dalmışların, menfaatperestlerin, mukaddeslerini feda edenlerin düştükleri kötü durumun yegane âmili ve sebebi Allah'ı bilmemeleri ve O'nun hakkındaki ma'rifetlerinin kısırlığıdır. "Biz Allah'ı biliyor ve tanıyoruz. Camiye geliyor, ibadet ediyor, oruç tutuyoruz. Bunlar O'nu bildiğimizin alametleridir." diyerek, iddiada bulunsanız bile, peşipeşine kusurlar işliyor ve kusurlarınız sebebiyle ızdıraba düşmüyorsanız, Allah'ı bilmiyorsunuz demektir. Böyle bir inanç, ilkel kabîlelerin, dimağlarında uydurdukları bir ilâha inanmaları gibidir. Ruhumuzu, cesedimizi ve herşeyi kabza-i tasarrufunda tutan Allah'a inanmak demek değildir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]İNSANİYAT-İ KÜBRAYA UZANAN YOL[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İnsaniyet-i kübrâ ya uzanan bir diğer yol -ki yukanda zikredilen esaslarla yakından irtibatlıdır- marifet-i kübrâ yı elde etme yoludur. Allah (c.c), Necm sûresinde: "Andolsun O, Rabbinin en büyük [I]âyetlerinden [/I]bir kısmını [I]gördü" [/I](Necm, 52/18) buyurmak suretiyle işte bu duruma işaret eder. Efendimiz (s.a.s), kendisine bahşedilen mirac yolculuğu boyunca zahirî ve batınî duygularını, zerrelerden sistemlere kadar bütün kâinat üzerinde işlettirmiş ve marifet-i kübrâ yı elde etmiştir. O, Miraçta ayağını nazarının ulaştığı yerin ötesine koymuştur ki, tasavvufta buna kadem ve nazar birliği denir. Kur’ân-ı Kerim bu yeri "kâb-ı kavseyni ev ednâ" sözleriyle ifade eder. O'ndan sonra gelen veliler, ayaklarını ancak kendi nazarlarının ulaştığı yere koyabilmişlerdir ki, bu da kademin nazara ulaşamamış olması demektir. Üstad, Efendimiz'in ulaştığı o makamı nazarî olarak bildiğinden, eserlerinde âyet-i kübrâ'nın destanını yazmış ve hayatı boyunca O'nun ulaştığı makama ulaşmaya çalışmıştır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma]ALLAH (cc)[/FONT] [FONT=Tahoma]Soru: Rabbimizi anlama ve anlatma mevzuundan malumat verir misiniz?[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Cenâb-ı Hakk'ın bilinmesi yaratılışımızın hedefi ve fıtratımızın da gayesidir. Her şeyden önce O'nun yolunda olmak, ancak O'nun tam bilinmesiyle devamlılık kazanır. Onun için öncelikle feı-t plânında gönüllerimizin onarılması, donatılması ve itminana ermemiz hatta zevk-i ruhânî ile kanatlanmamız, sonra da cemaat halinde, o cemaatin hücreleri sayılan aileler plânında huzura kavuşmamız bu yolla mümkün olabilecektir. Bu sayededir ki insan, kendisi için mukadder olan ufka ulaşabilir. Ancak, bütün bunlar, O'nu azametiyle kavramaya, O'ndan gelen sinyallere devamlı açık bulunmaya, O'nun bu mevzudaki ihtarlarına kulak vermeye bağlıdır. O (c.c), kendi beyan-ı sübhânisiyle anlattığı gibi "külle yeumin hüue fî şe'n; her an O kemmiyetsiz, keyfivetsiz ayrı bir hâl ue avrı bir şe'ndedir."Yani O, her an yaratmakta, her an, yarattığı şeyleri en mükemmele irca etmekte, onlara yeni yeni suretler, keyfiyetler giydirmekte.. ve tabü her an kendisini değişik dillerle mahlukatına anlatmaktadır. O, bir kere anlatmış da sonra kitabı kapatmış, "bildiğinizle amel ediri' dememiştir. İnsan, zamanın ve mekanın hangi parçasında bulunursa bulunsun, istediği takdirde, bu kudsî dersten bir kısım paragraflar, cümleler, kelimeler duyabilir, anlayabilir. Bu sayede hayatının gayesi, fıtratının neticesi olan bu yüce hakikati, bir kere daha idrak eder, onunla dolar, itminana erer, kalbî huzura kavuşur, zevk-i ruhanî ile kucaklaşır ve daha dünyadan göçmeden cennetin bir çekirdeğini içinde inkişaf ettirerek daha dünyada iken cennet hayatını -Allah'ın izniyle- yaşayabilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Aslında, Zât-ı Uluhiyyet hakkında verilecek her malumat, bilhassa mübtedî insanlar için, onlann elinden tutup ve önlerindeki maniaları bertaraf ederek, onları âdeta güneşle yüz yüze getirme ameliyesi ve gayreti demektir. Güneş, bizim kendisini göstermemizden çok çok muallâ ve mübecceldir. Hemen herkes, gözünü açtığı ve nazarını ona tevcih edebildiği ölçüde onu görebilir ve ondan istifade edebilir. Ancak bazı kimselerin gözleri küsûfa tutulduğundan onların rehbere ihtiyaçları vardır.. ve ellerinden tutulup, güneşi görebilecekleri bir ufka götürülmeleri gerekmektedir. İşte bunun içindir ki bizler çok defa deliller âleminde dolaşırız.. dolaşır ve etrafımızdan Allah'ın varlığına şahitler ararız. Aslında bu da Kuı'anî bir yoldur. Allah, yüce kelâmında, yer yer eşyâ ve hadiseleri ele almış, onun sinesinde kendisine giden yolları bizlere göstermiştir. Yüzlerce yerde, Kur'ân elindeki asasını yere vumıuş, oradan su fışkırtmış ve bu "âb-ı hayati' çıraklarına, çömezlerine içirmiş ve "unutmayın O'nu' ihtarında bulunmuştur. Dahası hedefe varılacak yolun en kestirmesini göstermiş ve herkesin "marifetullah" balını ve peteğini kolaylıkla elde edebilmesi için âdeta bir reflektör vazifesi gömıüştür. Aslında bir çiçeğin gamzesinden, bir rüşeyme uzanan yolda Cenâb-ı Hakk'a giden yolu hemen her zaman bulmak mümkündür. İşte, günümüzün irşat erleri de, insanları, güneşi rahat görebilsinler diye delâil ve şevâhid ufkuna götürüyor, hem kendileri hem de başkaları görsün, bilsin diye avaz avaz O'nu (c.c) ilan ediyor, O'nu haykırıyor ve "Biz bu yollarda senin şahidleriniz" diyorlar...[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, öteden beri gözleri küsûf tutmuş, bakışlan maddeye takılıp kalmış olan bazı kimseler, göremedikleri şeyleri inkâr edegelmişlerdir. Halbuki "her şeyi maddede arayanlann akıllan gözlerine inmiştir. Göz ise mânâya karşı kördür." Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz; her şeyin bir arama yolu vardır. Bizler, maddeyi, duygularımızdan akseden düşüncelerimizle, vicdanlarımızla değerlendirebiliriz; ama madde ötesi şeyler ve metafizik hadiseler, daha başka şeylerle değerlendirilmelidir. Binaenaleyh maddeyi ararken kullandığımız usul ve metodlarla mânâyı anlamak istersek, araştırma adına dökülür, yollarda kalırız. Hatta, delillerle Allah'ı (c.c) anlatırken, maddeyi kendi karakteristiği, kendi hususiyetleri içinde ele alırsak maddeye saplânır kalır, metafizik hadiselere onca ehemmiyet vermemize rağmen, bir çeşit maddeci veya natüralist oluruz. Bu yüzden, önce her şeyin usulünce araştırılması çok önemlidir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ALLAH’I GÖRMEK O’NU BİLMEK İLE ORANTILIDIR[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Mü’minler cennette Cenâb-ı Hakk’ı müşahede edeceklerdir. Efendimiz görme keyfiyetini misallendirirken, “ayın ondördünde ve bulutsuz bir gecede, Ay’ı görür gibi” teşbihinde bulunmaktadır. Elbette bu görme, Cenâb-ı Hakk’a bir mekan izafesi ma’nâsına gelmez. Çünkü, “mü’minler, cennette Cenâb-ı Hakk’ı göreceklerdir” demek, Cenâb-ı Hakk, mekân itibariyle cennette olacak demek değildir. O, zaman ve mekân kayıtlarından mukaddestir, yücedir.[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte bu görme, her mü’min için marifeti nisbetinde olacaktır. Kim Cenâb-ı Hakk’ı ne kadar biliyorsa, marifet-i İlâhî’de ne kadar derinleşmişse, gözünden açılan perde de o nisbette olacaktır. Onun içindir ki, bir nebi, bir veli ve sıradan diğer bir insanın orada müşahedeleri farklı farklı olacaktır. Bu sebeple Allah bilgisi çok önemlidir. Bu bilginin mutlaka marifet eksenli temrinlerle, ibadetlerle takviye edilmesi gerekir. 0 Mesihî rûhun bir başka yanı da, onda kozalite’nin, yani sebep-netice münasebetinin aşılmış olmasıdır. Tefekkür, marifete ayrı derinlik kazandırır; ibadet onu insanın tabiatı hâline getirir. Kim dünyada ne kadar derinleşmişse cennetten de, Cemalullah’ı müşahededen de o derece zevk ve lezzet duyar.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ALLAH'I TANIMAK VE BULMAK[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Kâinatta cereyan eden hadiseler, en ami insana dahi ma'nâsız olmadığını hissettirecek kadar geniş muhteviyatı haiz delillerdir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Efendimiz, Allah'ın, dinin ve şeriatın telkin edilmediği bir muhitte doğdu, yaşadı. Fakat ilminin, aklının ve fikrinin rehberliğiyle kâinattaki kevnî delaili doğru yorumlamasıyla O, gideceği yolu nübüvvetinden evvel buldu. Namaz kılıyor, oruç tutuyor, inzivaya çekiliyordu. Adını bilmediği, zatını göremediği Mabud-u Mutlak'ı için yaptıklarıyla doluyor, taşıyor ve huzura eriyordu. Gar-ı Hira'ya çekiliyor, en yüksek tepelerin başından eflakı seyrediyordu. Yıldızların ahengine, Ay'ın doğup-batarak takvimcilik edişine ve hediselerin başıboş olmayan akışına bakıyordu...[/FONT] [FONT=Tahoma]Resûl-ü Ekrem, doğduğu andan itibaren, nübüvvetle vazifelendirilmesine ve vefaatına kadar, yanlış bir adım atmadı. Cenâb-ı Hakk'ın nazarı ve şuhudu altında bulunan bir insan olarak hareket etti, yaşadı. Elbette herkes O'nun gibi olamaz ve O'nun edasıyla yaşayamazdı. Fakat çeşitli düşüş ve zelleleri olsa da, Cenâb-ı Hakk'ı bilen ve O'na karşı iştiyakla ölen kimseler de vardı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bunlardan birisi, Hazret-i Ömer'in iftihar ettiği amcası Zeyd bin Ömer'di. Ömer'in o bükülmez belini kırıp, ayaklarının bağını çözen; daha çocuk iken, amcasının, vefaatı hengamında söylediği son sözlerdi. Koca Ömer'e, kızkardeşi Fatma ile Zeyd bin Ömer'in oğlu ve kardeşinin kocası olan Sa'd, ikisi birden "Allah'tan kork!" dedikleri zaman, tedai yoluyla, amcasının bahsettiği Allah'ı hatırlamıştı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Zeyd bin Ömer hayatı boyunca hep Allah'ı ve Resûlü'nü aramış ama bulamamış ve tanıyamamıştı. Ölüm döşeğinde, kırıkkâlbi, buruk gönlü ile hasret ve inkisar içinde ruhunu teslim ediyordu.Yanında oğlu Sa'd ve mübarek gelini Fatma, Cenâb-ı Ömer ile babası Hattab. Hepsi, Zeyd'in başı ucunda toplanmış, son sözlerini dinliyorlardı. O ise, nazarını dünyadan çekmiş, vicdanında derin bir hazza dalmış, kendine göre bildiği Allah'a kavuşmayı bekliyordu. Fakat O'nu azametine uygun kavrayamamanın, adını bilemenin derdi ve yangını ile de şu sözleri söylüyor, derin bir teessür ve ızdırab içinde ruhunu Allah'a teslim ediyordu:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Allah'ım, çok aradım, çok özledim, ama Sen'in mübarek emrini duyamadım. Bana teklifini bilseydim. Hayatımda bir kere 'Kulum şunu yap' dediğini duyup, ne yapacağımı bilseydim; Sen'in emrini yerine getirmek için yüzümü yerlere sürüp,öylece ölecek; yüreğim yaralı gözlerim açık gitmeyecektim."[/FONT] [FONT=Tahoma]Hayatı boyunca putlara tapmamıştı. Onlara tapanlara da: "Bunlar ma'bud olamazlar. Bunlar, sizin ellerinizle yaptığınız, kendi ihdas ettiğiniz şeylerdir. Ma'bud, bana, size ve herşeye hayat veren, hepimizi ayakta tutan, hepimizin hayy ve kayyumu olandır. Ben tek Rabb'e, tek Ma'bud'a döndüm. Aklı olan da benim gibi yapar" diyordu. O karanlık devirde, adeta, el yordamıyla bir kandil arıyor, Resûl-ü Ekrem'in peygamberlikle geleceği günü itizar ediyordu. Seneler sonra Seniye-i Vedâ'da Peygamber'i karşılayan Medine'li çocukların "Bize Seniye-i Vedâ'dan bir ay doğdu" diyecekleri gibi aynı heyecan ve ümitle kendi gecesini de aydınlatacak Ay'ını, Güneşi'ni, Efendimiz'i bekliyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Adeta, oğlu Sa'd'ı sağ yanına alacak ve Cennet'le müjdeleyecek Resûl-ü Ekrem'in kokusunu duymuş gibi şöyle diyordu: "Evladım, gelmesi beklenen bir peygamberin zuhuru çok yaklaşmıştır. Ben, O'nun varlığını hissediyor, kokusunu duyuyorum. Fakat O'nu görme, bilme ve biat etme şerefinden mahrum olarak gidiyorum. Zuhuru anında, O'na ilk biat edenlerden olmazsanız, size hakkımı helal etmem." Ve Hazreti Sa'd, babasının bu tefekkürî dersinin gönlündeki tesiriyle aklını da kullanarak, Hazret-i Ebu Bekir'in: "Resûl-ü Ekrem'e biat edelim" teklifine itiraz etmedi. Resûl-ü Ekrem Efendimiz'in huzuruna geldi. Kur'ân'ı dinledi, Allah'ın emirlerini öğrendi, kendi nefsinde yokluğa erdi ve Cenâb-ı Hakk'a vasıl oldu. (10)[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah, bizleri başıboş ve gayesiz gezmekten, hayaller ardından koşmaktan kurtarıp; yüce hakîkatın önünde diz çökme, yerlere yüz sürme şerefine erdirsin. Böyle bir buluş ve bilişi ihsan etsin... Amin.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]MA'RİFET NURLARINI YAKALAMAK:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Âlem, Allah'la ma'nâsını bulur. Allah'a isnad edilmedikçe, kâinattaki hadiselerin ve eşyanın ma'nâsı olmaz, hiçbir değer ve kıymet ifade etmez. Kâinatın, ancak, Allah'ın sanatı olması itibariyle bir değeri ve kıymeti vardır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kur'ân-ı Kerim "Allah, göklerin ve yerin nurudur" diyor. Alem, o nur sayesinde tenevvür eder, hakikatleri ayan, beyan görünür: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Fakat o nur bir mişkat içindedir. Allah'ın nuru bir mahfaza içinde, bir siraç, bir kandil gibidir." Yani kâinata atfedilen her bakış Allah'a ait ma'rifet nurlarını hemen yakalayamayacaktır. Çünkü, o nur bir mahfaza içindedir. Her bakış, O'nu, tamamıyla kavrayamayacak, her fikir tutamayacak, her duygu anlayamayacaktır.[/FONT] [FONT=Tahoma]"O misbah, o lamba da bir cam içindedir." Tatlı bir teşbih var burada. Bu ayet güneşlere ve güneşlerin ziyasına, elektriğe ve elektriğin ziyasına, hâttâ ampulün yapısına delalet eden işaretlerle ufkumuzu aydınlattığı gibi; daha derin, daha dakik birşeye de dikkatimizi celbediyor. Diyor ki; "Kâinattaki hadiseler ve deliller Allah'ı göstermektedir. Ama her nazar O'nu tam kavrayamayacak, ihata edemeyecek, ma'rifet şuuruna eremeyecektir." Ayetin sonundaki hakîkat da bunu gösteriyor: "O mübarek bir ağaçtan tutuşturulur." Feyz-i Akdes'ten gelen o nurun, tedelli etmiş reşhalar hâlinde bize geldiğine işaret ediyor. Doğrudan doğruya Vahid-i Ehad'e raci olan bütün kevnî delailin, edata, kökü Cenâb-ı Hakk'a uzanan bir ağaç hâlinde geliştiğine dikkat çekiyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]Zeytin, İslam'ın remzidir. Kur'ân-ı Kerim "zeytun" diyor. "Şarklı ve garblı olmayan, mekâna tahsis edilemeyen Allah'ın nuru, ne şarkîdir ne de garbîdir." O, ışığını îlahî feyizden alır, bir ağaç hâlinde tedelli eder. Ve bir yakut hâlinde, ağacın başındaki o lem'a, o parıltı kendisini gösterir, irşad eder.[/FONT] [FONT=Tahoma]"Az daha o ışık, o nur, o feyiz- o kadar açık ki- hiçbir ateş, hiçbir kıvılcım olmadan, hemen hemen tutuşacaktı neredeyse. Tutuşursa nur üstüne nur olur." (11)[/FONT] [FONT=Tahoma]Ayet, yüzlerce, binlerce hakikatı havidir. Her ders bu ayetin tefsir ve teşrihidir. Burada mefhumundan haberdar etmek için ma'nâsını, tercümesini ve tefsirini değil, sadece mefhumunu anlattım. Cenâb-ı Hakk bizleri ma'rifetine ulaştırsın... Amin.[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Marifetullah
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst