Mal mülk mezara nasıl girer

uður1

Well-known member
[FONT=&quot]Mal mülk mezara nasıl girer[/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, bir gün insanlardan uzaklaşıp biraz dinlenmek için dergâhın dışında bir ağacın altına oturmuş. Orada bir karıncanın, bir ekmek parçasını ağzına alıp, yuvarlayarak büyük bir gayretle taşımaya çalıştığını görür. Ama ekmek karıncadan birkaç misli daha büyük... (Bu nasıl bir iş, nasıl bir gayret) der ve karıncayı takip etmeye başlar. Karınca, uzun bir mücadeleden sonra yuvanın başına gelir. Yuva küçücük, ekmek büyük olduğu için yuvaya bir türlü girmez. Zavallı karınca, gayretinden hiç vazgeçmez, bir oradan uğraşır, bir buradan. Ama girmesi mümkün değil. Bunun üzerine Mevlana hazretleri, (Ya Rabbi, bu insanoğlu ne acayiptir. Bu ekmek yuvaya giremezken, bu kadar evler, hanlar, apartmanlar, mallar, daracık olan mezara nasıl girecek) der.[/FONT]
[FONT=&quot]Hâlbuki onları içeri sokmak mümkündür. Nasıl mümkün? Allah için çalış, Allah için ye, Allah için ver! O zaman hepsi müsbet yazılır, âhiret için olur, hepsi bizimle gider o zaman. Nefis için, şöhret için çalışılırsa, o zaman Allah muhafaza etsin Cehenneme götürür. Değer mi, sonunda mutlaka bırakacağımız şeyi elde etsek ne olur, elde etmesek ne olur? Ama aynı şeyi ölmeden önce âhirete gönderebiliriz, çünkü Allahü teâlâ kendisi için yapılanları ibadet kabul eder, kendimiz için yapılanları ise felaket olarak yazar.[/FONT]
[FONT=&quot]Onun için kendimize gelelim, aklımızı başımıza toplayalım, Allahü teâlâ kullarını niçin yarattığını Kur’an-ı kerimde bildiriyor. (İnsanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım) buyuruyor. Hiçbir fark gözetmeksizin bütün yarattıkları için (kullarım) diyor. O yaratmasaydı dünyada hiç insan olmazdı. Kâinatta Cenab-ı Hakkın kudretinin olmadığı zerre yer yoktur. Tıpkı sütün içine karıştırılmış şeker gibi. Bir bardak sütün içine şeker konup karıştırılsa, şeker bunun neresindedir? İşte bunun gibi, kâinatta da, Allahü teâlânın kudretinin olmadığı zerre yer yoktur. Her şey Onunla kaimdir. O ise mutlak kaimdir. Allahü teâlâ, hiçbir fark gözetmeksizin, münafığı da, kâfiri de, mümini de yediriyor, içiriyor, besliyor. Ancak âhirette, Yasin-i şerifte bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, (Ey kâfirler, şimdi has kullarımdan ayrılın) buyuracaktır. Has kullarından olmak için çalışmalıdır.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]

 

uður1

Well-known member

Tevafuklu Kur’ân ve Hamid Aytaç
Posted: 01 Dec 2011 12:27 AM PST
Hâmid Hoca 1911 yıllarında İstanbul'da bulunan Bediüzzaman'la görüştü ve tanıştı. Bediüzzaman'la Beyazıt Camiindeki bir vaazını müteakip tanışan Hâmid Hocaya Bediüzzaman yakın alâka göstermiş. Daha sonra Çemberlitaş'ta yapılan bir toplantıda yine görüşürler. Bu toplantıda Hâmid Hoca Bediüzzaman'ın hazırlamış olduğu bir hitabeyi okur.This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

Mutlu Evlilik Kalbin İlacı
Posted: 01 Dec 2011 12:16 AM PST
Baypas ameliyatı geçiren kişilerin mutlu bir evlilikleri varsa, evli olmayanlara göre üç kat daha uzun yaşadıkları belirlendi.This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

Aileden saklı nikâh yapabilir miyiz?
Posted: 01 Dec 2011 12:12 AM PST
Nikâh kıymaya karar verdik. Ancak öğrenimimiz devam ettiği için ailelerimiz buna kesinlikle karşı çıkacaktır. Ailelerimizden saklı nikâh kıymak ikimiz için de ürkütücü geliyor. Bu durum caiz midir?This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

Kar Tanesi Adam
Posted: 30 Nov 2011 11:54 PM PST
WILSON BENTLEY, bazılarının gözünde gerçek bir deliydi. Ne zaman kar yağsa, hemen tepsisini alır ve kar tanelerini yakalamaya uğraşırdı. Yol ortasına kurduğu fotoğraf makinasıyla kimselerin aklına gelmeyen bir şeye, ‘kar tanelerinin fotoğraflarını çekmeye’ çalışırdı. Wilson Bentley, kar tanelerinin fotoğraflarını çekebilen ilk insandı.This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

“Diyalog Forumları” Başlıyor!
Posted: 30 Nov 2011 11:15 PM PST
04 Aralık 2011 Pazar günü saat 14:00’da İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek olan “Küresel Barış İçin Diyalog Arayışları-I: Nübüvvet” konulu foruma davetlisiniz..This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

Hicret Zulme Direnmek, Zincirleri Kaldırmaktır
Posted: 30 Nov 2011 10:36 PM PST
Hicret mücadeleden kaçmak değil, Kehf Ehli gibi zulme direnmek, karşı durmak, zincirleri kaldırmaktır. Amaç; sonlu olan her şeyi terk ederek, sonsuz olana kavuşmaktır.This posting includes an audio/video/photo media file: Download Now

 

uður1

Well-known member
Îmâilekılanauymak
Sual: S. Ebediyye’de, (Ayakta namaz kılan, oturarak kılana uyabilir) deniyor. Buradan îmâ ile kılana da uyabileceği, yani îmâ ile kılanın ayakta kılabilenlere imam olabileceği anlaşılır mı?
CEVAP
Hayır, oturup îmâ ile kılan yani rükû ve secde edemeyen kimse, ayakta kılan kimseye imam olamaz. Bu hususta fıkıh kitaplarında deniyor ki:
Ayakta durarak namaz kılan kimse, oturduğu yerde rükû ve secde eden imama uyabilir, fakat rükû' ve secde ile namaz kılan kimse, îmâ ile namaz kılana uyamaz. (Fetava-i Hindiyye)
Oturanın, ayakta durana imam olması caizdir, fakat rükû ve secde ile namaz kılanın, îmâ ile namaz kılana uyması sahih değildir. (Mecmua-i Zühdiye)
Rükû ve secde eden, îmâ ile kılana uyamaz. (İbni Âbidin)
Ayakta kılan oturarak kılana uyar. Îmâ ile kılan, îmâ ile kılana uyar. Ancak oturarak îmâ ile kılan, yatarak îmâ ile kılan imama uyamaz. Ayakta olan da uyamaz. (Dürer Gurer)
Hasta, namazın bir kısmını îmâ ile kılar, sonra ayağa kalkıp rükû ve secde ederek namaz kılmaya gücü yeterse, o kimsenin namazını iade etmesi gerekir. Çünkü namazı rükû ve secde ederek kılanın îmâ ile kılana uyması caiz olmadığı gibi, îmâ ile kılmaya başladığı namazı, rükû ve secde ederek tamamlaması caiz olmaz. (Halebi-yi sagir)
Rükû ve secde ile namaz kılanın, îmâ ile namaz kılana uyması caiz olmaz. (Nimet-i İslâm)
Hanefi’de, ayakta namaz kılanın, oturarak rükû ve secdeyi yapabilen imama uyması sahihtir. Rükû ve secdeyi yapmaktan âciz olana, ayakta kılanın uyması sahih olmaz. (El-fıkhü alel mezahibil-erbea)

Sırat’tan geçemez​

Namazını kılmayan,
Sırat’tan nasıl geçer?
Günahtan sıkılmayan,
Sırat’tan nasıl geçer?

Bozuk kitaplar yazan,
Doğru inancı bozan,
Dindara kuyu kazan,
Sırat’tan nasıl geçer?

Kişi oruç tutmazsa,
Bir kez hacca gitmezse,
Farzı eda etmezse,
Sırat’tan nasıl geçer?

Sapık hakkı görmezse,
Doğru yola girmezse,
Zengin zekât vermezse,
Sırat’tan nasıl geçer?

Vakıf malını çalan,
Günah gölüne dalan,
İçi fesatla dolan,
Sırat’tan nasıl geçer?

Mezhepsize uyanlar,
Kadınları soyanlar,
Rezaleti yayanlar,
Sırat’tan nasıl geçer?

Dini yıkan hocalar,
Şirk içinde bocalar.
Deyyus olan kocalar,
Sırat’tan nasıl geçer?

Sahabeye sövenler,
Sapıkları övenler,
Kâfirleri sevenler,
Sırat’tan nasıl geçer?

Hoca dini bilmeyen,
Doğru yola gelmeyen,
İman ile ölmeyen,
Sırat’tan nasıl geçer?

MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 4.13.REŞHALAR(DEVAMI)
ONİKİNCİ REŞHA(DEVAMI)
Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü san’at dahi risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delâlet ve şehadet eden kat’î bir delildir. Zira, şu ziynetli masnuatın cemâli, hüsn-i san’at ve ziyneti izhar eder. San’at ve suretin güzelliği, Sânide güzelleştirmek ve ziynetlendirmek isteği mevcut olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve zînetlendirmek sıfatları, Sâniin san’atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise, masnuatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü o muhabbetin mazhar ve medarı insandır. İnsan dahi masnuatın en câmi ve en garibi olduğundan, şecere-i hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası arasında en câmi ve baîd bir cüzdür. İnsan zîşuur ve câmi olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere i hilkati tamamıyla görür, şuuru da küllî olduğundan, Sâniin makasıdını bilir. Öyleyse, insan Sâniin muhatab-ı hâssıdır.

Evet, âmm ve şumullü olan nazar ve şuurunu Sâniin ibadetine ve muhabbetine sarf ve san’atını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibadete, şükre davet eden Sâniin has muhatap ve habibidir.

Ey insanlar! Zikredilen ahval ve şuûnatla muttasıf olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), Sâniin o ferd-i ferid dediğimiz muhatab-ı hassı olmamasına imkân var mıdır? Ve tarihinizin gösterdiği nev-i beşerden en büyük insanlar arasında, bu makama daha lâyık diğer bir şahıs var mıdır?


Lügatler :
ahval : haller, vaziyetler
âmm : genel, kapsamlı
baîd : uzak
câmi : kapsamlı
cemâl : güzellik
cihet : yön, taraf
cüz : kısım, parça
delâlet etme : delil olma, gösterme
ecza : parçalar, kısımlar
ekmel : en mükemmel
ezcümle : meselâ, örneğin
ferd-i ferid : eşi-benzeri olmayan tek kişi
garib : farklı, benzersiz
habib : sevgili
has : özel
hüsn-ü san’at : sonsuz güzellikteki sanat
istihsan : beğenme, güzel bulma
istimal eden : kullanan
izhar etmek : açıklamak, göstermek
kâinat : evren
kat'î : kesin, şüphesiz
küllî : kapsamlı, geniş
levha : görünen manzara; tablo
mahlûkat : yaratılmışlar, varlıklar
makasıd : gayeler, istenilen şeyler
masnuat : san’at eseri varlıklar
mazhar : bir şeye erişen; ayna olan
medar : sebep, vesile
mevcut : var
muhabbet : sevgi
muhatab-ı hâs : özel muhatap
muhatap : hitap edilen
muttasıf : bir nitelik ve özelliği üzerinde taşıyan
nazar : bakış, görüş
nev-i beşer : insanlık
risalet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği ve Allah’ın ona semâvî kitap göndermesi
rububiyet : Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
sarf : kullanma
semere : meyve
semere-i şuuriye : şuurlu bir meyve; kâinat ağacının şuurlu meyvesi olan insan
sıfat : nitelik, vasıf
suret : biçim, şekil
şecere-i hilkat : yaratılış ağacı; kâinattaki bütün varlıkların bir ağaç misali yaratılmaları
şehadet eden : şahitlik eden
şumul : geniş kapsamlı oluş, kuşatıcılık
şuûnat : hâller, işler
şuur : bilinç, anlayış
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
takdir : övgü
teşhir : ilân etme, sergileme
tevcih : yöneltme
ubudiyet : kulluk
zikredilen : hatırlatılan, söylenen
zira : çünkü
zîşuur : akıl ve şuur sahibi
ziynet : süs




 

uður1

Well-known member
. . . : Kur'an'dan Bir Mesaj : . . . "O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid olur veya galip gelir gazi olursa, Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz."
[Nisa Suresi 4,74]

Kur'an-ı Kerim'den...
"Ya Rabbî! Beni de, neslimden çoğunu da namazı devamlı olarak ve gereğince kılan kullarından eyle! Duamı, lütfen kabul buyur Ya Rabbi!"
"İbrâhim Sûresi 40. Ayet Meali"

Allah Resulünden (asm)...
Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.

Hadisi Şerif Meali - (et-Tergîb ve'l-Terhib 2/116)

Risale-i Nur Külliyatı'ndan...
Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise herşey dosttur.

Yârân istersen Kur’ân yeter. Evet, ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.

Mal istersen kanaat yeter. Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.

Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.

Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.
Mektubat | Yirmi Üçüncü Mektup
Pazar Günü Aşure Günü...

Âşura Günü Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.

Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:



1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)

Sitemize Yeni Eklenenler...
[h=3]İsm-i Ferd (Otuzuncu Lem'a, Dördüncü Nükte, 1 - 2. İşaret)[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2058 "Ferd İsm-i Âzamı, âzamî bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmuasına ve herbir nev’ine ve herbir ferdine birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdâniyet koyduğunu, Yirmi İkinci Söz ile Otuz Üçüncü Mektup tafsilen göstermişlerdir. Burada, yalnız üç sikkeye işaret edeceğiz."
Yer:
Lem'alar | Otuzuncu Lem'a | Dördüncü Nükte
Açıklayan: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi
(28-Kasım-2011)

[h=3]İslamın İnkişafına Engel Olan Nedenler Nelerdir?[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2057 "Emmâ ba’d: Şu fakir, garîb Nursî ki, “Bid’atüz-zaman” lâkabıyla müsemmâ olmaya layık iken, haberi olmadan “Bediüzzaman” ile meşhur olan biçare, tedennî-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, “Ah, ah, ah! Vâ esefâ!” der ki:"
Yer:
Muhakemat
Açıklayan: Mustafa Karaman
(26-Kasım-2011)

[h=3]Günahlar Asrındaki Gençlere Bediüzzaman'dan Tavsiyeler 3. Bölüm[/h] http://www.nurpenceresi.com/index.php?oku=2056 "Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler.
Ben dedim:
Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz."
Yer:
On Üçüncü Söz | İkinci Makam | Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele
Açıklayan: Dr. Ahmet Çolak
(24-Kasım-2011)


Esma-ül Hüsna
EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler işteha. Duygu, âlet ve organlarla dona tıp süsleyen; sonsuz rahmet hazinelerinin süslü ve tatlı nimetlerini karşılık beklemeden önlerine seren. Sonsuz keremi, yarattığı bütün sanatlı mahlukât üzerindeki tezyinat ve bunların terbiyelerindeki dikkat ve titizlikle açıkça görünen.
Er-Rakîb: Mahlukâtın hareket, davranış, hal ve işlerini devamlı kontrol ve gözetimi altında tutan, bunları kaydeden.

Cevşen-ül Kebir'den...
Allah’ım! Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum:
Ey sonsuz merhamet sahibi olan Hannân,
Ey hakiki iyilik ve ihsan sahibi Mennân,
Ey kullarının amellerine karşılık veren Deyyân,
Ey bağışlaması bol olan Ğufrân,
Ey kullarına yol gösteren Burhân,
Ey gerçek saltanat sahibi Sultân,
Ey bütün kusur ve noksanlardan uzak olan Sübhân,
Ey kendinden yardım istenen Müsteân,
Ey nîmet ve beyân sahibi,
Ey emniyet ve emân sahibi,

Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok. Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.




 

uður1

Well-known member
Sorularla Risale ekibi olarak hayırlı cumalar diliyoruz.
Soru - Cevap arşivimizden seçtiğimiz sorulardan bazılarını aşağıdaki bağlantılardan inceleyebilirsiniz. Selam ve dua ile...
Sorularla Sözler: 140. Bölüm (On Yedinci Söz / 9)
Prof. Dr. Alaaddin başar hocamızla gerçekleştirdiğimiz Sorularla Sözler programının bu bölümünde On Yedinci Söz'den soruları cevaplamaya devam ediyoruz.
Risale-i Nura Sıradışı Bir Bakış Bu çalışmamızda, risalelerdeki hakikatlere, alışageldiğimizin dışında bir bakış açısı bulacaksınız. Sinan YILMAZ Hocamızın buraya aldığımız çalışmaların büyük istifadeye medar olacağını ümit ediyoruz.



Sitemizin Kullanım Kılavuzunu İzlemek İçin Tıklayınız.
[h=2]Soru Cevap Arşivinden:[/h]
Sorularlarisale.com
Rabbimiz Kur'anda şöyle buyuruyor:
"Gerçekte yardım ancak Allah'tandır, başkasından değil! Çünkü Allah, azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)"
Enfal Suresi 10. Ayetin Meali
 

uður1

Well-known member
Diyanet ilk kez Kerbela şehitlerini anacak
02 Aralık 2011 / 09:20
Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinde ilk kez Kerbela şehitleri için anma programı düzenleyecek

Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinde ilk kez Kerbela şehitleri için 4 Aralık günü Ankara Hacı Bayram Veli Camisi'nde anma programı düzenleyecek. Diyanet Başkanı Mehmet Görmez'in konuşma yapacağı programda, Kur'an-ı Kerim okunarak dualar edilecek
Kerbela şehitleri için her yıl Türkiye genelinde çeşitli anma etkinlikleri düzenleniyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinde bir ilke imza atacak. Diyanet tarafından ilk kez Kerbela şehitleri için anma programı düzenlenecek. 4 Aralık Pazar gününe denk gelen Aşure Günü için Ankara Hacı Bayram Veli Camisi'ndeki programa Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in de katılarak bir konuşma yapacağı belirtildi. İstanbul Eyüp Sultan Camisi İmam Hatibi Metin Çakar, Kur'an-ı Kerim okuyacak. Hacı Bayram Camisi ve İstanbul Hacı Nimet Özden Camisi imam hatiplerinin de Kur'an-ı Kerim okuyacağı programda, ilahiler söylenecek, dualar edilecek. Programın ardından vatandaşlara aşure dağıtılacak.
BUGÜN HUTBE VERİLECEK
Bugünkü cuma hutbesinde de Kerbela konu edilecek. Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan ve tüm Türkiye'de okunacak hutbede, Muharrem ayının önemi anlatılacak. Muharrem ayının tarihimizde ve kültürümüzde önemli bir yeri olduğu vurgulanacak hutbede, özetle şu ifadelere yer verilecek:
'Kerbela, Resulumuz'un 'cennet gençlerinin efendileri' sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın iki ciğerparesinden biri Hz. Hüseyin efendimizin ve yetmişten fazla müminin şehit edildiği yerdir. Asırlardır yüreklerimizi sızlatan, bağırlarımızı yakan bu elim hadise, Efendimiz'i ve onun Ehl-i Beyt'ini seven başta milletimiz olmak üzere bütün müminleri, derinden yaralamış, kalpleri incitmiştir.
Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara garketmiştir. Kerbela'da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve yakınlarının, haksızlığa ve zulme karşı onurlu direnişleri, doğruluk adına samimi yürüyüşleri, bütün müminlerin gönüllerinde unutulmaz izler bırakmıştır. Resulullah Efendimiz'in torunlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkum edilmişlerdir.'
Yeni Şafak

Perinçek hapiste bile Said Nursi'ye iftira attı!
02 Aralık 2011 / 09:48
Aydınlık gazetesinde gün geçmiyor ki Said Nursi ve Nur talebelerine yönelik bir hakaret, iftira yayınlanmasın

Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER-Ergenekon örgütüyle yakın işbirliği olduğu ileri sürülen Aydınlık gazetesinde gün geçmiyor ki Said Nursi ve Nur talebelerine yönelik bir hakaret, iftira yayınlanmasın.
En sonuncu iftirayı tutuklu bulunan Doğu Perinçek attı. Perinçek, gazetedeki köşesinde "Said Nursi'nin Cumhuriyete savaş açtığı" iftirasını yazdı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili yazı yazan Perinçek, her zaman olduğu gibi konuyu bir şekilde Said Nursi'ye de getirdi.
Bir çok ismi zikreden Perinçek, şunları söyledi:
"Tayyip Erdoğanlar, Abdülmecit’ten bugüne kadar her zaman ve her yerde, emperyalizm işbirlikçilerinin ve irticanın merkezinde olmuşlardır. Onların soykütüğünde, Mehmet Akif’in 'iblis' dediği Abdülhamit, 31 Mart’ın Ahrar Partisi ve Derviş Vahdeti’leri, İngiliz altınlarıyla Milli Mücadelenin üzerine sürülen Aznavur’lar, İngiliz zırhlısıyla kaçan Vahdettin, Cumhuriyete savaş açan İskilip’li Atıf Hoca’lar, Saidi Nursi’ler, Kubilay’ı katleden Derviş Mehmet’ler vardır. Onların kökleri, kendi beyanlarıyla İstiklâl Mahkemesi hükümlülerindedir."

Fişleme yaparken Nurcu eğilim diye yazın
02 Aralık 2011 / 11:04
Fişleme yapılırken belirtilmesi istenen eğilimler şu şekilde sıralanıyor: “Aşırı sağ, sol, Nurcu, Nakşibendi...

Aslan Değirmenci'nin haberi:
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 12 Eylül darbesine ilişkin soruşturmadan sonra “Post-modern Darbe” olarak nitelendirilen “28 Şubat” süreciyle ilgili de soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında savcılığın, post-modern darbenin mimarlarının ifadeye çağrılması beklenirken, 28 Şubat’a zemin hazırlayan ‘Batı Çalışma Grubu’nun illegal faaliyetlerini de masaya yatırdığı ifade ediliyor. Soruşturma devam ederken ‘Milat’ gazetesi olarak başlattığımız yazı dizimizin 1. Bölümünde BÇG’nin fişleme metotlarını skandal belgeler ışığında deşifre ediyoruz.
Belge 1: BÇG’nin fişleme metodları
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait 5 Mayıs 1997 tarihli ıslak imzalı gizli belge, sivil toplum örgütlerinin nasıl kafese alındığını gözler önüne seriyor. Komutanlıklara verilen yazılı emirle; dernek, vakıf, meslek kuruluşları, sendikalar ve basın yayın kuruluşlarının fişlenmesi isteniyor. Verilen fişleme emrinin eklerinde formlar yer alıyor. Formlar incelendiğinde BÇG’nin metodu deşifre oluyor. Hazırlanan formların ilgili askeri birimlerce doldurulması ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ivedi teslim edilmesi isteniyor.
Ülkeyi kamplara bölmüşler
Formlarda doldurulması gereken alanlarda STK’ların adı, ili, eğilimi ve kurucularının isimleri olduğu görülüyor. STK yöneticileri hakkında da kapsamlı görüşlerin istendiği emirde, kişilerin kimlik bilgilerinin bile ayrıntılı bir şekilde bildirilmesi talimatı veriliyor. STK’ların bölgesinin polis veya jandarma şeklinde belirtilmesinin istendiği şok belgede, fişleme yapılırken belirtilmesi istenen eğilimler şu şekilde sıralanıyor:
“Aşırı sağ, sol, Nurcu, Nakşibendi, bölücü, PKK, ayrılıkçı ve diğerleri…”
Hazırlanan fişleme belgelerinin formatını ise şu şekilde olması emrediliyor: “Word, programı ile ariel, 10 punto, sayfa marjinleri üst 1 cm, alt 1 cm, sol 1 cm, sağ 0.5 cm olarak yazılacaktır.”
Emire ayrıca şu notun düşüldüğü görülüyor: “Vali, Kaymakam, Belediye Başkanları biyografileri serbest metin halinde olacaktır.”
Belge 2: Yetmez bunları da fişleyin
Aynı tarihte Kişiye Özel Gizli bir başka belgenin konusu Batı Çalışma Grubunun bilgi ihtiyaçları. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait belgede STK’lar dışında acilen İl Genel Meclis Üyeleri, Belediye Meclis Üyeleri, Siyasi Parti İl ve İlçe teşkilatları yönetim kadroları, Yerel TV, Radyo, gazete, dergilere ait bilgilerin derlenerek gönderilmesi isteniyor.
Belge 3: Dindar amiral takipe alınmış
Komutanlığa gönderilen bir başka belge ise skandalın vardığı boyutu deşifre ediyor. Emekli Tümamiral G.K.’ye ait kişisel bilgilerin yer aldığı belgede, emekli komutanın fişlendiği görülüyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev yaptığı sürece emekli amiralin dini vecibeleri yerine getirdiği belirtiliyor. Amiralin 1991 yılında erken emekli edildiği belirtilen belgede, G.K’nın komutanlara kırgın olduğunun altı çiziliyor. Amiralin yakın çevresi ile yaptığı görüşmelere yer verilen belgede, emekli komutanın hedefinin Milli Savunma Bakanı olmak olduğu belirtiliyor. Ailesi olan ilişkilerinin de takip edildiği anlaşılan belgede, emekli komutanın eşiyle yaşadığı sorunların bile kayıt altına alındığı görülüyor. Emekli olduktan çok sonra Amiralin, Zaman gazetesine verdiği söyleşi bile sakıncalı olarak fişlendiği belgelerde açıkça anlaşılıyor. Siyasi tutumu ve toplum içersindeki davranışlarının da gözlem altına alındığı bildiriliyor.
Milat Gazetesi


Vali Ayvaz: Kahraman bildiklerimiz hain çıktı
02 Aralık 2011 / 12:03
Türkiye'nin son 10 yılında yaşananlara dikkat çeken Mardin Valisi Turhan Ayvaz:

Mardin'de düzenlenen Yatırımcı Buluşmaları toplantısına katılan Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Türkiye'nin son 10 yılında yaşanan gelişmelere dikkat çekerek, "Bir zamanlar kahraman olarak bildiklerimiz aslında hain olduğunu yeni yeni öğreniyoruz" dedi.
GAP İdaresi, Mardin Valiliği ve Dicle Kalkınma Ajansı işbirliği ile gerçekleştirilen "Yatırımcı Buluşmaları Toplantısı" Mardin'de başladı. Türkiye'nin dört bir yanından katılan ünlü marka firmaları Mardin'de yatırım yapmak için Mardin'li iş adamları ile bir araya geldi. Hilton Garden Inn Oteli'nde düzenlenen Yatırımcı Buluşmaları toplantısına Mardin Valisi Turhan Ayvaz, GAP İdaresi Başkan Yardımcısı Mustafa Kölmek, DİKA Genel Sekreteri Abdullah Erin, iş adamları ve özel sektör ve kamu temsilcileri katıldı. Toplantıda bir konuşma yapan Mardin Valisi Turhan Ayvaz:
"Bir zamanlar vize dahi vermek istemeyen bu ülkeler şimdi ücretsiz arsalar vaadinde bulunduğunu hatırlatan Vali Ayvaz, "Geldiğimiz nokta çok güzel bir nokta. Aynı şekilde AB, acaba girelim mi girmeyelim mi noktasına geldik. Bunlar güzel gelişmeler. Bu gelişmeler elde edilirken, biz şimdiye kadar ülkemizde gemi, uçak helikopter yaptırtmayan yöneticilerin ve bazı kurumların bizi bu hale getirdiğini yeni yeni öğreniyoruz. Bir zamanlar kahraman olarak bildiklerimiz aslında hain olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Ülkemiz bu gelişmelerden sonra atılım yapmaya başladı" diye konuştu.
Cihan

Allah'ın Sadık Kulu: Bediüzzaman
02 Aralık 2011 Cuma 06:41
Evet, Hür Adam filminden sonra ikinci Bediüzzaman filmi de geldi. Ve bu, program için aradığınız sosyologlardan "Bediüzzaman çalışmış akademisyen zor bulursunuz, uzun zaman şeffaf bir yasak vardı" cevabı aldığınız bir ülkede yaşıyorsanız, bu iyi bir haberdir.
Allah'ın Sadık Kulu: Barla adlı animasyon filmden sözediyorum. Vizyona girmesinin üstünden geçen üç haftaya rağmen, üçüncü pazarın 21.00 seansına bile zor bilet bulabildiğim derecede ilgi gören film; şöyle tam boy aileli, yere dökülmüş çubuk kraker parçalı, bol çocuk ağlamalı, şenlikli bir sinema atmosferinde bile kendinizi kaptırıp izleyebileceğiniz ölçüde değerli...
Filmin teknik boyutu, yani "motion capture" tekniğiyle çekilmiş olması, Bediüzzaman ve talebelerinin tamamen orijinal fotoğraflarından faydalanılarak üç boyutlu olarak modellendirilmesi, Barla'nın üç boyutlu ağaç ve bitki örtüsüyle aslına uygun olarak hazırlanması ve benzeri ilkler bir yana, değerli kelimesini seçişimin nedeni; Dersim üzerinden Cumhuriyet'in ilk dönemleriyle hesaplaşmaya başladığımız bugünlerde; o dönemde din alimlerine deva görülen muamelelerin apaçık şekilde gözler önüne serilmesi ve Cumhuriyet'le ilgili devasa mitlerin gözlerimizin önünde tuzla buz oluşu sürecine sanatın da inceden dönüşerek; konu ve alan itibariyle demokratikleşerek katkı veriyor olması.
Ben, Atatürk'ün, yalnızlık çekebilen ya da dertlenebilen, bizim gibi bir piri fani olduğunu anlatma günahını (!) işleyen "Mustafa" filmi nedeniyle Can Dündar'ın uğradığı linç hareketini hatırlatayım; siz, sanatta içe kapanmacılık ve varoluşunu korkmak-korkutmak üzerinden temellendiren bütünün tüm parçalarından kastımın ne olduğunu anlayın.
Allah'ın Sadık Kulu: Barla'yı önemsemeyi gerektiren tek neden Cumhuriyet rejiminin Bediüzzaman'la ilgili bizlere yalan söylediğini açık etmesi değil sadece; hem suya sabuna, rejime, döneme dokunmadan bir Bediüzzaman filminin çekilmesi zaten mümkün olmazdı. Olsa da o yapımın anlattığı tarihi şahsiyet Bediüzzaman olmazdı.
Bu yapımı değerli kılan biraz da kaybettiklerimizi, merhameti, her gün yüzyüze geldiğimiz dünyanın pislikleri karşısında insan sevgisini yitirmeden yaşayabilmeyi, haksızlıklar karşısında kin ve nefretle kalbini karartmadan ilerleyebilen vakur ve dik bir insan olabilmeyi hatırlatması. Dünyanın, hayatla tanıştığından bu yana üzerinde süregelen iyi-kötü; hayır-şer çatışmasından sadır olacak olanın, ama er ama geç hayrın ve iyiliğin galibiyeti olduğunu müjdelemesi...
Nitekim, bir karınca yuvasının bozulmasına, bir köpeğin çocuklar tarafından tartaklanmasına, çimlerin üstünde ateş yakılmasına tahammül edemeyecek ölçüde merhamet sahibi olandan sözediyoruz. Merhamet, yani imanın tahkimi için en çok ihtiyacımız olan şey...
Keşke rejim bekçilerinin gadrine uğramış, isimleri hep kuşkuyla zikredilmiş ama asla yenilmemiş diğer alimlerin sözgelimi Mehmet Akif'in, İskilipli Atıf Hoca'nın da hayatı sinemaya aktarılsa.. Elmalılı Hamdi Yazır'ı da, İmam Azam Ebu Hanife'yi de tanısa insanlar. Aile boyu, çoluğunu çocuğunu alarak sinema salonlarına koşsa..
Fena mı olur?
Yeni Şafak
 

uður1

Well-known member
Risale-i Nur şakirtleri, müminlere cesaret veriyor
02 Aralık 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
SEKİZİNCİ REMİZ
Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar. [Mektubat]
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
TEBŞİR : Müjdelemek.
VECH-İ İHTİSAS : İhtisas yönü
İNCİMÂD : Donma, buzlanma, katılaşmak
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.


Nerdeyse cehennem öfkesinden çatlayacak!
02 Aralık 2011 / 05:05
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Mülk Sûresi 8. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.

Said Nursi'nin savunmasını gizli daktilo ettim
02 Aralık 2011 / 06:21
O yıllarda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitler'den Nihat Bozkurt anlatıyor:
(1948'de Afyon'da asker iken hapishanede Bediüzzaman'ı ziyaret etmiş ve kâtip olarak Üstadın mahkeme müdafaalarını yazmıştı.)
1948 yıllarında Afyon'da askerlik yapıyordum. Bizim takım bir ana caddedeydi. Hapishane ise bize çok yakındı. Bir asker arkadaşımız askerî bir suçtan mahkûm olmuş, hapse atılmıştı. Biz bu arkadaşın bazı ihtiyaçlarını karşılıyorduk. Bu sebepten, her hafta iki defa hapishaneye gidiyordum.
Bir Cumartesi günü yine gitmiştim. Hapishane Salih Hoca denilen ve Altıparmak lakaplı birisi daha vardı. O yıllarda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi. Diğer Nur talebeleri koğuşlarda, Üstad ise revirde kalıyordu. Penceresi sokağa bakıyordu. Biraz yazıya da meraklı olduğum için, o zaman bir Afyon gazetesinde bir-iki yazı yazmıştım. Bunlardan dolayı beni tanıyorlardı.
Hapishaneden ezan sesleri geliyordu. Kenan isimli bir arkadaş "Artık hepimiz namaza başladık" diyordu.
Bir gün hapishanedeki o Altıparmak lakaplı şahıs yanıma geldi. 'Sizden bir ricam var. Üstadın daktilo ile müdafaalarını yazar mısınız?' dedi. Bu müdafaa mahkemeye ibraz edilecekti. Bunun gizlice yazılmasını istiyorlardı. Ben memnuniyetle kabul ettim. Müdafaayı getirdikleri zaman, bunların İslâm yazısıyla olduğunu gördüm. Okuyamadığımı söyleyince, Altıparmak okudu, ben de yeni yazıyla daktiloya çektim. Bir müdafaalardaki bir cümle zihnime öylesine işlemişti ki, hâlâ unutamadım. Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: 'Milyonların Peygamberi olan Hazret-i İsa'yı çarmıha germişlerdi. Bizi de suçsuz yere hapishaneye atmışlar.'
Bu müdafaaları Altıparmak'a Pazar günü teslim ettim. Bana 'Biraz bekler misin?' diyerek yukarıya, pencereye bakmamı söyledi. Benim bu müdafaaları yazdığımı Üstada söylemiş. Az sonra pencerede sakılsız, nuranî yüzlü, heybetli bakışları olan, gür kaşlı muhteşem şahsiyet gözüktü. Mübarek Üstad iki eliyle ve tebessüm ederek bizi selâmlayarak teveccühte bulunuyordu. Ben, o lütuf esnasında huşu içinde kalmıştım. Manevi bir nur âlemine girmiştim.
(Son Şahitler)


Cezaevinin en güzel dersi: Kur'an-ı Kerim
02 Aralık 2011 / 08:08
Vaizeler Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde mahkûmlara Kur'an-ı Kerim dersleri veriyor

Aslıhan Köşşekoğlu'nun haberi:
Vaize Sümeyra Özkan ve Halime Yıldız, üç buçuk yıldır Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde mahkûmlara Kur'an-ı Kerim dersleri veriyor, sohbet programları düzenliyor. Onlar farklı bir atmosferde görevlerini yerine getirmenin mutluluğunu yaşarken, mahkûmlar, hocalarının varlığından memnun, "Öğrendiklerimiz yaşadıklarımıza sabretmemize vesile oluyor." diyorlar.
Bir yakınımız yoksa kolay kolay yolumuzun düşmeyeceği yerlerdendir cezaevleri. Çoğu zaman merak bile etmeyiz oradaki hayatı. Araştırmayız, sormayız. Bildiklerimiz yalnızca dizi ve filmlerde gördüklerimizle sınırlıdır. Bir koğuş ağası vardır zihinlerimizde bir de heybetli ceza infaz memurları. Ama kimileri bizden çok daha yakındır dört duvar arasında yaşamaya çalışanlara. Ne hükümlü ne de hükümlü yakınıdırlar üstelik. Görevleri gereği cezaevini mesken edinmişlerdir. Ceza infaz memurları, psikologlar, doktorlar, öğretmenler mesela...
Vaize Sümeyra Özkan ve Halime Yıldız da üç buçuk yıldır haftanın neredeyse yarısını demir parmaklıklar ardında geçiriyor. Vazifeleri, Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'ndeki mahkûmlardan talep edenlere din eğitimi vermek. Bazen dersliklerde Kur'an-ı Kerim öğretiyor, bazen de koğuşlara girip sohbet yapıyor, tefsir dersleri işliyorlar. Biz de onların cezaevindeki bir günlerine eşlik ettik, derse girip mahkûmları dinledik.
Uzun ve soğuk koridorların verdiği kasvet Halime Hoca'nın ders işlediği sınıfa girince çok uzağımızda kalıyor. Derslikte ortalama yirmi kişi var. Aslında altmış beş mahkûm varmış programa katılan. Fakat mekân cezaevi olunca derslerde tam sayıyı tutturmak zor oluyor. "Kimi tahliye olup gidiyor, kimi o gün psikolojisi iyi olmadığından gelmiyor." diyor Halime Yıldız.
Her biri farklı sebeplerle düşmüş dört duvar arasına. Ancak dertleri, akıllarındaki soru işaretleri ortak: "Nasıl düştüm ben buraya ve nasıl geçecek burada hayat?!" Belki de bundan, en çok ne şekilde tövbe edeceklerini soruyorlar. Bir de tövbelerinin kabul olup olmayacağını...
Sohbet günlerinde koğuşlar ev gibi!
Koğuşlardaki sohbet günleri dışarıdaki ev hanımlarının programlarını aratmayacak türden. Sınırlı imkânlarla yapılan hazırlıkları duyunca şaşırmamak elde değil. Koğuşlara gelen bezelye yemeğinin taneleri yıkanıp salata oluyor, bisküviden, elmadan pastalar yapılıyormuş.
Kur'an ve sohbet dersleri, mahkûmlara göre haftada üç gün nefes aldıkları, yaşadıklarına sabretmelerine vesile olacak bir etkinlik. Yalnızca kendileri öğrenmekle kalmıyor kursa katılanlar, diğer koğuşlardaki arkadaşlarına programlar düzenliyorlar. Mahkûmlardan biri "İşe yaradığımızı hissediyoruz." diyor anlatırken.
Halime Yıldız ve Sümeyra Özkan ise onların hocası olduğu kadar dert ortakları da. Bazen onları dinleyen kardeşleri oluyorlar, bazen de ellerini tutup konuşmadan bile çok şey anlatan büyükleri. Dertleriyle dertleniyor, hükümlülerin daha sağlıklı bir ruhla yaşamaları için ellerinden geleni yapıyorlar. En çok da çocuklarından ayrı olan anneler üzüyor onları. Bir de ara ara başlarına gelen olaylar. Bunlardan birini şöyle anlatıyor Halime Hoca: "İlk zamanlarda koğuşun birinde kendimizi tanıtıp din görevlisi olduğumuzu söyleyince bir hanım geldi yanımıza. Elinde kalın bir defter vardı. Defterde tövbe duaları yazılıydı. Bize onları gösteriyor ve 'Lütfen daha var mı, varsa yazın.' diye soruyordu telaşlı şekilde. Tövbe kapısını bu kadar çalıp hâlâ arayış içinde olmasından çok etkilenmiştim." Mahkûmların ilgilerinden ise oldukça memnunlar. Çok yoğun bir talep varmış derslere. Kur'an-ı Kerim'i öğrenmekte de çok gayretli olduklarını ve kısa sürede öğrendiklerini anlatıyorlar. Bir de tespitleri var: "İçeri girdiklerinde tutunabilecekleri tek mecranın din olduğunu anlıyor insanlar. Herkes dine sarılıyor."
Şükretmeyi öğrendik
Demir parmaklıkların ardında din eğitimi vermek vaize hanımlar için de farklı bir tecrübe tabii. Görevlendirildiklerini ilk duyduklarında tedirgin oldularını gizlemiyorlar. Hiç bilmedikleri, belki anlatılanlardan, gösterilenlerden dolayı yanlış tasavvur ettikleri o ortama girmek biraz düşündürmüş. Tedirginliklerinin üzerine çevrelerinden gelen "Nasıl gideceksin, etkilenmeyecek misin?" tepkileri eklenmiş. Ancak onlar ne iç seslerine ne de çevrelerine kulak vermişler.
Düşünceleri tam da bir din görevlisine yakışır türden: "Acaba biz olsaydık ne yapardık duygusuyla hareket ettik. Oradaki insanlara suçlu değil, insan gözüyle bakıyoruz. Kimseye suçunu sormadık bile, kendi anlatırsa dinleriz. Bizim düşüncemiz şudur: Suç işlendiği anda vardır... Aradan beş-on yıl geçmiştir, o anda suçlu değildir o insanlar. Bir sürü tövbe pişmanlık aşamasından geçmiştir. O andan sonra biz onlar için ne yapabiliriz, onlara nasıl yardımcı olabiliriz duygusuyla hareket ediyoruz."
"Peki, bu süreç sizde neleri değiştirdi?" diyoruz. Hocalarımızdan aynı cevabı alıyoruz: "Gerçekten hamdı şükrü öğrendik. Biz dışarıdan geldiğimizde 'Hava nasıldı anlat' derler. Her cezaevinden çıkışımızda bir derin nefes alır, şükrederiz. Dört duvar arasında bulunmanın nasıl bir duygu olduğunu anlıyoruz. İkincisi hayatı tanıdık. Saçıp savurduğumuz, ya da ihmal ettiğimiz yaşamın ne kadar değerli olduğunu gördük."
Dini bu kadar bilmiş olsaydım...
Elli iki yaşındaki T.S.'nin cezaevi günleri yedi yıl önce Paşakapısı'nda başlamış. Üç yıldır da Bakırköy'de. Demir parmaklıklar ardında geçen günlerini farklı eğitimlerle değerlendirmiş. Ebru, aşçılık, jimnastik sertifikaları almış. Okuma-yazmayı da demir parmaklıklar ardında öğrenmiş, açık öğretimden eğitimine devam ediyor. Bugünlerde de Kur'an-ı Kerim öğrenmenin mutluluğunu yaşıyor. Keşke dediği şeyler de yok değil. "Dini bu kadar bilmiş olsaydım" diyerek başlıyor anlatmaya: "Çok şeylerden kendimi çekmiş olurdum. O zaman düşünemiyordum neyin kalp kıracağını, nelere sebebiyet vereceğini ya da günah olacağını. Şimdi Halime ve Sümeyra hocalarımızdan öğrendiklerimizle hatalarımın farkına varıyorum."
İlaçlar değil Allah'ın ayetleri bizi ayakta tutuyor
S.N. otuz altı yaşında. İki yıl geçirmiş cezaevinde, daha altı senesi var. Üç çocuk bırakmış dışarıda. "Her biri bir yerde kalıyor." derken üzüntüsü her halinden anlaşılıyor. Orada olan herkes gibi onun da yaşadıkları hayli zor, daha fazla sabır gerektiriyor. Devayı Kur'an sohbetlerinde bulduğunu anlatıyor ve şöyle diyor: "Bizi ayakta tutan ne ilaçlar ne de başka bir şey; Allah'ın ayetleri, dualar."
Yeni bir hayatın olduğuna inancım artıyor
Kimilerine içeride zaman geçmese de otuz yedi yaşındaki G.K. cezaevinde zamanın yirmi dört saatten daha az geldiğinden şikâyetçi: "Uyanık geçen saatler az, düzenimiz bozuldu." Cezaevine geldiğinden beri katılıyor din eğitimlerine. Amacı Kur'an-ı Kerim'deki eksiklerini tamamlamak, bilgilerini tazelemek. Din derslerinin en sevdiği yanı pozitif etkilemesi ve karamsarlığa düşmekten alıkoyması. Duygularını şöyle ifade ediyor: "Hayatımızın burada geçeceğini düşünüyoruz bazen, bu fikirden uzaklaştırıyor. Yeniden bir hayata başlayacağıma inancım artıyor."
Cezaevi günlerini fırsata çevirdi
Kırk dört yaşındaki S.E. henüz bir aydır katılıyor Kur'an derslerine. Aslında okuma-yazma bile bilmeden önce tanışmış Arap harfleriyle. Beş yaşından beri Kur'an okumayı biliyor. Şimdi tecvit öğreniyor. Ayrıca tefsir ve sohbet derslerine de katılıyor. Dosyası henüz Yargıtay'da, ne zaman çıkacağı belli değil. Ancak çıkınca daha detaylı din eğitimi almayı koymuş kafasına. Geçmiş günlerini de eleştirmiyor değil. Dışarıda zamanın daha farklı geçtiğinden, daha gevşek davranıldığından dem vuruyor. Öğrendiklerini buraya düşmeden önce dışarıdayken de yapabileceğinin farkında. Kur'an ve sohbet programlarıyla cezaevinde geçen günlerini fırsata çevirdiği için mutlu.
Konuşma yeteneğimizi yitiriyoruz Üç buçuk senedir cezaevinde olan H.F. iki yıldır devam ediyor eğitimlere. O da Kur'an okumayı bilip, hayat şartlarından dolayı unutanlardan. Şimdi bilgilerini tazeliyor. Bir de meselenin farklı bir boyutuna değiniyor: "Burada konuşma, anlatma yetimizi kaybediyoruz. Hocamız çok içten, akıcı anlatıyor. Bu anlamda da faydası oluyor bize."
Zaman
 
Üst