Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Kuran'in Bİlİmsel Mucİzelerİ
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Elif_Gibi" data-source="post: 120499" data-attributes="member: 6253"><p>KARADELİKLER</p><p> </p><p>20 yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır Günümüzde henüz yeni tanınan bu cisimlerden biri de karadeliklerdir Karadelikler, yakıtı tükenen bir yıldızın kendi içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çok büyük bir çekim alanının ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır Karadeliği, yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içinden kaçamadığı için, en büyük teleskoplarla bile göremeyiz Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir Allah Vakıa Suresi'nde yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: </p><p> </p><p>Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir (Vakıa Suresi, 75-76)</p><p> </p><p> </p><p> </p><p>"Karadelik" kavramı ilk kez 1767 yılında İngiliz bilim adamı John Michell tarafından ortaya atılmış ve "karadelik" ifadesi ise ilk kez, Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler tarafından 1969 yılında kullanılmıştır Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi varsayarken, sonraki yıllarda uzayda ışıklarını göremediğimiz yıldızların da var oldukları anlaşılmıştır Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları da yok olmaktadır </p><p> </p><p>Karadelik, bir kütlenin, ışığın artık sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir:</p><p> </p><p>Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, (Mürselat Suresi, 8)</p><p> </p><p>Ayrıca büyük kütleye sahip yıldızlar uzayda bükülmeye sebep olurlar Fakat karadelikler sadece uzayda bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda astrofizikçilerin ifadesiyle uzayı delip geçerler Bu sönmüş yıldızların, karadelikler olarak adlandırılmalarının nedeni de budur Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise "delen yıldız"dan söz edilmektedir:</p><p> </p><p>Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3)</p><p> </p><p>Ayetin Arapçasında "delik" anlamına gelen "sakb" kelime kökünden, "delik açan, delen ve delip geçen" anlamlarına gelen "essakibu" ifadesi kullanılmaktadır Karadelikleri tarif eden bilimsel yayınlarda ise "delik açmak, delmek" anlamlarına gelen İngilizce "puncture" kelimesi kullanılmaktadır Karadeliklerin özelliğini ifade etmek için Kuran'da kullanılan bu kelime son derece hikmetlidir Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir </p><p> </p><p>VURUŞLU YILDIZLAR: PULSARLAR</p><p> </p><p>Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3)</p><p> </p><p>Kuran'ın 86 suresi olan "Tarık", "tark" kökünden türeyen bir kelimedir Kelimenin asıl manası, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmak anlamlarına gelir Kelimenin en temel anlamı olan, "vuruş", "şiddetle vuran" anlamları dikkate alındığında, bu surede çok önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekildiği görülecektir Bu bilgiye değinmeden evvel ayette bu yıldızları tarif eden diğer kelimeler şöyledir:</p><p> </p><p>Yukarıdaki ayette geçen "ettariki" ifadesi, geceyi delen, karanlığı delen yıldız, gece doğan, delip geçen, vuran, döven, çalan, keskin yıldız anlamlarına gelir Ayrıca ayette geçen "vav" ifadesi ile yemin edilerek, yemin edilen şeylerin -göğün ve Tarık'ın- önemine dikkat çekilmektedir </p><p> </p><p>Jocelyn Bell Burnell, 1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi'nde yaptığı araştırmalar esnasında, düzenli bir radyo sinyali yakalamıştı Ancak o döneme kadar kalp çarpmasındaki gibi düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu Fakat 1967 yılında astronomlar, kendi ekseni etrafında dönen çekirdekteki madde yoğunlaştıkça yıldızın manyetik alanının da yoğunlaştığını ve böylece yıldızın kutuplarında Dünya'nın manyetik alanından 1 trilyon kat daha fazla kuvvet oluştuğunu belirlediler Bu derece hızla dönen ve bu kadar güçlü bir manyetik alana sahip bir nesnenin, yıldızın her dönüşünde, koni şeklinde seyreden çok güçlü radyo dalgalarının oluşturduğu bir ışın yaydığını fark ettiler Bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının, nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılmıştır Keşfedilen bu nötron yıldızlarına "pulsar" adı verilir Süpernova patlamalarıyla ölerek "pulsar" haline gelen bu yıldızlar, evrenin en ağır kütleli, en parlak ve en hareketli cisimleridir Bazı yaşlı pulsarlar kendi çevrelerinde saniyede 600 kez dönerler54</p><p> </p><p> </p><p>Pulsarlar, uzayda çok güçlü, kalp atışı gibi radyo dalgaları yayan, yüksek yoğunlukta ve kendi etraflarında hızla dönen eski sönmüş yıldızların kalıntılarıdır Dünya'nın içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisi'nde 500'den fazla pulsar tespit edilmiştir </p><p>Pulsar kelimesi, İngilizcede "pulse" fiilinden türetilmiştir American Heritage Sözlüğü'ne göre söz konusu fiil "düzenli ve ritmik vurma" anlamına gelir Webster Sözlüğü ise aynı kelime için "hızla vurmak, kalp gibi atmak" anlamlarını verir Yine American Heritage Sözlüğü'ne göre benzer köke ait bir başka fiil olan "pulsate" ise "ritmik olarak genişlemek ve büzülmek, vurmak" anlamlarını taşır </p><p> </p><p>İşte bu keşiften sonra Kuran'da "tarık" yani "vuruş" kelimesi ile ifade edilenin, pulsar ismi verilen nötron yıldızları ile büyük bir benzerlik gösterdiği anlaşılmıştır</p><p> </p><p>Süper dev yıldızların çekirdekleri çökerek nötron yıldızlarını oluşturur, bu küçük ve aşırı yoğunlukta, hızla dönen küre şeklindeki madde, yıldızın ağırlığının ve manyetik alanının çoğunu hapseder ve sıkıştırır Hızla dönen bu nötron yıldızının oluşturduğu kuvvetli manyetik alanın, Dünya'dan tespit edilebilen güçlü radyo dalgalarının yayılmasına neden olduğu anlaşılmıştır </p><p> </p><p>Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise, delen, delip geçen, delik açan, aydınlatan anlamlarına gelen "ennecmu essakibu" ifadesi ile Tarık'ın karanlığı delip geçen parlak yıldız olduğu belirtilmiştir Tarık Suresi'nin ikinci ayetinde de, "Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir?" sorusundaki "edrake" ifadesi kavramayı, anlamayı ifade eder Güneş'in birkaç misli olan yıldızların sıkışmasıyla oluşan pulsarlar, kavranması güç gök cisimleri arasındadır Ayetteki soru ifadesiyle bu vuruşlu yıldızın kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır (En doğrusunu Allah bilir)</p><p> </p><p>Görüldüğü gibi Kuran'da Tarık olarak tarif edilen yıldızlar, 20 yüzyılın sonlarında keşfedilen pulsarlarla büyük bir benzerlik içindedir ve bizlere Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesini göstermektedir</p><p> </p><p>SİRİUS YILDIZI</p><p> </p><p>Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21 yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçen Sirius yıldızıdır: </p><p> </p><p>Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49)</p><p> </p><p>Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir</p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir55 Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır:</p><p> </p><p>En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır Dolanım periyodu 499 yıldır 56</p><p> </p><p>Bilindiği gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar 57</p><p> </p><p>Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir</p><p> </p><p>Ancak 20 yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir Necm Suresi'nin 49 ve 9 ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır:</p><p> </p><p>Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49)</p><p> </p><p>Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı (Necm Suresi, 9)</p><p> </p><p>Necm Suresi'nin 9 ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır</p><p> </p><p>IŞIK VE KARANLIKLAR</p><p> </p><p>Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır (Enam Suresi, 1)</p><p> </p><p>Bilindiği gibi etrafta ışık kaynağı olmadığında, bir insanın çevresindekileri çıplak gözle görmesi mümkün değildir Ancak bizim görebildiğimiz ışık, ışık yayan enerjinin çok küçük bir bölümüdür İnsanın göremediği, fakat ışık yayan başka enerji çeşitleri de mevcuttur: Kızıl ötesi, ultraviyole, X ışınları ve radyo dalgaları gibi Ve insan ışığın bu dalga boyları karşısında kör konumundadır </p><p> </p><p>Kuran'da "karanlık" kelimesinin her defasında "karanlıklar" olarak ifade edilmesi de bu bakımdan dikkat çekicidir Arapçada "zulumat" olarak ifade edilen "karanlıklar" kelimesi, Kuran'da 23 ayette çoğul biçimde kullanılmıştır Tekil olarak ise hiç kullanılmamıştır Kuran'da karanlık kelimesinin bu kullanımı bizim görebildiğimiz ışık aralığının dışında da, farklı ışık çeşitleri olabileceğine dikkat çekmektedir</p><p> </p><p>Buradaki çoğul ifadenin sebebini bilim adamları yakın tarihlerde keşfetmişlerdir Dalga boyları, elektromanyetik ışınım olarak bilinen enerjinin farklı şekilleridir Elektromanyetik ışınımın tüm farklı şekilleri, uzayda enerji dalgaları şeklinde hareket ederler Bu, bir gölün üzerine atılan taşların oluşturduğu dalgalara benzetilebilir Ve nasıl, bir göldeki dalgaların farklı boyları olabiliyorsa, elektromanyetik ışınımın da farklı dalga boyları olur </p><p> </p><p>Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025'lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakını, bu 1025'lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmıştır </p><p> </p><p>Bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için şöyle bir karşılaştırma yapmak yerinde olur Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekirdi Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır Güneş'ten yayılan farklı dalga boyları ise, %70'i 03 mikronla 150 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve yakın morötesi ışınlar "Görülebilir ışık" olarak adlandırılan bu ışınlar, elektromanyetik yelpazenin 1025'te 1'inden bile daha az bir aralıkta olmalarına rağmen, güneş ışınlarının toplam %41'ini oluşturur </p><p> </p><p>Görüldüğü gibi gözlerimizin görebildiği elektromanyetik dalgalar, ışık tayfının çok küçük bir bölümünü meydana getirir Diğer kısımlar ise insan için geniş karanlıkları ifade eder ve bu sınırın dışındaki dalga boyları insanın kör olduğu alanlarıdır 58 </p><p> </p><p> </p><p>ATEŞ OLMAYAN YANMA</p><p> </p><p>Allah, göklerin ve yerin nurudur O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir (Bu,) Nur üstüne nurdur Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir Allah insanlar için örnekler verir Allah, herşeyi bilendir (Nur Suresi, 35)</p><p> </p><p>Nur Suresi'ndeki bu ayette ışık veren bir nesneden bahsedilmektedir Işık veren cisim ise bir yıldıza benzetilmektedir Ayette yıldıza benzetilen ışık veren nesnenin yakıtının doğuya veya batıya ait olmaması ise, bu cismin fiziksel boyutta bulunmadığına bir işaret olabilir Yakıtın kaynağının enerji boyutunda olduğu düşünülürse, ayette tarif edilen yakıtın elektrik enerjisine, ışık veren cismin de elektrik ampulüne işaret ediyor olması muhtemeldir </p><p> </p><p> </p><p>Ampul ayetteki tariflere son derece mutabık olan, cam içinde, yıldız gibi parlayan ve ışık saçan bir cisimdir Ampul, kandil, gaz lambası benzeri aydınlatıcılar gibi yağla yakılmamaktadır ve ampulde ayetteki tariflere uygun olarak ateş olmadan bir yanma gerçekleşir Ampulün içindeki ısıya dayanıklı tungsten telinin atomları arasındaki titreşim sonucu, 2000 0C'nin üzerinde ısı oluşur Diğer metalleri eriten bu sıcaklık o kadar yüksektir ki, gözle görülür güçlü bir ışık ortaya çıkmasına sebep olur Ancak bu yüksek ısıya rağmen, ampulün içinde oksijen bulunmadığı için ayetteki tariflere mutabık olarak yanma gerçekleşmez Ayrıca ampulün ortasında parlayan tel de parlak bir yıldızın uzaktan görünümüne çok benzemektedir</p><p> </p><p>Elektriğin dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri olduğu, dünyanın hemen hemen tümünün elektrik enerjisiyle çalışan ampuller vasıtasıyla aydınlatıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, ayetin bu önemli keşfe işaret ettiği düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir)</p><p> </p><p>Bu konuyla ilgili bir diğer izah da yıldızlardaki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan ışık olarak düşünülebilir Yıldızlar, nükleer reaksiyonlardan kaynaklanan çok büyük miktarlarda ısı, ışık yayan, son derece sıcak, parlak, döner gaz kütleleridir Yeni oluşan büyük yıldızlar çoğunlukla kendi çekim kuvvetleriyle büzülmeye başlarlar Bunun sonucunda merkezleri daha yoğun ve daha sıcak olur Yıldızın merkezindeki madde yeterince ısındığında -en az 10 milyon oC olduğunda- ise nükleer reaksiyonlar başlar59 Bir yıldızın içinde gerçekleşen olay, hidrojenin dev bir enerji ile (füzyonla) helyuma dönüşmesidir Yıldızlarda kütlenin büyüklüğünden kaynaklanan çekim kuvveti, 4 hidrojen atomunu 1 helyum atomu oluşturmak üzere kaynaştırmaktadır Bu esnada açığa çıkan enerji, kütlenin yüzeyinden ışık ve ısı halinde dışarı yayılır Hidrojen tükendiğinde, yıldızda aynı şekilde daha ağır elementler oluşturmak üzere helyum yanmaya (füzyona) devam eder Bu reaksiyonlar yıldızın kütlesi tükenene kadar devam eder</p><p> </p><p>Ancak yıldızlardaki reaksiyonlarda oksijen kullanılmadığı için, yanan odunda olduğu gibi sıradan bir yanma gerçekleşmez Yıldızlarda dev alevler şeklinde görünen yanma da, gerçekte ateşten kaynaklanmaz Nitekim ayette de bu tür bir yanma şekline işaret edilmektedir Ayrıca ayette bir yıldızdan, onun yakıtından ve ateş olmayan bir yanmadan -yani reaksiyondan- bahsedildiği düşünülürse, ayetin yıldızlardaki ışık oluşumuna ve yanma şekline işaret ettiği şeklinde de düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir)</p><p> </p><p>SUNİ OLARAK ELDE EDİLEMEYEN AĞAÇ VE ATEŞ MUCİZESİ</p><p> </p><p>Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et (Vakıa Suresi, 71-74)</p><p> </p><p>Ağacın yapısını meydana getiren temel kimyasal maddelerden biri "lignoselüloz"dur Bu madde, oduna sağlamlığını kazandıran "lignin" ve "selüloz" denilen maddelerin karışımından oluşur Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülüri Bu maddelerin kimyasal formüllerine bakıldığında ise, oluşumlarında üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon</p><p> </p><p>Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki "lignoselüloz"u meydana getirirler Bilim adamları bu malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi üretemezler Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine rağmen, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına karşın, bilim adamları yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen ve karbonu, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var olduklarından bu yana milyonlarca yıldır sürekli hazırlamaktadırlar </p><p> </p><p>Diğer taraftan lignoselüloz maddesinin bileşenlerin biri H2O formulüyle ifade edilen sudur Tahtanın içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden olması çok özel bir durumdur Yukarıdaki ayette ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş yakılmasıyla birlikte dikkat çekilmesi de son derece hikmetlidir Suyla birlikte sahip olduğu diğer bileşenler sayesinde ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir </p><p> </p><p>Bilim dünyasının önemli bir araştırma sahası olan ağaçlar, bilim adamlarına pek çok konuda ilham kaynağı olmakta ve yaratılışlarındaki detaylar halen anlaşılmaya çalışılmaktadır Ağacı meydana getiren hücrelerin karmaşık yapıları gelişen teknolojiye ve yoğun araştırmalara rağmen, henüz tam olarak anlaşılamamıştır Dünyanın önde gelen ormancılık araştırma merkezlerinden Büyük Britanya Ormancılık Komisyonu, "Lack of Information on the Chemistry and Structure of Wood Fibres" (Odun Liflerinin Kimyası ve Yapısı Hakkındaki Bilgilerin Eksikliği) başlığı altında şu ifadelere yer vermektedir:</p><p> </p><p>Önceki ve halen devam eden araştırmalarla sonuçlanan bilgilere rağmen, hala odun liflerinin kimyası ve yapısı hakkındaki bilgilerimiz ek------ Tek bir ağaçta -dalın içindeki özden ağaçkabuğuna, ağacın tabanından tepesine- çok geniş çeşitlilik mevcuttur Bir odun hücresinin yapısı ve kimyası çoğunlukla son derece farklıdır ve herzamanki tekniklerle araştırması güçtürii</p><p> </p><p>Plant Physiologylimsel yayında ise "Our Understanding of How Wood Develops is not Complete" (Odunun Nasıl Geliştiği Hakkındaki Anlayışımız Tam Değil) başlığı altında, bilim adamlarının konu hakkındaki sınırlı bilgisi şöyle ifade edilmektedir:</p><p> </p><p>Odunun, yakın geleceğimizde daha fazla önem taşıdığı düşünülürse, bu malzemenin oluşumuyla ilgili mevcut anlayışımızın çok eksik olduğunu söyleyebiliriz Birkaç istisna dışında odun oluşumunun ardındaki, hücre seviyesinde moleküler ve gelişim süreçleri hakkında çok az şey bilinmektedir “Xylogenesis” diye adlandırılan süreç, hücre farklılaşmasının inanılmaz bir komplekslikte gerçekleştiği bir örnektir Hücre oluşumu, farklılaşması, programlanmış hücre ölümü ve sert kısmın oluşumuyla bağlantılı birçok yapısal genin birbiriyle koordineli olarak çalışmasını gerektirir ve son derece planlı bu gelişim, neredeyse hiç bilinmeyen düzenleyici genler tarafından yönetilir Bu süreçte gen ailelerinin yer alması ve metabolizmanın aşırı derecede esnek olması, ağaç oluşumu sürecinin anlaşılmasını daha da zorlaştırmaktadıriii </p><p> </p><p>Annals of Botany (Botanik Yıllığı) adlı bir başka bilimsel yayında da odunun yaratılışındaki olağanüstülük şöyle vurgulanmaktadır:</p><p> </p><p>Odunun oluşumu -köklerde, gövdede, ağaçların ve çalıların tepelerinde- inanılmaz çeşitlilikte metabolik aşamalar içeren, oldukça karmaşık bir süreçtir Ağacın farklı amaçlar için kullanılabilecek bir hammadde olmasını sağlayan temel özellikler, büyük ölçüde hücre duvarlarının özel mimarisi ile belirlenir iv</p><p> </p><p>Ağacın yaratılışındaki bu detaylar, Allah’ın Vakıa Suresi’nde bildirdiği gibi, ağacın insan yapımı olamayacağını hatırlatmaktadır İnsanlar tarafından suni olarak üretilmesi mümkün olmayan ağacın taklit edilemez yönlerinden sadece birkaç özelliği şöyledir:</p><p> </p><p>Dayanıklı Bir Malzeme Olarak Tahta</p><p> </p><p>Ağacın sert ve dayanıklı yapısı, yapısındaki selüloz lifler sayesinde oluşur Çünkü selüloz, sert ve suda çözünemeyen bir maddedir Tahtanın inşaatlarda kullanılmasını avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir "Gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olarak tanımlanan selüloz, tahta binaların asırlarca ayakta durmasında, binaların, köprülerin, mobilyaların ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla kullanılmaktadır </p><p> </p><p>Tahta, uç uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan oluşmuştur Çevrelerinde ise spiraller halinde "selüloz" lifler sarılıdır Ayrıca bu hücreler kompleks polimer yapıdaki reçineden yapılmış bir madde olan "lignin" içindedir Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini oluşturur ve ana yükü çeken kısımdır Bir tahta hücresi içe çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde, tahta bozulmadan kalır Böylece tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçte olur</p><p> </p><p>Düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşacak hasarı azaltması bakımından da, tahta önemli bir malzeme olarak görülmektedir İkinci Dünya Savaşı'nın "Mosquito" olarak bilinen uçaklarının malzemesinde tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla, o döneme kadarki en çok hasar tolere edebilen uçaklar yapılmıştır Tahtanın sertliği ve dayanıklılığı, güvenli bir malzeme niteliği de kazandırmaktadır Çünkü tahta kırılırken, çatlamanın gelişimi dışarıdan gözlenebilecek kadar yavaş bir kırılma sürecinde gerçekleşir ve bu özellik tedbir alınması için insanlara vakit kazandırmış olura</p><p> </p><p>Tahtanın yapısı örnek alınarak yapılan bir malzeme, günümüzde kullanılan diğer sentetik malzemelerden 50 kat daha fazla dayanıklılık göstermektedirb Tahtanın bu özel yapısı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir Ancak hiçbir zaman bilim adamlarının tüm özellikleri ile bir odun parçasını taklit etmeleri mümkün olmamaktadır Ağacın yaratılışındaki her detay -katmanların inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi, içeriğindeki maddeler- bu dayanıklılığı sağlamak üzere özel olarak yaratılmıştır</p><p> </p><p>a Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 39</p><p>b Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 40 </p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Yerçekimine Karşı Suyu Metrelerce Yukarı Taşıyan Hidrofor Sistemi</p><p> </p><p>Ağacın odun kısmında "ksilem" (xylem) adı verilen kanalları bulunur Odun boruları da denilen ksilem dokusu, cansız hücrelerin üst üste gelmesi ve bunların zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybetmeleriyle oluşur Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolduğunda, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur </p><p> </p><p>Toprağın derinliklerine dağılmış olan kökler, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşırlar ve yapraklara kadar ulaştırırlar Köklerin topraktaki suyu emmeleri adeta bir sondajlama tekniğini andırır Köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motorları yoktur Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak bir teknik donanımları da mevcut değildir Ama kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebilirler </p><p> </p><p>Bitkinin kusursuz bir şekilde yerine getirdiği bu taşıma, aslında son derece karmaşık bir işlemdir Öyle ki bu sistem, teknoloji ve uzay çağına eriştiğimiz günümüzde bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir Ağaçlardaki, bir nevi "hidrofor sistemi"nin varlığı yaklaşık iki yüzyıl önce keşfedilmiştir Ancak suyun yer çekimine aykırı bu hareketinin nasıl gerçekleştiğine kesin bir açıklama getirebilmiş değildir Böylesine küçük bir alana sığdırılmış olan üstün teknoloji, bu sistemi yaratan Rabbimiz'in benzersiz ilmini sergileyen örneklerden sadece biridir Ağaçlardaki taşıma sistemlerini de evrendeki her şey gibi Allah yaratmıştır</p><p> </p><p> </p><p>v </p><p> </p><p>Odun solda resimde görüldüğü gibi, tüp ya da kamış biçimli hücrelerden oluşur Bitkilerin kök ve gövdelerini oluşturan bu hücreler, üst üste gelerek, su ve minerallerin ağaç boyunca taşınmasını sağlayan kanallar olarak görev alırlar "Ksilem (xylem)" denilen bu doku, aynı zamanda ağacın dik durmasını sağlayacak şekilde kuvetli yapılardır Sağdaki resimde ise kurumuş bir ağacın kesiti görülmektedir Tüp şeklindeki kanallar, kuruduklarında resimdeki gibi içi boş bir görünüm alırlar</p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Topraktan Mineralleri Seçebilen Kökler:</p><p> </p><p>Bitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar Bu maddeler toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitki bunları iyon (artı/eksi yüklü atom) olarak emer Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan 14 tanesini alırlar </p><p> </p><p>Bitki hücrelerinin kendi içlerindeki iyonların yoğunluğu, topraktaki iyonların yoğunluğundan 1000 kez daha fazladıra Normal şartlar altında yüksek yoğunluktaki bir bölgeden, yoğunluğu daha az olan bölgeye doğru madde akışı gerçekleşir Fakat köklerde görülen tam ters duruma rağmen, topraktaki iyonlar kök hücrelerinden kolaylıkla geçerlerb </p><p> </p><p>Basınç sisteminin tersine işleyen bu durum dolayısıyla, pompalama işleminde bitki yüksek enerji harcar Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sistem de olması gereklidir Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır </p><p> </p><p>a Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, New York, 1988, s 119</p><p>b William K Purves, Gordon H Orions, H Craig Heller, Life, The Science of Biology, 4 baskı, WH Freeman and Company, s 724</p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Minyatür Fabrikadaki Üstün Teknoloji: Fotosentez</p><p> </p><p>Ağacın sadece odun ya da kök kısmı değil, yaprakları da günümüz teknolojiyle dahi suni olarak elde edilememektedir Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelliği gelir Bilim adamlarının halen tam olarak anlayamadıkları sistemlerden biri olan fotosentez olayı, bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilir Bitki hücreleri Güneş enerjisini doğrudan kullanabilen yapılarının sayesinde, Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar Ayrıca ağaçta depolanmış olan fotosentetik enerji, yanma esnasında da ortaya çıkar Örneğin evinizi ısıtmak için yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidira </p><p> </p><p>Minyatür bir fabrika gibi işlev gören fotosentez sistemi, bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organelde gerçekleştirir Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır Birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi bilim adamlarının elde etmeleri 20 yüzyılın ortalarını bulmuştur Fotosentez işlemini anlatmak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip dünyaya oksijen ve besin sağlamaktadır </p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Yukarıda büyütülmüş resmi görülen kloroplast, gerçekte milimetrenin binde biri kadar bir büyüklüğe sahiptir İçinde fotosentez işlemini yürüten pek çok yardımcı organel vardır Çok aşamalı olarak gerçekleşen ve bazı aşamaları henüz çözülememiş olan fotosentez işlemi bu mikroskobik fabrikalarda büyük bir hızda gerçekleşmektedir </p><p> </p><p> </p><p>a <a href="http://www.montana.edu/wwwpb/pubs/mt8405.html;" target="_blank"><span style="color: #333333">http://wwwmontanaedu/wwwpb/pubs/mt8405html;</span></a> Michael Vogel, "Heating with Wood: Principles of Combustion", 2003</p><p> </p><p> </p><p>Ağacı oluşturan tek bir hücrenin dahi suni yollarla yapılamaması, insanın ağacın ölü hücreleri karşısında elindeki tüm imkanlara rağmen aciz kalması, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir Ağaçların üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek özellikleri, bilim adamlarına ilham veren sayısız yönü, ağacın yaratılışındaki üstün ilmi ve aklı sergilemektedir Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl, herşeyi yaratan ve herşeyin Tek Hakimi olan Yüce Allah'a aittir</p><p> </p><p>i <a href="http://www.forestpathology.org/wood.html;" target="_blank"><span style="color: #333333">http://wwwforestpathologyorg/woodhtml;</span></a> Wood Chemistry and Anatomy, 2005</p><p>ii <a href="http://www.forestresearch.gov.uk/fr/INFD-6FMCUS;" target="_blank"><span style="color: #333333">http://wwwforestresearchgovuk/fr/INFD-6FMCUS;</span></a> The Research Agency of the Forestry Commission, 2007</p><p>iii Christophe Plomion, Gregoire Leprovost, Alexia Stokes, "Wood Formation in Trees", Plant Physiology, Aralık 2001, cilt 127, ss 1513–1523 </p><p>iv Uwe Schmitt, "Chaffey, NJ ed Wood formation in trees—cell and molecular biology techniques", Annals of Botany, 2002, cilt 90, no 4, ss 545-546 </p><p>v <a href="http://www.smddrums.com/woodcell.htm" target="_blank"><span style="color: #333333">http://wwwsmddrumscom/woodcellhtm</span></a></p><p> </p><p>BULUTLARIN AĞIRLIĞI</p><p> </p><p> </p><p>Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır </p><p> </p><p>Gökyüzünde 300000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir: </p><p> </p><p>Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57) </p><p> </p><p>O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır (Rad Suresi, 12)</p><p> </p><p>Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir</p><p> </p><p>YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ</p><p> </p><p> </p><p>Kuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir Zuhruf Suresi'nde şöyle buyurulur:</p><p> </p><p>Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız (Zuhruf Suresi, 11)</p><p> </p><p>Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez</p><p> </p><p>Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder</p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı "sabit"tir: saniyede 16 milyon ton Bu sabit miktar Kuran'da "belli bir miktar su"yun gökten indirilmesi olarak haber verilmektedir Ekolojik dengenin ve dolayısıyla hayatın devamlılığının sağlanmasında, bu miktarın sabit olmasının önemi son derece büyüktür</p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz </p><p> </p><p>Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 45 mm olana kadar devam etmekteydi Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir60 Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler</p><p> </p><p>Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir </p><p> </p><p>YAĞMURUN OLUŞUMU</p><p> </p><p>Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar </p><p> </p><p>Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:</p><p> </p><p>Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler(Rum Suresi, 48)</p><p> </p><p>Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim:</p><p> </p><p>1 EVRE: "Allah rüzgarları gönderir"</p><p> </p><p>Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar </p><p> </p><p> </p><p>Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir </p><p>2 EVRE: " böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar" </p><p> </p><p>Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (001 ile 002 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır</p><p> </p><p>3 EVRE: " nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün"</p><p> </p><p>Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar</p><p> </p><p>Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır</p><p> </p><p> </p><p>(A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (kümülonimbüs bulutları) (B) Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır </p><p>Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:</p><p> </p><p>Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir (Nur Suresi, 43)</p><p> </p><p> </p><p> </p><p>Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlar İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43 ayetinde 14 asır önce: " sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün" ifadesi ile bildirilmiştir </p><p> </p><p>Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir Yağmur bulutlarından biri olan kümülonimbüs türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir: </p><p> </p><p>1 AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir yani sürülürler</p><p> </p><p>2 AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (kümülonimbüs) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluştururlar 61</p><p> </p><p>3 AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar </p><p> </p><p>Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlarlar 62 </p><p>Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Elif_Gibi, post: 120499, member: 6253"] KARADELİKLER 20 yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır Günümüzde henüz yeni tanınan bu cisimlerden biri de karadeliklerdir Karadelikler, yakıtı tükenen bir yıldızın kendi içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çok büyük bir çekim alanının ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır Karadeliği, yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içinden kaçamadığı için, en büyük teleskoplarla bile göremeyiz Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir Allah Vakıa Suresi'nde yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir (Vakıa Suresi, 75-76) "Karadelik" kavramı ilk kez 1767 yılında İngiliz bilim adamı John Michell tarafından ortaya atılmış ve "karadelik" ifadesi ise ilk kez, Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler tarafından 1969 yılında kullanılmıştır Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi varsayarken, sonraki yıllarda uzayda ışıklarını göremediğimiz yıldızların da var oldukları anlaşılmıştır Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları da yok olmaktadır Karadelik, bir kütlenin, ışığın artık sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir: Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, (Mürselat Suresi, 8) Ayrıca büyük kütleye sahip yıldızlar uzayda bükülmeye sebep olurlar Fakat karadelikler sadece uzayda bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda astrofizikçilerin ifadesiyle uzayı delip geçerler Bu sönmüş yıldızların, karadelikler olarak adlandırılmalarının nedeni de budur Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise "delen yıldız"dan söz edilmektedir: Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3) Ayetin Arapçasında "delik" anlamına gelen "sakb" kelime kökünden, "delik açan, delen ve delip geçen" anlamlarına gelen "essakibu" ifadesi kullanılmaktadır Karadelikleri tarif eden bilimsel yayınlarda ise "delik açmak, delmek" anlamlarına gelen İngilizce "puncture" kelimesi kullanılmaktadır Karadeliklerin özelliğini ifade etmek için Kuran'da kullanılan bu kelime son derece hikmetlidir Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir VURUŞLU YILDIZLAR: PULSARLAR Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3) Kuran'ın 86 suresi olan "Tarık", "tark" kökünden türeyen bir kelimedir Kelimenin asıl manası, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmak anlamlarına gelir Kelimenin en temel anlamı olan, "vuruş", "şiddetle vuran" anlamları dikkate alındığında, bu surede çok önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekildiği görülecektir Bu bilgiye değinmeden evvel ayette bu yıldızları tarif eden diğer kelimeler şöyledir: Yukarıdaki ayette geçen "ettariki" ifadesi, geceyi delen, karanlığı delen yıldız, gece doğan, delip geçen, vuran, döven, çalan, keskin yıldız anlamlarına gelir Ayrıca ayette geçen "vav" ifadesi ile yemin edilerek, yemin edilen şeylerin -göğün ve Tarık'ın- önemine dikkat çekilmektedir Jocelyn Bell Burnell, 1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi'nde yaptığı araştırmalar esnasında, düzenli bir radyo sinyali yakalamıştı Ancak o döneme kadar kalp çarpmasındaki gibi düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu Fakat 1967 yılında astronomlar, kendi ekseni etrafında dönen çekirdekteki madde yoğunlaştıkça yıldızın manyetik alanının da yoğunlaştığını ve böylece yıldızın kutuplarında Dünya'nın manyetik alanından 1 trilyon kat daha fazla kuvvet oluştuğunu belirlediler Bu derece hızla dönen ve bu kadar güçlü bir manyetik alana sahip bir nesnenin, yıldızın her dönüşünde, koni şeklinde seyreden çok güçlü radyo dalgalarının oluşturduğu bir ışın yaydığını fark ettiler Bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının, nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılmıştır Keşfedilen bu nötron yıldızlarına "pulsar" adı verilir Süpernova patlamalarıyla ölerek "pulsar" haline gelen bu yıldızlar, evrenin en ağır kütleli, en parlak ve en hareketli cisimleridir Bazı yaşlı pulsarlar kendi çevrelerinde saniyede 600 kez dönerler54 Pulsarlar, uzayda çok güçlü, kalp atışı gibi radyo dalgaları yayan, yüksek yoğunlukta ve kendi etraflarında hızla dönen eski sönmüş yıldızların kalıntılarıdır Dünya'nın içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisi'nde 500'den fazla pulsar tespit edilmiştir Pulsar kelimesi, İngilizcede "pulse" fiilinden türetilmiştir American Heritage Sözlüğü'ne göre söz konusu fiil "düzenli ve ritmik vurma" anlamına gelir Webster Sözlüğü ise aynı kelime için "hızla vurmak, kalp gibi atmak" anlamlarını verir Yine American Heritage Sözlüğü'ne göre benzer köke ait bir başka fiil olan "pulsate" ise "ritmik olarak genişlemek ve büzülmek, vurmak" anlamlarını taşır İşte bu keşiften sonra Kuran'da "tarık" yani "vuruş" kelimesi ile ifade edilenin, pulsar ismi verilen nötron yıldızları ile büyük bir benzerlik gösterdiği anlaşılmıştır Süper dev yıldızların çekirdekleri çökerek nötron yıldızlarını oluşturur, bu küçük ve aşırı yoğunlukta, hızla dönen küre şeklindeki madde, yıldızın ağırlığının ve manyetik alanının çoğunu hapseder ve sıkıştırır Hızla dönen bu nötron yıldızının oluşturduğu kuvvetli manyetik alanın, Dünya'dan tespit edilebilen güçlü radyo dalgalarının yayılmasına neden olduğu anlaşılmıştır Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise, delen, delip geçen, delik açan, aydınlatan anlamlarına gelen "ennecmu essakibu" ifadesi ile Tarık'ın karanlığı delip geçen parlak yıldız olduğu belirtilmiştir Tarık Suresi'nin ikinci ayetinde de, "Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir?" sorusundaki "edrake" ifadesi kavramayı, anlamayı ifade eder Güneş'in birkaç misli olan yıldızların sıkışmasıyla oluşan pulsarlar, kavranması güç gök cisimleri arasındadır Ayetteki soru ifadesiyle bu vuruşlu yıldızın kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır (En doğrusunu Allah bilir) Görüldüğü gibi Kuran'da Tarık olarak tarif edilen yıldızlar, 20 yüzyılın sonlarında keşfedilen pulsarlarla büyük bir benzerlik içindedir ve bizlere Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesini göstermektedir SİRİUS YILDIZI Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21 yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçen Sirius yıldızıdır: Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49) Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir55 Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır: En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır Dolanım periyodu 499 yıldır 56 Bilindiği gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar 57 Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir Ancak 20 yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir Necm Suresi'nin 49 ve 9 ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır: Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49) Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı (Necm Suresi, 9) Necm Suresi'nin 9 ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır IŞIK VE KARANLIKLAR Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır (Enam Suresi, 1) Bilindiği gibi etrafta ışık kaynağı olmadığında, bir insanın çevresindekileri çıplak gözle görmesi mümkün değildir Ancak bizim görebildiğimiz ışık, ışık yayan enerjinin çok küçük bir bölümüdür İnsanın göremediği, fakat ışık yayan başka enerji çeşitleri de mevcuttur: Kızıl ötesi, ultraviyole, X ışınları ve radyo dalgaları gibi Ve insan ışığın bu dalga boyları karşısında kör konumundadır Kuran'da "karanlık" kelimesinin her defasında "karanlıklar" olarak ifade edilmesi de bu bakımdan dikkat çekicidir Arapçada "zulumat" olarak ifade edilen "karanlıklar" kelimesi, Kuran'da 23 ayette çoğul biçimde kullanılmıştır Tekil olarak ise hiç kullanılmamıştır Kuran'da karanlık kelimesinin bu kullanımı bizim görebildiğimiz ışık aralığının dışında da, farklı ışık çeşitleri olabileceğine dikkat çekmektedir Buradaki çoğul ifadenin sebebini bilim adamları yakın tarihlerde keşfetmişlerdir Dalga boyları, elektromanyetik ışınım olarak bilinen enerjinin farklı şekilleridir Elektromanyetik ışınımın tüm farklı şekilleri, uzayda enerji dalgaları şeklinde hareket ederler Bu, bir gölün üzerine atılan taşların oluşturduğu dalgalara benzetilebilir Ve nasıl, bir göldeki dalgaların farklı boyları olabiliyorsa, elektromanyetik ışınımın da farklı dalga boyları olur Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025'lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakını, bu 1025'lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmıştır Bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için şöyle bir karşılaştırma yapmak yerinde olur Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekirdi Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır Güneş'ten yayılan farklı dalga boyları ise, %70'i 03 mikronla 150 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve yakın morötesi ışınlar "Görülebilir ışık" olarak adlandırılan bu ışınlar, elektromanyetik yelpazenin 1025'te 1'inden bile daha az bir aralıkta olmalarına rağmen, güneş ışınlarının toplam %41'ini oluşturur Görüldüğü gibi gözlerimizin görebildiği elektromanyetik dalgalar, ışık tayfının çok küçük bir bölümünü meydana getirir Diğer kısımlar ise insan için geniş karanlıkları ifade eder ve bu sınırın dışındaki dalga boyları insanın kör olduğu alanlarıdır 58 ATEŞ OLMAYAN YANMA Allah, göklerin ve yerin nurudur O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir (Bu,) Nur üstüne nurdur Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir Allah insanlar için örnekler verir Allah, herşeyi bilendir (Nur Suresi, 35) Nur Suresi'ndeki bu ayette ışık veren bir nesneden bahsedilmektedir Işık veren cisim ise bir yıldıza benzetilmektedir Ayette yıldıza benzetilen ışık veren nesnenin yakıtının doğuya veya batıya ait olmaması ise, bu cismin fiziksel boyutta bulunmadığına bir işaret olabilir Yakıtın kaynağının enerji boyutunda olduğu düşünülürse, ayette tarif edilen yakıtın elektrik enerjisine, ışık veren cismin de elektrik ampulüne işaret ediyor olması muhtemeldir Ampul ayetteki tariflere son derece mutabık olan, cam içinde, yıldız gibi parlayan ve ışık saçan bir cisimdir Ampul, kandil, gaz lambası benzeri aydınlatıcılar gibi yağla yakılmamaktadır ve ampulde ayetteki tariflere uygun olarak ateş olmadan bir yanma gerçekleşir Ampulün içindeki ısıya dayanıklı tungsten telinin atomları arasındaki titreşim sonucu, 2000 0C'nin üzerinde ısı oluşur Diğer metalleri eriten bu sıcaklık o kadar yüksektir ki, gözle görülür güçlü bir ışık ortaya çıkmasına sebep olur Ancak bu yüksek ısıya rağmen, ampulün içinde oksijen bulunmadığı için ayetteki tariflere mutabık olarak yanma gerçekleşmez Ayrıca ampulün ortasında parlayan tel de parlak bir yıldızın uzaktan görünümüne çok benzemektedir Elektriğin dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri olduğu, dünyanın hemen hemen tümünün elektrik enerjisiyle çalışan ampuller vasıtasıyla aydınlatıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, ayetin bu önemli keşfe işaret ettiği düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir) Bu konuyla ilgili bir diğer izah da yıldızlardaki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan ışık olarak düşünülebilir Yıldızlar, nükleer reaksiyonlardan kaynaklanan çok büyük miktarlarda ısı, ışık yayan, son derece sıcak, parlak, döner gaz kütleleridir Yeni oluşan büyük yıldızlar çoğunlukla kendi çekim kuvvetleriyle büzülmeye başlarlar Bunun sonucunda merkezleri daha yoğun ve daha sıcak olur Yıldızın merkezindeki madde yeterince ısındığında -en az 10 milyon oC olduğunda- ise nükleer reaksiyonlar başlar59 Bir yıldızın içinde gerçekleşen olay, hidrojenin dev bir enerji ile (füzyonla) helyuma dönüşmesidir Yıldızlarda kütlenin büyüklüğünden kaynaklanan çekim kuvveti, 4 hidrojen atomunu 1 helyum atomu oluşturmak üzere kaynaştırmaktadır Bu esnada açığa çıkan enerji, kütlenin yüzeyinden ışık ve ısı halinde dışarı yayılır Hidrojen tükendiğinde, yıldızda aynı şekilde daha ağır elementler oluşturmak üzere helyum yanmaya (füzyona) devam eder Bu reaksiyonlar yıldızın kütlesi tükenene kadar devam eder Ancak yıldızlardaki reaksiyonlarda oksijen kullanılmadığı için, yanan odunda olduğu gibi sıradan bir yanma gerçekleşmez Yıldızlarda dev alevler şeklinde görünen yanma da, gerçekte ateşten kaynaklanmaz Nitekim ayette de bu tür bir yanma şekline işaret edilmektedir Ayrıca ayette bir yıldızdan, onun yakıtından ve ateş olmayan bir yanmadan -yani reaksiyondan- bahsedildiği düşünülürse, ayetin yıldızlardaki ışık oluşumuna ve yanma şekline işaret ettiği şeklinde de düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir) SUNİ OLARAK ELDE EDİLEMEYEN AĞAÇ VE ATEŞ MUCİZESİ Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et (Vakıa Suresi, 71-74) Ağacın yapısını meydana getiren temel kimyasal maddelerden biri "lignoselüloz"dur Bu madde, oduna sağlamlığını kazandıran "lignin" ve "selüloz" denilen maddelerin karışımından oluşur Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülüri Bu maddelerin kimyasal formüllerine bakıldığında ise, oluşumlarında üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki "lignoselüloz"u meydana getirirler Bilim adamları bu malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi üretemezler Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine rağmen, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına karşın, bilim adamları yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen ve karbonu, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var olduklarından bu yana milyonlarca yıldır sürekli hazırlamaktadırlar Diğer taraftan lignoselüloz maddesinin bileşenlerin biri H2O formulüyle ifade edilen sudur Tahtanın içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden olması çok özel bir durumdur Yukarıdaki ayette ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş yakılmasıyla birlikte dikkat çekilmesi de son derece hikmetlidir Suyla birlikte sahip olduğu diğer bileşenler sayesinde ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir Bilim dünyasının önemli bir araştırma sahası olan ağaçlar, bilim adamlarına pek çok konuda ilham kaynağı olmakta ve yaratılışlarındaki detaylar halen anlaşılmaya çalışılmaktadır Ağacı meydana getiren hücrelerin karmaşık yapıları gelişen teknolojiye ve yoğun araştırmalara rağmen, henüz tam olarak anlaşılamamıştır Dünyanın önde gelen ormancılık araştırma merkezlerinden Büyük Britanya Ormancılık Komisyonu, "Lack of Information on the Chemistry and Structure of Wood Fibres" (Odun Liflerinin Kimyası ve Yapısı Hakkındaki Bilgilerin Eksikliği) başlığı altında şu ifadelere yer vermektedir: Önceki ve halen devam eden araştırmalarla sonuçlanan bilgilere rağmen, hala odun liflerinin kimyası ve yapısı hakkındaki bilgilerimiz ek------ Tek bir ağaçta -dalın içindeki özden ağaçkabuğuna, ağacın tabanından tepesine- çok geniş çeşitlilik mevcuttur Bir odun hücresinin yapısı ve kimyası çoğunlukla son derece farklıdır ve herzamanki tekniklerle araştırması güçtürii Plant Physiologylimsel yayında ise "Our Understanding of How Wood Develops is not Complete" (Odunun Nasıl Geliştiği Hakkındaki Anlayışımız Tam Değil) başlığı altında, bilim adamlarının konu hakkındaki sınırlı bilgisi şöyle ifade edilmektedir: Odunun, yakın geleceğimizde daha fazla önem taşıdığı düşünülürse, bu malzemenin oluşumuyla ilgili mevcut anlayışımızın çok eksik olduğunu söyleyebiliriz Birkaç istisna dışında odun oluşumunun ardındaki, hücre seviyesinde moleküler ve gelişim süreçleri hakkında çok az şey bilinmektedir “Xylogenesis” diye adlandırılan süreç, hücre farklılaşmasının inanılmaz bir komplekslikte gerçekleştiği bir örnektir Hücre oluşumu, farklılaşması, programlanmış hücre ölümü ve sert kısmın oluşumuyla bağlantılı birçok yapısal genin birbiriyle koordineli olarak çalışmasını gerektirir ve son derece planlı bu gelişim, neredeyse hiç bilinmeyen düzenleyici genler tarafından yönetilir Bu süreçte gen ailelerinin yer alması ve metabolizmanın aşırı derecede esnek olması, ağaç oluşumu sürecinin anlaşılmasını daha da zorlaştırmaktadıriii Annals of Botany (Botanik Yıllığı) adlı bir başka bilimsel yayında da odunun yaratılışındaki olağanüstülük şöyle vurgulanmaktadır: Odunun oluşumu -köklerde, gövdede, ağaçların ve çalıların tepelerinde- inanılmaz çeşitlilikte metabolik aşamalar içeren, oldukça karmaşık bir süreçtir Ağacın farklı amaçlar için kullanılabilecek bir hammadde olmasını sağlayan temel özellikler, büyük ölçüde hücre duvarlarının özel mimarisi ile belirlenir iv Ağacın yaratılışındaki bu detaylar, Allah’ın Vakıa Suresi’nde bildirdiği gibi, ağacın insan yapımı olamayacağını hatırlatmaktadır İnsanlar tarafından suni olarak üretilmesi mümkün olmayan ağacın taklit edilemez yönlerinden sadece birkaç özelliği şöyledir: Dayanıklı Bir Malzeme Olarak Tahta Ağacın sert ve dayanıklı yapısı, yapısındaki selüloz lifler sayesinde oluşur Çünkü selüloz, sert ve suda çözünemeyen bir maddedir Tahtanın inşaatlarda kullanılmasını avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir "Gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olarak tanımlanan selüloz, tahta binaların asırlarca ayakta durmasında, binaların, köprülerin, mobilyaların ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla kullanılmaktadır Tahta, uç uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan oluşmuştur Çevrelerinde ise spiraller halinde "selüloz" lifler sarılıdır Ayrıca bu hücreler kompleks polimer yapıdaki reçineden yapılmış bir madde olan "lignin" içindedir Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini oluşturur ve ana yükü çeken kısımdır Bir tahta hücresi içe çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde, tahta bozulmadan kalır Böylece tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçte olur Düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşacak hasarı azaltması bakımından da, tahta önemli bir malzeme olarak görülmektedir İkinci Dünya Savaşı'nın "Mosquito" olarak bilinen uçaklarının malzemesinde tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla, o döneme kadarki en çok hasar tolere edebilen uçaklar yapılmıştır Tahtanın sertliği ve dayanıklılığı, güvenli bir malzeme niteliği de kazandırmaktadır Çünkü tahta kırılırken, çatlamanın gelişimi dışarıdan gözlenebilecek kadar yavaş bir kırılma sürecinde gerçekleşir ve bu özellik tedbir alınması için insanlara vakit kazandırmış olura Tahtanın yapısı örnek alınarak yapılan bir malzeme, günümüzde kullanılan diğer sentetik malzemelerden 50 kat daha fazla dayanıklılık göstermektedirb Tahtanın bu özel yapısı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir Ancak hiçbir zaman bilim adamlarının tüm özellikleri ile bir odun parçasını taklit etmeleri mümkün olmamaktadır Ağacın yaratılışındaki her detay -katmanların inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi, içeriğindeki maddeler- bu dayanıklılığı sağlamak üzere özel olarak yaratılmıştır a Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 39 b Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 40 Yerçekimine Karşı Suyu Metrelerce Yukarı Taşıyan Hidrofor Sistemi Ağacın odun kısmında "ksilem" (xylem) adı verilen kanalları bulunur Odun boruları da denilen ksilem dokusu, cansız hücrelerin üst üste gelmesi ve bunların zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybetmeleriyle oluşur Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolduğunda, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur Toprağın derinliklerine dağılmış olan kökler, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşırlar ve yapraklara kadar ulaştırırlar Köklerin topraktaki suyu emmeleri adeta bir sondajlama tekniğini andırır Köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motorları yoktur Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak bir teknik donanımları da mevcut değildir Ama kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebilirler Bitkinin kusursuz bir şekilde yerine getirdiği bu taşıma, aslında son derece karmaşık bir işlemdir Öyle ki bu sistem, teknoloji ve uzay çağına eriştiğimiz günümüzde bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir Ağaçlardaki, bir nevi "hidrofor sistemi"nin varlığı yaklaşık iki yüzyıl önce keşfedilmiştir Ancak suyun yer çekimine aykırı bu hareketinin nasıl gerçekleştiğine kesin bir açıklama getirebilmiş değildir Böylesine küçük bir alana sığdırılmış olan üstün teknoloji, bu sistemi yaratan Rabbimiz'in benzersiz ilmini sergileyen örneklerden sadece biridir Ağaçlardaki taşıma sistemlerini de evrendeki her şey gibi Allah yaratmıştır v Odun solda resimde görüldüğü gibi, tüp ya da kamış biçimli hücrelerden oluşur Bitkilerin kök ve gövdelerini oluşturan bu hücreler, üst üste gelerek, su ve minerallerin ağaç boyunca taşınmasını sağlayan kanallar olarak görev alırlar "Ksilem (xylem)" denilen bu doku, aynı zamanda ağacın dik durmasını sağlayacak şekilde kuvetli yapılardır Sağdaki resimde ise kurumuş bir ağacın kesiti görülmektedir Tüp şeklindeki kanallar, kuruduklarında resimdeki gibi içi boş bir görünüm alırlar Topraktan Mineralleri Seçebilen Kökler: Bitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar Bu maddeler toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitki bunları iyon (artı/eksi yüklü atom) olarak emer Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan 14 tanesini alırlar Bitki hücrelerinin kendi içlerindeki iyonların yoğunluğu, topraktaki iyonların yoğunluğundan 1000 kez daha fazladıra Normal şartlar altında yüksek yoğunluktaki bir bölgeden, yoğunluğu daha az olan bölgeye doğru madde akışı gerçekleşir Fakat köklerde görülen tam ters duruma rağmen, topraktaki iyonlar kök hücrelerinden kolaylıkla geçerlerb Basınç sisteminin tersine işleyen bu durum dolayısıyla, pompalama işleminde bitki yüksek enerji harcar Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sistem de olması gereklidir Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır a Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, New York, 1988, s 119 b William K Purves, Gordon H Orions, H Craig Heller, Life, The Science of Biology, 4 baskı, WH Freeman and Company, s 724 Minyatür Fabrikadaki Üstün Teknoloji: Fotosentez Ağacın sadece odun ya da kök kısmı değil, yaprakları da günümüz teknolojiyle dahi suni olarak elde edilememektedir Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelliği gelir Bilim adamlarının halen tam olarak anlayamadıkları sistemlerden biri olan fotosentez olayı, bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilir Bitki hücreleri Güneş enerjisini doğrudan kullanabilen yapılarının sayesinde, Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar Ayrıca ağaçta depolanmış olan fotosentetik enerji, yanma esnasında da ortaya çıkar Örneğin evinizi ısıtmak için yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidira Minyatür bir fabrika gibi işlev gören fotosentez sistemi, bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organelde gerçekleştirir Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır Birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi bilim adamlarının elde etmeleri 20 yüzyılın ortalarını bulmuştur Fotosentez işlemini anlatmak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip dünyaya oksijen ve besin sağlamaktadır Yukarıda büyütülmüş resmi görülen kloroplast, gerçekte milimetrenin binde biri kadar bir büyüklüğe sahiptir İçinde fotosentez işlemini yürüten pek çok yardımcı organel vardır Çok aşamalı olarak gerçekleşen ve bazı aşamaları henüz çözülememiş olan fotosentez işlemi bu mikroskobik fabrikalarda büyük bir hızda gerçekleşmektedir a [URL="http://www.montana.edu/wwwpb/pubs/mt8405.html;"][COLOR=#333333]http://wwwmontanaedu/wwwpb/pubs/mt8405html;[/COLOR][/URL] Michael Vogel, "Heating with Wood: Principles of Combustion", 2003 Ağacı oluşturan tek bir hücrenin dahi suni yollarla yapılamaması, insanın ağacın ölü hücreleri karşısında elindeki tüm imkanlara rağmen aciz kalması, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir Ağaçların üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek özellikleri, bilim adamlarına ilham veren sayısız yönü, ağacın yaratılışındaki üstün ilmi ve aklı sergilemektedir Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl, herşeyi yaratan ve herşeyin Tek Hakimi olan Yüce Allah'a aittir i [URL="http://www.forestpathology.org/wood.html;"][COLOR=#333333]http://wwwforestpathologyorg/woodhtml;[/COLOR][/URL] Wood Chemistry and Anatomy, 2005 ii [URL="http://www.forestresearch.gov.uk/fr/INFD-6FMCUS;"][COLOR=#333333]http://wwwforestresearchgovuk/fr/INFD-6FMCUS;[/COLOR][/URL] The Research Agency of the Forestry Commission, 2007 iii Christophe Plomion, Gregoire Leprovost, Alexia Stokes, "Wood Formation in Trees", Plant Physiology, Aralık 2001, cilt 127, ss 1513–1523 iv Uwe Schmitt, "Chaffey, NJ ed Wood formation in trees—cell and molecular biology techniques", Annals of Botany, 2002, cilt 90, no 4, ss 545-546 v [URL="http://www.smddrums.com/woodcell.htm"][COLOR=#333333]http://wwwsmddrumscom/woodcellhtm[/COLOR][/URL] BULUTLARIN AĞIRLIĞI Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır Gökyüzünde 300000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir: Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57) O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır (Rad Suresi, 12) Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ Kuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir Zuhruf Suresi'nde şöyle buyurulur: Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız (Zuhruf Suresi, 11) Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı "sabit"tir: saniyede 16 milyon ton Bu sabit miktar Kuran'da "belli bir miktar su"yun gökten indirilmesi olarak haber verilmektedir Ekolojik dengenin ve dolayısıyla hayatın devamlılığının sağlanmasında, bu miktarın sabit olmasının önemi son derece büyüktür Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 45 mm olana kadar devam etmekteydi Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir60 Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir YAĞMURUN OLUŞUMU Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir: Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler(Rum Suresi, 48) Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim: 1 EVRE: "Allah rüzgarları gönderir" Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir 2 EVRE: " böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar" Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (001 ile 002 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır 3 EVRE: " nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün" Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır (A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (kümülonimbüs bulutları) (B) Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir: Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir (Nur Suresi, 43) Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlar İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43 ayetinde 14 asır önce: " sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün" ifadesi ile bildirilmiştir Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir Yağmur bulutlarından biri olan kümülonimbüs türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir: 1 AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir yani sürülürler 2 AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (kümülonimbüs) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluştururlar 61 3 AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlarlar 62 Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Kuran'in Bİlİmsel Mucİzelerİ
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst