Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Kolaylik
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 82952" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">PIRLANTA SER</span><span style="font-family: 'Tahoma'">İSİ...</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DUHÂ SÛRESİ'NDE ÇİLE, İLTİFAT VE İNŞİRAH SÛRESİ</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Duhâ sûresi bir çile suresi gibi görülüp, öyle yorumlanmış fakat, içindeki "Rabbin seni terk etmedi; sana küsmedi de" ayeti, çok büyük bir iltifat ifade etmiyor mu?</span></strong> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, Duhâ suresi, bir çile sûresi olmasına bir çile sûresidir. Zira onda, Efendimiz'in (sav) izdırap ve endişelerin büyüklüğü nispetinde bir de iltifat ve müjde vardır. Evet, "Rabbin seni terk etmedi; sana küsmedi de" âyetinde büyük bir iltifat olduğu gibi, "Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın" âyetinde de büyük beşâret vardır. Bu sûre, temelde bir çile suresi olduğundan, esasen müjde ifade eden "duhâ", yani kuşluk vaktiyle başlar. Efendimiz'in vazifesinin kuşluğunu müjdeler. Ardından geceyi zikreder. Bundan önceki Leyl sûresi ise, karanlığın her yeri kapladığı gece ile başlar, ardından gündüze geçer. İkisinin neticesinde de rıza vardır. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Geceden sonra gündüzün, kuşluktan sonra gecenin anılması ile, Duhâ suresinden sonra gelen İnşirah suresindeki "Her zorlukla birlikte kolaylık" ayeti arasında aynı münasebet söz konusudur denebilir mi? </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, zaten güçlüğü kolaylık takip eder. Duhâ'dan sonra İnşirah sûresi, ferdî inşirahı anlatır. Çile ve zorluğun ardından kolaylık ve muvaffakiyetin geleceğini, geldiğini müjdeler. Kur'ân'ı iyi okumak ve anlamak lâzım. Kur'an, baştanbaşa bir haz ve bir zevktir; bu zevke ermek bir bahtiyarlıktır.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ALLAH'TAN GEREKTİĞİ GİBİ KORKMA, İSTİDAT ÖLÇÜSÜNDE KORKMA</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Makam ve derece münasebeti var. Yani, bazılarına, "Allah'tan, O'ndan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun" denilir. O'nun makamı, derecesi, böyle bir emre muhatap olmasını gerektirir. Fakat, bu emrin ifasının sınırı yoktur. Nasıl, Allah'a ne kadar ibadet edersek edelim, en sonunda söyleyeceğimiz, O'na gerektiği gibi ibadet edemediğimizin ve esasen bundan aciz bulunduğumuzun itirafı, yani "Sübhaneke mâ abednâke hakka ıbâdetike ya Ma'bud (Sübhansın Sen, Sana ibadetin hakkını veremedik. İbadet etmemiz gerektiği gibi ibadet edemedik)" ise, O'ndan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkmanın ulaşabildiğimiz en üst noktasında da söyleyeceğimiz, "Sen'den, korkmamız gerektiği ölçüde korkamadık; takva sahibi olmamız gerektiği ölçüde muttakî olamadık"tır. Çünkü bunun müşahhas bir sınırı yoktur ve olamaz da. Bununla birlikte, böyle bir emri kaldıracak ve onun şuurunda olanlara, "Allah karşında, nasıl takvalı olunması gerekiyorsa, öyle takvalı olun" denir. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sahâbe-i Kıram, bu emri alınca, bu olanlara öyle ağır geldi ki, sararıp soldular. Çok kıyamdan ayakları şişti; çok secdeden elleri, alınları, dizleri nasır bağladı. Doyuncaya kadar yemek yiyemez, eşlerinin yanına yaklaşamaz oldular. Bu, bir imtihandı ve onları çıkmaları gereken mertebeye, dereceye çıkarma yolunda, geçmeleri gereken bir yol, bir basamaktı. Bu imtihanda muvaffak oldular ve bu defa Cenab-ı Allah, yükü biraz hafifletti ve meseleyi istitaate havale etti. Zaten, arz etmeğe çalıştığım gibi, O'nun karşısında nasıl titremek, nasıl takvalı olmak gerekiyorsa, öyle takvalı olmaya çalışmanın bir sonu olmadığı için, bu mevzuda varılacak nokta da yine istitaate vâbestedir. Yani herkese düşen, kapasitesi ölçüsünde takvalı olmaya çalışmaktır. İslâm, bir bakıma hanifiye-i semha, yani kolaylık dini olarak, tekliflerini güce ve kapasiteye göre yapar. "Teklif-i ma lâ yütak", yani takat getirilemeyecek sorumluluk yükleme İslâm'da yoktur. İşte, "gücünüz ölçüsünde Allah'tan korkun, kapasiteniz ölçüsünde takvalı olun" demek, takvayı, "teklif-i mâ yütak" olarak emretmemek demektir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DİNDE KOLAYLAŞTIRMA VE LÂUBALİLERE RUHSAT KAPISINI AÇMAMA</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir müfessir tefsirinde, Mısır'da İsrail Oğulları'nın ruhlarına sinen köleliği yok edip, onlara hürriyet ve insan onurunu yeniden kazandırmak için Hz. Musa'nın âdeta şok tedavi uyguladığından ve bunun için Tevrat'taki bazı emirlerin sert geldiğinden bahseder. Üstad bir zat da, "Dini yaşamada lâubalî olan insanlara ruhsat kapısı gösterilmez" buyuruyor. Dini, insanlara anlatırken, yumuşak anlatma, en geniş daire içinde kolaydan başlama da bir esas. Bu hususları birbiriyle nasıl te'lif edebiliriz?</span></strong> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu husus, mürşitlere bırakılmış bir husustur. Gerçek mürşit, terbiyesine aldığı insanları, karakterleri, ruh yapıları ve idrak seviyeleriyle çok iyi bilen insandır. Başta, peygamberler bunu çok iyi bilip, ona göre bir yol takip etmişlerdir. İşte Hz. Musa da, o kavmi kölelikten kurtarmak için ona göre prensiplerle gelmiş. Bu maddeci kavim, daha sonra maddeye ve dünya hayatına çok fazla inhimak gösterince, bu defa da Hz. İsa bunu ta'dil için, daha çok ruhu esas alan bir kısım düsturlar getirmiştir. Her peygamber de, vazife ve sorumluluğuna ait bir donanımla gelmiştir... öyle ise, bu asırdaki mürşitler de, muhatabı olan insanlara nasıl davranmaları gerekiyorsa, o donanımı sahip olmalı ve ferasetleri ile, kime nasıl davranmaları gerektiğini çok iyi bilmelidirler. Çağımız, disiplin ve tertipli olmanın yanında, yumuşak davranma çağıdır. İstibdat ve sertlik, temel disiplinler açısından mahzurludur. Mürşit, doktor olmalı; önce hastalığı çok iyi teşhis etmeli ve ona göre tedavi uygulamalıdır.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 82952, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]PIRLANTA SER[/FONT][FONT=Tahoma]İSİ...[/FONT] [FONT=Tahoma]DUHÂ SÛRESİ'NDE ÇİLE, İLTİFAT VE İNŞİRAH SÛRESİ[/FONT] [FONT=Tahoma]Duhâ sûresi bir çile suresi gibi görülüp, öyle yorumlanmış fakat, içindeki "Rabbin seni terk etmedi; sana küsmedi de" ayeti, çok büyük bir iltifat ifade etmiyor mu?[/FONT][/B][FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, Duhâ suresi, bir çile sûresi olmasına bir çile sûresidir. Zira onda, Efendimiz'in (sav) izdırap ve endişelerin büyüklüğü nispetinde bir de iltifat ve müjde vardır. Evet, "Rabbin seni terk etmedi; sana küsmedi de" âyetinde büyük bir iltifat olduğu gibi, "Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın" âyetinde de büyük beşâret vardır. Bu sûre, temelde bir çile suresi olduğundan, esasen müjde ifade eden "duhâ", yani kuşluk vaktiyle başlar. Efendimiz'in vazifesinin kuşluğunu müjdeler. Ardından geceyi zikreder. Bundan önceki Leyl sûresi ise, karanlığın her yeri kapladığı gece ile başlar, ardından gündüze geçer. İkisinin neticesinde de rıza vardır. [/FONT] [FONT=Tahoma]Geceden sonra gündüzün, kuşluktan sonra gecenin anılması ile, Duhâ suresinden sonra gelen İnşirah suresindeki "Her zorlukla birlikte kolaylık" ayeti arasında aynı münasebet söz konusudur denebilir mi? [/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, zaten güçlüğü kolaylık takip eder. Duhâ'dan sonra İnşirah sûresi, ferdî inşirahı anlatır. Çile ve zorluğun ardından kolaylık ve muvaffakiyetin geleceğini, geldiğini müjdeler. Kur'ân'ı iyi okumak ve anlamak lâzım. Kur'an, baştanbaşa bir haz ve bir zevktir; bu zevke ermek bir bahtiyarlıktır.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ALLAH'TAN GEREKTİĞİ GİBİ KORKMA, İSTİDAT ÖLÇÜSÜNDE KORKMA[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Makam ve derece münasebeti var. Yani, bazılarına, "Allah'tan, O'ndan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun" denilir. O'nun makamı, derecesi, böyle bir emre muhatap olmasını gerektirir. Fakat, bu emrin ifasının sınırı yoktur. Nasıl, Allah'a ne kadar ibadet edersek edelim, en sonunda söyleyeceğimiz, O'na gerektiği gibi ibadet edemediğimizin ve esasen bundan aciz bulunduğumuzun itirafı, yani "Sübhaneke mâ abednâke hakka ıbâdetike ya Ma'bud (Sübhansın Sen, Sana ibadetin hakkını veremedik. İbadet etmemiz gerektiği gibi ibadet edemedik)" ise, O'ndan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkmanın ulaşabildiğimiz en üst noktasında da söyleyeceğimiz, "Sen'den, korkmamız gerektiği ölçüde korkamadık; takva sahibi olmamız gerektiği ölçüde muttakî olamadık"tır. Çünkü bunun müşahhas bir sınırı yoktur ve olamaz da. Bununla birlikte, böyle bir emri kaldıracak ve onun şuurunda olanlara, "Allah karşında, nasıl takvalı olunması gerekiyorsa, öyle takvalı olun" denir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Sahâbe-i Kıram, bu emri alınca, bu olanlara öyle ağır geldi ki, sararıp soldular. Çok kıyamdan ayakları şişti; çok secdeden elleri, alınları, dizleri nasır bağladı. Doyuncaya kadar yemek yiyemez, eşlerinin yanına yaklaşamaz oldular. Bu, bir imtihandı ve onları çıkmaları gereken mertebeye, dereceye çıkarma yolunda, geçmeleri gereken bir yol, bir basamaktı. Bu imtihanda muvaffak oldular ve bu defa Cenab-ı Allah, yükü biraz hafifletti ve meseleyi istitaate havale etti. Zaten, arz etmeğe çalıştığım gibi, O'nun karşısında nasıl titremek, nasıl takvalı olmak gerekiyorsa, öyle takvalı olmaya çalışmanın bir sonu olmadığı için, bu mevzuda varılacak nokta da yine istitaate vâbestedir. Yani herkese düşen, kapasitesi ölçüsünde takvalı olmaya çalışmaktır. İslâm, bir bakıma hanifiye-i semha, yani kolaylık dini olarak, tekliflerini güce ve kapasiteye göre yapar. "Teklif-i ma lâ yütak", yani takat getirilemeyecek sorumluluk yükleme İslâm'da yoktur. İşte, "gücünüz ölçüsünde Allah'tan korkun, kapasiteniz ölçüsünde takvalı olun" demek, takvayı, "teklif-i mâ yütak" olarak emretmemek demektir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]DİNDE KOLAYLAŞTIRMA VE LÂUBALİLERE RUHSAT KAPISINI AÇMAMA[/FONT] [FONT=Tahoma]Bir müfessir tefsirinde, Mısır'da İsrail Oğulları'nın ruhlarına sinen köleliği yok edip, onlara hürriyet ve insan onurunu yeniden kazandırmak için Hz. Musa'nın âdeta şok tedavi uyguladığından ve bunun için Tevrat'taki bazı emirlerin sert geldiğinden bahseder. Üstad bir zat da, "Dini yaşamada lâubalî olan insanlara ruhsat kapısı gösterilmez" buyuruyor. Dini, insanlara anlatırken, yumuşak anlatma, en geniş daire içinde kolaydan başlama da bir esas. Bu hususları birbiriyle nasıl te'lif edebiliriz?[/FONT][/B][FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma]Bu husus, mürşitlere bırakılmış bir husustur. Gerçek mürşit, terbiyesine aldığı insanları, karakterleri, ruh yapıları ve idrak seviyeleriyle çok iyi bilen insandır. Başta, peygamberler bunu çok iyi bilip, ona göre bir yol takip etmişlerdir. İşte Hz. Musa da, o kavmi kölelikten kurtarmak için ona göre prensiplerle gelmiş. Bu maddeci kavim, daha sonra maddeye ve dünya hayatına çok fazla inhimak gösterince, bu defa da Hz. İsa bunu ta'dil için, daha çok ruhu esas alan bir kısım düsturlar getirmiştir. Her peygamber de, vazife ve sorumluluğuna ait bir donanımla gelmiştir... öyle ise, bu asırdaki mürşitler de, muhatabı olan insanlara nasıl davranmaları gerekiyorsa, o donanımı sahip olmalı ve ferasetleri ile, kime nasıl davranmaları gerektiğini çok iyi bilmelidirler. Çağımız, disiplin ve tertipli olmanın yanında, yumuşak davranma çağıdır. İstibdat ve sertlik, temel disiplinler açısından mahzurludur. Mürşit, doktor olmalı; önce hastalığı çok iyi teşhis etmeli ve ona göre tedavi uygulamalıdır.[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Kolaylik
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst