kaza ve namaz

ajan1111

Banlı Kullanıcı
hocam ben trafik kazası sonucu beyin kanaması geçirdim ve yürüyemiyorum. yani ayağa kalkamıyorum ve çoğu şeyi hatırlamıyorum. çok uzun bi sürede yoğun bakımda yatmışım. kaza geçireli 1 sene olmak üzere 6 ay gibi çok uzun sürede bilinç yokmuş. duaların bazı yerlerini hatırlayamıyorum. öğrenmeye çalışırkende zorlanıyorum. öğrendim dediğim yeri bile unutabiliyorum. namazlar konusunda ne yapmalıyım?
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
hocam ben trafik kazası sonucu beyin kanaması geçirdim ve yürüyemiyorum. yani ayağa kalkamıyorum ve çoğu şeyi hatırlamıyorum. çok uzun bi sürede yoğun bakımda yatmışım. kaza geçireli 1 sene olmak üzere 6 ay gibi çok uzun sürede bilinç yokmuş. duaların bazı yerlerini hatırlayamıyorum. öğrenmeye çalışırkende zorlanıyorum. öğrendim dediğim yeri bile unutabiliyorum. namazlar konusunda ne yapmalıyım?


Selamün Aleyküm degerli kardesim Rabbim sifa,lar Ihsan eylesin Hayirli cumalar.
Bu konu ile ilgili assagidaki yazidan istifade edeceginizi düsünüyorum Rabbim okudugunu anlayan anladigiylada amel edenlerden eylesin Amin.



ENGELLİ VE HASTALARA İBADET KOLAYLIĞI...


Çeşitli sözlük ve kâmuslardaki ortak tanıma göre ibadet; temelinde inanç bulunan, Allahü Teâlâ’nın hoşnut ve razı olduğu her söz, fiil ve davranıştır. İslâm’da kişinin söz, fiil ve davranışlarından sorumlu tutulabilmesi için akıllı ve ergen olması ön koşuldur. Akıldan tam olarak yoksun bulunan veya dış olayları ayırt edemeyecek kadar akıl zayıflığı olan kişilerle, henüz ergenlik çağına ulaşmamış bulunan küçükler ibadetle yükümlü olmadıkları gibi, günlük medeni muameleleri yapmakta da ya tam ehliyetsizdirler ya da eksik ehliyetli durumdadırlar.

Yüce Allah’ın insanlığa son mesajı olan ve akla uygun bulunan İslâm dini, akıl melekesi yerinde olmakla birlikte doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal veya duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmiş olan özürlülerin namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler konusunda, “kişinin gücü ile sınırlı” olarak çeşitli kolaylık ve ruhsatlar getirmiştir.

A) Engellilerin Abdesti:

Abdestte yıkanması farz olan bir organı eksik bulunan bedensel engellinin, eksik olan organını yıkama yükümlülüğü de doğal olarak ortadan kalkar. Takılan protezlerin yıkanması veya meshedilmesi gerekmez. Temiz olmaları yeterlidir.

Sürekli burun kanaması, idrarı tutamama, sürekli kusma, yaranın sürekli kanaması, aşırı ishal, sık sık yellenme, kadınların akıntısı gibi abdesti bozan rahatsızlıklara “özür (mazeret)”, böyle kimselere de “özürlü (mâzur- mâzure)”denir.

Boy abdesti sırasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa bakılır; eğer yıkama yara için zararlı olmayacaksa sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine meshedilir. Derinin su ile ıslatılmaması gereken yanık ve deri rahatsızlıklarında, bedenin diğer kısımları yıkanır ya da ıslak bezle silinerek boy abdesti tamamlanır. Silme de zarar verecekse teyemmüm abdesti alınır. Teyemmüm abdesti hem namaz abdesti, hem de cünüplük, hayız ve nifastan temizlenme için yeterli olur. Ancak suyu kullanma imkânı doğduğu andan itibaren artık temizliğin suyla yapılması gerekir.

Günümüzde “saç ektirme”denilen doku nakli yoluyla olan tıbbî işlem, saça canlılık kazandırdığı için, ekilen saçların kişinin kendi saçı hükmünde olması gerekir. Bu gibi saçlar boy abdestine engel olmaz. Ancak saçların ince bir plastik deri üzerine ekilerek, bunun saçsız başa yapıştırılması peruk hükmünde olup, başın derisine suyun geçişini engelleyeceği için, boy abdestine engel teşkil etmesi gerekir.[47]

İslâm dini bazı ibâdetler için belli süreler koymuştur. Bunların zamanında yerine getirilmesi hem bir görev hem de bir haktır. İslâm, kişiye gücünün üstünde bir yük yüklemez ve zorlukla karşılaşılan her konuda kolaylık ilkesi devreye girer. Buna göre özürlü kişiler için özel hükümler getirilerek, onların da ibâdetlerini süresi içinde yapmalarına fırsat verilmiştir.

Abdesti bozacak nitelikteki her hangi bir özrün geçerli olması için bir süre vardır. Şöyle ki: Bir özür, başlangıçta abdest alınıp namaz kılınacak kadar bir süre kesilmemek üzere, tam bir namaz vakti devam eder, daha sonra da her namaz vaktinde en az bir kez tekrar ederse, sahibi özürlü sayılır. Fakat böyle bir özür, tam bir namaz vakti içinde bir defa olsun ortaya çıkmazsa artık kesilmiş ve sahibi de özürlü olmaktan çıkmış bulunur.

Meselâ; bir kimsenin burnu, bir gün öğle vaktinin başından sonuna kadar yani ikindi vakti girinceye kadar, abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre kesilmeksizin kanamaya devam eder ve bundan sonra da her namaz vaktinde bir kez olsun, kanarsa, o kimse özürlü sayılır.

Hz. Peygamber, uzun süre kesilmeyen özür kanının hükmünü soran Fâtıma binti Ebî Hubeyş’e (r.anhâ) şöyle buyurmuştur: “Bu kanamayı yapan bir damardır. Bu, ay hâli değildir. Âdet zamanın gelince namazını bırak. Âdetin kadar bir süre geçince kanını temizle, boy abdesti al ve namazını kıl. Bundan sonra da her namaz için yalnız abdest alarak namazını kıl.”[48]

Özürlü kimse her farz namaz vakti için abdest alır, bu özür halinin abdesti bozmadığı var sayılarak, o vakit içinde aldığı abdestle, onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vacip, sünnet, edâ ve kaza namazı, Cuma ve bayram namazı kılabilir. Kâbe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir. Namaz vaktinin çıkmasıyla özürlü kimsenin abdesti bozulmuş olur. Delil şu hadistir: “Özür kanı gören kadın (müstehâza), her bir namaz vakti için abdest alır.”[49] Diğer özür sahipleri de buna kıyas edilmiştir. Özrün dışında, abdesti bozan başka bir durumun meydana gelmesiyle de abdest bozulur.

Özürlünün abdesti, Ebû Hanîfe’ye göre, vaktin çıkmasıyla, Ebû Yûsuf’a göre, hem namaz vaktinin girmesiyle, hem de çıkmasıyla bozulur. Vaktin girmesiyle abdestin bozulması, yalnız öğle vaktinin girmesinde sonuç meydana getirir.

İmam Şâfiî’ye göre, özürlünün, her namaz için ayrıca abdest alması gerekir. Onun abdesti, kıldığı namaz bitince, son bulmuş olur.

Bir özür sahibi, özrü kesilmiş olduğu halde, abdesti bozan başka bir durumdan dolayı abdest alır ve daha sonra müptelâ olduğu özrü yine ortaya çıkarsa, abdesti bozulmuş olur ve yeniden abdest alması gerekir. Çünkü önceki abdesti bu özürden dolayı değildi. Ancak özrü kesildiği halde, vakit içinde özründen veya abdesti bozan başka bir halden dolayı abdest alır ve o vakit içinde özrü ortaya çıkarsa, bu abdesti bozulmaz. Çünkü bu abdest hem özrü, hem de o abdesti bozan başka hal için alınmış sayılır.

Özürlü bir kimse; oturmak, namaz kılışını imaya çevirmek veya özrün bedendeki çıkış yerine sargı sarmak gibi yollarla özrün ortaya çıkmasına engel olursa, artık özürlü olma hükmü dışına çıkar. Özrünü sargıyla kapatması durumunda, sargı üzerine mesheder, bu da zarar verecekse meshi terk eder.

Özürlü kimsenin çamaşırına özür yerinden çıkıp bulaşan kan, irin, cerahat gibi sıvılar, özrü devam ettiği sürece, namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak bu sıvı maddelerin arkası kesilmişse, bunların yıkanması gerekir.[50]

Sonuç olarak İslâm dini bir kolaylık dinidir. Özür sahipleri hakkında her türlü kolaylığı göstermiştir. Sargı ve mestler üzerine meshetmek ve su bulamayan için teyemmüm abdesti bunlar arasındadır.

Engellilerin Namazı:

İslâm kolaylık dini olduğu için hasta ve engellilere ibadetler konusunda güçlerinin yeteceği ölçüde kolaylıklar getirilmiştir. Bunları üç grupta toplayabiliriz:

1) Engellilerin namazdan tam olarak muaf tutuldukları durumlar:

Bayanlar, âdet günlerinde ve doğumdan sonra 40 gün kadar sürebilen loğusalık günlerinde namaz kılmaktan muaf tutulmuştur. Ancak belirtilen günlere rastlayan Ramazan orucunu daha sonra kaza etmeleri gerekir. Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde uygulama bu şekilde olmuştur. Hz. Âişe’den, şöyle demiştir: “Nebî (s.a.s) kadınların âdetli günlerinde kılmadıkları namazları kaza etmelerini emretmez, yalnız tutamadıkları farz orucu kaza etmelerini emrederdi.”[51]

Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde de namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir süre devam ederse bakılır. Hasta normal bilincine kavuşunca abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.[52]

2) Namazları imâ yoluyla kılma kolaylığı:


Hasta, bedensel veya zihinsel özürlü olan kişi gücüne göre namaz kılmakla yükümlü olur. Namazın rükû ve secde gibi rükünlerini yerine getirmek farz olduğu için, özürsüz olarak bir farzı terk etmek namazın sıhhatine engel olur.[53] Kur'ân’da, “Allah’a itaat ederek ayakta durun”[54] buyurulur. Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan İmran İbn Husayn (r.a)’ın sorusu üzerine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl.” Nesâî’nin rivâyetinde şu ilâve vardır: “Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.”[55]

Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü zorluk kolaylığı celbeder, zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.

Bir hasta, bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz.

Yine bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar, başka türlü yapamaz.

Rahatsızlığı yüzünden secdeye tam olarak eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık gibi bir şeyle yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri gücünün yettiği kadar eğilerek ima ile yapar. İmâ; namazda başı önüne doğru eğmek sûretiyle yapılan işarettir.

Câbir (r.a)’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz.Peygamber (s.a.s) bir hasta ziyaretine gitmişti. Hastanın yastık üzerine konulan bir tahtaya secde ettiğini gördü. Allah elçisi derhal bunları kaldırtarak şöyle buyurdu: “Eğer gücün yeterse, namazı yer üzerinde kıl. Buna gücün yetmezse, ima ile namaz kıl ve secdeni rükûundan daha çok eğilerek yap.”[56]

Oturmaya da gücü yetmeyen kişi, namazını sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye karşı uzatır, rükû ve secdesini imâ ile yapar.

Yanı üzerine yatmakta olan bir hastanın yüzü kıbleye yönelik olduğu halde ima ile namaz kılması caizdir. Ancak sırtüstü yatarak ima ile namaz kılmak, yanı üzerine yatıp kılmaktan daha uygundur. Çünkü bu durumda, hastanın yüz kısmının kıbleye yönelmesi daha kolaydır.

Başı ile de ima yapamayacak kadar rahatsız olan kişi, namazı iyileşme zamanına erteler. Göz, kaş veya kalple yapılacak ima geçerli olmaz. Çünkü, namazın bir rüknü, ancak başın hareketiyle yerine getirilebilir. Diğerleriyle bu mümkün olmaz. Bu, Ebû Hanîfe’nin görüşüdür. Ebû Yusuf’a göre, bu durumda kalbi ile imada bulunamazsa da, göz ve kaşları ile imada bulunur. İmam Züfer ile İmam Şâfiî’ye göre, kalbi ile de imada bulunarak namazını kılar.

Başka bir rivâyete göre böyle bir hastanın güç yetirememesi bir gün ve bir geceden fazla sürerse, bu süreye ait namazları aklı başında olsa bile düşer. Bunları kaza etmesi gerekmez. Çünkü namaz kılmaya gücü yetmemiş olur.

Baygın veya komada olan, ya da aklı giden kişi, tam bir gün ve bir gece geçmeden kendine gelse, bu süreye ait namazları kaza eder. Bu durum bir gün ve bir geceden uzun sürerse namazları düşer. Bu konuda Ebû Hanîfe 24 saati ölçü alırken, İmam Muhammed, kaçırılan namaz sayısını ölçü almıştır. Bu yüzden İmam Muhammed’e göre, kaçırılan namazlar beşten fazla ise düşer, az ise düşmez. Bu görüş daha uygun görülmektedir.

Buna göre, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan kimse, oturarak namazını kılar, oturmaya da gücü yetmezse, duruma göre yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak ima ile namazını kılar. İma namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi oturarak, yanı veya sırtı üstü yatarak da yapılabilir. Yan yatışta yüz kıbleye gelecek şekilde yatılır, sırt üstü yatmada ise ayaklar kıbleye gelecek şekilde yatılır ve yüzün kıbleye yönelmesi için başın altına bir yastık konulur.

3) Engellilerin beş vakit namazın ve Cuma namazının cemâatle kılmaktan muaf tutulması:


Hanefî ve Mâlikîler’e göre,[57] cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten akıllı erkekler için müekked sünnettir. Bu yüzden kadınlara, çocuklara, akıl hastalarına, kölelere, kötürümlere, hastalara, çok yaşlı kimselere cemaatle namaz kılmak için mescide gitmek gerekmez. Cemaatle namazın sünnet oluşu, “cemaatle namazın tek başına kılınandan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu” bildiren hadisin açık anlamına dayanır.

Şâfiîler’e göre, özrü bununmayan kimselerin farz namazlar için cemaate devam etmesi hür ve bir yerde ikâmet edenler için farz-ı kifaye, Hanbelîler’e göre ise farz-ı ayndır.[58]

Ancak bedensel ve zihinsel elgelliler bu kapsamın dışındadır. Onlar cemaate devam etme konusunda da güçleri ile sınırlı olarak sorumlu olurlar. Gücü yetmeyen yerde sorumluluk da kalkar.

Sahâbeden Abdurrahman İbn Ka’b İbn Mâlik (r.a), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik yaptığını ve Cuma günü olunca da namaza götürdüğünü bildirir.[59] Ebû Hüreyre (r.a)’ten rivâyete göre, Nebî (s.a.s)’e görme engelli bir adam gelip, kendisini mescide götürüp getirecek bir rehberi (kâid) olmadığını söyleyerek, evinde namaz kılmak için ruhsat istedi. Allah’ın elçisi önce kendisine bu konuda ruhsat verdi. Adam dönüp giderken yeniden çağırdı ve “namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye sordu. Adam “Evet” dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber: “O halde davete icâbet et” buyurdu.[60]

Abdullah İbn Ümmi Mektûm (r.a) de, yaşlı ve görme engelli olduğunu ve evinin uzakta olup, kendisi için bir rehber de bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için izin istemiş, ezan sesini duyduğunu bildirmesi üzerine, Allah’ın elçisi, “Senin için bir ruhsat bulamıyorum” diye cevap vermiştir.[61]

Diğer yandan Allah elçisinin yine görme engelli olan Itban İbn Mâlik (r.a)’e evini mescid edinmesi için izin verdiği nakledilir. Itban görme engelli olduğu halde yakınlarına imamlık yapıyordu. Rasûlüllah (s.a.s.)’e gelerek şöyle dedi: “Ben görme güçlüğü çeken birisiyim. Kimi zaman karanlık, yağmur ve sel oluyor. Evime gelerek bir yerde namaz kılsanız da, ben orasını namaz kılma yeri (musallâ) edinsem. Bunun üzerine Allah’ın elçisi geldi ve yer olarak neresini sevdiğini sordu. Itban evin bir yerini gösterdi ve Rasûlüllah (s.a.s) orada namaz kıldı.”[62]

Yukarıdaki delillere dayanarak şu sonuçlara ulaşılmıştır: Namaz ibadetinin ne anlama geldiğini ayırt edemeyecek kadar zihinsel engelli olanlar beş vakit namazla Cuma namazından muaftırlar. Başını hareket ettiremeyecek kadar felçli ve kötürüm olanlar, çoğunluğa göre imâ ile namaz kılarlar, Hanefîlere göre ise bu durumda olanlar namazı geri bırakır. Bu durumda olanların cemaate devam zorunluluğunun bulunmadığında da açıklık vardır.

Diğer yandan, hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere, beş vakit namaz için cemaate katılmak gerekmediği gibi, Cuma namazı da farz olmaz. Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedir. Bunun yerine öğle namazını kılmaları gerekir. Ancak bu kimseler, imkân bularak cemaatle cuma namazına katılırlarsa yeterli olur.[63]

Ebû Yûsuf’a, İmam Muhammed’e ve Hanbelîler’e göre kendisini Cuma namazına götürecek biri bulunan görme engelliye Cuma namazı farzdır. Çoğunluğa göre ise farz olmaz. Kendisini Cuma namazına götürecek birisi bulunmayan görme engelliye ise, Cuma namazının farz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimselerle yatalak hastalara da Cuma namazı farz değildir.[64]

4) Namazda kırâata getirilen kolaylık:

Akıl gücü yerinde olan ergen kişi İslâm’ın emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdür. Ancak zihinsel özrü yüzünden bellek zayıflığı bulunan kişiler gücünün yettiği ölçüde sorumlu olur. Çünkü Allah hiç kimseyi gücünün yeteceğinden fazlası ile yükümlü tutmaz.[65]

Abdullah İbn Ebî Evfâ (ö.87/705)’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e gelen bir adam, Kur'ân’dan hiçbir şeyi ezberinde tutamadığını, kendisine namazda yeterli olacak bir şeyi öğretmesini istemişti.

Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: “Şu duayı okuyabilirsin: Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illâllahü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.” (Anlamı: Allah her türlü eksiklikten uzaktır. Hamd, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’a aittir. Allah büyüktür. Bütün güç ve kuvvet, ancak yüce ve büyük olan Allah’ındır.)

Adam dedi: Bunlar Allah içindir. Kendim için ne diyebilirim? “De ki: Allahümme’rhamnî ve’rzuknî ve âfinî ve’hdinî” (Anlamı: Allah’ım! Bana acı, rızık ver, beni affet ve beni doğru yol ilet.) Adam kalkıp gidince de şöyle buyurdu: “Bu adam söylediklerimi yaparsa, elini hayırla doldurmuş olur.”[66]

Fâtiha’yı veya Kur'ân’dan bir âyeti ezberleyemeyen veya buna gücü yetmeyen namazda kıraat olarak yukarıdaki dua ile yetinebilir. Ezberleyinceye kadar bu durum devam eder. Tek âyet öğrenmek ve ezberlemek her yükümlü müslüman için aynî farzdır. Fâtiha’yı ve bir sûreyi veya bunların yerine geçecek üç kısa âyeti ezberlemek ise her müslüman için vâcip hükmündedir. Bu olunca artık yukarıdaki dua ile yetinilmez.[67]
 
Üst