Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Kadere iman
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 84429" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">PIRLANTA SERİSİ...</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kader, ölçme-biçme, biçime koyma ve şekillendirme demektir. Arapçada fiil şekliyle ‘Ka de ra’ dediğimiz zaman, ‘takdir etme, belli hisselere ayırma ve herkese bir pay çıkarma’ ma’nâlarını anlarız. ‘Tef’il babında ise, ‘Kad de ra,’ ‘hükmetti, kazada bulundu, hükmünü geçerli kıldı’ ma’nâsınadır. O halde kader, “Mâ yükaddirullahü mine’l-kadâ ve yahkümü bih”, yani “Allah’ın kazâdan takdir ettiği ve hükmettiği şey” demektir. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mevzûyu derinlemesine ele almadan önce, kaderle alâkalı bazı ayetleri mealen vermede fayda mülâhaza ediyoruz:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Gayb’ın anahtarları, O’nun yanındadır, onları ancak O bilir. (O) karada ve denizde olan herşeyi bilir. Düşen bir yaprak -ki, mutlaka O’nu bilir,- yerin karanlıkları içinde gömülen dane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitab’da olmasın.” (En’am, 6/59) </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitab’da bulunmasın.” (Neml, 27/75) </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Şüphesiz Biz, ölüleri diriltiriz ve önden gönderdikleri ve arkada bıraktıklarını yazarız. Zaten Biz, herşeyi apaçık bir kütüğe kaydetmişizdir.” (Yasin, 36/12).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“(Eş şani yüce Nebî!) Doğrusu sana vahyedilen bu Kitab, Levh-ı Mahfuz’da bulunan şanlı bir Kur’an’dır.”(Büruc/85:21-22)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Doğru sözlü iseniz bildirin, bu azab sözü ne zamandır?” derler. De ki: “Onu bilmek ancak Allah’a mahsustur. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk/67:25-26)</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kazâ ile Kader, bir ma’nâda aynı, diğer ma’nâda ise kader, Allah’ın takdiri, kazâ ise, bu takdiri infaz ve yapılacak şeyin edâ edilmesi ve hükmün yerine getirilmesi demektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kader, sonsuz ilme sahip, geçmiş, hal ve geleceği bir nokta gibi görüp bilen -esasen kendisi için geçmiş, hal ve gelecek diye zaman dilimleri bahis mevzuu olmayan- Cenâb-ı Hakk’ın, mikro âlemden makro âleme, zerrelerden sistemlere ve gelecekteki bütün hayatıyla ‘normo âlem’ insana kadar en küçükten en büyüğe bütün kâinatı, ilmî plânda, ilmî vücudlarıyla plânlayıp programlaması, plân ve projeleriyle kesip biçmesi, tayin, tesbit, tasnif ve takdir etmesi ve bütün bunları tasarı ve ilmî plândan alıp, irâde, meşîet, kudret plânına geçirmesi ve haricî vücut meşherlerinde, halk âleminde göstermesi için, hemen her şeyi, daha olmadan evvel ‘mübîn’ bir Kitap’ta tesbit ve takdir etmesidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet ‘Kitab-ı mübîn’, henüz zuhur silsilesinde yerini almaya başlayan eşyayı, Levh-i Mahv ve İsbat’ta ve Levh-i Mahfuz’un istinsahları halinde Allah’ın mükerrem meleklerinin yazması demektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve yine Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukareneti ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübaşeret edip, irâdesiyle o işin içinde bulunduğunda Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, bu iki ana hususu ezelî ve sonsuz ilmiyle olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın, yine olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kader, insanın kesb ve irâdesi hesaba katılmadan düşünülemez.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kâinatta kader, plân, program, ölçü ve denge hâkimdir. “Allah, her dişinin neyi yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir. O’nun yanında herşey bir mikdar iledir.” (Ra’d, 13/8) “Arzı da yaydık; oraya sağlam dağlar attık ve orada ölçülü mütenasip şeyler bitirdik.” (Hicr, 15/19) “Göğü yükseltti ve mîzânı koydu.” (Rahman, 55/7).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kâinatta öyle şamil ve geniş dairede bir kader hâkimdir ki, onun dışında hiç bir şey tasavvur edilemez. Kâinatı yaratan Allah (cc), çekirdeğin çatlamasından bahara, insanın doğuşundan yıldızların ve galaksilerin doğuşlarına kadar her şeyde muhît ilmiyle öyle bir plân ve program tesbit buyurmuş ve bir kader tayin etmiştir ki, dünden bugüne dünyânın dört bir yanındaki ilim adamları ve araştırmacılar, binler eserleriyle bu nizam, bu âhenk ve bu takdire tercüman olmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım Marksistlerin bile, ‘determinizm’ gibi değişik ad ve ünvanlar altında kabul ettikleri umûmi disiplinler, dost-düşman, inanmış-inanmamış herkesin kâinatta bir plân ve kaderin bulundu- nu kabul etmesi bakımından çok önemlidir. Marksistlerin anladığı ma’nâda bir determinizm, bizim için hiçbir zaman sözkonusu değildir. Biz sadece, farklı bir ma’nâda dahi olsa, mes’eleye kader açısından temas etmek istedik. Gerçi, İbn Haldun gibi bir kısım İslâm müellifleri de bir nevi determinizme taraftar görünür ve son dönem batı düşüncesinde, meselâ Historisizm’de olduğu gibi, bu determinizmi toplum hayatına da teşmil ederler ama biz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat düşüncesi içinde bunu belli şartlara bağlar ve ‘belki’lerle ifade ederiz. İşte biz de bu ölçüler içinde, insan irâdesinin de dahil olduğu her şeyde küllî bir kaderin hâkim olduğuna inanırız. Evet, nasıl ki bir saat veya bir bina yaparken önce bir plân ve proje çizer, fizibilite çalışmalarında bulunur ve hassas ölçüler ve çizgilerle ilerde ortaya çıkacak şeklin takdiratını yaparız; öyle de, şu baş döndürücü sistemlerin ve şu atomlar âlemiyle insanların kendi aralarında ve kendi içlerinde biribirleriyle olan münasebetlerinin belli bir bir plân ve program haricinde olması düşünülebilir mi? Bir saat gibi bozulmadan, en ufak bir çarpma ve çarpışma olmadan idâre edilip giden şu madde âlemindeki nizam ve dengenin binde biri kadar bir sistem veya sistemler dev bilgisayarlarla bile yürütülemezken, başdöndürücü büyüklüğü ve ihtişamıyla şu koca kâinatları plansız, programsız, düşünmeye imkân var mıdır?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Çekirdek ve tohumlar, kader yüklü sandukçalardır. İlerde geçireceği her bir safhasıyla ağacın bütün hayatı, çekirdekte kaydedilmiştir. Yapı îtibâriyle birbirinin aynı görünen ve aynı basit maddelerden meydana gelen pek çok çekirdek, toprağa düştüğünde, çeşit çeşit çiçekler, binbir türde bitkiler ve ağaçlar meydana gelmektedir. Her bir çekirdek, kaderin kendine biçtiği, ya da kendine kader yapılan ölçü içinde ilmî, mânevî bir suret ve şekil alıp, kendine has biçim ve elbiseyle toprak üstünde tüllenir ve seyreden gözlere arz-ı endam eder. Binlerce terzi, yıllarca çalışsa, değil bunca çiçek ve bitkiye, tek bir ağaca bile böyle bir elbise dikemiyecektir. Oysa yüzbinlerce ağaç, belki yüzbinlerce yıldır, hiç bir ölçü, kesim ve dikiş hatası yapılmadan, adeta ısmarlama dikilmiş elbiseleri birbiri ardınca giyip çıkarmaktadır. Acaba bunu yapan gerçekten kendileri midir, yoksa onlara o kalıbı, o şekli, o kaderi veren bir yüce takdir edici midir..?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Belli bir kader ve programa tâbi olduğundan dolayı bir sperm asla yalan söylemez; kromozomların dili, RNA ve DNA’nın şaşmaz vazifesi ve hücrelerin beyanıyla, ağız, dil, dudak, göz, kaş, kulak, sîma, duygu ve kabiliyetler gibi pek çok safhalardan geçip “İnsan olacağım” der ve olur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Astrofizikçilere göre, kâinatın her noktasında hangi buudların var olduğu ve bu noktalarda hangi manyetik etkinin ne tarzda bulunduğu az da olsa bellidir. Çünkü, geometrik yerler ve kuvvetlerin şiddeti önceden vardır. Kompüterlerin keşfiyle de anlaşılmıştır ki, atomlardan galaksilere kadar kâinatta yaratılan her varlık yaratılışıyla birlikte programlanmaktadır; evet, herşey önce Levh-i Mahfuz’da tayin ve tesbit edilmiştir...</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">KAZÂ VE KADERİN MERTEBELERİ </span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">A) İlm-i İlâhî açısından kaza ve kader:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İlm-i İlâhî açısından kazâ ve kader, kıyamete kadar zuhûr edecek bütün eşyâ ve hâdiselerin plân ve programlarının Allah tarafından tesbiti ve bunlara ilmî bir vücut giydirilmesidir. Kâinat yaratılmadan önce, hadisin beyanıyla, “Allah vardı ve başka hiç bir şey mevcut değildi.” Bu kevn ü fesad daha yaratılmadan, Allah muhît ve sonsuz ilmiyle her şeyi tesbit etti. Bu, her şeyin Allah’ın ilminde tesbit ve takdiriydi (Hicr, 15/21).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc), akla gelen her şeyin verâsının verâsının verâsındadır ve O, hiç bir şekilde kullarına benzemez. Fakat, İlm-i İlâhî açısından kaza ve kaderi açıklamak için -hata olmasın- belki şöyle bir misal verebiliriz:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan yapacağı bir şeyi önce zihninde kurar, tahayyül ve tasavvur eder; sonra plân, tasarı ve proje safhası gelir ve böylece ona safha safha mahiyet ve keyfiyet kazandırır. İşte bu, o insanın yapıp, madde âleminde ortaya koyacağı şeyin bir bakıma ilmî vücududur.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">B) Kitabet açısından kazâ ve kader:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İlim plânında tesbiti yapılan plân ve projeler mübîn bir Kitap’ta yazılır: “O şerefli Kur’ân da Levh-i Mahfuz’dadır.” (Büruc, 85/22). Kur’ân’da buna, aralarında ufak bir fark olmakla birlikte, İmam-ı Mübîn (Yasin, 36/12) ve Kitab-ı Mübin (En’âm, 6/59) gibi adlar verilir ve başımıza gelecek herşeyin önceden bu Kitap’ta kaydedilmiş olduğu (Tevbe, 9/51) ve Kitap’ta yazılmadık hiç bir şeyin bırakılmadığı anlatılır (En’âm, 6/38). Bu esas kitaptır ve kendinde yazılı olan şeylerde hiç bir değişme olmaz. İlm-i İlâhî’nin mahlûkata müteallik bir ünvanı olan Levh-i Mahfuz, tabir caizse, asıl kütük ve orijinal ana kitap gibidir (Ra’d, 13/39). Bu kitap esas alınarak, sanki istinsahlar yapılmakta ve başka levhalara, defter ve kitaplara yansıtmalar olmakta, misaller çıkarılmaktadır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah’ın (cc) bir de Levh-i Mahv ve İsbat isimli kitabı vardır ki, (Ra’d, 13/39) yazıp silmeler ve değiştirmeler bu kitapta cereyan eder. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kitabet, İstinsah ve Çeşitleri:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah’ın (cc) çeşitli devrelerde değişik kitabeti vardır. Ana Kitap’tan alınan nüshaların levhaları, sayfaları, fihristleri kopyeler halinde küçük defterlerde istinsahı edilir. Teşbihte hata olmasın, meselâ nüfus dairesi’nde ana kütük bulunur; bu kütükten her bir insan için cebine koysun veya boynuna assın diye örnek bir nüsha çıkartılır. Bunun gibi, her insanın hayatı boyunca yapıp edeceği herşey Ana Kitap’ tan istinsah edilerek boynuna asılır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İstinsah, her bir insanın hayatında yapıp edeceği şeylerin melekler tarafından Ana Kitap’tan alınıp benzerinin yazılması demektir. Bu mevzuda Kur’ân’da, “Şüphesiz Biz, yapageldiklerinizi kayd ediyorduk” (Casiye, 45/29) buyurulmaktadır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsanların boyunlarına takılan kitapla, Kirâmen Kâtibin meleklerinin yazdıkları kitap arasında fark yoktur. Levh-i Mahfuz’daki Ana Kitab’ın bir nüshası olan insanın boynundaki bu kitabın (İsra, 17/13) veya nüshanın haricî bir vücudu ve hüviyeti olmayıp, sadece görülmeyen ilmî bir vücudu vardır. Dünyâ hayatında insan irâdesi devreye girer ve onun dışta ağırlığı ve hüviyeti olan davranışlarını bir kitap halinde yazarlar. Bu şekilde, insanın ileriye gönderdiği de, geride bıraktığı da hiç bırakılmadan bir bir yazılır. (Yasin, 36/12) İşte bu iki kitap birbiriyle karşılaştırıldığında, aralarında hiç bir tenakuz olmayıp, tam bir denklik ve benzerlik bulunduğu görülür. Melekler, “Bizim yazdıklarımız bunlar ya Rabbi” diyecek olsalar, Cenâb-ı Allah da “Ben de şunları yazmıştım” diye karşılık verecek; Ramazan’da hafızların okudukları Kur’ân ile takip edenlerin aynı şeyleri görmesi gibi, Allah’ın (cc) Levh-i Mahfuz’dan yazdığı ilmî vücudu olan kitapla, meleklerin insanın davranışlarını kaydettikleri ‘fiilî’ kitap arasındaki mutabakat müşahede olunacaktır. Bu da, insanın sergüzeşt-i hayatına aid her şeyin önceden Levh-i Mahfuz’da tesbit edilmiş olduğunu göstermektedir. Fakat, kader mevzuunun şu önemli noktası çok iyi kavranmalıdır: İnsan, Levh-i Mahfuz’da önceden tesbit edilip yazıldığı için öyle davranmaz; bilakis, dünyâ hayatında irâdesini kullanarak neler yapacağı önceden bilinir ve yazılır. Bunu, net ifâdelerle bir kaç cümle halinde ifade edecek olursak:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc), sonsuz ilmiyle insanın ne yapacağını önceden bilip Levh-i Mahfuz’da yazmış ve bir nüshasını da onun boynuna asmıştır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İnsan, bu nüshada yazılanları irâdesiyle işler.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc), insanın işlediklerini yaratır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Melekler de, insanın işlediklerini birbir kaydederler.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Melekler kaydeder, çünkü insanın lafzî, fiilî, iradî davranışlarıyla yazdırdığı kitabı veya çevirdiği hayat filmi öbür âlemde önüne açılıp, kendisine “Oku kitabını!” (İsra, 14/14) denilecek ve insan kendi çevirdiği hayat filmini kendi seyredip, itiraza imkân ve mahal bulamayacaktır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Vicdanda Kitabet: Ruhlar Alemi’nde veya Misâl Alemi’nde ya da Zerreler Alemi’ndeyken bizden söz almak suretiyle Rabbimiz tarafından yazılan bu kitabın görülmez yazılarını vicdanımızda âdeta rûhun gözleriyle görür ve hissederiz. Daha sperm ve zerreler âlemine intikal etmeden evvel bütün zerrelerimize kumanda eden ruhun kendi âleminde kendi kulağı ile duyup, kendi diliyle cevabını verdiği vicdanlara kaydedilen bu kitabet, (Araf, 7/172) “Elestü birabbiküm?” - “Kalû Belâ” âleminde icra edilen kitabettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cenin için Kitabet: İnsan ana rahmine düştüğü an melekler tarafından ayrı bir kitabet ve istinsah yapılır. Melekler, büyük kitap Levh-i Mafhuz’dan onun hissesine düşeni, “saîd mi, şakî mi olacağını vb.!” yazarlar (Buhari, Müslim).</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">C) Meşiet Açısından Kaza ve Kader:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Meşiet, Allah’ın (cc) isteme ve dilemesinin eşyaya taalluk etmesi ve taalluk ettiği zaman da eşyanın olur hale gelmesi demektir. Yukarıda ele aldığımız ilk iki mes’elede Allah’ın (cc) her şeyi ilmî plânda tesbiti ve çeşitli şekillerde yazması meşietle olduğu gibi, bundan sonraki ‘halk-yaratma’ işi de, dilemesi, yani meşietinin taallûkuyla olur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kur’ân’da ve kâinat’ta ‘meişet’i çok açık şekilde görür ve hissederiz. Kur’ân’da en çok geçen kelimelerden biri ‘şâe’ (56 defa) ve muzari şekliyle ‘Yeşâü’dür (116 defa). (Bk. Mu’cemü’l-Müfehres). Bu kelimelerle ifâde edilen ‘doğrudan dileme’ olduğu gibi, yaratılışa aid bütün safhaların da, O’nun meşieti neticesinde tezahür ettiği gayet vâzıh bir biçimde beyan edilir. İlerde yapmak istediğimiz bir iş için kullanmamız gereken (Kehf,18/18) ‘İnşâallah’ ibaresi de, “Allah dilerse” demektir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, Kur’ân’da ‘meşiet’le ilgili olarak geçen âyetlerin sayısı pek çoktur; meselâ:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Dilediğini yapandır” (Bürûc, 85/16). “Yerlerin, göklerin mülkü ve aralarında bulunan her şey Allah’a aittir; O, dilediğini yaratır (Maide, 5/17). “De ki: Ey mülkün sahibi Allahım, Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (A. İmran, 3/26). “Dilediğine azab eder, dilediğine merhamet eder” (Ankebut, 29/21). “O dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir” (Nahl, 16/93),“Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz” (İnsan, 76/30, Tekvir, 81/29).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Görüldüğü gibi meşiet, insan hayatını çepeçevre kuşatmakta ve hayatın bütün cephe ve safhalarında kendini hissettirmektedir. Ayrıca, bütün peygamberlerin beyanlarında ve Kur’ân’ın ifâdelerinde müşahede edilen de hep aynı hakikattır. Kâinat kitabında okuduğumuz ifadeler ve her bir insanın âfâk ve enfüste, yani kâinatta ve kendi nefsinde bulduğu ma’nâlar da bundan farklı değildir. Aşağıda ele alacağımız üzere, nasıl güneşin doğup batmasına müdahele edemiyorsak, aynı şekilde kalb atışlarımıza, göz kapaklarımızın hareketlerine de müdahele edememekteyiz. Birinci bölümde ele aldığımız imkân, hudûs, intizam, hikmet, gaye ve san’at delilleri, hep omuz omuza verip, bize aynı Meşiet ve İrâde’yi göstermektedir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah’ın (cc) meşiet ve irâdesi, varda da vardır, yokta da; yani, Allah (cc)’ın yok olmasını dilediği yok, var olmasını dilediği de var olur. (Yasin/ 36:82). İmkân delilinde anlatıldığı gibi, âlemin ve eşyanın varlığı ile yokluğu müsavi olup, olanların olmasını, olmayanların da olmamasını tercih eden yine Allah’ın (cc) Meşieti, İradesi ve Kudretidir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">D) Halk-yaratılış açısından kaza ve kader:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İlerde yapacağımız şeyleri önceden bilir ve kafamızda tasarlarız. İkinci safhada, bu tasarılardan plân ve projeler yaparız; yani, kafadaki bu tasarıları kağıda döker, bir mühendis gibi yazar-çizer ve eğer arzu edersek, bu asıl nüshayı çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltırız. Üçüncü safhada bu plân ve projeleri eşya halinde şekillendirmek, meselâ, bir bina veya bir başka şey yapmak isteriz. Bunu yapmadığımız takdirde ilim plânındaki tasavvurlarımıza dış elbise giydirememiş oluruz. Dördüncü safhada ise, bildiklerimizi pratiğe döker, taşıyla-tuğlasıyla, demiriyle, çimentosuyla, duvarları ve çatısıyla bir bina kuruveririz. Allah (cc)’ın yaratması bunların hiç birine benzemez ve akla gelen her şeyin verâsındadır ama, yine de O’nun (cc) ilminde her şeyin bir tasarısı ve plânı vardır ve O, bunları Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuştur. Sonra, zamanın akışında yeri geldikçe bunları Kudret ve Meşieti’nin taâllukuyla İlim’den, Kudrete, ademden saha-yı vücuda çıkarır; yok iken var eder ve Ana Kitap’taki durumlarına göre, ilmî takdirden fiilen yaratma safhasına geçirir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu itibarla, geçmişe uzanan zaman dilimlerinde yaratılmış bütün eşya ve hâdiseler için, “Demek ki, Levh-i Mahfuz’da böyle takdir edilmiş ve bu takdire göre de yaratılmış” deriz. Buna karşılık, göz, hayâl, düşünce ve ruhumuzun uzanamadığı, malûmatımızın ulaşıp aşamadığı zamanın gelecek dilimleri için de yine, “Levh-i Mahfuz’da nasıl takdir edilip yazılmışsa, öyle yaratılacak” veya “nasıl yaratılacaksa, Levh-i Mahfuz’da o şekilde takdir edilip yazılmıştır” deriz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu noktada her müslümanın, hattâ her insanın diyeceği şudur: “Şimdiye kadar ne söylemiş, ne yapmış ve nasıl davranmışsam, hepsi de Allah’ın ilminde ve Ana Kitap’ta aynıyla mevcuttu. Gelecekte söyleyeceğim ve yapacağım her şey -ben bilmesem de- yine Ana Kitap’ta kayıtlıdır. İrâdemle ne yapacaksam, Allah (cc) sonsuz ilmiyle, geçmişimde ve geleceğimde hepsini bildiğinden “İrâdesiyle şunu şunu şöyle yapacak” diye yazmış bulunmaktadır. Ben bu yazının dışına çıkamam; fakat, onun orada o şekilde yazılmış olması beni zorlamaz; çünkü ben yaptığımı irâdemle yapıyorum ve Allah (cc) da zaten irâdemle yapacağımı ilm-î ezelîsiyle bilip yazmıştır”.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Buna göre ortaya iki tür kader, yaratma ve emretme çıkmaktadır:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">1. İnsan iradesinin hiç bir tesir ve fonksiyonunun olmadığı, kâinattaki umumî kader ve yaratma (Emr-i kevnî ve cebrî hilkat) ki bu, Allah’a (cc) aittir. Allah mülkün sahibidir, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder; Fâili Muhtar’dır, neyi isterse onu işler (A. İmran, 3/40) ve kimse O’na hesap soramaz (Hud, 11/107).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Fakat Allah, mutlak ma’nâda Âdil ve Hâkimdir. Kullar kendilerine zulmeder de, Allah onlara hiç bir şekilde zulmetmez (Nisa/4:40; Yunus, 10/44; Kehf, 18/49).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc)’ın bu şekilde, irâdemiz ve müdahelemiz dışında kâinattaki emir ve yaratmasında pek çok hikmetler, bu cebrî yaratılışta pek çok gâye, ma’nâ ve faydalar vardır. Dünyânın dönmesi elimizde değildir ama, bütünüyle lehimizedir. Güneşe, “ışık gönderme” desek bile o, yine de gönderecektir; fakat biz, onun ısı ve ışığı karşısında kendisine ne yakıt gönderiyor, ne ödemede bulunuyor, ne de vergi veriyoruz. Yani güneş, hiç karşılıksız ve tamamen lehimize çalışmaktadır. İçtiklerimizin posasını, başka bir elin mahkûmu olarak böbreklerden süzüp dışarı atıyoruz; aleyhimize mi bu? Bize hiç karşılıksız verilen 24 altın kıymetindeki 24 saatimizden sadece bir kaçını o altınları verene veriyor, ama karşılığında dünyada melekleri imrendirecek faziletlerle mücehhez bir karakter ve Ahiret’te ebedî Cennet köşkleri alıyoruz. Ne kadar büyük lütuf! Gül sîmalar arasında reftare gezdiriliyor, 20’nci asrın tufanları arasında hilâl çehrelilerle saadet semasının yıldızlarının peşisıra koşturuluyoruz. Ne de güzel bir kader!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">2. İnsan irâdesinin nazara alınıp hesaba katıldığı emirler ve yaratma (Emr-i Şer’î ve Dinî): Namaz, oruç, Allah yolunda mücahede ve fuhşa girmeme gibi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Meşiet ve halk, her iki kader ve emre de taalluk eder; yani Allah, irâdemiz dışında kâinatta cereyan eden hâdiseleri yaratmayı da, insanların irâdeleri nazara alınarak emrettiği hâdiseleri, bizzat insanların işlemeleri neticesinde yaratmayı da meşietiyle ister ve yaratır. Şu kadar ki, bu ikinci şıkta yarattığı bazı fiillerden hoşnut olurken, bazılarından hoşnut olmaz. Meselâ, namazı emreder, yaratmayı diler ve kul irâdesiyle devreye girince hoşnut olarak yaratır. Fakat, küfür ve günahı sevmez; ama insan irâdesiyle o yöne yönelince de, meşieti onlara taallûk eder ve yaratır, fakat hoşnut değildir. Bunun gibi, sözgelimi Allah (cc) fesat ve zulmü sevmez (Bakara, 2/205; A. İmran, 3/22-57); fakat insan, irâdesiyle bunlara yönelip yapmaya koyulunca da, hoşnut olmamakla beraber bunları da yaratabilir. Dolayısıyle, hayrın yanında -zâhiren veya hakikaten- şer görülen şeyleri de yaratan O’dur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, bizzat gördüğümüz ve âyetlerden de anladığımız gibi, Allah (cc) herşeyin yaratıcısıdır. Ama O, kendimizi dört-bir yandan tam bir cebrîlik ve zorlamayla sarılmış da hissetmiyelim, sebeplerin ve irâdemiz dışında cereyan eden kanun ve hâdiselerin tazyik ve hücumu karşısında boğulmayalım ve irademizi hissedelim diye bize bir menfez, bir açık pencre de bırakmış ve bizi elimiz-kolumuz bağlı, ümitsiz ve mazlum olarak şu âleme fırlatıp atmamıştır. Ve, düğmesine basınca dört bir yanımızı aydınlatacak bir ümit feneri veya bizi karanlıklardan aydınlığa, seradan süreyyaya çıkaracak asansörün düğmesi ya da koca fabrikaları çalıştıran, çarkları çevirecek ve avizeleri yakacak bir hareket düğmesi olarak bize bahşettiği bu menfez veya açık pencerenin adı, cüz’î irâdedir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İLM-İ İLÂHÎ VE KADER’LE MÜNASEBETİ:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc), o sonsuz ilmiyle geçmişi, hâzır zamanı ve geleceği bir nokta gibi bilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İrâde ve kader münasebetlerini daha iyi kavrayabilmek maksadıyla, her şeye nigehbân bulunan Allah (cc)’ın sonsuz ilmini biraz olsun anlayabilme yolunda bazı âyetlerin meallerine bir göz atıp, bir kaç misâl verelim:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Allah, yaptıkları her şeyi bilendir” (Nur, 24/41). “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 2/216). “Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir” (A. İmran, 3/29). “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır” (Hûd, 11/6). “Allah, onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez” (Ta-Ha, 20/110). “Allah, insana bilmediklerini öğretti” (Alak, 96/5). “Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan herşeyi bilir” (En’am, 6/59). “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 18/110).</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bunlar, Kâinat kitabının da dile getirdiği aynı hakikatlardan başkası değildir. Kâinat’ta en büyük âlemlerden en küçük âlem olan atomlara kadar herşeyde hassas bir matematik denge ve ölçünün hâkim oluşu sonsuz bir ilmi gösterdiği gibi, ilmin hemen her dalında yazılan binlerce kitap da aynı hakikata parmak basmaktadır. Daha düne kadar Tıb sahasında vücudun bütün anatomisi için bir kitap yazılabilirken, bugün göz, karaciğer, kalb, kısaca bütün uzuvlar ve hattâ hücreler için ayrı ayrı kitaplar te’lif ve üniversitelerde ayrı ayrı dallar, bölümler, kürsüler teşkil edilmektedir. Daha binlerce yıl denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa ve gerek Kur’ân, gerekse kâinat kitabı için kütüphaneler dolusu eserler verilse, kalem de bitecek mürekkep de ama, anlatılanlar, bir kuşun gagasına okyanustan bulaşan su damlası kadar ya olacak, ya da olmayacaktır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Aynaya bakarken, sîmanızın hayatınız boyunca tanıdığınız sîmalardan hiç birine benzemediğini bilmem düşündünüz mü? Ya parmak izlerinizi ve hattâ göz yapılarınızı?.. Kimbilir, ilerde tesbit edilecek daha nelerinizin başka bir insanınkine benzemediğini görüp görüp hayretlere düşeceksiniz.. Evet, dikkatle tetkik ettiğinizde, ağaçlarda ve yapraklarda bile ciddî bir farklılık müşahede edersiniz. Kar taneciklerini özel âletlerle büyütmek suretiyle tetkik eden ilim adamları, hiç bir kar kristalciğinin bir diğerine su molekülü sayısı ve model olarak benzemediğini ortaya koymuş bulunmaktadırlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ne demektir bütün bunlar? Herhangi bir sîma veya parmak izini önceki, o anda hayatta olan ve gelecekteki bütün insan sîmalarından farklı olarak meydana getirebilmek için milyarlarca insanı sîmaları ve parmak yapılarıyla bilen, karıştırmayan, unutmayan muhît bir ilim sahibinin varlığı gerektir. Nasıl biz, arkadaşlarımızın sîmalarını Levh-i Mahfuz’un pek küçük bir misali olan hafızalarımızda yazıyor ve arkadaşlarımızı gördüğümüzde sîmalarıyla tanıyıp ayırt ediyoruz, -teşbihte hata olmasın- Allah (cc)’da gelecek milyarlarca insanın sîmasını ve parmak yapılarını sonsuz ilmiyle bilip, çok öncelerden Kader Kitabı’na yazmış bulunmaktadır. Hafızamızda yerleşmiş bulunan tarihçe-i hayatımız, yazılmışın yaşanmışından ibaret olduğu gibi, zaman geçtikçe ortaya çıkan sîmalar ve parmaklar da, aynı şekilde yazılmışın yaratılmasından ibârettir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah (cc), sonsuz ve her şeyi kuşatan ilmiyle bütün geçmiş ve geleceği bir nokta gibi bilir ve görür. Her şeyi, manzar-ı âlâ’dan, -tabir caizse- bir zirve noktadan adeta bir nokta içinde bilip tesbit buyurur. Diyelim ki, dağda bir ağaç altında kitap okuyorsunuz ve o anda zamanın ve mekânın kayıtları içindesiniz, fakat ruh bahsinde temas edildiği gibi, birden madde buudlarından sıyrılıp yükselmeye başladınız ve dağın en yüksek noktasına ulaştınız. İşte, bu tepe noktada mahrûtî (konik) bir bakış açısı kazanıp, dağın önünü de arkasını da görürsünüz. Bunun gibi, Rabbimiz de -hertürlü maddî ölçü ve izahın ötesinde- geçmişi ve geleceği bütün sebeb ve neticeleriyle, yaptığımız, yapacağımız her davranışımızı -irâdemiz de dahil olmak üzere- muhit ve sonsuz ilmiyle çok önceden görüp bildiğinden tesbit ve takdir buyuruyor, biz de, zamanı gelince irâdemizle onu yapıyoruz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hep biliriz, her yıl, 365 günlük namaz vakitlerinin dakikası dakikasına önceden bilinip kaydedildiği takvimler basılır. Takvimlerdeki vakit cetveline göre zamanı gelince ezan okunur, biz de irâdemizle Hakk’ın divanında el bağlayıp, namazımızı kılarız. Bu da, gelecekte yapacağımız ibadetlerin bir bakıma vakit be vakit önceden bilinip, tesbit ve takdir edilmiş olmasının neticesi değil midir?</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">KADER-İRADE MÜNASEBETİNDE ORTA YOL</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kader mevzuunda zihinleri en fazla meşgul eden husus, kaderle insan irâdesinin tevfiki mes‘elesidir. Bir yanda, kaderi tenkide varan, zorlayıcı, bağlayıcı ve insanı bir kurban ve mahkûm durumuna düşürücü kader anlayışı, öte yanda, kaderi de, yaratmayı da tamamen insana veren kıt anlayış.. bu her iki anlayış da, bulundukları uç noktalarda kaderin ve irâdenin hakkını vermekten çok uzaktırlar. (Cebriye ve Mu’tezile). Halbuki kader adına gerçek, bu ikisinin tam ortasındadır. Yani, yukarıda izahına çalıştığımız gibi, hem bütün kâinatta ve insan hayatında kaderin hâkimiyeti bahis mevzûudur; hem de insan meyil, niyet, düşünme, muhakeme, mukayese, tercih ve karar verme adına cüz’î bir irâdeye sahiptir. Öyleyse, mes’ele terazinin iki kefesi gibi ele alınmalı ve denge sağlanmalıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kur’ân, peş peşe iki âyette, iki makamı birden cem etmek suretiyle mes’eleyi halletmektedir. Tekvir suresi 27 ve 28. nci âyetlerde “O (Kur’ân) alemlere ancak bir öğüttür.. sizden istikamet üzere olmayı dileyen için” buyrulurken, hemen arkadan gelen 29.ncu âyette ise, “Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” denilerek, her şeyi dileyenin de yine Allah (cc) olduğu, fakat bu meşietin, insana da bir meyil ve isteme hakkı verilmesine aykırı bulunmadığı ifâde edilmektedir. Bir başka âyette, “Allah, sizi ve bütün yaptıklarınızı yaratandır” (Saffat, 37/96) buyrularak, yaratma ve var etmenin tamamen Allah (cc)’a aid olduğu beyan edilmekte, daha başka âyetlerde ise, “İnsana çalıştığından başkası yoktur..! Allah yolunda mücahede edin.! Cennet’e koşun.! Allah’tan vesile isteyin.! okuyun, yazın, düşünün!” şeklindeki beyan ve teşviklerle, insanın kader karşısında eli-kolu bağlı bir mahkum olmadığı ve âdi bir şart olarak irâdenin kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Bazı âyetlerde bu, daha da vazıhtır: “Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım” (Bakara, 2/40). “Siz Allah’ın (Dini’ne) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” (Muhammed, 47/7).“Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez” (Ra’d, 13/11). Öyleyse, ‘mutlak cebir’ cemâdat, nebâtat ve hayvânat, kısaca irâde sahibi olmayan varlıklar için olup, insanlar ve cinler için ise, ‘şartlı cebir’ vardır. Şu kadar ki, cüz’î irâde ve neticelerini yaratmak; bütünüyle Allah (cc) tarafından önceden yazılıp çizilmiş ve Kader Kitabı’nda harfi harfine tesbit edilmiştir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">a) Allah (cc), irâdemizle nasıl davranacağımızı önceden bildiği için kaderimizi öyle yazmıştır:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Önceden izah edildiği gibi, kader insanı belli bir istikamette davranmaya zorlamaz; bilakis, kulun neyi nasıl yapacağı önceden Allah (cc) tarafından bilindiği için, kaderi de öyle tesbit edilir. Yani, kader ilim nev’inden olup, irâde ve kudret nev’inden değildir; ilim ise malûma tâbîdir. Ancak, Allah'ın ilmi için tâbî demek doğru da olmayabilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kaderin ilim nev’inden olması demek, herşeyin Allah (cc)’ın ilminde kesilip biçilmesi ve tayin, tesbit ve sonra da bir plân ve proje haline getirilmesi demektir. Bilmek ayrı, bilineni yapmak, yani dış âlemde tezahür ettirmek ayrıdır. Zihnimizde ne kadar plân, proje çizersek çizelim, bunlar hiç bir zaman, meselâ bir fabrika veya bir ev olmayacaktır. İlmin malûma tabi olması da, bir tasarı veya plânın dışta, yani pratikte alacağı şekle bağlı olması demektir. -Lâ teşbih vela temsîl- Allah (cc)’ın ilminin bir ünvanı olan kader de, böyle bir plân ve proje gibidir ki, bu plân veya proje pratikte insanın irâdesiyle yapacağı fiillerle şekil ve hüviyete ulaşır. Bu, kâğıt üzerinde görülmeyen yazıların, o kâğıda kudret ve irâde eczasının sürülmesiyle vücut bulması gibidir. İnsan, cüz’î irâdesiyle teşebbüsde bulununca, Allah (cc)’da, kağıttaki görünmez yazılara Kudret ve İrâdesiyle tecelli eder ve böylece kağıttaki yazılar dışta bir vücud ve şekil alır. Şu kadar ki, Allah (cc), insanın irâdesiyle neler yapacağını önceden bildiğinden, hepsini önceden tek tek defterine yazmış bulunmaktadır. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tesbit edilip, bir vakit cetveli halinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Halbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hattâ mevsimler ve hava durumu trenin seyahatına tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahatı düzenlenmiştir? İşte, irâdenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">b) İradenin hesaba katılmadığı tek yönlü bir kader, bahis mevzûu olamaz:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kader mevzûunun nirengi ve can alıcı noktası diyebileceğimiz husus şudur: Allah (cc), sonsuz ilmiyle olacağı olmadan evvel bilip Kader Kitabı’nı yazarken, insanın kesbi veya o kesbi meydana getiren irâdesi bu yazının haricinde ve devre dışı bırakılmamıştır. İnsanın yaptığı şeydeki payı, kesb, yani düğmeye dokunmak, Allah (cc)’ın ise yaratmak, meydana getirmek, neticeyi hasıl etmekdir. İşte, bu ikisinin aynı zamanda beraberce tesbit edilip yazılmasına ‘Kader’ diyoruz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yan odada göremediğiniz, fakat ‘tik tak’ sesini duyduğunuz bir saat düşünün. Size, bu saatin çalışıp çalışmadığı sorulsa “evet, çalışıyor” diye cevap verirsiniz.. ve artık size “ bir bak bakayım, akrep ve yelkovanı da dönüyor mu?” denmez. Saatın çalışması, akrep ve yelkovan hareketi de içinde olmak üzere, bütün mekanizmanın devrede olması demektir; ya da tersinden bir deyişle, akrep ve yelkovanın durmadan dönüp saatleri göstermesi, saatin çalıştığına ve çarkın da döndüğüne delâlet eder. Aynen bunun gibi, kader varsa irâde de vardır veya irâdeyi ele almak istiyorsak, ancak kaderle birlikte ele alabiliriz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu halde, insan kaderin önünde eli-kolu bağlı bir robot değildir. Yani insan, bir örümcek ağı gibi kaderin ağlarıyla sarılmış, elleri arkadan kelepçelenmiş, idam fermanı boynuna asılmış, soluk alamaz hale getirilmiş.. veya denize atılmış, sonra da kendisine, “sakın ıslanma!” denerek alaya alınmış zavallı bir mahkûm değildir. Evet, kader bu olmadığı gibi, insan da o kader rüzgârının önünde savrulup duran kuru bir yaprak değildir. İslâm’ın her mes’elesinde bir itidal ve istikamet vardır. Mesela, olur olmaz heryerde öfkelenme bir ‘ifrat’ ise, her söz ve davranış karşısında susma da bir ‘tefrit’tir. Hiç evlenmeyip, kadını adeta inkâr etme bir tefritse, önüne gelen her kadından istifade düşüncesi de ifrattır. Kapitali totemleştirme ‘ifrat’sa, bunun tam tersi, servete hayat hakkı vermeme de bir ‘tefrit’tir. İşte, kader mevzuunda her şeyi insana verme ve “İnsan kendi fiilini kendi yaratır” (İ’tizal) deme ifrat ise, bunun tam zıddı, “Kulun, kendi fiilinde hiç bir dahli ve fonksiyonu yoktur” deyip, insanı kader karşısında hiç bir uzvunu oynatamaz felçli duruma düşürmek de (Cebriyecilik) tefrittir. Bahsimiz boyu görüşlerine tercüman olmaya çalıştığımız Ehl-i Sünnet ise, “Kesb ve irâde kuldan, yaratma ise Allah (cc)’tandır” diyerek, bu mevzûda da hakikatı ve i’tidal yolunu ortaya koymuştur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hidayeti de dalâleti de, sevabı da günahı da yaratan Allah’tır (İbrahim, 14/4). Hidayet ve dalâlete, sevaba ve günaha sevketme ve bunları yaratma on tonluk bir yükse, bunların yaratılması tamamen Allah’a aid olup, kula düşen gramla ifâde edilebilecek bir miktar, ama neticesi büyük bir miktardır. İnsan câmi, mescid veya Allah evlerinden birine gelmek istek ve niyeti taşıyıp, o yönde bir tercih ve meyil ortaya koyduğunda, Allah (cc) da onu arzu ettiği o büyük ve mühim neticeye götürür. Bir sohbet dinlemesi, ya da temiz bir arkadaşın dizi dibinde Allah (cc) hakkında malumat edinmesi, hidâyete sevkine bir vesile olabilir; çünkü düğmeye dokunmuştur artık. Öte yandan, meyhaneye gitme niyeti içinde yolu veya meyli o yöne olan bir insanı da Allah (cc) dalâlete sevkedip, o yolda batırabilir, ama, dilerse batırmayabilir de. Allah (cc) ve Rasûlü (sav) hakkında sarfedilen çirkin bir söz, Allah (cc)’ın Mudill (dalâlete götüren) isminin tokmağına dokunmak olabilir ve niyetine göre ona cevap verilince de haksızlık yapılmış olmaz. Kısaca, hidâyet ve dalâlet yollarından birini tercih eden insan, tercih edip yöneldiği yolun encamına ve neticesine vardırılır; vardıran Allah (cc), varan ve varmaya meyleden kuldur.. ve amelinin cinsine göre de öbür âlemde ceza veya mükâfat görecektir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">c) Kader, sebeple müsebbebe bir bakar; irâdenin elinde bulunan malzeme ve vasıtalar da Kader Kitabı’nda yazılıdır:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir kaza, bir ölüm, kısaca üzücü bir hâdiseden sonra çok defa “Keşke oraya gitmeseydi, keşke tüfeği eline almasaydı; keşke bu kadar sürat yapmasaydı!” gibi sözler sarfederiz. Oysa, kaderde hâdiseyle birlikte, o hâdiseye yol açacak amiller ve insan irâdesi dahilinde bulunan sebeplerle, dahilinde bulunmayan sebepler birlikte yazılmış, yani, her hâdise, hayatın her ânı bütün yönleriyle ve teferruatıyla kaydedilmiştir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sözgelimi, bir insan, irâdesini kullanarak tüfekle bir başkasını öldürmüşse, bu hâdise Allah (cc)’ın ezelî ilminde vukuundan evvel görülüp bilinmiş ve ikisi birlikte kaydedilmiştir. “Tüfeği kullanan bu işi irâdesiyle yapacak, tetiği parmağıyla çekecek ve neticede diğeri ölecektir” diye önceden yazılmıştır. Öldürmede kullanılan veya ölüme sebep olan kurşunun atıldığı tüfeği ve parmağı oynatan sebebi ortadan kaldırınca, karşıdakinin ölümüyle ilgili takdir nasıl ve ölümüne sebep başka ne olabilirdi? Diyelim ki, “Trafik kazasında ölebilirdi.” O zaman da, onun ölümünün trafik kazasından olacağı yazılmıştır deriz. Bir başka sebep gösterilip, meselâ, hastalık dense, o zaman da, netice olan ölümün, hastalıkla beraber yazıldığını söyliyecektik...</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">d) Netice olarak, kader irâdeyi te’yid eder ve ikisi omuz omuzadır. Ne irâde kaderi, ne de kader irâdeyi nefyeder.</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Mevzûyu net cümleler halinde ifâde edecek olursak:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">1. Kâinat’ta İlâhî bir kader ve program hakim olup, insanda da bir irâde ve meyil vardır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">2. Allah (cc), sonsuz ilim sahibi olduğundan, geçmişi, hazır zamanı ve geleceği bir nokta gibi görür ve bilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">3. Allah (cc), gelecekte vukû bulacak bütün hâdiseleri muhtelif kitaplar halinde kaydeder ve yazar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">4. Biz yaptıklarımızı Allah (cc) öyle yazdı diye yapmayız; bilakis, Allah (cc) önceden irâdemizi hangi yönde kullanacağımızı bildiği için öyle yazar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">5. Allah (cc), kaderimizi yazarken irâdemizi dışta tutmaz ve onu nasıl sarfedeceğimizi hesaba katarak yazar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">6. Allah (cc), engin rahmetiyle bize lûtfettiklerinden ayrı olarak, irâde düğmemizi yolunda kullanmamızın neticesinde de Cennetler va’d etmektedir. (Geniş Bilgi “Kader” ve “İnancın Gölgesinde 1” kitaplarında bulunabilir)</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 84429, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]PIRLANTA SERİSİ...[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Kader, ölçme-biçme, biçime koyma ve şekillendirme demektir. Arapçada fiil şekliyle ‘Ka de ra’ dediğimiz zaman, ‘takdir etme, belli hisselere ayırma ve herkese bir pay çıkarma’ ma’nâlarını anlarız. ‘Tef’il babında ise, ‘Kad de ra,’ ‘hükmetti, kazada bulundu, hükmünü geçerli kıldı’ ma’nâsınadır. O halde kader, “Mâ yükaddirullahü mine’l-kadâ ve yahkümü bih”, yani “Allah’ın kazâdan takdir ettiği ve hükmettiği şey” demektir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Mevzûyu derinlemesine ele almadan önce, kaderle alâkalı bazı ayetleri mealen vermede fayda mülâhaza ediyoruz:[/FONT] [FONT=Tahoma]“Gayb’ın anahtarları, O’nun yanındadır, onları ancak O bilir. (O) karada ve denizde olan herşeyi bilir. Düşen bir yaprak -ki, mutlaka O’nu bilir,- yerin karanlıkları içinde gömülen dane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitab’da olmasın.” (En’am, 6/59) [/FONT] [FONT=Tahoma]“Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitab’da bulunmasın.” (Neml, 27/75) [/FONT] [FONT=Tahoma]“Şüphesiz Biz, ölüleri diriltiriz ve önden gönderdikleri ve arkada bıraktıklarını yazarız. Zaten Biz, herşeyi apaçık bir kütüğe kaydetmişizdir.” (Yasin, 36/12).[/FONT] [FONT=Tahoma]“(Eş şani yüce Nebî!) Doğrusu sana vahyedilen bu Kitab, Levh-ı Mahfuz’da bulunan şanlı bir Kur’an’dır.”(Büruc/85:21-22)[/FONT] [FONT=Tahoma]“Doğru sözlü iseniz bildirin, bu azab sözü ne zamandır?” derler. De ki: “Onu bilmek ancak Allah’a mahsustur. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk/67:25-26)[/FONT] [FONT=Tahoma]Kazâ ile Kader, bir ma’nâda aynı, diğer ma’nâda ise kader, Allah’ın takdiri, kazâ ise, bu takdiri infaz ve yapılacak şeyin edâ edilmesi ve hükmün yerine getirilmesi demektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kader, sonsuz ilme sahip, geçmiş, hal ve geleceği bir nokta gibi görüp bilen -esasen kendisi için geçmiş, hal ve gelecek diye zaman dilimleri bahis mevzuu olmayan- Cenâb-ı Hakk’ın, mikro âlemden makro âleme, zerrelerden sistemlere ve gelecekteki bütün hayatıyla ‘normo âlem’ insana kadar en küçükten en büyüğe bütün kâinatı, ilmî plânda, ilmî vücudlarıyla plânlayıp programlaması, plân ve projeleriyle kesip biçmesi, tayin, tesbit, tasnif ve takdir etmesi ve bütün bunları tasarı ve ilmî plândan alıp, irâde, meşîet, kudret plânına geçirmesi ve haricî vücut meşherlerinde, halk âleminde göstermesi için, hemen her şeyi, daha olmadan evvel ‘mübîn’ bir Kitap’ta tesbit ve takdir etmesidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet ‘Kitab-ı mübîn’, henüz zuhur silsilesinde yerini almaya başlayan eşyayı, Levh-i Mahv ve İsbat’ta ve Levh-i Mahfuz’un istinsahları halinde Allah’ın mükerrem meleklerinin yazması demektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve yine Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukareneti ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübaşeret edip, irâdesiyle o işin içinde bulunduğunda Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, bu iki ana hususu ezelî ve sonsuz ilmiyle olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın, yine olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kader, insanın kesb ve irâdesi hesaba katılmadan düşünülemez.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kâinatta kader, plân, program, ölçü ve denge hâkimdir. “Allah, her dişinin neyi yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir. O’nun yanında herşey bir mikdar iledir.” (Ra’d, 13/8) “Arzı da yaydık; oraya sağlam dağlar attık ve orada ölçülü mütenasip şeyler bitirdik.” (Hicr, 15/19) “Göğü yükseltti ve mîzânı koydu.” (Rahman, 55/7).[/FONT] [FONT=Tahoma]Kâinatta öyle şamil ve geniş dairede bir kader hâkimdir ki, onun dışında hiç bir şey tasavvur edilemez. Kâinatı yaratan Allah (cc), çekirdeğin çatlamasından bahara, insanın doğuşundan yıldızların ve galaksilerin doğuşlarına kadar her şeyde muhît ilmiyle öyle bir plân ve program tesbit buyurmuş ve bir kader tayin etmiştir ki, dünden bugüne dünyânın dört bir yanındaki ilim adamları ve araştırmacılar, binler eserleriyle bu nizam, bu âhenk ve bu takdire tercüman olmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım Marksistlerin bile, ‘determinizm’ gibi değişik ad ve ünvanlar altında kabul ettikleri umûmi disiplinler, dost-düşman, inanmış-inanmamış herkesin kâinatta bir plân ve kaderin bulundu- nu kabul etmesi bakımından çok önemlidir. Marksistlerin anladığı ma’nâda bir determinizm, bizim için hiçbir zaman sözkonusu değildir. Biz sadece, farklı bir ma’nâda dahi olsa, mes’eleye kader açısından temas etmek istedik. Gerçi, İbn Haldun gibi bir kısım İslâm müellifleri de bir nevi determinizme taraftar görünür ve son dönem batı düşüncesinde, meselâ Historisizm’de olduğu gibi, bu determinizmi toplum hayatına da teşmil ederler ama biz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat düşüncesi içinde bunu belli şartlara bağlar ve ‘belki’lerle ifade ederiz. İşte biz de bu ölçüler içinde, insan irâdesinin de dahil olduğu her şeyde küllî bir kaderin hâkim olduğuna inanırız. Evet, nasıl ki bir saat veya bir bina yaparken önce bir plân ve proje çizer, fizibilite çalışmalarında bulunur ve hassas ölçüler ve çizgilerle ilerde ortaya çıkacak şeklin takdiratını yaparız; öyle de, şu baş döndürücü sistemlerin ve şu atomlar âlemiyle insanların kendi aralarında ve kendi içlerinde biribirleriyle olan münasebetlerinin belli bir bir plân ve program haricinde olması düşünülebilir mi? Bir saat gibi bozulmadan, en ufak bir çarpma ve çarpışma olmadan idâre edilip giden şu madde âlemindeki nizam ve dengenin binde biri kadar bir sistem veya sistemler dev bilgisayarlarla bile yürütülemezken, başdöndürücü büyüklüğü ve ihtişamıyla şu koca kâinatları plansız, programsız, düşünmeye imkân var mıdır?[/FONT] [FONT=Tahoma]Çekirdek ve tohumlar, kader yüklü sandukçalardır. İlerde geçireceği her bir safhasıyla ağacın bütün hayatı, çekirdekte kaydedilmiştir. Yapı îtibâriyle birbirinin aynı görünen ve aynı basit maddelerden meydana gelen pek çok çekirdek, toprağa düştüğünde, çeşit çeşit çiçekler, binbir türde bitkiler ve ağaçlar meydana gelmektedir. Her bir çekirdek, kaderin kendine biçtiği, ya da kendine kader yapılan ölçü içinde ilmî, mânevî bir suret ve şekil alıp, kendine has biçim ve elbiseyle toprak üstünde tüllenir ve seyreden gözlere arz-ı endam eder. Binlerce terzi, yıllarca çalışsa, değil bunca çiçek ve bitkiye, tek bir ağaca bile böyle bir elbise dikemiyecektir. Oysa yüzbinlerce ağaç, belki yüzbinlerce yıldır, hiç bir ölçü, kesim ve dikiş hatası yapılmadan, adeta ısmarlama dikilmiş elbiseleri birbiri ardınca giyip çıkarmaktadır. Acaba bunu yapan gerçekten kendileri midir, yoksa onlara o kalıbı, o şekli, o kaderi veren bir yüce takdir edici midir..?[/FONT] [FONT=Tahoma]Belli bir kader ve programa tâbi olduğundan dolayı bir sperm asla yalan söylemez; kromozomların dili, RNA ve DNA’nın şaşmaz vazifesi ve hücrelerin beyanıyla, ağız, dil, dudak, göz, kaş, kulak, sîma, duygu ve kabiliyetler gibi pek çok safhalardan geçip “İnsan olacağım” der ve olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Astrofizikçilere göre, kâinatın her noktasında hangi buudların var olduğu ve bu noktalarda hangi manyetik etkinin ne tarzda bulunduğu az da olsa bellidir. Çünkü, geometrik yerler ve kuvvetlerin şiddeti önceden vardır. Kompüterlerin keşfiyle de anlaşılmıştır ki, atomlardan galaksilere kadar kâinatta yaratılan her varlık yaratılışıyla birlikte programlanmaktadır; evet, herşey önce Levh-i Mahfuz’da tayin ve tesbit edilmiştir...[/FONT] [B][FONT=Tahoma]KAZÂ VE KADERİN MERTEBELERİ [/FONT] [FONT=Tahoma]A) İlm-i İlâhî açısından kaza ve kader:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İlm-i İlâhî açısından kazâ ve kader, kıyamete kadar zuhûr edecek bütün eşyâ ve hâdiselerin plân ve programlarının Allah tarafından tesbiti ve bunlara ilmî bir vücut giydirilmesidir. Kâinat yaratılmadan önce, hadisin beyanıyla, “Allah vardı ve başka hiç bir şey mevcut değildi.” Bu kevn ü fesad daha yaratılmadan, Allah muhît ve sonsuz ilmiyle her şeyi tesbit etti. Bu, her şeyin Allah’ın ilminde tesbit ve takdiriydi (Hicr, 15/21).[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah (cc), akla gelen her şeyin verâsının verâsının verâsındadır ve O, hiç bir şekilde kullarına benzemez. Fakat, İlm-i İlâhî açısından kaza ve kaderi açıklamak için -hata olmasın- belki şöyle bir misal verebiliriz:[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsan yapacağı bir şeyi önce zihninde kurar, tahayyül ve tasavvur eder; sonra plân, tasarı ve proje safhası gelir ve böylece ona safha safha mahiyet ve keyfiyet kazandırır. İşte bu, o insanın yapıp, madde âleminde ortaya koyacağı şeyin bir bakıma ilmî vücududur.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]B) Kitabet açısından kazâ ve kader:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İlim plânında tesbiti yapılan plân ve projeler mübîn bir Kitap’ta yazılır: “O şerefli Kur’ân da Levh-i Mahfuz’dadır.” (Büruc, 85/22). Kur’ân’da buna, aralarında ufak bir fark olmakla birlikte, İmam-ı Mübîn (Yasin, 36/12) ve Kitab-ı Mübin (En’âm, 6/59) gibi adlar verilir ve başımıza gelecek herşeyin önceden bu Kitap’ta kaydedilmiş olduğu (Tevbe, 9/51) ve Kitap’ta yazılmadık hiç bir şeyin bırakılmadığı anlatılır (En’âm, 6/38). Bu esas kitaptır ve kendinde yazılı olan şeylerde hiç bir değişme olmaz. İlm-i İlâhî’nin mahlûkata müteallik bir ünvanı olan Levh-i Mahfuz, tabir caizse, asıl kütük ve orijinal ana kitap gibidir (Ra’d, 13/39). Bu kitap esas alınarak, sanki istinsahlar yapılmakta ve başka levhalara, defter ve kitaplara yansıtmalar olmakta, misaller çıkarılmaktadır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah’ın (cc) bir de Levh-i Mahv ve İsbat isimli kitabı vardır ki, (Ra’d, 13/39) yazıp silmeler ve değiştirmeler bu kitapta cereyan eder. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]Kitabet, İstinsah ve Çeşitleri:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Allah’ın (cc) çeşitli devrelerde değişik kitabeti vardır. Ana Kitap’tan alınan nüshaların levhaları, sayfaları, fihristleri kopyeler halinde küçük defterlerde istinsahı edilir. Teşbihte hata olmasın, meselâ nüfus dairesi’nde ana kütük bulunur; bu kütükten her bir insan için cebine koysun veya boynuna assın diye örnek bir nüsha çıkartılır. Bunun gibi, her insanın hayatı boyunca yapıp edeceği herşey Ana Kitap’ tan istinsah edilerek boynuna asılır.[/FONT] [FONT=Tahoma]İstinsah, her bir insanın hayatında yapıp edeceği şeylerin melekler tarafından Ana Kitap’tan alınıp benzerinin yazılması demektir. Bu mevzuda Kur’ân’da, “Şüphesiz Biz, yapageldiklerinizi kayd ediyorduk” (Casiye, 45/29) buyurulmaktadır.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsanların boyunlarına takılan kitapla, Kirâmen Kâtibin meleklerinin yazdıkları kitap arasında fark yoktur. Levh-i Mahfuz’daki Ana Kitab’ın bir nüshası olan insanın boynundaki bu kitabın (İsra, 17/13) veya nüshanın haricî bir vücudu ve hüviyeti olmayıp, sadece görülmeyen ilmî bir vücudu vardır. Dünyâ hayatında insan irâdesi devreye girer ve onun dışta ağırlığı ve hüviyeti olan davranışlarını bir kitap halinde yazarlar. Bu şekilde, insanın ileriye gönderdiği de, geride bıraktığı da hiç bırakılmadan bir bir yazılır. (Yasin, 36/12) İşte bu iki kitap birbiriyle karşılaştırıldığında, aralarında hiç bir tenakuz olmayıp, tam bir denklik ve benzerlik bulunduğu görülür. Melekler, “Bizim yazdıklarımız bunlar ya Rabbi” diyecek olsalar, Cenâb-ı Allah da “Ben de şunları yazmıştım” diye karşılık verecek; Ramazan’da hafızların okudukları Kur’ân ile takip edenlerin aynı şeyleri görmesi gibi, Allah’ın (cc) Levh-i Mahfuz’dan yazdığı ilmî vücudu olan kitapla, meleklerin insanın davranışlarını kaydettikleri ‘fiilî’ kitap arasındaki mutabakat müşahede olunacaktır. Bu da, insanın sergüzeşt-i hayatına aid her şeyin önceden Levh-i Mahfuz’da tesbit edilmiş olduğunu göstermektedir. Fakat, kader mevzuunun şu önemli noktası çok iyi kavranmalıdır: İnsan, Levh-i Mahfuz’da önceden tesbit edilip yazıldığı için öyle davranmaz; bilakis, dünyâ hayatında irâdesini kullanarak neler yapacağı önceden bilinir ve yazılır. Bunu, net ifâdelerle bir kaç cümle halinde ifade edecek olursak:[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah (cc), sonsuz ilmiyle insanın ne yapacağını önceden bilip Levh-i Mahfuz’da yazmış ve bir nüshasını da onun boynuna asmıştır.[/FONT] [FONT=Tahoma]İnsan, bu nüshada yazılanları irâdesiyle işler.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah (cc), insanın işlediklerini yaratır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Melekler de, insanın işlediklerini birbir kaydederler.[/FONT] [FONT=Tahoma]Melekler kaydeder, çünkü insanın lafzî, fiilî, iradî davranışlarıyla yazdırdığı kitabı veya çevirdiği hayat filmi öbür âlemde önüne açılıp, kendisine “Oku kitabını!” (İsra, 14/14) denilecek ve insan kendi çevirdiği hayat filmini kendi seyredip, itiraza imkân ve mahal bulamayacaktır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Vicdanda Kitabet: Ruhlar Alemi’nde veya Misâl Alemi’nde ya da Zerreler Alemi’ndeyken bizden söz almak suretiyle Rabbimiz tarafından yazılan bu kitabın görülmez yazılarını vicdanımızda âdeta rûhun gözleriyle görür ve hissederiz. Daha sperm ve zerreler âlemine intikal etmeden evvel bütün zerrelerimize kumanda eden ruhun kendi âleminde kendi kulağı ile duyup, kendi diliyle cevabını verdiği vicdanlara kaydedilen bu kitabet, (Araf, 7/172) “Elestü birabbiküm?” - “Kalû Belâ” âleminde icra edilen kitabettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Cenin için Kitabet: İnsan ana rahmine düştüğü an melekler tarafından ayrı bir kitabet ve istinsah yapılır. Melekler, büyük kitap Levh-i Mafhuz’dan onun hissesine düşeni, “saîd mi, şakî mi olacağını vb.!” yazarlar (Buhari, Müslim).[/FONT] [B][FONT=Tahoma]C) Meşiet Açısından Kaza ve Kader:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Meşiet, Allah’ın (cc) isteme ve dilemesinin eşyaya taalluk etmesi ve taalluk ettiği zaman da eşyanın olur hale gelmesi demektir. Yukarıda ele aldığımız ilk iki mes’elede Allah’ın (cc) her şeyi ilmî plânda tesbiti ve çeşitli şekillerde yazması meşietle olduğu gibi, bundan sonraki ‘halk-yaratma’ işi de, dilemesi, yani meşietinin taallûkuyla olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kur’ân’da ve kâinat’ta ‘meişet’i çok açık şekilde görür ve hissederiz. Kur’ân’da en çok geçen kelimelerden biri ‘şâe’ (56 defa) ve muzari şekliyle ‘Yeşâü’dür (116 defa). (Bk. Mu’cemü’l-Müfehres). Bu kelimelerle ifâde edilen ‘doğrudan dileme’ olduğu gibi, yaratılışa aid bütün safhaların da, O’nun meşieti neticesinde tezahür ettiği gayet vâzıh bir biçimde beyan edilir. İlerde yapmak istediğimiz bir iş için kullanmamız gereken (Kehf,18/18) ‘İnşâallah’ ibaresi de, “Allah dilerse” demektir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, Kur’ân’da ‘meşiet’le ilgili olarak geçen âyetlerin sayısı pek çoktur; meselâ:[/FONT] [FONT=Tahoma]“Dilediğini yapandır” (Bürûc, 85/16). “Yerlerin, göklerin mülkü ve aralarında bulunan her şey Allah’a aittir; O, dilediğini yaratır (Maide, 5/17). “De ki: Ey mülkün sahibi Allahım, Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (A. İmran, 3/26). “Dilediğine azab eder, dilediğine merhamet eder” (Ankebut, 29/21). “O dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir” (Nahl, 16/93),“Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz” (İnsan, 76/30, Tekvir, 81/29).[/FONT] [FONT=Tahoma]Görüldüğü gibi meşiet, insan hayatını çepeçevre kuşatmakta ve hayatın bütün cephe ve safhalarında kendini hissettirmektedir. Ayrıca, bütün peygamberlerin beyanlarında ve Kur’ân’ın ifâdelerinde müşahede edilen de hep aynı hakikattır. Kâinat kitabında okuduğumuz ifadeler ve her bir insanın âfâk ve enfüste, yani kâinatta ve kendi nefsinde bulduğu ma’nâlar da bundan farklı değildir. Aşağıda ele alacağımız üzere, nasıl güneşin doğup batmasına müdahele edemiyorsak, aynı şekilde kalb atışlarımıza, göz kapaklarımızın hareketlerine de müdahele edememekteyiz. Birinci bölümde ele aldığımız imkân, hudûs, intizam, hikmet, gaye ve san’at delilleri, hep omuz omuza verip, bize aynı Meşiet ve İrâde’yi göstermektedir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah’ın (cc) meşiet ve irâdesi, varda da vardır, yokta da; yani, Allah (cc)’ın yok olmasını dilediği yok, var olmasını dilediği de var olur. (Yasin/ 36:82). İmkân delilinde anlatıldığı gibi, âlemin ve eşyanın varlığı ile yokluğu müsavi olup, olanların olmasını, olmayanların da olmamasını tercih eden yine Allah’ın (cc) Meşieti, İradesi ve Kudretidir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]D) Halk-yaratılış açısından kaza ve kader:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İlerde yapacağımız şeyleri önceden bilir ve kafamızda tasarlarız. İkinci safhada, bu tasarılardan plân ve projeler yaparız; yani, kafadaki bu tasarıları kağıda döker, bir mühendis gibi yazar-çizer ve eğer arzu edersek, bu asıl nüshayı çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltırız. Üçüncü safhada bu plân ve projeleri eşya halinde şekillendirmek, meselâ, bir bina veya bir başka şey yapmak isteriz. Bunu yapmadığımız takdirde ilim plânındaki tasavvurlarımıza dış elbise giydirememiş oluruz. Dördüncü safhada ise, bildiklerimizi pratiğe döker, taşıyla-tuğlasıyla, demiriyle, çimentosuyla, duvarları ve çatısıyla bir bina kuruveririz. Allah (cc)’ın yaratması bunların hiç birine benzemez ve akla gelen her şeyin verâsındadır ama, yine de O’nun (cc) ilminde her şeyin bir tasarısı ve plânı vardır ve O, bunları Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuştur. Sonra, zamanın akışında yeri geldikçe bunları Kudret ve Meşieti’nin taâllukuyla İlim’den, Kudrete, ademden saha-yı vücuda çıkarır; yok iken var eder ve Ana Kitap’taki durumlarına göre, ilmî takdirden fiilen yaratma safhasına geçirir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu itibarla, geçmişe uzanan zaman dilimlerinde yaratılmış bütün eşya ve hâdiseler için, “Demek ki, Levh-i Mahfuz’da böyle takdir edilmiş ve bu takdire göre de yaratılmış” deriz. Buna karşılık, göz, hayâl, düşünce ve ruhumuzun uzanamadığı, malûmatımızın ulaşıp aşamadığı zamanın gelecek dilimleri için de yine, “Levh-i Mahfuz’da nasıl takdir edilip yazılmışsa, öyle yaratılacak” veya “nasıl yaratılacaksa, Levh-i Mahfuz’da o şekilde takdir edilip yazılmıştır” deriz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu noktada her müslümanın, hattâ her insanın diyeceği şudur: “Şimdiye kadar ne söylemiş, ne yapmış ve nasıl davranmışsam, hepsi de Allah’ın ilminde ve Ana Kitap’ta aynıyla mevcuttu. Gelecekte söyleyeceğim ve yapacağım her şey -ben bilmesem de- yine Ana Kitap’ta kayıtlıdır. İrâdemle ne yapacaksam, Allah (cc) sonsuz ilmiyle, geçmişimde ve geleceğimde hepsini bildiğinden “İrâdesiyle şunu şunu şöyle yapacak” diye yazmış bulunmaktadır. Ben bu yazının dışına çıkamam; fakat, onun orada o şekilde yazılmış olması beni zorlamaz; çünkü ben yaptığımı irâdemle yapıyorum ve Allah (cc) da zaten irâdemle yapacağımı ilm-î ezelîsiyle bilip yazmıştır”.[/FONT] [FONT=Tahoma]Buna göre ortaya iki tür kader, yaratma ve emretme çıkmaktadır:[/FONT] [FONT=Tahoma]1. İnsan iradesinin hiç bir tesir ve fonksiyonunun olmadığı, kâinattaki umumî kader ve yaratma (Emr-i kevnî ve cebrî hilkat) ki bu, Allah’a (cc) aittir. Allah mülkün sahibidir, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder; Fâili Muhtar’dır, neyi isterse onu işler (A. İmran, 3/40) ve kimse O’na hesap soramaz (Hud, 11/107).[/FONT] [FONT=Tahoma]Fakat Allah, mutlak ma’nâda Âdil ve Hâkimdir. Kullar kendilerine zulmeder de, Allah onlara hiç bir şekilde zulmetmez (Nisa/4:40; Yunus, 10/44; Kehf, 18/49).[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah (cc)’ın bu şekilde, irâdemiz ve müdahelemiz dışında kâinattaki emir ve yaratmasında pek çok hikmetler, bu cebrî yaratılışta pek çok gâye, ma’nâ ve faydalar vardır. Dünyânın dönmesi elimizde değildir ama, bütünüyle lehimizedir. Güneşe, “ışık gönderme” desek bile o, yine de gönderecektir; fakat biz, onun ısı ve ışığı karşısında kendisine ne yakıt gönderiyor, ne ödemede bulunuyor, ne de vergi veriyoruz. Yani güneş, hiç karşılıksız ve tamamen lehimize çalışmaktadır. İçtiklerimizin posasını, başka bir elin mahkûmu olarak böbreklerden süzüp dışarı atıyoruz; aleyhimize mi bu? Bize hiç karşılıksız verilen 24 altın kıymetindeki 24 saatimizden sadece bir kaçını o altınları verene veriyor, ama karşılığında dünyada melekleri imrendirecek faziletlerle mücehhez bir karakter ve Ahiret’te ebedî Cennet köşkleri alıyoruz. Ne kadar büyük lütuf! Gül sîmalar arasında reftare gezdiriliyor, 20’nci asrın tufanları arasında hilâl çehrelilerle saadet semasının yıldızlarının peşisıra koşturuluyoruz. Ne de güzel bir kader![/FONT] [FONT=Tahoma]2. İnsan irâdesinin nazara alınıp hesaba katıldığı emirler ve yaratma (Emr-i Şer’î ve Dinî): Namaz, oruç, Allah yolunda mücahede ve fuhşa girmeme gibi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Meşiet ve halk, her iki kader ve emre de taalluk eder; yani Allah, irâdemiz dışında kâinatta cereyan eden hâdiseleri yaratmayı da, insanların irâdeleri nazara alınarak emrettiği hâdiseleri, bizzat insanların işlemeleri neticesinde yaratmayı da meşietiyle ister ve yaratır. Şu kadar ki, bu ikinci şıkta yarattığı bazı fiillerden hoşnut olurken, bazılarından hoşnut olmaz. Meselâ, namazı emreder, yaratmayı diler ve kul irâdesiyle devreye girince hoşnut olarak yaratır. Fakat, küfür ve günahı sevmez; ama insan irâdesiyle o yöne yönelince de, meşieti onlara taallûk eder ve yaratır, fakat hoşnut değildir. Bunun gibi, sözgelimi Allah (cc) fesat ve zulmü sevmez (Bakara, 2/205; A. İmran, 3/22-57); fakat insan, irâdesiyle bunlara yönelip yapmaya koyulunca da, hoşnut olmamakla beraber bunları da yaratabilir. Dolayısıyle, hayrın yanında -zâhiren veya hakikaten- şer görülen şeyleri de yaratan O’dur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, bizzat gördüğümüz ve âyetlerden de anladığımız gibi, Allah (cc) herşeyin yaratıcısıdır. Ama O, kendimizi dört-bir yandan tam bir cebrîlik ve zorlamayla sarılmış da hissetmiyelim, sebeplerin ve irâdemiz dışında cereyan eden kanun ve hâdiselerin tazyik ve hücumu karşısında boğulmayalım ve irademizi hissedelim diye bize bir menfez, bir açık pencre de bırakmış ve bizi elimiz-kolumuz bağlı, ümitsiz ve mazlum olarak şu âleme fırlatıp atmamıştır. Ve, düğmesine basınca dört bir yanımızı aydınlatacak bir ümit feneri veya bizi karanlıklardan aydınlığa, seradan süreyyaya çıkaracak asansörün düğmesi ya da koca fabrikaları çalıştıran, çarkları çevirecek ve avizeleri yakacak bir hareket düğmesi olarak bize bahşettiği bu menfez veya açık pencerenin adı, cüz’î irâdedir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]İLM-İ İLÂHÎ VE KADER’LE MÜNASEBETİ:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Allah (cc), o sonsuz ilmiyle geçmişi, hâzır zamanı ve geleceği bir nokta gibi bilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]İrâde ve kader münasebetlerini daha iyi kavrayabilmek maksadıyla, her şeye nigehbân bulunan Allah (cc)’ın sonsuz ilmini biraz olsun anlayabilme yolunda bazı âyetlerin meallerine bir göz atıp, bir kaç misâl verelim:[/FONT] [FONT=Tahoma]“Allah, yaptıkları her şeyi bilendir” (Nur, 24/41). “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 2/216). “Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir” (A. İmran, 3/29). “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır” (Hûd, 11/6). “Allah, onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez” (Ta-Ha, 20/110). “Allah, insana bilmediklerini öğretti” (Alak, 96/5). “Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan herşeyi bilir” (En’am, 6/59). “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 18/110).[/FONT] [FONT=Tahoma]Bunlar, Kâinat kitabının da dile getirdiği aynı hakikatlardan başkası değildir. Kâinat’ta en büyük âlemlerden en küçük âlem olan atomlara kadar herşeyde hassas bir matematik denge ve ölçünün hâkim oluşu sonsuz bir ilmi gösterdiği gibi, ilmin hemen her dalında yazılan binlerce kitap da aynı hakikata parmak basmaktadır. Daha düne kadar Tıb sahasında vücudun bütün anatomisi için bir kitap yazılabilirken, bugün göz, karaciğer, kalb, kısaca bütün uzuvlar ve hattâ hücreler için ayrı ayrı kitaplar te’lif ve üniversitelerde ayrı ayrı dallar, bölümler, kürsüler teşkil edilmektedir. Daha binlerce yıl denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa ve gerek Kur’ân, gerekse kâinat kitabı için kütüphaneler dolusu eserler verilse, kalem de bitecek mürekkep de ama, anlatılanlar, bir kuşun gagasına okyanustan bulaşan su damlası kadar ya olacak, ya da olmayacaktır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Aynaya bakarken, sîmanızın hayatınız boyunca tanıdığınız sîmalardan hiç birine benzemediğini bilmem düşündünüz mü? Ya parmak izlerinizi ve hattâ göz yapılarınızı?.. Kimbilir, ilerde tesbit edilecek daha nelerinizin başka bir insanınkine benzemediğini görüp görüp hayretlere düşeceksiniz.. Evet, dikkatle tetkik ettiğinizde, ağaçlarda ve yapraklarda bile ciddî bir farklılık müşahede edersiniz. Kar taneciklerini özel âletlerle büyütmek suretiyle tetkik eden ilim adamları, hiç bir kar kristalciğinin bir diğerine su molekülü sayısı ve model olarak benzemediğini ortaya koymuş bulunmaktadırlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ne demektir bütün bunlar? Herhangi bir sîma veya parmak izini önceki, o anda hayatta olan ve gelecekteki bütün insan sîmalarından farklı olarak meydana getirebilmek için milyarlarca insanı sîmaları ve parmak yapılarıyla bilen, karıştırmayan, unutmayan muhît bir ilim sahibinin varlığı gerektir. Nasıl biz, arkadaşlarımızın sîmalarını Levh-i Mahfuz’un pek küçük bir misali olan hafızalarımızda yazıyor ve arkadaşlarımızı gördüğümüzde sîmalarıyla tanıyıp ayırt ediyoruz, -teşbihte hata olmasın- Allah (cc)’da gelecek milyarlarca insanın sîmasını ve parmak yapılarını sonsuz ilmiyle bilip, çok öncelerden Kader Kitabı’na yazmış bulunmaktadır. Hafızamızda yerleşmiş bulunan tarihçe-i hayatımız, yazılmışın yaşanmışından ibaret olduğu gibi, zaman geçtikçe ortaya çıkan sîmalar ve parmaklar da, aynı şekilde yazılmışın yaratılmasından ibârettir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah (cc), sonsuz ve her şeyi kuşatan ilmiyle bütün geçmiş ve geleceği bir nokta gibi bilir ve görür. Her şeyi, manzar-ı âlâ’dan, -tabir caizse- bir zirve noktadan adeta bir nokta içinde bilip tesbit buyurur. Diyelim ki, dağda bir ağaç altında kitap okuyorsunuz ve o anda zamanın ve mekânın kayıtları içindesiniz, fakat ruh bahsinde temas edildiği gibi, birden madde buudlarından sıyrılıp yükselmeye başladınız ve dağın en yüksek noktasına ulaştınız. İşte, bu tepe noktada mahrûtî (konik) bir bakış açısı kazanıp, dağın önünü de arkasını da görürsünüz. Bunun gibi, Rabbimiz de -hertürlü maddî ölçü ve izahın ötesinde- geçmişi ve geleceği bütün sebeb ve neticeleriyle, yaptığımız, yapacağımız her davranışımızı -irâdemiz de dahil olmak üzere- muhit ve sonsuz ilmiyle çok önceden görüp bildiğinden tesbit ve takdir buyuruyor, biz de, zamanı gelince irâdemizle onu yapıyoruz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hep biliriz, her yıl, 365 günlük namaz vakitlerinin dakikası dakikasına önceden bilinip kaydedildiği takvimler basılır. Takvimlerdeki vakit cetveline göre zamanı gelince ezan okunur, biz de irâdemizle Hakk’ın divanında el bağlayıp, namazımızı kılarız. Bu da, gelecekte yapacağımız ibadetlerin bir bakıma vakit be vakit önceden bilinip, tesbit ve takdir edilmiş olmasının neticesi değil midir?[/FONT] [B][FONT=Tahoma]KADER-İRADE MÜNASEBETİNDE ORTA YOL[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Kader mevzuunda zihinleri en fazla meşgul eden husus, kaderle insan irâdesinin tevfiki mes‘elesidir. Bir yanda, kaderi tenkide varan, zorlayıcı, bağlayıcı ve insanı bir kurban ve mahkûm durumuna düşürücü kader anlayışı, öte yanda, kaderi de, yaratmayı da tamamen insana veren kıt anlayış.. bu her iki anlayış da, bulundukları uç noktalarda kaderin ve irâdenin hakkını vermekten çok uzaktırlar. (Cebriye ve Mu’tezile). Halbuki kader adına gerçek, bu ikisinin tam ortasındadır. Yani, yukarıda izahına çalıştığımız gibi, hem bütün kâinatta ve insan hayatında kaderin hâkimiyeti bahis mevzûudur; hem de insan meyil, niyet, düşünme, muhakeme, mukayese, tercih ve karar verme adına cüz’î bir irâdeye sahiptir. Öyleyse, mes’ele terazinin iki kefesi gibi ele alınmalı ve denge sağlanmalıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kur’ân, peş peşe iki âyette, iki makamı birden cem etmek suretiyle mes’eleyi halletmektedir. Tekvir suresi 27 ve 28. nci âyetlerde “O (Kur’ân) alemlere ancak bir öğüttür.. sizden istikamet üzere olmayı dileyen için” buyrulurken, hemen arkadan gelen 29.ncu âyette ise, “Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” denilerek, her şeyi dileyenin de yine Allah (cc) olduğu, fakat bu meşietin, insana da bir meyil ve isteme hakkı verilmesine aykırı bulunmadığı ifâde edilmektedir. Bir başka âyette, “Allah, sizi ve bütün yaptıklarınızı yaratandır” (Saffat, 37/96) buyrularak, yaratma ve var etmenin tamamen Allah (cc)’a aid olduğu beyan edilmekte, daha başka âyetlerde ise, “İnsana çalıştığından başkası yoktur..! Allah yolunda mücahede edin.! Cennet’e koşun.! Allah’tan vesile isteyin.! okuyun, yazın, düşünün!” şeklindeki beyan ve teşviklerle, insanın kader karşısında eli-kolu bağlı bir mahkum olmadığı ve âdi bir şart olarak irâdenin kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Bazı âyetlerde bu, daha da vazıhtır: “Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım” (Bakara, 2/40). “Siz Allah’ın (Dini’ne) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” (Muhammed, 47/7).“Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez” (Ra’d, 13/11). Öyleyse, ‘mutlak cebir’ cemâdat, nebâtat ve hayvânat, kısaca irâde sahibi olmayan varlıklar için olup, insanlar ve cinler için ise, ‘şartlı cebir’ vardır. Şu kadar ki, cüz’î irâde ve neticelerini yaratmak; bütünüyle Allah (cc) tarafından önceden yazılıp çizilmiş ve Kader Kitabı’nda harfi harfine tesbit edilmiştir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]a) Allah (cc), irâdemizle nasıl davranacağımızı önceden bildiği için kaderimizi öyle yazmıştır:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Önceden izah edildiği gibi, kader insanı belli bir istikamette davranmaya zorlamaz; bilakis, kulun neyi nasıl yapacağı önceden Allah (cc) tarafından bilindiği için, kaderi de öyle tesbit edilir. Yani, kader ilim nev’inden olup, irâde ve kudret nev’inden değildir; ilim ise malûma tâbîdir. Ancak, Allah'ın ilmi için tâbî demek doğru da olmayabilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kaderin ilim nev’inden olması demek, herşeyin Allah (cc)’ın ilminde kesilip biçilmesi ve tayin, tesbit ve sonra da bir plân ve proje haline getirilmesi demektir. Bilmek ayrı, bilineni yapmak, yani dış âlemde tezahür ettirmek ayrıdır. Zihnimizde ne kadar plân, proje çizersek çizelim, bunlar hiç bir zaman, meselâ bir fabrika veya bir ev olmayacaktır. İlmin malûma tabi olması da, bir tasarı veya plânın dışta, yani pratikte alacağı şekle bağlı olması demektir. -Lâ teşbih vela temsîl- Allah (cc)’ın ilminin bir ünvanı olan kader de, böyle bir plân ve proje gibidir ki, bu plân veya proje pratikte insanın irâdesiyle yapacağı fiillerle şekil ve hüviyete ulaşır. Bu, kâğıt üzerinde görülmeyen yazıların, o kâğıda kudret ve irâde eczasının sürülmesiyle vücut bulması gibidir. İnsan, cüz’î irâdesiyle teşebbüsde bulununca, Allah (cc)’da, kağıttaki görünmez yazılara Kudret ve İrâdesiyle tecelli eder ve böylece kağıttaki yazılar dışta bir vücud ve şekil alır. Şu kadar ki, Allah (cc), insanın irâdesiyle neler yapacağını önceden bildiğinden, hepsini önceden tek tek defterine yazmış bulunmaktadır. [/FONT] [FONT=Tahoma]İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tesbit edilip, bir vakit cetveli halinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Halbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hattâ mevsimler ve hava durumu trenin seyahatına tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahatı düzenlenmiştir? İşte, irâdenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]b) İradenin hesaba katılmadığı tek yönlü bir kader, bahis mevzûu olamaz:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Kader mevzûunun nirengi ve can alıcı noktası diyebileceğimiz husus şudur: Allah (cc), sonsuz ilmiyle olacağı olmadan evvel bilip Kader Kitabı’nı yazarken, insanın kesbi veya o kesbi meydana getiren irâdesi bu yazının haricinde ve devre dışı bırakılmamıştır. İnsanın yaptığı şeydeki payı, kesb, yani düğmeye dokunmak, Allah (cc)’ın ise yaratmak, meydana getirmek, neticeyi hasıl etmekdir. İşte, bu ikisinin aynı zamanda beraberce tesbit edilip yazılmasına ‘Kader’ diyoruz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Yan odada göremediğiniz, fakat ‘tik tak’ sesini duyduğunuz bir saat düşünün. Size, bu saatin çalışıp çalışmadığı sorulsa “evet, çalışıyor” diye cevap verirsiniz.. ve artık size “ bir bak bakayım, akrep ve yelkovanı da dönüyor mu?” denmez. Saatın çalışması, akrep ve yelkovan hareketi de içinde olmak üzere, bütün mekanizmanın devrede olması demektir; ya da tersinden bir deyişle, akrep ve yelkovanın durmadan dönüp saatleri göstermesi, saatin çalıştığına ve çarkın da döndüğüne delâlet eder. Aynen bunun gibi, kader varsa irâde de vardır veya irâdeyi ele almak istiyorsak, ancak kaderle birlikte ele alabiliriz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Şu halde, insan kaderin önünde eli-kolu bağlı bir robot değildir. Yani insan, bir örümcek ağı gibi kaderin ağlarıyla sarılmış, elleri arkadan kelepçelenmiş, idam fermanı boynuna asılmış, soluk alamaz hale getirilmiş.. veya denize atılmış, sonra da kendisine, “sakın ıslanma!” denerek alaya alınmış zavallı bir mahkûm değildir. Evet, kader bu olmadığı gibi, insan da o kader rüzgârının önünde savrulup duran kuru bir yaprak değildir. İslâm’ın her mes’elesinde bir itidal ve istikamet vardır. Mesela, olur olmaz heryerde öfkelenme bir ‘ifrat’ ise, her söz ve davranış karşısında susma da bir ‘tefrit’tir. Hiç evlenmeyip, kadını adeta inkâr etme bir tefritse, önüne gelen her kadından istifade düşüncesi de ifrattır. Kapitali totemleştirme ‘ifrat’sa, bunun tam tersi, servete hayat hakkı vermeme de bir ‘tefrit’tir. İşte, kader mevzuunda her şeyi insana verme ve “İnsan kendi fiilini kendi yaratır” (İ’tizal) deme ifrat ise, bunun tam zıddı, “Kulun, kendi fiilinde hiç bir dahli ve fonksiyonu yoktur” deyip, insanı kader karşısında hiç bir uzvunu oynatamaz felçli duruma düşürmek de (Cebriyecilik) tefrittir. Bahsimiz boyu görüşlerine tercüman olmaya çalıştığımız Ehl-i Sünnet ise, “Kesb ve irâde kuldan, yaratma ise Allah (cc)’tandır” diyerek, bu mevzûda da hakikatı ve i’tidal yolunu ortaya koymuştur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hidayeti de dalâleti de, sevabı da günahı da yaratan Allah’tır (İbrahim, 14/4). Hidayet ve dalâlete, sevaba ve günaha sevketme ve bunları yaratma on tonluk bir yükse, bunların yaratılması tamamen Allah’a aid olup, kula düşen gramla ifâde edilebilecek bir miktar, ama neticesi büyük bir miktardır. İnsan câmi, mescid veya Allah evlerinden birine gelmek istek ve niyeti taşıyıp, o yönde bir tercih ve meyil ortaya koyduğunda, Allah (cc) da onu arzu ettiği o büyük ve mühim neticeye götürür. Bir sohbet dinlemesi, ya da temiz bir arkadaşın dizi dibinde Allah (cc) hakkında malumat edinmesi, hidâyete sevkine bir vesile olabilir; çünkü düğmeye dokunmuştur artık. Öte yandan, meyhaneye gitme niyeti içinde yolu veya meyli o yöne olan bir insanı da Allah (cc) dalâlete sevkedip, o yolda batırabilir, ama, dilerse batırmayabilir de. Allah (cc) ve Rasûlü (sav) hakkında sarfedilen çirkin bir söz, Allah (cc)’ın Mudill (dalâlete götüren) isminin tokmağına dokunmak olabilir ve niyetine göre ona cevap verilince de haksızlık yapılmış olmaz. Kısaca, hidâyet ve dalâlet yollarından birini tercih eden insan, tercih edip yöneldiği yolun encamına ve neticesine vardırılır; vardıran Allah (cc), varan ve varmaya meyleden kuldur.. ve amelinin cinsine göre de öbür âlemde ceza veya mükâfat görecektir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]c) Kader, sebeple müsebbebe bir bakar; irâdenin elinde bulunan malzeme ve vasıtalar da Kader Kitabı’nda yazılıdır:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Bir kaza, bir ölüm, kısaca üzücü bir hâdiseden sonra çok defa “Keşke oraya gitmeseydi, keşke tüfeği eline almasaydı; keşke bu kadar sürat yapmasaydı!” gibi sözler sarfederiz. Oysa, kaderde hâdiseyle birlikte, o hâdiseye yol açacak amiller ve insan irâdesi dahilinde bulunan sebeplerle, dahilinde bulunmayan sebepler birlikte yazılmış, yani, her hâdise, hayatın her ânı bütün yönleriyle ve teferruatıyla kaydedilmiştir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Sözgelimi, bir insan, irâdesini kullanarak tüfekle bir başkasını öldürmüşse, bu hâdise Allah (cc)’ın ezelî ilminde vukuundan evvel görülüp bilinmiş ve ikisi birlikte kaydedilmiştir. “Tüfeği kullanan bu işi irâdesiyle yapacak, tetiği parmağıyla çekecek ve neticede diğeri ölecektir” diye önceden yazılmıştır. Öldürmede kullanılan veya ölüme sebep olan kurşunun atıldığı tüfeği ve parmağı oynatan sebebi ortadan kaldırınca, karşıdakinin ölümüyle ilgili takdir nasıl ve ölümüne sebep başka ne olabilirdi? Diyelim ki, “Trafik kazasında ölebilirdi.” O zaman da, onun ölümünün trafik kazasından olacağı yazılmıştır deriz. Bir başka sebep gösterilip, meselâ, hastalık dense, o zaman da, netice olan ölümün, hastalıkla beraber yazıldığını söyliyecektik...[/FONT] [B][FONT=Tahoma]d) Netice olarak, kader irâdeyi te’yid eder ve ikisi omuz omuzadır. Ne irâde kaderi, ne de kader irâdeyi nefyeder.[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Mevzûyu net cümleler halinde ifâde edecek olursak:[/FONT] [FONT=Tahoma]1. Kâinat’ta İlâhî bir kader ve program hakim olup, insanda da bir irâde ve meyil vardır.[/FONT] [FONT=Tahoma]2. Allah (cc), sonsuz ilim sahibi olduğundan, geçmişi, hazır zamanı ve geleceği bir nokta gibi görür ve bilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]3. Allah (cc), gelecekte vukû bulacak bütün hâdiseleri muhtelif kitaplar halinde kaydeder ve yazar.[/FONT] [FONT=Tahoma]4. Biz yaptıklarımızı Allah (cc) öyle yazdı diye yapmayız; bilakis, Allah (cc) önceden irâdemizi hangi yönde kullanacağımızı bildiği için öyle yazar.[/FONT] [FONT=Tahoma]5. Allah (cc), kaderimizi yazarken irâdemizi dışta tutmaz ve onu nasıl sarfedeceğimizi hesaba katarak yazar.[/FONT] [FONT=Tahoma]6. Allah (cc), engin rahmetiyle bize lûtfettiklerinden ayrı olarak, irâde düğmemizi yolunda kullanmamızın neticesinde de Cennetler va’d etmektedir. (Geniş Bilgi “Kader” ve “İnancın Gölgesinde 1” kitaplarında bulunabilir)[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Kadere iman
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst