Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
İttifak
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 83444" data-attributes="member: 656"><p><strong>Cevap: Ittifak</strong></p><p></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">PIRLANTA SERİSİ...</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İp, ip olarak kopar ve hiçbir şey ifade etmez. Birleşip halat olduklarında bir kıymete ulaşırlar. İttifak halat olma demektir. Allah, her türlü başarıyı ittifakla bütünleşenlere va’deder. Oruç, Reyyan kapısından cennete götürür; sadakat da bir başka kapıdan cennete götürür. İttifak, ise en önemli bir başarı vesilesidir ve muvaffakiyete götürür. Zaten, akıllı kimseler bunca haricî ve dahilî düşmanlara karşı ittifak etmeden başka çare düşünmezler. Bu işe bir de Allah’ın inayet bakışı var ki o herşey demektir. Bina için temel atar, duvar çıkar, pencere takar, derken çatıyı çatarsınız. İşte, içtimaî yapınızdaki çatı da Allah’ın tevfikidir. İttifaksız ve tevfiksiz hizmetler çatısız bina gibidir. Bu çatı, çok önemlidir. İnsanlar, şahsî ibadet ve tâatlerinde ne kadar ileriye giderlerse gitsinler, ittifakları yoksa, sürtüşür, kokuşur ve dağılırlar. Allah, ittifakı meyve ve sebzeyi verdiği gibi vermez; onu bizim irademize bağlamıştır. İttifakı yaratacak yine Allah’tır, fakat sebep olarak bizim cehd ve gayretimiz çok önemlidir. Efendimiz’in: “Üç şey için Allah’a duâ ettim, ikisi kabul olundu ama, biri reddolundu. ‘Ümmetim arasında ihtilaf olmasın’ dedim. Allah kabul buyurmadı” hadîsi de zannediyorum işte bu noktaya parmak basıyor.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">BİRDEN FAZLA MEŞREBİN VARLIĞI, YARATILIŞ HAKİKATININ GEREĞİDİR:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Neden birden fazla meşreb, meslek ve mezheb var demek, insanın yaratılışını bilmemenin, fıtrî, beşerî, tarihî ve fikrî hakikatları kavrayamamanın ifadesidir. Fakat hemen şu hususu da belirtelim ki, “farklı düşünceler olsun” demek ayrı, eşya ve hâdiselerin zarurî bir neticesi olarak farklı düşünce ve farklı mülâhazaların bulunması tamamen ayrıdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Farklı düşüncelerin olması, insanın yaratılışının, tabiatının, fıtratının ve fikri cevvâliyetinin hikmetli bir neticesidir. İnsanlar, sair canlılar gibi hep aynı çizgide yürümezler. Kaldı ki, diğer canlıların bile kendi dünyâlarına has farklı tavırlar ve farklı hareket tarzları olur. Bir amip bölününce diğerinden ayrılıp uzaklaşır ve neden sonra diğer amiplerle bir koloni oluşturur. Burada bize misal teşkil edecek bir vâkıayı hatırlatmak istiyorum: Asr-ı Saadet’te, başta Râşid Halifeler olmak üzere pek çok sahabeyi mizaç ve fıtrat farklılığı içinde buluruz. Bir Hz. Ömer’i, bir de Hz. Ebû Zer’i düşünün! Dinleri tevhid ve meşrebleri te’lif eden Efendimiz, mizaçları mevzuunda, “herkes aynı düşünsün” dememiştir. Mezheblerin 4 değil, belki 104 tane olmasını ve o kadar imam ve müctehidin bulunmasını nasıl izah edeceğiz? Tarihî gerçekleri kabullenme mecburiyetindeyiz. Hz. Muhammed (sav)’in deryasından kovasıyla, kepçesiyle su alan şu kadar gavs, kutup ve imamların getirdiği birikimi ve topyekün müslümanlara mal olmuş düşünceleri bir çırpıda elin tersiyle bir yana itmek mümkün müdür?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sonra, memleketimiz memerr-i efkârdır; evet bu ülke, tarih boyunca pek çok milletin uğrak yeri olmuştur. Haçlı seferlerini ve günümüzde daha pek çok yollarla oluşan etkilenmeleri düşünün! Dört bir yandan arılarla sarılan bir insanın simasındaki tenâsüb bozulmadan kalabilir mi? O insanın üç-beş arı iğnesine maruz kalmasından daha tabiî ne olabilir? Sonra, bütün bu etkilenmeler, vahdet ve ittifak için çok gerekli olan o sağlam fikrî ve ruhî yapının olduğu gibi kalmasına müsaade eder mi?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hem, her meşreb kendi sahasında bir hakikatı temsil edip, mühim bir rüknü ikâme etmektedir. Meselâ, Mısır’daki kalemler ictimaî hayat ile alakalı mes’eleleri işliyorlarsa, başka ülke düşünürleri başka mes’eleler, daha başkaları da daha başka mes’eleler üzerinde çalışmaktadırlar; her cemaatin stratejik realitesi başka başkadır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ayrıca, her ferdin ve cemaatin bir muhîti ve sahip olduğu bir kültür yapısı vardır; bu, yalnız bizde değil, diğer dünyâ milletlerinde de böyledir. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yine her millette ortaya çıkan lider, kendine has bir kısım değişik anlayış ve görüşlerle ortaya çıkar; bunlarla tanınır ve taraftarlarını bunlarla arkasından sürükler. Keza, dinî anlayış ve düşünce tarzı açısından da öyle müstesna fıtratlar ortaya çıkar ki, farklı mülâhazalarla ve devrin anlayışına göre oldukça farklı şeyler anlatırlar. Kaldı ki Efendimiz, her asırda bir müceddidin geleceğini beyan buyurmamış mıdır? İmam-ı Gazzalî, İmam-ı Rabbanî, Bediüzzaman, Hasan el-Bennâ ve daha niceleri...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve yine, insan için mükâfatın büyüklüğü ve parlaklığı nisbetinde sa’y ve gayrette bulunmaktan ve hayırlarda yarışmaktan daha tabiî ne olabilir? Kim savaşta sancağı taşımak veya altın madalyaya talip olmak istemez? Öyleyse, meşrebler ve düşünceler farklılık gösterebilecektir. Bunun önüne geçmek, fıtratın, tabiatın ve tarihî gerçeklerin önüne geçmek demektir. Asıl mes’ele, hak ve hakikatın cidarlarının zorlanmaması, örselenmemesi, düşünce ve metod farklılıklarının usule, yani esaslara varıp dayanmaması, maksat ve gayede sapmaların olmaması ve hak vesile ve vasıtalardan vazgeçilip, batıl vesilelere sapılmamasıdır. Yoksa, bir Hak dostunun nurlu beyanları içinde, Allah’a giden yollar, mahlûkların solukları sayısıncadır. Karşınızda yüz ayrı ressam, değişik buudlarda, farklı kalem ve boyalarla yüz ayrı bahar tablosu çizer; her tablo, ressamının bakış, duyuş ve değerlendirişini yansıtır ama, neticede hepsinin çizip anlattığı bahardır. O bahar da, Allah Rasûlü ve Ashabı’nın çizdiği kudsî daire içindedir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">MEŞREBLER ARASINDA TEMEL MES’ELELERDE VE USÛL-DE FARKLILIK YOKTUR:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Meşrebler arasında temel mes’elelerde ve usûlde farklılık olmak şöyle dursun, birleşilen noktalar da bir değil bindir. Tevhid, Nübüvvet ve Haşir’de ihtilâf var mıdır? Meleklerin ve cinlerin varlığı husûsunda ihtilaf var mıdır? Kitabımız ve kıblemizde ihtilâf var mıdır? Namazın, zekâtın, orucun ve haccın farziyetinde, hattâ namazların rek’atlarında, zekâtın miktarında ve kimlere verileceğinde ihtilâf var mıdır? Sonra, vatanımız, tarihimiz, harsımız ve bayrağımız bir; Dinimize, imanımıza, vatanımıza ve istiklalimize göz diken hasımlarımız dahi bir değil midir? Dünyanın dört bir köşesinde minarelerde yükselen ezanımız bir, ideal ve ümniyemiz bir.. evet, bin kadar bir bir...</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DÜŞÜNEN KAFALAR VE DUYGULARLA KÖPÜREN KALBLER, BİR RUH ETRAFINDA BİRLEŞMELİ VE BÜTÜNLEŞMELİDİR:</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Günümüzde, “şu hale bak, herkes parça parça... Birleşmek lâzım, neden birleşmiyoruz?” sözleri, hemen her seviyede insanın tekrarlayıp durduğu ve ağızların en çok gevelediği sözlerdendir. Önce, bundan bahseden bir mü’mine tatlı bir sohbet havasında “Birlik ve beraberlikten anladığın nedir; sonra, birleşmekten ne anlıyorsun? Parça parça oluşumuzun sebepleri nelerdir?” diye sormak ve “Önce vak’ayı tesbit ve teşhis edelim, sonra da çare neyse ona bakalım” teklifinde bulunmak, herhalde daha muvafık olur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Öyle ya, teşhis edilmeyen bir hastalığa reçete verilmez ki! Hem, bugün şu şartlarda bu sözü söyleyip duran mü’minlere teşhis ve tedâvi çaresini sorduğumuzda, alacağımız cevap herhalde, “parça parça” denilen düşüncelere yenilerini eklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Öyle ki, bu mevzûda ortaya kişi adedince ve düşünce sayısınca birleştirme formülü çıkar desek sezâdır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Öyleyse, diyelim ki, her akıl, mantık ve düşünce sahibi, kendine uygun bir birlik ve beraberlik formülü buldu.. Bu durumda,“Arkadaş, benim de bir fikrim ve mantığım var; benim de ilmim, irfanım ve kültürüm var; benim de düşünce tarzım ve elimde ölçülerim var” diye tek tek fertler veya liderler ortaya çıkacak veya çıkarılacaktır. Hayır, mes’eleyi tabiat ve hayat realiteleri içinde ele almak ve Kâbe etrafında binlerce insanın aynı duygu ve düşünce içinde dönmesi gibi, binler düşünen kafa ve duyguyla köpüren kalbi, bir “Bir” etrafında bütünleştirmeye ve birleştirmeye çalışmak, herhalde işin en doğrusu olsa gerek...</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DÂSİTÂNÎ BİR KARDEŞLİK İÇİN</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Soru: Asr-ı Saâdet’teki kardeşlik anlayış ve uygulanışını çok sık nazara veriyorsunuz. Bu anlayışı günümüze nasıl taşıyabiliriz?</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Cevap: Asr-ı Saâdet’teki kardeşlik, tarihe her yönüyle “örnek bir kardeşlik” ve onu dâsitânî bir şekilde gerçekleştirenler de “örnek bir nesil” olarak geçmiştir. Ve bu seviyede bir kardeşlik, daha sonra hemen hiçbir zaman diliminde -maalesef- o ölçüde temsil edilememiştir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gerçi, Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde onların aralarında bir kısım ihtilaf ve iftiraklar görülmüştür ama, bunları çıkaranlar, o “saff-ı evvel”i teşkil eden “yıldızlar” değil; arkadan gelen çilesizlerdir. Ve biraz da, öndekilerden bazıları önünü alamayacakları bu ihtilaf ve iftirak fitneleri içinde değişik şekilde rol almışlardır. Ama, yine de her şeye rağmen bunlar, hayatlarının sonuna kadar belli ölçüde dengeli yaşamışlardır. Şimdilerde -esefle arzedeyim- “İbn Sebe diye birisi veya Übeyy İbn Selûl fitnesi diye bir şey yoktur; aslında Sahabe kendi arasında ihtilafa düşmüştür” gibi sözlerle, bir yönüyle haricî düşmanların yaptıklarını hafife alma ve onları pâka çıkarma, hatta tezkiye etme gayretleri sözkonusudur. Halbuki böyle bir düşünce, Kur’ân-ı Kerim’in “vessâbikûne’l-evvelûn, mine’l-muhacirîn ve’l-ensâr” (Tevbe, 9/100) ve “radıyallâhu anhüm ve radû anh” (Tevbe, 9/100) dediği insanları karalamak demektir. Tarihî bir gerçektir ki, yahudiler başta olmak üzere bütün şer güçler İslâm tarihi içindeki hemen bütün ihtilaf ve fitnelerde ellerinden geldiğince birşeyler yapmış ve aktif rol oynamışlardır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, o “yıldız insanlar”ın (r. anhüm) arasında ilk dönem itibarıyla hem hissî hem de mantıkî kardeşlik hakimdi. Ancak bu kardeşliğe bir dünyevîlik tosladı ve aradaki vahdet muvakkaten kırıldı. Bu kırılmadan sonra da, o safvet bir daha temsil edilemedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Pekala “duygu ve düşüncede; elem ve lezâizde tam bir paylaşımın yaşandığı bu altın dönem seviyesinde bir kardeşlik yeniden ihraz edilebilir mi?” denilecek olursa; böyle bir uhuvvetin teşekkülü için her şeyden önce güçlü bir insibağa ihtiyaç vardır. Bu mevzuda “hissî kardeşlik” önemli bir esastır; ancak yeterli değildir. Malum olduğu üzere aynı anne ve babadan meydana gelen kardeşler arasında “hissî kardeşlik” vardır, ama onlar, bazen çok basit bir miras meselesinde bile birbirleriyle kavga edebilir, hatta birbirlerini öldürebilirler. Öyleyse öz kardeşleri bile birarada tutamayan “hissî kardeşlik”, Sahabe ölçüsünde bir kardeşliğin tesisi için yeterli değildir. Kaldı ki, bu kadar geniş bir dairede herkesin menfaat ve çıkar noktaları, his ve anlayışları, mezak, meşreb ve mizacları ayrı ayrı olunca bu kardeşliği tesiste işin mantıkî unsurlarını ilave etmek gerektir. O bakımdan Bediüzzaman Hazretleri, bize meselenin daima mantıkî yönlerini ve dinamiklerini göstermiştir. Mesela; “Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir.. bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir” demiştir. Şimdilerde ilave edecek olursak; hasımlarınız bir, düşmanlarınız bir, sizi istemeyenler bir, büyümenizi engelleyenler bir.. bir.. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Meseleye, daha farklı bir zaviyeden bakacak olursak; Cenâb-ı Hakk’ın tevfiki, bizim vifak ve ittifakımızla çok alâkalıdır. Çünkü vifak, tevfik-i ilâhînin çok önemli bir vesilesidir. Vifak, bir çizgi üzerinde birleşme; ittifak da geldiği “bâb” itibarıyla bu meselelerin mutavaatı yani insan ruhunda tabiat haline gelmesi.. yani insanların, anlaşıp bütünleşerek onu, tabiatlarının ayrı bir derinliği ve ayrı bir buudu haline getirmeleri demektir ki, kanaatimizce böyle bir ameliye, el açıp “Mecmuatu’l-Ahzâb”ı günde bir-iki defa hatmetmekten daha çaplı bir şekilde Cenâb-ı Hakk’ın tevfikini yâr etmesi adına Allah’a sunulmuş önemli bir dua ve bir münacâttır. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, Allah’ın lütuflarına mazhariyet, insanın bir kısım evsafla muttasıf olmasına bağlıdır. Çünkü Efendimiz (s.a.s)’in mübarek beyanlarına göre Allah (c.c), insanların suret ve dış görünüşlerine değil; kalplerine, iç âlemlerine ve karakterlerine bakar. Bu açıdan önemli olan insanların sıfatlarıdır. Yani kişinin mü’min görünmesi değil, mü’min olması; namaz kılması değil namaza düğümlenmesi; Kâbe’yi tavaf etmesi değil tavaf düşüncesine odaklanması; kısacası Allah’a ve Rasulü’ne kilitlenmesi önemlidir. Unutmayalım, Allah (c.c) sıfatlara bakarak hükmünü icra etmektedir. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Buna göre şayet bir kâfir, sistemli düşünür, eşya ve hadiseleri hallaç eder, vaktinin kıymetini bilerek onu boşa harcamaz ve hep çalışırsa; bu sıfatlar birer mü’min sıfatı olduğu için Allah (c.c), o kâfir hakkında muvaffakiyet ve başarı hükmünü verir. Diğer taraftan, bir başkası Kâbe’yi her gün elli defa tavaf etse bile; kalbi, iç dünyası, düşünce yapısı, sistem anlayışı bozuk ve kâfir sıfatı taşıyorsa mü’min hakkında mağlubiyet ve hezimet hükmünü verebilir. Çünkü mü’min olmanın mükâfatı, ekseriyet itibarıyla ahirette; şeriat-ı fıtriyeyi bilmemenin ve ona riayet etmemenin cezası da ekseriyet itibarıyla dünyadadır. Bu iki kitabı dengeli yaşamak bizi gerçek takvaya ulaştıracak olan yegâne yoldur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sahabe-misal kardeşliğin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayan bir diğer faktör de, bu zorunluluğun hissedilmesi, onun bir niyet halinde kalplerde ağırlığının duyulması, sonra da bu niyet istikametinde atılacak olan adımlardır. Meselâ, İslâm’a farklı metotlarla hizmet eden cemaatlerin, birbirlerini bulundukları konumda kabullenmesi, birbirlerinin hizmetlerini alkışlamaları, hatta birbirlerine yardımcı olmalarını bu konuda atılması gereken önemli bir adım olarak görebiliriz.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Evet, Sahabenin mazhar olduğu lutuflara mazhar olabilmenin yegane yolu, istenilen mevzuda en azından onlar ölçüsünde performans sergileyebilmek ve bu uğurda önümüze çıkan bütün fırsatları değerlendirebilmektir. Kim bilir, belki de bunlar hayata geçirilebilse, “mercûh râcihe tereccuh edebilir” fehvasınca ilgili alanda o alana mahsus olmak üzere Sahabenin hizasına ulaşılabilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hasılı, Sahabe kardeşliğini tesis etmek için, hissin yanısıra mantıkî unsurların dikkate alınması, vifak ve ittifak çizgisi üzerinde birleşilmesi ve bunun ağırlığının kalpte daima duyulması ve mutlaka müşahhas adımların atılması gerekir.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 83444, member: 656"] [b]Cevap: Ittifak[/b] [B][FONT=Tahoma]PIRLANTA SERİSİ...[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İp, ip olarak kopar ve hiçbir şey ifade etmez. Birleşip halat olduklarında bir kıymete ulaşırlar. İttifak halat olma demektir. Allah, her türlü başarıyı ittifakla bütünleşenlere va’deder. Oruç, Reyyan kapısından cennete götürür; sadakat da bir başka kapıdan cennete götürür. İttifak, ise en önemli bir başarı vesilesidir ve muvaffakiyete götürür. Zaten, akıllı kimseler bunca haricî ve dahilî düşmanlara karşı ittifak etmeden başka çare düşünmezler. Bu işe bir de Allah’ın inayet bakışı var ki o herşey demektir. Bina için temel atar, duvar çıkar, pencere takar, derken çatıyı çatarsınız. İşte, içtimaî yapınızdaki çatı da Allah’ın tevfikidir. İttifaksız ve tevfiksiz hizmetler çatısız bina gibidir. Bu çatı, çok önemlidir. İnsanlar, şahsî ibadet ve tâatlerinde ne kadar ileriye giderlerse gitsinler, ittifakları yoksa, sürtüşür, kokuşur ve dağılırlar. Allah, ittifakı meyve ve sebzeyi verdiği gibi vermez; onu bizim irademize bağlamıştır. İttifakı yaratacak yine Allah’tır, fakat sebep olarak bizim cehd ve gayretimiz çok önemlidir. Efendimiz’in: “Üç şey için Allah’a duâ ettim, ikisi kabul olundu ama, biri reddolundu. ‘Ümmetim arasında ihtilaf olmasın’ dedim. Allah kabul buyurmadı” hadîsi de zannediyorum işte bu noktaya parmak basıyor.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]BİRDEN FAZLA MEŞREBİN VARLIĞI, YARATILIŞ HAKİKATININ GEREĞİDİR:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Neden birden fazla meşreb, meslek ve mezheb var demek, insanın yaratılışını bilmemenin, fıtrî, beşerî, tarihî ve fikrî hakikatları kavrayamamanın ifadesidir. Fakat hemen şu hususu da belirtelim ki, “farklı düşünceler olsun” demek ayrı, eşya ve hâdiselerin zarurî bir neticesi olarak farklı düşünce ve farklı mülâhazaların bulunması tamamen ayrıdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Farklı düşüncelerin olması, insanın yaratılışının, tabiatının, fıtratının ve fikri cevvâliyetinin hikmetli bir neticesidir. İnsanlar, sair canlılar gibi hep aynı çizgide yürümezler. Kaldı ki, diğer canlıların bile kendi dünyâlarına has farklı tavırlar ve farklı hareket tarzları olur. Bir amip bölününce diğerinden ayrılıp uzaklaşır ve neden sonra diğer amiplerle bir koloni oluşturur. Burada bize misal teşkil edecek bir vâkıayı hatırlatmak istiyorum: Asr-ı Saadet’te, başta Râşid Halifeler olmak üzere pek çok sahabeyi mizaç ve fıtrat farklılığı içinde buluruz. Bir Hz. Ömer’i, bir de Hz. Ebû Zer’i düşünün! Dinleri tevhid ve meşrebleri te’lif eden Efendimiz, mizaçları mevzuunda, “herkes aynı düşünsün” dememiştir. Mezheblerin 4 değil, belki 104 tane olmasını ve o kadar imam ve müctehidin bulunmasını nasıl izah edeceğiz? Tarihî gerçekleri kabullenme mecburiyetindeyiz. Hz. Muhammed (sav)’in deryasından kovasıyla, kepçesiyle su alan şu kadar gavs, kutup ve imamların getirdiği birikimi ve topyekün müslümanlara mal olmuş düşünceleri bir çırpıda elin tersiyle bir yana itmek mümkün müdür?[/FONT] [FONT=Tahoma]Sonra, memleketimiz memerr-i efkârdır; evet bu ülke, tarih boyunca pek çok milletin uğrak yeri olmuştur. Haçlı seferlerini ve günümüzde daha pek çok yollarla oluşan etkilenmeleri düşünün! Dört bir yandan arılarla sarılan bir insanın simasındaki tenâsüb bozulmadan kalabilir mi? O insanın üç-beş arı iğnesine maruz kalmasından daha tabiî ne olabilir? Sonra, bütün bu etkilenmeler, vahdet ve ittifak için çok gerekli olan o sağlam fikrî ve ruhî yapının olduğu gibi kalmasına müsaade eder mi?[/FONT] [FONT=Tahoma]Hem, her meşreb kendi sahasında bir hakikatı temsil edip, mühim bir rüknü ikâme etmektedir. Meselâ, Mısır’daki kalemler ictimaî hayat ile alakalı mes’eleleri işliyorlarsa, başka ülke düşünürleri başka mes’eleler, daha başkaları da daha başka mes’eleler üzerinde çalışmaktadırlar; her cemaatin stratejik realitesi başka başkadır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ayrıca, her ferdin ve cemaatin bir muhîti ve sahip olduğu bir kültür yapısı vardır; bu, yalnız bizde değil, diğer dünyâ milletlerinde de böyledir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Yine her millette ortaya çıkan lider, kendine has bir kısım değişik anlayış ve görüşlerle ortaya çıkar; bunlarla tanınır ve taraftarlarını bunlarla arkasından sürükler. Keza, dinî anlayış ve düşünce tarzı açısından da öyle müstesna fıtratlar ortaya çıkar ki, farklı mülâhazalarla ve devrin anlayışına göre oldukça farklı şeyler anlatırlar. Kaldı ki Efendimiz, her asırda bir müceddidin geleceğini beyan buyurmamış mıdır? İmam-ı Gazzalî, İmam-ı Rabbanî, Bediüzzaman, Hasan el-Bennâ ve daha niceleri...[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve yine, insan için mükâfatın büyüklüğü ve parlaklığı nisbetinde sa’y ve gayrette bulunmaktan ve hayırlarda yarışmaktan daha tabiî ne olabilir? Kim savaşta sancağı taşımak veya altın madalyaya talip olmak istemez? Öyleyse, meşrebler ve düşünceler farklılık gösterebilecektir. Bunun önüne geçmek, fıtratın, tabiatın ve tarihî gerçeklerin önüne geçmek demektir. Asıl mes’ele, hak ve hakikatın cidarlarının zorlanmaması, örselenmemesi, düşünce ve metod farklılıklarının usule, yani esaslara varıp dayanmaması, maksat ve gayede sapmaların olmaması ve hak vesile ve vasıtalardan vazgeçilip, batıl vesilelere sapılmamasıdır. Yoksa, bir Hak dostunun nurlu beyanları içinde, Allah’a giden yollar, mahlûkların solukları sayısıncadır. Karşınızda yüz ayrı ressam, değişik buudlarda, farklı kalem ve boyalarla yüz ayrı bahar tablosu çizer; her tablo, ressamının bakış, duyuş ve değerlendirişini yansıtır ama, neticede hepsinin çizip anlattığı bahardır. O bahar da, Allah Rasûlü ve Ashabı’nın çizdiği kudsî daire içindedir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]MEŞREBLER ARASINDA TEMEL MES’ELELERDE VE USÛL-DE FARKLILIK YOKTUR:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Meşrebler arasında temel mes’elelerde ve usûlde farklılık olmak şöyle dursun, birleşilen noktalar da bir değil bindir. Tevhid, Nübüvvet ve Haşir’de ihtilâf var mıdır? Meleklerin ve cinlerin varlığı husûsunda ihtilaf var mıdır? Kitabımız ve kıblemizde ihtilâf var mıdır? Namazın, zekâtın, orucun ve haccın farziyetinde, hattâ namazların rek’atlarında, zekâtın miktarında ve kimlere verileceğinde ihtilâf var mıdır? Sonra, vatanımız, tarihimiz, harsımız ve bayrağımız bir; Dinimize, imanımıza, vatanımıza ve istiklalimize göz diken hasımlarımız dahi bir değil midir? Dünyanın dört bir köşesinde minarelerde yükselen ezanımız bir, ideal ve ümniyemiz bir.. evet, bin kadar bir bir...[/FONT] [B][FONT=Tahoma]DÜŞÜNEN KAFALAR VE DUYGULARLA KÖPÜREN KALBLER, BİR RUH ETRAFINDA BİRLEŞMELİ VE BÜTÜNLEŞMELİDİR:[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Günümüzde, “şu hale bak, herkes parça parça... Birleşmek lâzım, neden birleşmiyoruz?” sözleri, hemen her seviyede insanın tekrarlayıp durduğu ve ağızların en çok gevelediği sözlerdendir. Önce, bundan bahseden bir mü’mine tatlı bir sohbet havasında “Birlik ve beraberlikten anladığın nedir; sonra, birleşmekten ne anlıyorsun? Parça parça oluşumuzun sebepleri nelerdir?” diye sormak ve “Önce vak’ayı tesbit ve teşhis edelim, sonra da çare neyse ona bakalım” teklifinde bulunmak, herhalde daha muvafık olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Öyle ya, teşhis edilmeyen bir hastalığa reçete verilmez ki! Hem, bugün şu şartlarda bu sözü söyleyip duran mü’minlere teşhis ve tedâvi çaresini sorduğumuzda, alacağımız cevap herhalde, “parça parça” denilen düşüncelere yenilerini eklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Öyle ki, bu mevzûda ortaya kişi adedince ve düşünce sayısınca birleştirme formülü çıkar desek sezâdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Öyleyse, diyelim ki, her akıl, mantık ve düşünce sahibi, kendine uygun bir birlik ve beraberlik formülü buldu.. Bu durumda,“Arkadaş, benim de bir fikrim ve mantığım var; benim de ilmim, irfanım ve kültürüm var; benim de düşünce tarzım ve elimde ölçülerim var” diye tek tek fertler veya liderler ortaya çıkacak veya çıkarılacaktır. Hayır, mes’eleyi tabiat ve hayat realiteleri içinde ele almak ve Kâbe etrafında binlerce insanın aynı duygu ve düşünce içinde dönmesi gibi, binler düşünen kafa ve duyguyla köpüren kalbi, bir “Bir” etrafında bütünleştirmeye ve birleştirmeye çalışmak, herhalde işin en doğrusu olsa gerek...[/FONT] [B][FONT=Tahoma]DÂSİTÂNÎ BİR KARDEŞLİK İÇİN[/FONT] [FONT=Tahoma]Soru: Asr-ı Saâdet’teki kardeşlik anlayış ve uygulanışını çok sık nazara veriyorsunuz. Bu anlayışı günümüze nasıl taşıyabiliriz?[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Cevap: Asr-ı Saâdet’teki kardeşlik, tarihe her yönüyle “örnek bir kardeşlik” ve onu dâsitânî bir şekilde gerçekleştirenler de “örnek bir nesil” olarak geçmiştir. Ve bu seviyede bir kardeşlik, daha sonra hemen hiçbir zaman diliminde -maalesef- o ölçüde temsil edilememiştir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Gerçi, Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde onların aralarında bir kısım ihtilaf ve iftiraklar görülmüştür ama, bunları çıkaranlar, o “saff-ı evvel”i teşkil eden “yıldızlar” değil; arkadan gelen çilesizlerdir. Ve biraz da, öndekilerden bazıları önünü alamayacakları bu ihtilaf ve iftirak fitneleri içinde değişik şekilde rol almışlardır. Ama, yine de her şeye rağmen bunlar, hayatlarının sonuna kadar belli ölçüde dengeli yaşamışlardır. Şimdilerde -esefle arzedeyim- “İbn Sebe diye birisi veya Übeyy İbn Selûl fitnesi diye bir şey yoktur; aslında Sahabe kendi arasında ihtilafa düşmüştür” gibi sözlerle, bir yönüyle haricî düşmanların yaptıklarını hafife alma ve onları pâka çıkarma, hatta tezkiye etme gayretleri sözkonusudur. Halbuki böyle bir düşünce, Kur’ân-ı Kerim’in “vessâbikûne’l-evvelûn, mine’l-muhacirîn ve’l-ensâr” (Tevbe, 9/100) ve “radıyallâhu anhüm ve radû anh” (Tevbe, 9/100) dediği insanları karalamak demektir. Tarihî bir gerçektir ki, yahudiler başta olmak üzere bütün şer güçler İslâm tarihi içindeki hemen bütün ihtilaf ve fitnelerde ellerinden geldiğince birşeyler yapmış ve aktif rol oynamışlardır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, o “yıldız insanlar”ın (r. anhüm) arasında ilk dönem itibarıyla hem hissî hem de mantıkî kardeşlik hakimdi. Ancak bu kardeşliğe bir dünyevîlik tosladı ve aradaki vahdet muvakkaten kırıldı. Bu kırılmadan sonra da, o safvet bir daha temsil edilemedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Pekala “duygu ve düşüncede; elem ve lezâizde tam bir paylaşımın yaşandığı bu altın dönem seviyesinde bir kardeşlik yeniden ihraz edilebilir mi?” denilecek olursa; böyle bir uhuvvetin teşekkülü için her şeyden önce güçlü bir insibağa ihtiyaç vardır. Bu mevzuda “hissî kardeşlik” önemli bir esastır; ancak yeterli değildir. Malum olduğu üzere aynı anne ve babadan meydana gelen kardeşler arasında “hissî kardeşlik” vardır, ama onlar, bazen çok basit bir miras meselesinde bile birbirleriyle kavga edebilir, hatta birbirlerini öldürebilirler. Öyleyse öz kardeşleri bile birarada tutamayan “hissî kardeşlik”, Sahabe ölçüsünde bir kardeşliğin tesisi için yeterli değildir. Kaldı ki, bu kadar geniş bir dairede herkesin menfaat ve çıkar noktaları, his ve anlayışları, mezak, meşreb ve mizacları ayrı ayrı olunca bu kardeşliği tesiste işin mantıkî unsurlarını ilave etmek gerektir. O bakımdan Bediüzzaman Hazretleri, bize meselenin daima mantıkî yönlerini ve dinamiklerini göstermiştir. Mesela; “Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir.. bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir” demiştir. Şimdilerde ilave edecek olursak; hasımlarınız bir, düşmanlarınız bir, sizi istemeyenler bir, büyümenizi engelleyenler bir.. bir.. [/FONT] [FONT=Tahoma]Meseleye, daha farklı bir zaviyeden bakacak olursak; Cenâb-ı Hakk’ın tevfiki, bizim vifak ve ittifakımızla çok alâkalıdır. Çünkü vifak, tevfik-i ilâhînin çok önemli bir vesilesidir. Vifak, bir çizgi üzerinde birleşme; ittifak da geldiği “bâb” itibarıyla bu meselelerin mutavaatı yani insan ruhunda tabiat haline gelmesi.. yani insanların, anlaşıp bütünleşerek onu, tabiatlarının ayrı bir derinliği ve ayrı bir buudu haline getirmeleri demektir ki, kanaatimizce böyle bir ameliye, el açıp “Mecmuatu’l-Ahzâb”ı günde bir-iki defa hatmetmekten daha çaplı bir şekilde Cenâb-ı Hakk’ın tevfikini yâr etmesi adına Allah’a sunulmuş önemli bir dua ve bir münacâttır. [/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, Allah’ın lütuflarına mazhariyet, insanın bir kısım evsafla muttasıf olmasına bağlıdır. Çünkü Efendimiz (s.a.s)’in mübarek beyanlarına göre Allah (c.c), insanların suret ve dış görünüşlerine değil; kalplerine, iç âlemlerine ve karakterlerine bakar. Bu açıdan önemli olan insanların sıfatlarıdır. Yani kişinin mü’min görünmesi değil, mü’min olması; namaz kılması değil namaza düğümlenmesi; Kâbe’yi tavaf etmesi değil tavaf düşüncesine odaklanması; kısacası Allah’a ve Rasulü’ne kilitlenmesi önemlidir. Unutmayalım, Allah (c.c) sıfatlara bakarak hükmünü icra etmektedir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Buna göre şayet bir kâfir, sistemli düşünür, eşya ve hadiseleri hallaç eder, vaktinin kıymetini bilerek onu boşa harcamaz ve hep çalışırsa; bu sıfatlar birer mü’min sıfatı olduğu için Allah (c.c), o kâfir hakkında muvaffakiyet ve başarı hükmünü verir. Diğer taraftan, bir başkası Kâbe’yi her gün elli defa tavaf etse bile; kalbi, iç dünyası, düşünce yapısı, sistem anlayışı bozuk ve kâfir sıfatı taşıyorsa mü’min hakkında mağlubiyet ve hezimet hükmünü verebilir. Çünkü mü’min olmanın mükâfatı, ekseriyet itibarıyla ahirette; şeriat-ı fıtriyeyi bilmemenin ve ona riayet etmemenin cezası da ekseriyet itibarıyla dünyadadır. Bu iki kitabı dengeli yaşamak bizi gerçek takvaya ulaştıracak olan yegâne yoldur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Sahabe-misal kardeşliğin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayan bir diğer faktör de, bu zorunluluğun hissedilmesi, onun bir niyet halinde kalplerde ağırlığının duyulması, sonra da bu niyet istikametinde atılacak olan adımlardır. Meselâ, İslâm’a farklı metotlarla hizmet eden cemaatlerin, birbirlerini bulundukları konumda kabullenmesi, birbirlerinin hizmetlerini alkışlamaları, hatta birbirlerine yardımcı olmalarını bu konuda atılması gereken önemli bir adım olarak görebiliriz.[/FONT] [FONT=Tahoma]Evet, Sahabenin mazhar olduğu lutuflara mazhar olabilmenin yegane yolu, istenilen mevzuda en azından onlar ölçüsünde performans sergileyebilmek ve bu uğurda önümüze çıkan bütün fırsatları değerlendirebilmektir. Kim bilir, belki de bunlar hayata geçirilebilse, “mercûh râcihe tereccuh edebilir” fehvasınca ilgili alanda o alana mahsus olmak üzere Sahabenin hizasına ulaşılabilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hasılı, Sahabe kardeşliğini tesis etmek için, hissin yanısıra mantıkî unsurların dikkate alınması, vifak ve ittifak çizgisi üzerinde birleşilmesi ve bunun ağırlığının kalpte daima duyulması ve mutlaka müşahhas adımların atılması gerekir.[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
İttifak
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst