insanın diş gorunusu dini dusuncesini belli etmelimi ?

insaallah konuyu yalnıs yere acmamısımdır .kimileri diyorki herkez dinini içinde yasamalı ama bazı abilerimizde bıyık bırakıyor direk buda direk dindar oldugunu belli ediyor .bıyık sunnet mi? bıyık bırakınca neden sakal bırakmıyorsunuz diyorlar? bıyık hangi kitapta yazıyor diyorlar?bide onlarla ugrasıyorum.delilli olarak cevap yazarsanız cok hizmet edersiniz..
 

molla_zehra

Well-known member
.....Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip ve yanlış olarak Risale-i Nur u benim malım zannedip Risale-i Nur’un nurlarına perde çekmek, intişarına rekabet etmek için derler: 'Said Cuma cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor' gibi tenkitleri var.
Elcevap: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki meselede büyük mazeretlerim var.
Evvela: Ben Şafiiyim. Şafii Mezhebinde Cumanın bir şartı, kırk adam imam arkasında Fatiha okumaktır. Daha başka şartlar da var. Onun için burada bana Cuma farz değil. Ben, mezheb-i Azamiyi takliden, bazan sünnet olarak kılıyordum.
Saniyen: Yirmi senedir haksız olarak beni insanlarla görüştürmekten men ettikleri için-hem bu ahirde, resmen dört ay evvel perde altında insanlarla temas ettirmemek için tenbihat olmuş-hem yirmi beş senedir ben münzevi yaşadığım için, kalabalık yerlerde huzur bulamıyorum ve herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fatiha nın yarısını okumadan, imam rükua gidiyor. Bizde Fatiha okumak farzdır.
Sakal meselesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana resmi hücumlarda bazı arkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle, benim sakal bırakmadığım, bir hikmet, bir inayet-i İlahiye olduğunu ispat etti. Eğer sakal olsaydı, tıraş edilseydi, Risale-i Nur a büyük bir zarardı. Çünkü ölecektim, dayanamayacaktım.
Bazı alimler 'Sakalı tıraş etmek caiz değildir' demişler. Muradları, sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek haramdır, demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terk etmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşaallah o sünnetin terkine bir kefarettir.
Hem bunu katiyen ilan ediyorum ki: Risale-i Nur, Kur’ân ın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip olayım, ta ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nur’un kusurlu bir hadimi ve o elmas mücevherat dükkanının bir dellalıyım. Benim karma karışık vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nur’un bize verdiği ders de, hakikat-i ihlas ve terk-i enaniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risale-i Nur’un şahs-ımanevisini ehl-i imana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene-fakat hakikat olmak şartıyla-minnettar oluyoruz, 'Allah razı olsun' deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu-fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid alara ve dalalete yardım etmemek kaydıyla-kabul edip minnettar oluyoruz.

(Emirdağ Lahikası, 45)
 
T

Tarihci19

Misafir
sakal farz değildir,, iman ve ibadet konuları haric herşey konjokture göre değişebilir.. sakal bir kişiyi ilgilendiren sevabı sadece ona olan bir sünettr,, şayet o kişi büyük bir hizmeti (tebliğ,irşad..(farzı kiyafedir)) sakallı olmasından dolayı yapamıyor ise şartlar sakalını kesmesini gerektiriyor ise (efendimizin sünnetine muhalif olma kastı olmaksızın) kesmeli ve o hizmetini gercekleştirmelidir.. yani farzı kiyafe olan bir işi yapabilmek için sünnet terk edilebilir,,, bunun örnekleri çoktur...
 

molla_zehra

Well-known member
Allah Teâlâ (c.c), "Peygamber size neyi getirip verdi ise onu kabul edin, alın ve sizi yasakladığı şeyden de sakının" (el-Haşr, 59/7) ve "Allah'ın Rasulünde sizin için güzel örnekler vardır" (el-Ahzâb, 33/21) meallerindeki âyetlerinde buyurduğu gibi, mü'minlere sîrette, sûrette, ahlâkta, âdette ve hayatın bütün dallarında, Rasulu (s.a.s)'un sünnetine uymalarını emretmiştir. Rasulullah (s.a.s)'ın sünnetine uymak, İslâmiyet'i daha doğru anlamanın, daha doğru yaşamanın yegâne yoludur.

Allah (c.c)'ın: "Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa, 4/80) âyet mealinde buyurduklarından hareket ederek, Rasulullah (s.a.s)'a itaatin her şeyden önce farz hükmünü taşıdığını göz önüne alırsak, onun sünnetine sarılmanın önem ve ciddiyeti kendiliğinden ortaya çıkar.

Rasûlullah (s.a.s) ümmetini, kılık kıyafet ve dış görünüşleri bakımından müşriklere benzemekten alıkoymuş; "Kim bir kavme benzerse, onlardandır" (Ebu Davud, Libas, 4) hadisiyle de müslümanları uyarmıştır. Özellikle sakal bırakmaları hususunda mü'minlere tavsiyelerde bulunmuş, çeşitli hadisleriyle de sakalın müslüman için taşıdığı önemi belirtmiştir.

Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet edilen bir hadislerinde "On şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek; sakalı salıvermek; misvak ile ağzı, dişleri temizlemek; su ile burnu temizlemek; tırnakları kesmek; kirlerin barınabileceği yerleri yıkamak; koltuk altındaki kılları gidermek, kasıkları tıraş etmek; necaset yolunu su ile pak eylemektir" (Müslim, Tahare, 56; Ebu Davud Tahare, 29; Nesâî, Zine, I) buyurmuşlardır. Diğer hadislerinde ise, "Bıyıkları Çok kısaltın, sakalları ise bırakın"; "Müşriklere muhalefet edin; bıyıkları kısaltın, sakalları çoğaltın"; "Bıyıkları kesin, sakalları bırakın. Böylece Mecusîlere benzemeyin " (Buharî, Libas, 64; Müslim, Tahare, 54) buyurmuşlar ve mü'minleri sakal bırakmaya teşvik etmişlerdir.

Sakal, hadiste de buyurulduğu gibi, yaratılış icabı erkeklerde bulunması gereken ve daha önceki peygamberlerin sünneti olan bir kılıktır. Müteaddid hadislerde sakalların tabii halleri üzere terk edilmesi ve uzatılması emredilmektedir. Kısaltılması konusunda herhangi bir cevaz görülmemektedir. Asırlardır her devirdeki İslâm âlimleri ile bütün mü'minler bu tabii hali benimsemişler ve kendilerinde uygulamışlardır.

Bu hadislerden anlaşıldığına göre, bütün peygamberlerle birlikte Rasul-i Ekrem de sakalını bırakmış ve sakal bırakmayı tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber ve ashabının sakallarını traş ettiklerine dair hiç bir kayıt yoktur. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s) sakalının ucundan ve yanlarından alırdı (Tirmizi, Edeb, 17). İmam Malik, "Müslüman, çoğunluk sakalını ne şekilde bırakıyorsa o kadar bırakmalı, fazlasını kesmeli, böyle yapmak menduptur. Çünkü bu fazlalığın kesilmemesi, çirkin görünmeye sebeb olur. Sakalı kısaltmanın bir sınırı yoktur. En uygunu, şekli güzelleştirecek biçimde kısaltmaktır" der. İmam Bâcî Abdullah İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den nakledilen tatbikata dayanılarak bir tutamdan fazlasının kesilebileceğini söylemiştir.

Dürrül-Muhtar'da sakalın bir tutam boyunda olmasının sünnet olduğu ifade edilmektedir. Aynı şekilde, ekseriyetin görüşüne göre bir tutamdan fazlasını kesmek de sünnettir.

Sakal bırakmak ve buna bağlı olarak sakalı traş etmek konusunda âlimler değişik kanaatlere varmışlardır. Bu alimlerin bir kısmına göre sakal bırakmak farz, kesmek haram; bazılarına göre sakal bırakmak sünnet, kesmek mekruhtur, kimisine göre de müstehaptır. Bunların görüş ve delillerine gelince: Sakal bırakmak farz, traş etmek ise haramdır şeklinde olan birinci görüş, alimlerin cumhuruna aittir. Delilleri ana hatlarıyla şöyledir:

a) Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde sakal bırakmayı emretmiştir. Emirler mendup veya mübah olduğunu ifade ettiğine dair bir delil bulunmadıkça vucub için olurlar. "Sakalları bırakın " emri de sakal bırakmanın farz olmasını gerektirir.

b) Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.s) müşrik veya mecusilere benzememeyi emretmiştir. Sakalı traş etmek onlara benzemektir. Bu da haramdır.

c) Sakal traşı, Nisa süresinin 119. ayetinde sözü edilen Allah'ın yarattığı şeyi değiştirmek demektir. Şeytana uyularak yapılân bu hareket de yasaktır.

d) Sakal, erkekleri kadınlardan ayıran bir özelliktir. Sakalını traş eden erkekler kadınlara benzemektedirler. Erkeklerin kadınlara benzemesi de dinen yasaklanmıştır.

Ancak sakalı kesmenin haram olduğunu söyleyen bazı alimlerimiz, sakalın bırakıldıktan sonra kesilmesinin haram olduğunu kasdetmişlerdir. Yoksa sakalı bırakmadan tıraş olmak haram olmaz.

Sakal bırakmak sünnet, traş etmekse mekruhtur görüşünde olanlar Şafiî mezhebinden İmam Nevevi, Râzi, Gazzalî, Şeyh Zekeriyya el-Ensari, İbn-i Hacer, Remli, Hatib, Şirbini gibi zatlardır. Bu görüşü savunanlar şöyle demişlerdir.

a) Hadis-i şerifteki emir, sakal bırakmanın farz olmasını gerektirmez. Zira aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s), Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için saçların boyanmasını emretmiş, fakat Sahabeden bazı kimseler saçlarını boyamamışlardır. Bu olay bu gibi emirlerin vücub için olmadığını gösterir.

b) Müşriklere din ve imanla ilgili konularda benzemek haramdır. Örf ve âdetlerle ilgili hususlarda ise haram değildir. Zira Rasûlüllah (s.a.s)'de rahiplerinkine benzer bir takunya giymiştir. Şayet bu gibi hususlarda benzemek kesin olarak yasak olsaydı, Hz. Peygamber bunu yapmazdı.

c) Örf ve âdetlerde bile olsa konu sadece müşriklere benzeme noktasından ele alındığı zaman aksine sakal bırakmanın haram olması gerektiği hükmüne varılır. Zira bugün birçok rahip ve gayr-i müslimler de sakal bırakmaktadırlar.

d) Peygamberlerin sünnetlerinden sayılan on şey alimlerin çoğunluğu tarafından sünnet veya müstehap olarak değerlendirilmektedir. Sakal da bunlardan biri olduğuna göre bu da öyle değerlendirilmelidir. Çünkü bunların hepsi temizlik ve iyi görünüşlü olmak gibi güzel âdetlerdir. Rasûlüllah (s.a.s) ümmetine en güzel âdetleri tavsiye etmiştir.

Sakal bırakmak müstehap, (sünnet-i zevaid) traş etmek ise mübahtır görüşünü savunanlar şöyle derler: Sakal bırakmak, yemek, içmek, oturmak, giyinmek gibi Hz. Peygamber'in insan olduğu için tabii olarak yapmış olduğu âdetleridir. Bu itibarla sakal bırakmak ibadetle ilgili sünnet değil, Hz. Peygamber (s.a.s)'in gelenek kasdiyle yapmış olduğu sünnetidir. Buna sünnet-i zevaid de denir. Mahmud Şeltut ve Muhammed Ebu Zehra gibi zamanımızın bazı âlimlerinin görüşü bu şekildedir. Buna göre sakal bırakmak faziletli olmakla birlikte, sakal traşı mübahtır. Sakal bırakılmadığı veya traş edildiği takdirde aleyhte bir hüküm terettüp etmez. İçinde bulunulan çevreye göre hareket etmek yerinde olur.

Sakalın adeta bir parçası olan bıyığa gelince; Hz. Peygamber (s.a.s)'den üst dudağının kenarları görünecek şekilde bıyığı kısaltmak veya tamamen kesmek şeklinde rivayetler vardır. Asıl alınan görüşe göre bıyığı kısaltmak da tamamen traş etmek de sünnettir: Mükellef dilediği şekilde hareket etmekte serbesttir.

Ancak bıyıkların yan taraflarından alıp ortada az birşey bırakmak caiz görülmemiştir. Şir'a şerhinde Hz. Ömer'in bıyıklarının iki ucunu uzattığından söz edilerek bunun bir sakıncası olmadığı açıklanmıştır.

(Sakal ve bıyığın hükümleri ve bu konudaki görüş ve ictihadlar için bk. İbn-i Abidin, II, 113, V, 261; el-Mehhel, I,183-189; Şevkânî, Neylül-Evtar, I, 137-138; el-Mezahibül-Erbea, II, 44-46; Şerhu'n-Nevevî (İrşadüşşarinin kenarında), II, 261-265; İânetü't-Tâlıbin, II, 340; Fethü'r-Rabbânî, XVII, 313-314;ş Mahmut Şeltut, el-Fetâvâ, 227-229; İslâmda Helal ve Haram, Yusuf el-Kardâvî, (Terc. Mustafa Varlı), 107-109; Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metedolojisi (Terc. Abdülkadir Şener), 51-52; Zekeriyya Kandehlevi, Vucübu ı'fail-Iihye).

tarihçi abi haklısın.zaruriyet anında sünnetten vazgeçilebilir.lakin benim demek istediğim şu ki ben nur cemaatinden sırf üstad sakal bırakmadı diye sakal uzatmayan kardeşler biliyorum ve bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.onun için zaruriyet haricinde her müslüman erkeğin allah rasulünü örnek alarak sakal bırakmasının daha hayırlı olacağından yanayım.sürç ü lisan etti isem afvola...fiemanillah.
 
T

Tarihci19

Misafir
layemut_degilsin kardeşim şu nacizane yazımı şiddetle okumanı öneririm Allah razı olsun..

Osmanlı devletinin devlet anlayışı, devlet Allah ın adını ve hukmlerini dunya üzerinde hakim kılmak ve islamdan bihaber olan insanlara islamı götürmek ve islam kanunları dahilinde yaşamalarını sağlamak için vardır.. bunu cihad tebliğ iraş ile yapar ki bunlarda farzı kifayedir,,

osmanlı askerleri bunu daha kolay yapabilmek için düşmana galip gelip bu gayeleri gercekleştirebilmek ve farzı kifaye olan bu farzları yerine getirebilmek için caiz olmayan bıyığı iyice uzatıp heybetli görünürler...düşman askeri daha onları gördüklerinde bile bu heybetlerinden korkarlar..şimdi onca alim onca veli ve şeyhülislamlar bilmiyorlarmı bıyık caiz değil.. yine kibir göstergesi olan koca kavuklar yenicerilerin başının ustundeki büyük kavuklar düşmana heybetli görünmek içindir yabancı devletlerden gelen elçilere büyük heybetli görünmek içindir devrin velileri alimleri bilmiyorlamı kibir göstergesi bu koca kavuklar caiz değil...


Osmanlı devleti şeri bir devlet olup İslam hükmlerine göre yönetilirdi kanunun çıkması için padişahın tek şartı "şer i şerife uygunsa" dır.. şimdi suçsuz insanı öldürmek haram iken neden fatih gibi cennet müjdesine nail olmuş bir padişah ve ondan sonrakilerin çoğu kardeşlerini katl etmişler?? neden kardeş katli vaciptir kanunu çıkmış..?


şimdi bir örnek,, Bayezid padişah olmuş tahta çıkmıştır cem ona itaat etmez ve savaşır defalarca savaşır ve geri cekilir en sonundada rodos şövalyelerine gider avrupanın eline düşer ve Bayezid, cem onların elindeyken avrupaya yani kefere üzerine sadece bir sefer yapabilir,, şimdi bu sürec içinde cem in askerleri müslüman bayezidin askerleri müslüman bunlar biribirni kırıyorlar ayrıca devlet avrupaya yani gayri müslimlere sefer yapamıyor cihad irşad tebliğ bunlar aksıyor milyonlarca insanın imana kavuşturulması İslamın genişlemesi önlenmiş oluyor,, ve bunun tek sebebi fatihin diğer oğlu Cem.. işte bu bir kişi bunca şeye sebeb olup bunca hizmeti engelliyor, işte bu yüzden kardeşler katlediliyorlar,, şimdi dersinizki peki diğer suçsuz gunahsız kardeşler neden katlediliyor,, devlet adamları onlara mektuplar gönderiyor ve padişaha karşı faaliyet yapmalarını teşvik ediyorlar o kardeşte onlara uyup saltanat davacısı oluyor ve yine aynı işler tekrarlanıyor, işte bu yüzden saltanat sorunları olup farzı kifaye olan cihad tebliğ irşad aksamasın diye kardeşler katledilir,, bu konjokturden dolayı gereken bir iştir,, işte övündüğümüz Osmanlı İmparatorluğu bu şekilde İslamı gunun gereklerine göre yorumlayarak ilerlemiş ve yükselmiştir.. yavuz sultan selim gibi 7 evliya kudretinde olan padişahların Bayezid gibi veli padişahların bulunduğu bir devlettir şayet bu içtihadlar islama ters olmuş olsa idi bu veliler izin vermezlerdi en azından Efendimiz tarafından uyarılırlardıı bunu anlamak zor değil sizde takdir edersiniz..


Yukarıda değindiğim sebeblerden dolayı sakal bırakılmaması icab ediyorsa bırakılmamalıdır ecdadımızdan örnekleri gözler önündedir..
 

molla_zehra

Well-known member
OSMANLI'YI NASIL TANIMALI,TANITMALI?

Osmanlı Devleti, 700. Kuruluş yıldönümü münasebetiyle yeniden ilgi odağı
oldu. İyi de oldu. Tarihsizlik en büyük talihsizliktir, bu doğru. Sayın
Ahmed Davudoğlu'nun yerinde tesbitiyle "Osmanlı'sız bir dünya tarihi
yazılamaz", bu da doğru. Tarih, ileriye sıçramak için geriye gerilmektir.

Tarihi olmayan toplumlar, hafızasız toplumlardır; hafızasını yitirmiş bir
toplum çağının aktif öznesi değil, pasif nesnesi olmaya mahkumdur.


Ne ki, tarih, ne övgü malzemesidir, ne de sövgü; tarih ibretler ve örnekler
meşheridir. Tarihe övgücü ya da sövgücü bir söylemle yaklaşmak, nihayetinde
aynı kapıya çıkar; tarihi manipüle etme, onu yeniden "kurgulama". Tarih,
yeniden kurgulandığında, tarih olmaktan çıkıp "tahrife" dönüşür. Bu
kurgulama, ister olumlu olsun ister olumsuz, bir şey farketmez.


Türkiye'de, resmi söylem, kendi meşruiyetini, külleri üzerinde yükseldiği
Osmanlı mirasının reddi üzerine kurdu. Onyıllardır, ilkokul çocuklarına
varana değin, Osmanlı tu-kaka ilan edildi. Bu, resmi Osmanlı sövgücülüğü,
karşı kutupta tepkisel bir tavrı ortaya çıkardı: Osmanlı övgücülüğü.


Osmanlı övgücülüğü, Osmanlı'yı, tarihin büyük aktörlerinden biri, "ilmi ve
tarihi bir alan" olarak değil, "kutsal bir alan" olarak algıladı. Duygusal
"şanlı tarih" söylemi, şapın şekere karıştığı bir söylemdi. Bu söylem,
ataların ocağından yalnızca közü değil, külü de taşıma hevesine düştü.
"Anlamaya" değil "ağıt yakmaya" dönük olan bu söylem, kimi zaman,
Osmanlı'yı öylesine duygusal bir zeminde ele aldı ki; sanırsınız ki
tartışılan tarihsel bir fenomen değil, "inkar" ya da "iman"a konu olan
teolojik bir "postülat"dır.


Bilkent Üniversitesi'nden, ara ara sorularına muhatap olduğum mütecessis ve
uyanık bir beyin olan Hakan Koroğlu'nun elektronik posta adresimize geçtiği
mesajda, işte bu tavrın tipik bir örneği gündeme getirilmiş:


"Tarih ve Medeniyet dergisinin Ocak 1999 sayısında yer alan bir yazıdaki
birkaç satır sebebiyle sizleri yine rahatsız ediyorum. Aşağıya
alıntıladığım bu satırlarda ifade edilen görüşleri, bildiğim/anladığım/
inandığım İslam'la bağdaşır bulamıyorum. Islamiyet'i yanlış mı biliyorum?
Gaybı Allah'tan başkasının bilemeyeceği açık bir nass iken, bir akademisyen
olan hocamız bu ifadeleri nasıl dile getirir? İlm-i cifir adı altında ilmi
bir kılıfa büründürülen bu anlayış Ehl-i Sünnet nezdinde merdud değil midir? Kuruluşunun 700. yılına gireceğimiz Osmanlı Devleti'ni ilmi ölçüler çerçevesinde tanımaya ve tanıtmaya bu kadar ihtiyaç varken, ilim adamlarımız/ hocalarımız problemli din anlayişlarını tarihe uygulamakla niçin vakit kaybederler? "Aynı ilim (!) anlayışıyla,
kıyametin kopuş tarihini tesbit ettiğini iddia eden "Ondokuzculara" ne
derler?", diye düşünmeden edemiyor insan. "Sünnet düşmanları ile Ehl-i
Sünnet mutaassıpları da bazı noktalarda buluşabilir" diye sevinelim mi,
üzülelim mi, bilemiyorum? İlgili satırları okurken yaşadığım huzursuzluğu
dile getirmek gayesiyle sorduğum bu soruların yanında esas öğrenmek
istediğim, Muhyiddin-i Arabi'ye atfedilen eserin konusu ve Osmanlı
Devleti'ne işaret olarak algılanan ifadeler. Kıymetli vaktinizi aldım;
hakkınızı helal ediniz. Selam eder, afiyetler dilerim."


Neresinden ele alsak, bilmem ki? Hakan Koroğlu'nun adını verdiği dergiye
baktım, her şey aynen söylediği gibi.


İmdi, ğayb konusu, teolojik bir konu; yani bahs-i diğer. Kısaca, sünni
kelamın yaklaşımı, tam da okuyucumuzun dediği gibidir. "Ğayb"dan ne
anlaşılması gerektiği ve kelami yaklaşımların eleştirisi ise, ayrı bir
konudur. Kur'an, ğaybı yalnızca Allah'ın bileceğini açık ve kesin bir dille
ifade etmiştir. Kur'anî anlamda ğaybı "insan idrakinin algılamakta acze
düştüğü hakikatler" olarak anlamak, daha doğru bir yaklaşım olsa gerek.


İlk defa Yahudiler tarafından sistematik hale getirilen ve "kabala"
geleneğinin temelini teşkil eden rakam değerli harf sistemi "cifir"den ve
adı geçen süreli yayında Muhyiddin Arabi'ye nisbet edilen "ed-Dâiratun
Numaniyye fi'd-Devleti'l-Osmaniyye" (doğrusu eş-Şeceratu'n-Nu'maniyye fi
Devleti Osmaniyye)'ye bir sonraki yazımızda değineceğiz.

( 3 Şubat 1999 )
...

"Ya büyük veli Muhyiddin-i Arabi"nin işareti… 1165-1240 yılları arasında
yaşayan yani Osman Gazi'nin doğumundan 18 yıl önce vefat eden Şeyh-i
Ekber'in yazdığı eserleri arasında bir tanesi var ki manevi müjdelerin en
çarpıcısıdır. "Ed-Dairetun-Numaniyye fi'd-Devleti'l-Osmaniyye". Evet henüz
ortada Osman Gazi ve Osmanlı Devleti'nin hiçbir namı ve nişanı yoktur. Ama
büyük veli ilm-i cifir ile onun yakında geleceğini müjdelemiştir."

(Virgülüne dokunmadım M.İ.)

Tarih dergisi olma iddiasıyla çıkan bir süreli yayında, bir "doçent"e ait
olan bu satırlardan yola çıkarak Bilkent'li okuyucumuz şu soruları soruyor:

"İlm-i cifr adı altında ilmi bir kılıfa büründürülen bu anlayış Ehl-i
Sünnet nezdinde merdut değil midir?… Kuruluşunun 700. Yılına gireceğimiz
Osmanlı Devleti'ni ilmi ölçüler çerçevesinde tanımaya ve tanıtmaya bu kadar
ihtiyaç varken, ilim adamlarımız/hocalarımız problemli din anlayışlarını
tarihe uygulamakla niçin vakit kaybederler?… esas öğrenmek istediğim
Muhyiddin Arabi'ye atfedilen eserin konusu ve Osmanlı Devleti'ne işaret
olarak algılanan ifadeler?"

Önce cifr hakkındaki soruyu ele alalım. Cifr (aslı cefr), rakam değerli
harf sistemi olan ebced hesabı yöntemiyle bir takım tahmin ve kehanetlerde
bulunmaktır. Cifr, Şii-Caferi ekolünün kurucusu kabul edilen İmam Cafer'e
atfedilirse de, gerçekte, cifr sistemini İmam Cafer'e atfeden önceleri onun
öğrencisi ikin sonradan ona tanrılık yakıştıran Ebu Hattab el-Esedi ve
arkadaşlarıdır. Ehl-i Sünnet cifri dışlar ve bir ilim dahi saymaz. İbn
Haldun, cifri bir ilim değil kişisel yetenek olarak görür. Süyuti, ünlü
sahabi İbn Abbas'ın "ebced hesabı"nı sihrin bir çeşidi sayarak "dinle
alakası yoktur" dediğini nakleder. Cifr yöntemini en çok kullanan, mutedil
Şia'nın dahi dışladığı gulat-ı Şia'dan İsmaililer ve İsmaili metinleridir.

Oysa ki, Gazali'nin de belirttiği gibi, harflerin sayısal değerler
taşıdığına dair hiçbir tutarlı, akli ya da nakli delil yoktur. Cifr yöntemi
zannidir, zandan ilim olmaz. Cifrin peşine düşmek zannın peşine düşmektir,
oysa ki zan, Kur'an'a göre "hakikatten hiç bir şey içermez". Bu yöntemi,
Medine Yahudileri'nin, mukattaa harflerinden yola çıkarak ümmete ömür biçme
şeklinde Hz. Peygamber'e karşı kullandıkları, Hz. Peygamber'in de bunu
reddettiği bir gerçek. 19'cular başta olmak üzere, bu yöntemle kıyameti
hesaplamaya kalkanların nasıl çuvalladığını ise söylemeye dahi gerek yok.

Gelelim Muhyiddin Arabi'ye atfedilen esere: Eserin ismi
eş-Şeceratu'n-Nu'maniyye fi'd-Devleti'l-Osmaniyye'dir. Yukarıda zikredilen
isim esere değil, bir çok şerhinden birine (Mustafa b Sührab şerhi) aittir
ve o da yanlıştır. Doğrusu: Dairatu'l-Cifriyye
ale'ş-Şecerati'n-Nu'maniyye'dir.

Tüm otoritelerin ortak görüşü; bu eserin İbn Arabi'ye nisbeti asılsızdır.
Başta eş-Şeceratu'n-Nu'maniyye olmak üzere, ona nisbet edilen cifre ait hiç
bir eser, İbn Arabi tarafından tertip edilen Fihrist'te yer almamaktadır.

İbn Arabi'nin eserlerinin listesini veren es-Safedi de (el-Vafi
bi'l-Vefayat) bu eseri anmaz. Sadreddin el-Konevi'ye göre, bu eser Mısır'da
meydana gelecek hadiseler üzerine kaleme alınmıştır. Halil b. Aybek
es-Safedi'ye nisbet edilen şerhe göre, İbn Arabi'nin baştan sona bulmacaya
benzer şifrelerinden biri Selim'in Şam'ı alacağına işaret etmektedir.

İlginç olan şudur: Prof Ahmed Ateş'in tesbitine göre, 1372 (773)'ten hemen
sonra kaleme alınan bu şerhte "ve kane'l-emr kezalik: iş bu şekilde
gerçekleşmiş oldu" denilmektedir. O halde, yorumun Yavuz Selim'le,
Osmanlı'yla bir alakası olmadığı açıktır.

Kesin olan şu ki, bu gibi her anlama gelebilen, isteyen herkesin
kafasındaki anlamı verebildiği şifreli ve bulmacamsı metinler, sonra
gelenler tarafından, artık vuku bulmuş olan olaylar üzerine yorumlanıp,
"burada şuna işaret ediliyor" türünden bir te'vile gidiliyor; daha sonra da
bu te'vil, olay gerçekleşmeden çok önce yazılan metne ya da yazara
atfediliyor. Bu tür şerhlerin nüshaları kronolojik sıraya konulup, ana
metinlerdeki cifr şifrelerine yakıştırılan anlamlar alt alta dizilse,
olmadan önce bilindiği iddia edilen olayların, aslında vuku bulduktan sonra
şarihler tarafından sözkonusu metinlere atfedildiği açıkça görülecektir.

Şimdi biz, bu tür yorumların tutarsızlığını dile getirdik diye, Osmanlı
küçüldü mü? Bizce, hayır; fakat Osmanlı'nın büyüklüğünü bu tür şaibeli
yorumlar üzerine bina eden bir mantık için, evet. İşte bunun için, bu
yaklaşım, tarihi anlamada sağlıksız bir yaklaşımdır. Ve Osmanlı gibi
tarihin en önemli aktörlerinden biri, bu mantıkla, gereği gibi ne
anlaşılabilir, ne de anlatılabilir.

MUSTAFA İSLAMOĞLU(5.ŞUBAT.1999)

devr i osmanlı için taşları ayıklayıp sonra biraz düşünerek konuyu almak en iyi tarihci abi.fiemanillah...
 
T

Tarihci19

Misafir
özge kardeşim ben yazdıklarımı kendi ellerimle kendi kafamdan yazıyorum.. ve konu ile alakalı olan şeyler yazıyorum öyle örnekler veriyorum,, siz bana bir şahsın yazısını olduğu gibi copyliyorsunuz,, KENDİ fikriniz görüşünüz neyse onu yazın inşallah..
 

molla_zehra

Well-known member
tarihci abi paylaştığım yazılardaki tüm cümleler benimde tasdik ettiğim cümlelerdir.cümle kurma cahili zannetmeyin beni.sürç ü lisan ederim diye konuyla alakalı yazıları paylaşıyorum."beşerdir şaşar" bu padişahlar ve devr i osmanlıda yapılan içtihadlar içinde geçerlidir,biz osmanlı torunlarının düşünce ve anlayışı içinde geçerlidir.dedim ya önce taşları ayıklamalı bu cesareti göstermeli sonra konu üzerinde araştıma yapılmalıdır.bu insan için daha ehemmiyetlidir.fiemanillah
 
T

Tarihci19

Misafir
"""""""""""."beşerdir şaşar" bu padişahlar ve devr i osmanlıda yapılan içtihadlar içinde geçerlidir"""""""

"""""yavuz sultan selim gibi 7 evliya kudretinde olan padişahların Bayezid gibi veli padişahların bulunduğu bir devlettir şayet bu içtihadlar islama ters olmuş olsa idi bu veliler izin vermezlerdi en azından Efendimiz tarafından uyarılırlardı""""""

onlarda beşer ama bizim gibi sadece beşer değil evliya, veli, Hakdostu,,yavuzun efendimizi gördüğüne inanıyoruz 7 evliya kudretinde olduğuna inanıyoruz,, o yanlış bir iş yapacak olduğunda uyarılacağına neden inanamıyoruz?? uyarılmamış çünki yaptıkları doğrudur.. hakeza diğerleride öyle..

cümle kurma da nasılki siz hata edebilirseniz bende edebilirim o halde sizin görüşünüze göre kimse kendisi yazmasın herkes başkalarının yazılarını getirsin kopyalasın..Böyle bir şey Olur mu?
 

molla_zehra

Well-known member
ben kimse cümle kurmasın hata yapabilir kopyalama yapsın mı dedim?lütfen anlayarak okuyun.ben kendi tedirginliğimi dile getirdim ve tasdik ettiğim yazıları niye paylaştığımı söyledim.
ben osmanlı düşmanı değilim.yalnızca padişahlara isnad edilen olay ve düşüncelerin taş ayıklanmadan yapılan yorumlar olduğunu belirttim.allah aşkına merak ettim yavuz sultan selim ve beyazıd için söylediğin o "evliya kudret"liğine dair bana delil verebilir misin? fiemanillah...
 
T

Tarihci19

Misafir
öyle demediniz tabiki,, bende öyle dediğinizi iddia etmedim zaten ancak hangi mantıkla kendiniz yazmadığınızı sölediniz bende sizin mantığınızla düşündüğümüzde çıkan sonucu verdim,, herkes sizin gibi düşünürse kimse yazamaz herkes birilerinden bi yerlerden kopyala yapıştır yapar,,

Yavuz Sultan Selim e 7 evliya kudretinde padişah dendiğini ekseriyet bilir şeriye sicillerinde de gecmektedir,, (marmara universitesi tarih bölümü) ama yinede madem merak ettiniz veliliğinin delili bir kaç olayı vereyim inşallah

yavuz sultan selim ve onun sağ kolu olan hasan can vardır
yavuz doğu seferine gittiğinde
kudus nablus aclus her tarafı alır
yoldaki memleketleride alır
bunun uzerine insanların bir kısmında neden bunca yeri alıyoruz sorusu uyanır
şimdi her gece
yavuz la hasan 2 saat kur an iki saatte medrese ilmleri okurlar
bu hiç şaşmaz ama bir gun
hasan gelemz ertesi sabah namzında gelir
yavuz derki
hasan neden gelemdin
hasan can derki
efendm yeni yerlerin işleriyle uğraştık
çok yorgun düştüm
gelemedim der
bunun uzerine yavuz derki
sen bi ruya görmüşsündür
o halde
bu kadar yattığına göre
hasan düşünür
hayır der görmedim der
yavuz ısrar eder
olurmu canım bu kadar yatılırda ruya görülmezmi der
hasan iyice düşünür yo görmedim der
yavuz derki
utanma hasan gördüğünü anlat
bunun ustune hasan can kesinlikle görmediğini söleyince
yavuz derki bre hasan hayvan gibi yatmışsın yıkıl karşımdan
hasan can düşünceli bi halde çadırdan çıkıp giderken
kapıcıların
oraya yaklştığında bi kaç askerin bir araya gelmiş
konuştuklarını görür gider yanlarına sorar
kapıcı hasan adlı bir asker vardır
o bir ruya görmüştür onu anlatmaktadr
hasan can ona derki anlat
bu kapıcı hasan başlar anlatmaya
derki
efendim ruyamda ben yatağımdaydım
birden kapı çalınmaya başladı
ama öle çalınıyorduki kırılacak sandım
koştum kapıyı açtım
baktım karşımda devasa bir ordu ortasından bir nur yukseliyor
baktım kapıyı vuranda nur yuzlu bir genç
onunda hemen arkasında
3 nur gibi insan daha var
kapıyı çalan genç dediki ben hz Ali yim
bunlarda diğer halifelerdir
buda islam ordusudur sefere çıkılacak yavuz bize katılsın
ve orda uyandım der
hasan can hemen alıp bu adamı
yavuza götürür derki, efendim
hasan can kulunuz görmemiş ama kapıcı hasan görmüş bir ruya
size anlatsın
yavuz tamam der
adam anlatır ruyasını bunun uzerine yavuz derki
ordaki devlet ricaline
biz emir almadan sefere çıkmayız
yavuza ruyasında
hasan ında aynı ruyayı göreceği bildirilmiştir
yavuzda
olsa olsa hasan candır deyip o yuzden onu sıkıştırıyormuş
peyg in görülüğü ruyaların anlatılması hoş karşılanmaz
vede sadece padişahın bir sabah kalkıp
ben efendmizi gördüm sefere çağırılıyoruz
demesi bazıalrına inandırıcı gelmeyebilir
ama başka birininde görmesi
bunun gercekliğinin kanıtıdır
yavuz da o nedenle illede ruyayı anlattırmak ister
ve ordakilere cevaben de BİZ EMİR ALMADAN SEFERE ÇIKMAYIZ der
yani bunca yeri almamızın bir hikmeti vardır
ve biz kendi kafamızla almıyoruz demek ister...



Yavuz mısır seferinde sina çölünü gecerken bir ara atından iner yürümeye başlar o atından inince tüm
ordu bineklerinden inerler bir müddet yürüdükten sonra bir veziri yanına yaklaşır ve derki "efendim galiba kahireye
yalnız gitmek istersiniz? neden atınızdan indiniz?"
Yavuz derki İKİ CİHAN SERVERİ FAHRI KAİNAT EFENDİMİZ ÖNÜMÜZDE YÜRÜRKEN BEN NASIL ATA BİNERİM?
(bu vaka vukuat katipleri tarafından yazılmıştır resmidir)


Yavuz vefat etmiştir musalla taşına yatırıldığı sırada bir an avret yeri açılacak gibi olur yavuz KENDİ ELİ İLE DÜZELTİR oradakiler tekbir alırlar ve sanki canlı imiş gibi hürmet ederler... (resmidir)

Yavuz daha şehzade iken yanındaki bir nedimi derki efendim padişah olunca yeni bir saray yaptırısınız? yavuz derki 8 YILLIK SALTANAT İÇİN DEĞMEZ! daha padişah bile değildir şehzadedir ama tahtta kaç sene kalabileceğını sölemiştir.. (resmidir)

Osmanlı uleması ittifakla sölemişlerdirki Yavuz Sultan Selim 7 evliya kudretinde padişahtır... [Marmara Üniversitesi Tarih bölümü]
 
yazdıgınız mesajlar için allah razı olsun tarihçi abimede ozge ablamada tesekkur ederim .Yorum guzel fakat laf tasımayı beceremiyorum artık millet ac goster nerde geciyor diyor yerini gozterdiginiz yazılar daha faydalı oldu benim için .Allah razı olsun
 
T

Tarihci19

Misafir
herşeyin kaynağı olmaz ki,,fıkh alimleri ilerde gunlerden bir gun şöle olursa şöle yaparsınız diye yazmazlar,, biz bizden evvelki islam alimlerinin icraatlerine bakıp bu gunki durumu kıyas ederiz burdan şunu çıkarmayın Tarihci abi kafasından kıyas ediyor :) bunun kıyası zaten edilmiş şeyhülislamlar tarafından ben size aktardım sadece (örnekler için bakınız bir önceki mesaj)

sen görüşünü sölersin sonrada bunun tarihteki örneklerini verirsin (benim yaptığım gibi) karşındaki ikna olursa olur olmazzsa olmaz o onun görüşürüdr buda senin görüşündür elini vicdanına koyan insan sölediklerini kabul edecektir lakin selefi değil ise....


...
 
Üst