İnsana yardım ve/veya insanî yardım

uður1

Well-known member
Devrimci olmak zorunda mıyım?
29 Kasım 2011 Salı 07:00
Cumartesi günü Başbakan Erdoğan'ın Dersim temalı konuşmasını devasa bir Atatürk resmi önünde yapmasının "trajik" bir durum olduğunu yazmıştım.
Çünkü Başbakan, il başkanları toplantısında, "tek adam, tek parti" dönemi CHP'sine yükleniyordu. Ancak bu konuşmayı tam da eleştirmekte olduğu CHP'nin kurucusu ve Dersim tenkilinin siyasi sorumlusu önünde yapıyordu.
Yani Vesayet Rejimi görselleşmiş bir halde karşımızda duruyordu.
Peki, bu trajik durum sadece bir resimle mi oluşuyor? Yani o resmi oradan kaldırsak, sorun bitecek mi?
Hayır, bitmeyecek. Çünkü "Ordunun siyasetçiler üzerindeki egemenliği" anlamına gelen Vesayet Rejimi, kanunlara da sızmış durumda.
Örneğin Siyasi Partiler Kanunu... 1983'te yürürlüğe giren... Yani 12 Eylül 1980 darbesini yapan cuntanın eseri olan bu kanun 1982 Anayasası'nı andırıyor: Bazı değişiklikler yapılmasına rağmen, özü dimdik ayakta.
***

Mesela kanunun 4'üncü maddesi şöyle diyor:
"Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar."
("İnkılapları" şimdilik bir yana bırakalım...) Partilerin Atatürk ilkelerine bağlı olarak çalışması... Olacak iş mi?
"Atatürk ilkeleri" nedir? CHP'nin simgesi olan '6 Ok'tur!
Yani: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik...
Kenan Evren cuntasının yaptığı kanun, demokrasiden söz ediyor ama bütün partilerin CHP ilkelerine göre çalışmasını emrediyor!
Kardeşim ben bu çağda Devletçi olmak zorunda mıyım? Devletçiliği reddedip Serbest Piyasayı savunamaz mıyım? Yine bu çağda Devrimci olmak zorunda mıyım? İnsanları zorlamayan türde bir değişimden (evrimden) yana olamaz mıyım?
***

Gelim Kanun'un 85'inci maddesine:
"Siyasi partiler, Türk Milletinin Kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Atatürk'ün şahsiyet ve faaliyetlerini veya hatırasını kötülemek veya küçük düşürmek amacını güdemez ve buna yol açabilecek davranış ve faaliyetlerde bulunamazlar. Parti adları ile amblemlerinde Atatürk'ün adını veya resmini kullanamazlar."
Şu hale bakın: Diğer tüm partilerden CHP'nin kurucusunu eleştirmemeleri isteniyor! Böyle şey olur mu?
CHP oy toplamak için, kurucusu olan Atatürk'ün adını sonuna kadar kullanacak. Ama diğer partiler onların bu siyasetine gıklarını çıkaramayacak. 1923-1938 döneminin günahlarla dolu olduğunu bileceğiz ama görmezden geleceğiz. Susacağız.
***

Siyasi Partiler Kanunu elbette havada durmuyor. Dayanağı Anayasa'nın "Başlangıç" bölümü ve değiştirilemez ilk üç maddesi...
CHP'lilerin, Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarına başlarken "Bizim kırmızıçizgilerimiz var" demeleri boşuna değil. Diğer partilerin CHP ilkelerine uymaları işlerine geliyor.
Çünkü Anayasa'nın "Başlangıç" bölümü, kısaca ifade edersek, "Atatürk milliyetçiliğinden ve ilkelerinden ayrılamazsınız" demekte.
***

Ben "siyasi hayat kuralsız olsun, herkes kafasına estiği gibi davransın" demiyorum elbette.
İyi de, siyaseti ve partileri, Atatürk'e endekslemek... Daha doğrusu Atatürk adına konuşanların çıkarlarına bağlamak, kural oluşturmak değil ki!
Kurallar, ilkeler ve yasaklar "soyut" olur. Halbuki biz Anayasasında ve kanunlarında "özel isim" üzerinden zorla yönlendirmeler ve yasaklar getiren üç ülkeden biriyiz. Diğerleri: Kuzey Kore ve İran...
AK Parti'nin gücü kendi başına Anayasa yapmaya yetmiyor. Peki, bu gerici kanunları niye değiştirmiyor?
Sabah

İnsana yardım ve/veya insanî yardım
01 Aralık 2011 Perşembe 06:20
Soru şu; insana yardım için mazlum ve mağdur olanın yardım talebini beklemeli mi? Önemli ve esaslı bir soru.

Önemli; çünkü zulmün hemen her çeşidiyle ve dünya üzerinde hemen her yerde yaşandığı bir dönemin insanıyız. Maalesef. Ailede, okulda, çevrede, toplumda, siyasette, ekonomide. Zalim kim, mazlum kim? Zalim de insan, mazlum da insan ve bunda hiç şüphe yok.

Esaslı bir soru dedim; esas kelimesinin kökeni ve mana bütünlüğünü de hesaba katarak. Çünkü İslami perspektiften dünyaya bakan, hayat felsefesini, yaşam tarzını, düşünce sistemini ve istikametini İslam'ın emir ve yasaklarına göre belirleyen insanlar olarak bizlere bu hususta ciddi mükellefiyetler yüklenmiş. "Doğrusu, O zalimleri sevmez." (Şura, 42/40) mealinde onlarca ayette yer alan fezlekeler, bu fezlekelere dayanak olarak zikredilen onlarca zulüm çeşidi Kur'an'da anlatılmaktadır.

Efendimiz de (sas) birçok hadiste kavli olarak bu hakikati tebliğ etmiş ve fiili hayatı ile de yaşayarak göstermiştir. Mesela şu hadis oldukça camii bir hadistir: "Kişi zalim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin." Sahabi sorar burada ve der ki: "Ya Rasulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse nasıl yardım edeyim?" Belki o mekânda olsaydık çoklarımızın soracağı bir soruydu bu. Cevap, alabildiğine nettir: "Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu, ona yardım etmektir." (Buhari, Mezalim, 4)

Zulme hiç değinmedik? Zulüm ne peki? Tersten başlayayım; adaletin zıddı. Adalet, hakkın gözetilmesi ve korunması ise zulüm, adalet sınırlarını korumamak, gözetmemek demek. Adalet her şeye hakkının verilmesi ise zulüm verilmemesi demek. Ve adalet her şeyin yerli yerine konulması ise zulüm, yerli yerine koymamak, koyamamak demek. Bu zaviyeden bakınca hem adaletin hem de zulmün çok geniş bir anlam çerçevesi var. En basitinden insanın kendisine Allah tarafından bahşedilen kabiliyetlerini, özelliklerini, maddi-manevi imkânlarını yerli yerinde kullanmaması zulümden öte bir kavramla açıklanamaz. Bununla beraber biz genelde zulüm dendiği zaman kendimizin kendimize yaptığı haksızlıkları değil de başkalarına yapılan veya başkaları tarafından bize yapılan haksızlıkları gündeme alırız. Zaten sorunun devamında bu açıkça belirtiliyor.

İmdi; zulme maruz kalan insanlara yardım için onların yardım çığlıklarını beklememek gerek. Halk arasındaki öngörüyü, feraseti, basireti ifade eden enfes yaklaşımla söyleyecek olursak; "perşembenin gelişini çarşambadan görüp" ona göre tedbir alma cihetine gitmek, insan olmanın gereğidir. Din kardeşliği bu sürece hız kazandırır. Komşuluk, arkadaşlık, akrabalık münasebeti ve yakınlığı mükellefiyet dozajını artırır. Aynı vatan topraklarını paylaşıyor olmamız; bir tek devlet çatısı altında yaşıyor bulunmamız şuur, dikkat, temkin, tedbir, fedakârlık gibi insani vasıfların hayat sahnesinde zuhuruna öncelik tanır, daha doğrusu tanımalıdır.

Fakat yaşanan gerçeklere göre şekilleri değişecek bu yardımların kalıcı ve sürekli olmasına dikkat edilmelidir. "Balık ikramı yerine balık tutmayı öğretme" deyimi ile ifade edilen tarzda mazlum ve mağdurların onur, şeref ve haysiyetleri ile de oynamadan, onları sürekli yardım alan değil, aksine başkalarına da yardım eden bir pozisyona yükseltme temel hedef olmalıdır. Planlamalar an'lık, günlük değil, gelecek nesilleri de içine alacak şekilde düzenlenmelidir.

Kendisine zulüm yapılanın dini kimliği önemli mi? Tek kelime ile hayır. Bir insanın ihyasını insanlığın ihyası olarak niteleyen bir dinin mensuplarının başka türlü düşünmesi zaten düşünülemez.
Zaman
 
Üst