HZ. FATlMA-TÜZ ZEHRA (Radıyallahü Anhâ)

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah (s.a.v.) kızına nasihat ettikten sonra Ali’yi (r.a.) davet etti. Ona da Fâtıma’yı (r.anhâ) ısmarladı.“Yâ Ali! Fâtıma’nın hatırına riâyet eyle. O benden bir parçadır. Onu hoş tut. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun” buyurdu, ikisini de Allahü teâlâya ısmarladı. Sonra kalkıp gitmeğe azimet etmişti ki:

Fâtıma (r.anhâ) “Yâ Resûlallah! İçerinin hizmetini ben görürüm. Dışarısının hizmetini de Ali (r.a.) görür. Bana bir câriye ihsan ederseniz, bana bazı işlerimde yardımcı olur. Beni memnun edersiniz” dedi. Resûlullah buyurdu ki: “Ey Fâtıma! Sana hizmetçiden daha iyi bir şey mi in’âm edeyim. Yoksa hizmetçi mi ihsan edeyim?”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Fâtıma (r.anha) “Hizmetçiden iyisini ihsan eyle” dedi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Hergün otuzüç kerre (Sübhanallah), otuzüç kerre (Elhamdülillah), otuzüç herre (Allahü ekber) bir kerre de (Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerike leh. Lehülmülkü ve lehül hamdü ve nüve alâ külli şey’in kadir” söyle. Hepsi yüz kelimedir. Kıyâmette bin hasene (iyilik) bulursun. Mizan’da hasenatın ağır gelir.” Bunları söyleyip, evimizden çıkıp, se’âdetle gittiler.

Hz. Fâtıma, Ali’yi (r.a.) üzecek ve gadap verecek bir şey yapmadı. Asla emrine muhalefet etmedi. Hz. Ali de Fâtıma’nın gönlünü, kıracak bir harekette bulunmadı.

Abdullah İbni Abbas (r.a.)’ın bildirdiği hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.): “Ben ilmin terazisiyim. Ali bu terazinin kefeleri, Hasan ve Hüseyin ipleri, Fâtıma, kefelerin asıldığı demiri ve benden sonra gelen halifeler düşey demirdir. Bu terazi ile dostlarımızın amelini tartarlar” buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Bir hadîs-i şerîfte: “Eğer Ali yaratılmasa idi. Fâtıma’ya münasip kimse bulunmazdı.” buyurmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfte “Yâ Ali! Allahü teâlâ sana, Fâtıma’yı zevce yaptı. Yeryüzünü ona mehr kıldı. Sana buğz ederek yeryüzünde yürüyen kimsenin, bu yürümesi harâmdır” buyurdu.

Bilâl-i Habeşî (r.a.) anlatıyor. Bir gün Resûlullah (s.a.v.) mübârek yüzü ayın ondördünden daha parlak olduğu halde yanımıza geliyordu. Abdurrahman bin Avf (r.a.) server-i âlemi karşıladı. “Babam, anam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Bu ne nurdur?” dedi.

Resûlullah (s.a.v.): “Bu kardeşim, amcam oğlu ve damadım hakkında Rabbimden gelen müjdedir. Allahü teâlâ, Fâtıma’yı, Ali’ye tezvic ettiği zaman, Cennetin sahibi olan Rıdvan adındaki meleğe Tuba ağacını sallamasını emir buyurdu. Rıdvan salladı. Bizim dostlarımız sayısınca senetler saçıldı.

Allahü teâlâ nurdan melekler yarattı. Her meleğe o senetlerden birer tane verdi. O senetlerde “Resûlümü ve Ehl-i beytimi halis sevenler, Cehennemden uzak olmuştur” diye yazılmıştır, buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Enes bin Mâlik (r.a.) rivâyet etmiştir: Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte buyurdular ki: “Kıyâmet günü halk aç, susuz ve çıplak iken biz dört kişi binek üzerinde oluruz. Ben kendi bineğim olan Burak üzerine binerim. Sâlih (aleyhisselâm) devesi üzerine biner. Fâtıma, benim Asbâ adındaki deveme biner. Ali bin Ebî Talib de Cennet develerinden birine biner..”

Ebû Bekr Sıddîk (r.a.), “Allahü teâlâ ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile süslerim. Biri Peygamberlerin üstünü Muhammed’dir (aleyhisselâm), Biri Allah’tan korkanların üstünü Ali’dir. Üçüncüsü kadınların üstünü, Fâtıma-tüz-Zehra’dır. Dördüncü köşedeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin’dir” buyurduğunu bildirmektedir.

İbni Abbâs (r.a.) bildiriyor ki: Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda idim. Hz. Fâtıma ağlayarak geldi: “Babacığım! Hasan ve Hüseyin evden çıkmışlardı. Uzun zaman geçti. Hâlâ gelmediler. Ali (r.a.) da evde yok ki gidip onları çağırsın, şimdi ne yapacağız?” dedi. “Yâ Fâtıma! Üzülme, Allahü teâlâ onları muhafaza eder” buyurdu. Sonra: “Yâ Rabbi! Eğer iki torunum denizde iseler inâyet kayığın ile sahile ilet. Eğer sahrada iseler, hidâyet rehberin ile evine getir” diye duâ buyurdular. Cebrâil aleyhisselâm geldi
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
“Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Onlar dünyâdakilerin büyüklerindendir. Anneleri daha yüksektir. Üzülmeyin Neccâroğullarının bahçesinde emniyettedirler. Allahü teâlâ onları muhafaza etmek için iki melek tayin etmiştir. Kanatları ile onları örterler, dedi. Resûl (aleyhisselâm) o bahçeye doğru yola, koyuldular.

Hz. Hasan ve Hüseyin’i melek ile beraber alarak eve dönerken, Ebû Eyyüb Ensârîye (r.a.) rastladılar. Ebû Eyyûb (r.a.) meleği hissetmeyip, iki torununu da beraber götürdüğünü zannederek “Yâ Resûlallah! birini bana verin, Cenabınızın yükünü hafifleteyim” dedi. Resûlullah:

“Yâ Ebâ Eyyüb! Bunlar dünyâda mükerrem, ukbâda muhteremdirler. Anneleri bunlardan daha üstündür” buyurdu. Eshâb-ı kirâma hitaben: “Size dede ve nine bakımından insanların en şereflilerinin kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu. Yâ Resûlullah! (s.a.v.) haber verin dediler. Buyurdu ki:

“Hasan ve Hüseyin’dir. Çünkü dedeleri, Allahın peygamberi, nineleri Hadîce-tül-Kübrâ’dır.” Sonra: “Baba ve anneleri bakmandan insanların en üstününü haber vereyim mi?” buyurdular. Eshâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallah! Buyurun dediler. Resûlullah (s.a.v.) “Babaları Ali bin Ebî Talib, anneleri Fâtıma binti Resûl (s.a.v.) olan Hasan ve Hüseyin’dir” buyurdular.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Osman, Resûlullaha (s.a.v.) ziyafet vermişti: Hz. Ali ziyafetten çıkıp eve geldi Hz. Fâtıma, Hz. Ali’yi üzüntülü gördü. Sebebini sordu.

Hz. Ali “Yâ Fâtıma! Biz de biraz zengin olup da, Resûlullahı (s.a.v.) davet etseydik. Bu gün Hz. Osman davet etti. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anha): “Biz de davet edelim” dedi. Hz. Ali: “Ey Habîbullahın kerîmesi! Ne ikram ederiz, hangi yemekleri veririz?” dedi. Hz. Fâtıma:

“O, Allahü teâlânın sevgilisidir. Hak teâlâ O’na yemek verir”, dedi.

Hz. Ali, Resûlullahın huzuruna vardı: “Yâ Resûlallah! Kerîmeniz Fâtıma, sizi evine davet ediyor”, dedi.Resûlullah (s.a.v.): “Yalnız beni mi, yoksa Eshâbımla beraber mi çağırıyor” buyurdu. Hazret-i Ali:

“Eshâb-ı kirâm da beraber buyursunlar” dedi. Resûlullah (s.a.v.) Eshâb-ı ile kalkıp, Hazret-i Fâtıma’nın evine teşrif ettiler. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anha):

“Yâ Rabbi! Biliyorsun, Habîbin ve Eshâbı bu miskinîn evini şereflendirdiler. Onlara ikram edecek bir şeyim yok. Sen onlara ihsan, ikram et, ni’metler ver!” diye duâ etti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Bir tenceresi vardı. Ocağa koydu. Hak teâlâ lütfederek tencereyi yemekle doldurdu. Hazret-i Fâtıma bu yemeği Resûlullahın huzuruna götürdü. Eshâb-ı kirâm ile beraber yediler. Resûlullah (s.a.v.) “Bu Cennet yemeklerindendir.” buyurdu.

Hz. Fâtıma odasına girip Hak teâlâya şükür secdesi etti. “Yâ Rabbi! Kölem yok ki âzâd edeyim. Bu ümmetin günahkârlarından bir kısmının Cehennem ateşinden âzâd edilmesini istiyorum, diye duâ etti. Hemen Cebrâil (aleyhisselâm) geldi:

“Yâ Resûlallah! Kızın Fâtıma, ümmetinin günahkârları için münâcaat etti. Hak teâlâ sana selâm söyledi ve “Fâtıma’nın evine gelen yüz erkek ve yüz kadından her birinin her adımına Cehennemden bir kişiyi azad etti” buyurduğunu haber verdi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ehl-i beyti nebevinin fazilet ve kemalâtı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh etmeğe insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmaktadır. İmâm-ı Şafiî bunu çok güzel bildiriyor, diyor ki:

“Ey! Ehl-i beyt-i Resûl, sizi sevmeği, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde emr ediyor. Namazlarında size duâ etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefiniz ne kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ, Kurân-ı kerîmde sizleri selâmlıyor.” Ehl-i beyti sevmek her mü’mine farzdır. Son nefeste îmân ile gitmeğe sebep olur.

Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Fâtıma benim bir cüzümdür. (Yâni benden bir parçadır), onu kızdıran, beni incitir.” Ebû Hureyre (r.a.) diyor ki: Peygamberimiz (s.a.v.) İmâm-ı Ali’ye (r.a.) karşı buyurdu ki:“Fâtıma bana senden daha sevgilidir. Sen bana ondan daha azizsin, yani kıymetlisin!”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Bir gün, Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali’ye: “Yâ Ali! Allahü teâlâ hazretlerini sever misin?” diye sordu. Hz. Ali “Evet severim”, dedi.“Beni sever misin?” buyurdu. Hz. Ali de: “Evet” dedi. “Hasan ve Hüseyin’i sever misin?” buyurdu. Hz. Ali yine: “Evet severim” dedi. Habîb-i Ekrem:

“Yâ Ali! Bu kadar sevgiyi bir kalbe nasıl sığdırıyorsun?” buyurdu.

Hz. Ali bir cevap veremiyeceğini söyledi. Hz. Fâtıma’ya durumu anlatınca: “Bunda düşünecek ve üzülecek ne var? Hak teâlâyı ve Resûlünü (s.a.v.) sevmen imândandır. Beni sevmen nefsin içindir. Hasan ve Hüseyin’i sevmen tabiatındandır.” dedi. Hazret-i Ali bu cevâbı Resûlullaha (s.a.v.) söyledi. Resûl-i ekrem (s.a.v.): “Bu meyve ancak Peygamberlik ağacından alınmıştır.” buyurdular.

Yani bu cevap senden değil Fâtıma (r.anha)’dandır, demek istediler. Peygamberimiz (s.a.v.) hastalığı şiddetlenince, Hz. Fâtıma’yı istedi. Gelince sinesine çekip, kulağına bir söz söyledi. Fâtıma (r.anha) ağladı. Sonra birşey daha söyledi. Sevindi. Âişe (r.anha) Bu hâdiseyi bildirir, der ki:

(Ey Fâtıma, bir anda hem üzülmek, hem de sevinmek görmedik. Bunun sebebi nedir?) Resûlullahın sırrını beyan etmek caiz değildir, dedi. Resûlullah (s.a.v.) ahirete gittikten sonra, o sözler ne idi, diye sordum. Cevabında: “Resûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki:

“Cebrâil aleyhisselâm her sene bana bir kerre Kur’ân-ı kerîmi arz ederdi. Bu sene iki kerre arz etti. Anladığım ecelim yaklaşmıştır.” Ben bundan ağladım. Sonra bana: “Ehl-i beytimden en önce sen bana gelir, kavuşursun.” buyurdu onun için sevindim” dedi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullahın vefâtı günü, Hak teâlâ Azrâil aleyhisselâma “Git, Habibimden izin iste. Eğer izin verirse, mübârek ruhunu kabzeyle, izin vermezse geri dön” buyurdu. Azrâil aleyhisselâm, yardımcılarından bin melek ile, cevahirle süslü elbiseler giyip geldiler. Azrâil aleyhisselâm köylü kıyafetinde hücre kapısında durup:

“Esselâmü aleyküm yâ Ehle Beytinnübüvveti ve ma’denirrisâleti izin var mıdır içeri girmeğe, Allahü teâlâ size rahmet eylesin”, dedi. O vakit Hz. Fâtıma, Resûlullahın (s.a.v.) yastığı kenarında oturur idi.

Hz. Âişe, yâ Fâtıma cevap ver dedi. Fâtıma (r.anha) kapıya gelip “Allahü teâlâ senin gelişine ecirler versin. Babam şimdi haliyle meşguldür, içeri girmek müyesser değildir” dedi. Yine tekrar izin istedi, yine evvelki cevâbı verdi. Üçüncüde, yüksek sesle izin istedi. Bütün Ehl-i beyt onun heybetinden korktular. Titremeğe başladılar. O zaman Resûlullah (s.a.v.) kendinden geçmiş idi. Uyanınca “Ne oluyor?” buyurdu. Bir köylü kapıda durup izin ister, ne kadar özür dilediysek, kabul etmedi, dediler. Resûlullah (s.a.v.): “O köylü değildir. Melek-ül-mevt ve lezzetleri yıkıcıdır.” buyurdu. Fâtıma (r.anha) bunu işitip: Vah Medine harâb oldun dedi. Çok ağladı. Sonra, Hz. Fâtıma’nın elini tutup, mübârek göğsüne koydu.

Bir zaman mübârek gözlerini açmadı. Hazır olanlar, mübârek ruhunun kabz olunduğunu sandılar. Hz. Fâtıma, mübârek ağzını, Resûlullahın (s.a.v.) kulağına getirip Ey! babacığım dedi. Ondan cevap gelmedi. “Canım sana fedâ olsun. Bana bak ve bir söz söyle” dedi. Resûlullah (s.a.v.) mübârek gözünü açıp:

“Kızım, bir miktar sabr eyle. Ağlama, zira Hamele-i Arş, senin ağlaman, için ağlaşırlar” buyurdu. Sonra mübârek eliyle Hz. Fâtıma’nın gözlerinin yaşını sildiler. Teselli verip, Allahü teâlâdan sabır vermesini istediler ve“Ey kızım, benim ruhum kabz olacak. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, diyesin. Ey Fâtıma, gelen her musîbete bir karşılık verilir” buyurdu. Kızının bu halini görünce Onu teselli etmek için “Babanın çekeceği sıkıntı, ancak bu kadardır. Başka hiç bir sıkıntı görmez” buyurdu. Sonra mübârek gözlerini kapadı.

Hz. Fâtıma âh! babacığım, dedi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bundan sonra babana üzüntü ve gussa olmaz. Zira fani âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor’’. Fâtıma ile konuşma tamâm olunca Hz. Âişe’yi çağırarak nasihat ettiler. Fâtıma’ya (r.anha) “Oğlum Hasan ve Hüseyin’i getir” buyurdular. Geldiklerinde, Resûlullahı bu halde görünce o kadar ağlaştılar ki mecliste bulunanların yürekleri yandı.

Hasan’ın (r.a.) yüzünü mübârek yüzüne koydu. Hz. Hüseyin’in yüzünü mübârek sinesine koydu. Resûlullah Onlara şefkatle baktı. Alınlarını öptü. Ta’zim ve tekrim etti. Hz. Fâtıma, Resûlullah (s.a.v.) vefât edince “Ey benim babam, Cebrâil aleyhisselâm kime gelir. Vahy kime getirilir? Yâ Rabbi! Benim canımı al da Resûlün ile olayım.” diyerek mersiyeler söyledi
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor: Resûlullahın (s.a.v.) yüksek huzurlarında bulunuyorduk. Hz. Ali gelip, geride bir yerde oturdu. Server-i âlem (s.a.v.) Hz. Ali’yi çağırdı. Hz. Ali ileri geçip, Resûl-i ekremin önüne oturdu. “Yâ Ali! Allahü teâlâ seni benim üzerime dört haslet ile mükerrem kıldı” buyurdu.

Hemen Hz. Ali dizlerinin üzerine kalkıp başını toprağa koydu. “Babam, anam sana fedâ olsun Yâ Resûlallah! Köle efendisinden mükerrem mufaddal olur mu?” dedi. Resûl-i ekrem, “Yâ Ali! Hak teâlâ bir kuluna ikram etmek, onu üstün yapmak isterse, o kuluna gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiç kimsenin hatırına gelmediği şeyi verir”buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
FÂTIMA-TÜZ ZEHRA’NIN VEFATI

Hazret-i Fâtıma, Resûlullah (s.a.v.) vefât ettikten sonra hiç gülmemiştir. Ayrılık ateşi ile daima yanmış ve Resûlullah (s.a.v.) efendimizin verdiği müjde zamanını bekler olmuştur. Gündüzleri oruç tutarak geceleri ibâdetle geçirmiştir. Vefat edeceğine yakın: “Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum” buyurmuştu. O zaman kadınları tabuttan kefene sarılı olarak perdesiz çıkarmak âdet idi. Esma binti Ümeyr, (r.anha) buyuruyor ki:

“Habeşistan’da iken hurma dallarını çadır gibi ördüklerini görmüştüm” dedim. Hz. Fâtıma “Bunu yanımda yap da göreyim” dedi. Esma yaparak gösterdi, çok hoşuna gitti ve duâ etti. Resûlullah (s.a.v.) vefât ettikten sonra güldüğü hiç görülmemişti, öldükten sonra beni sen, yıka, Ali de bulunsun. Başka kimse içeri girmesin diye vasiyet etti. İşte bunun için Hz. Ali cenazesine kimseyi çağırmadı.

Bir habere göre, Hz. Abbas (r.a.) Ehl-i beytden birkaç kişi ile cenaze namazını kılıp, gece defn ettiler. Başka haberlere göre, ertesi gün Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer Fârûk ve bir çok sahâbî hasta ziyâreti için, Hz. Ali’nin evine geldiler. Anlayınca bize niçin haber vermedin? Namazını kılardık. Hizmetini görürdük, diyerek üzüldüklerini bildirdiler. Hz. Ali kendisini erkeklerin görmemesi için, gece defn olunmasını vasiyet ettiğini, vasiyeti yerine getirmek için böyle yapıldığını söyliyerek, özür diledi

Hz. Fâtıma, Resûlullahın (s.a.v.) vefâtından altı ay sonra, Ramazan-ı şerîfin 3. Salı gecesi akşam ile yatsı arasında vefât etmiştir. Vefatında yirmidört yaşında idi.

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler: Râvîler, Hazret-i Fâtıma’nın çok hadîs-i şerîf rivâyet ettiğini bildirmişlerdir. Bunlardan bazıları:“Kızım Fâtıma, dikkat et, bütün mü’min kadınların veya bu Muhammed ümmeti kadınlarının büyüğü olmana râzı değil misin?”

“Ey benim kızcağızım, kalk Rabbinin rızkına hazırlan, gâfil olma. Zira âlemleri rızıklandıran Cenâb-ı Hak insanların rızıklarını safağın sökmesiyle güneşin doğması arasında dağıtır.” buyurdu.

“Hadîd, Vâkıa ve Rahman surelerini okumağa devam eden kimse yerde ve göklerde “Firdevs Cenneti yerlisi” diye anılır.”

“Kızım Fâtıma Allahü teâlâ şüphesiz sana azâp etmiyeceği gibi, senin çocuklarına da azâb etmiyecektir.”

“Dikkat ediniz, bir kimsenin eli bulaşık olduğu halde yatıp sabah kalktığında o yüzden kendine bir bela ve rahatsızlık gelirse, kendisinden başkasına kabahat bulup kötülemesin.”

“Cuma gününde öyle bir saat vardır ki: Mü’min ve müslüman olan bir kimse tam o saatte Cenâb-ı Haktan bir şey dilerse, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ Onun duasını kabul buyurarak dileğini verir.”buyurdular.

İlâhi! Fâtıma evlâdı hatırına,

Son sözüm kelime-i tevhid ile ola!

Eğer bu duamı edersen red ya kabul!

Sarıldım, Ehl-i beyt-i Nebî eteğine.

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-19

2) El-İsâbe cild-4, sh-377

3) El-İstiâb cild-4, sh-373

4).Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-39

5) Belezûri, Ensâb-ül-eşrâf cild-1, sh-269

6) Mektûbat-ı İmâm-ı Rabbâni cild-2, mek. 59

7) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6, sh-282

8) Şevâhid-ün-Nübüvve cild-7, sh-19

9) Medâric-ün-Nübüvve cild-2, sh-594

10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1005, 58, 306, 469, 839, 924, 974, 975

11) Sahîh-i Buhârî Fedâil-i Ehl-i Beyt

12) Sahîh-i Müslim Fedâil-i Ehl-i Beyt

13) Sevâik-ul-Muhrika sh-226
 
Üst