Haydi Namaza Cenâb-ı Hak buyuruyor:

uður1

Well-known member
Haydi Namaza
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Muhakkak namaz, mü’minler üzerine vakitlenmiş olarak farzdır.” (Nisâ, 103)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Namaz, gözümün nûrudur.” (Nesâî, Ahmed bin Hanbel)
Rasûlullâh (sav), ashâb-ı kirâma beş vakit namazın ehemmiyet ve muhtevâsını îzâh için şu suâli sordu:
Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?”
Sahâbîler:
“–O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz.” deyince Rasûl-i Ekrem (sav):
Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Allâh beş vakit namazla günahları silip yok eder.” buyurdu. (Buhârî, Mevâkît, 6)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mütekebbir: Büyüklüğün kemâlinde her şeyden yüce, her kötülükten münezzeh, kullarına zulmetmekten berî, her şeyde, her işte ve hadisede, aklın ve vehmin anlayış kabiliyetinin çok üstünde olan azâmet ve yüceliğini gösteren demektir.
Kısa Günün Kârı
Ey Rabbimiz! Bizleri ihlas ve huşu ile namaza devam edenlerden kıl!
Lügatçe
muhtevâ: İçerik, kapsam.
izâh:
Açıklama.
 

uður1

Well-known member
OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ OTUZ ÜÇ PENCEREDİR
ON YEDİNCİ PENCERE
اِنَّ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ [SUP]1[/SUP]
[SUP] [/SUP]
Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki: İcad-ı eşyada müşevveşiyeti iktiza eden ve intizamsızlığa sebep olan nihayetsiz sehâvet ve bir cûd-u mutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü tezyin eden bütün nebâtâtı gör.

Hem mizansızlığı ve kabalığı iktiza eden, icad-ı eşyadaki sür’at-i mutlaka dahi kemâl-i mevzuniyet içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak.

Hem ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktiza eden kesret-i mutlaka dahi, kemâl-i hüsn-ü san’at içinde görünüyor. İşte, yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.

Hem san’atsızlığı, basitliği iktiza eden, icad-ı eşyadaki suhulet-i mutlaka dahi, nihayetsiz derecede san’atkârlık ve maharet ve ihtimamkârlık içinde görünüyor.

İşte, yeryüzündeki ağaç ve nebâtat cihâzâtının sandıkçaları ve programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.

Hem ihtilâf ve ayrılığı iktiza eden uzaklık ve bu’d-u mutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor. İşte, bütün aktâr-ı zeminde zer’ edilen her nevi hububata bak.

Hem karışmayı ve bulaşmayı iktiza eden kemâl-i ihtilât, bilâkis, kemâl-i imtiyaz ve tefrik içinde görünüyor.

İşte, bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibarıyla birbirine benzeyen tohumların, sünbül vaktinde kemâl-i imtiyazları ve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere kemâl-i imtiyazla tefrikleri ve mideye giren karışık gıdaların muhtelif âzâ ve hüceyrâta göre kemâl-i imtiyazla ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.

Hem ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği iktiza eden gayet derecede mebzuliyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuatça, san’atça, nihayet derecede kıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte, o hadsiz acaib-i san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında, yalnız, kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak, kemâl-i rahmeti kemâl-i san’at içinde gör.

İşte, bütün rû-yi zeminde, gayet kıymettarlıkla beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde, hadsiz ihtilât ve karışıklıkla beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz imtiyaz ve tefrik içinde, gayet uzaklıkla beraber son derecede muvafakat ve benzeyiş; ve son derece benzemek içinde, gayet derecede suhulet ve kolaylıkla beraber gayet derecede ihtimamkârâne yapılış; ve gayet derecede güzel yapılış içerisinde, sür’at-i mutlaka ve çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mizanlı ve israfsızlık; ve gayet derecede israfsızlık içinde, son derece çokluk ve kesretle beraber son derecede hüsn-ü san’at; ve son derece hüsn-ü san’at içinde, nihayet derecede sehâvetle beraber intizam-ı mutlak, elbette gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Hakîm-i Zülkemâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin vücub-u vücuduna ve kemâl-i kudretine ve cemâl-i rububiyetine ve vâhidiyetine ve ehadiyetine şehadet ederler, [SUP]2[/SUP]
لَهُ اْلاَسْمَاۤءُ الْحُسْنٰى sırrını gösterirler.

Şimdi, ey biçare cahil, gafil, muannid, muattıl! Bu hakikat-i uzmâyı neyle tefsir edebilirsin? Bu nihayet derecede mu’cize ve harika keyfiyeti neyle izah edebilirsin? Bu hadsiz derecede acip şu san’atları neye isnad edebilirsin? Bu yeryüzü derecesinde geniş bu pencereye hangi perde-i gafleti atıp kapatabilirsin?

Senin tesadüfün nerede, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuz yoldaşın ve dalâlette istinadgâhın ve arkadaşın nerede? Bu işlere tesadüfün karışması yüz derece muhal değil mi? Ve şu harika işlerin binden birinin tabiata havalesi bin derece muhal olmuyor mu? Yoksa câmid, âciz tabiatın, herbir şeyin içinde o şeyden yapılan eşya adedince mânevî makine ve matbaaları mı var?
[h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] [SUP]1[/SUP] : “Muhakkak ki, göklerde ve yerde, iman edenler için deliller vardır.” Câsiye Sûresi, 45:3.
[SUP]2[/SUP] : “En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.

Lügatler :
acaib-i san’at : san’at harikaları
âciz : güçsüz, zayıf
aktâr-ı zemin : yeryüzünün dört bir tarafı
Alîm : herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah
âzâ : âzalar, organlar

Basîr : herşeyi gören Allah
biçare : çaresiz

bilâkis : aksine, tersine
bu’d-u mutlak : sınırsız uzaklık
cemâl-i rububiyet
: Rablığın güzelliği; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliği
ehadiyet : Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi

cihâzât : cihazlar, donanım
cûd-u mutlak : sınırsız cömertlik
gafil
: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
gayet : son derece
hadsiz : sayısız

hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i uzmâ
: en büyük hakikat
Hakîm-i Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yapan Allah

hububat : tohumlar, taneli bitkiler
hüceyrât
: hücreler
hüsn-ü san’at : güzel san’at

icad-ı eşya : varlıkların yaratılması
ihtilâf : farklılık
ihtilât
: karışıklık
ihtimamkârâne : dikkatlice ve özenle çalışarak

ihtimamkârlık : dikkatle çalışma, özenle iş görme
iktiza : gerektirme
imtiyaz : farklılık, diğerlerinden ayrı olma

insicam : düzgün, uyumlu akış
intizam : düzen
intizam-ı mutlak
: tam ve mükemmel düzen
itibarıyla : özelliğiyle

ittifak-ı mutlak : tam birliktelik
Kadîr : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl
: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kemâl-i hikmet : hikmetin mükemmelliği

kemâl-i hüsn-ü san’at : mükemmel san’at güzelliği
kemâl-i ihtilât : tam bir karışıklık
kemâl-i imtiyaz
: tam bir farklılık, diğerlerinden ayrılma
kemâl-i kudret : güç ve iktidarın mükemmelliği

kemâl-i mevzuniyet : mükemmel bir ölçü ve denge
kesret-i mutlak : sınırsız çokluk
kemâl-i rahmet
: tam bir rahmet
kemâl-i san’at : san’atın mükemmelliği
kesret : çokluk
keyfiyet : nitelik, özellik
kıymettar : kıymetli
kıymettarlık : kıymetlilik
kudret : güç, iktidar

maharet : beceri, ustalık
masnuatça
: san’at eseri varlıklar bakımından
mebzuliyet : bolluk, çokluk
mevzun : ölçülü

miskin : zavallı
mizan : ölçü
mizanlı
: ölçülü, dengeli
muannid : inatçı
muattıl : Allah’ı inkâr eden
muvafakat : uygunluk

müşevveşiyet : karışıklık
nebâtât : bitkiler
nevi : tür, çeşit
nihayet : son

nihayetsiz : sonsuz
perde-i gaflet : gaflet perdesi

Rahîm-i Zülcemâl : sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah
Rahmânî : rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen
rû-yi zemin : yeryüzü

sandıkça : küçük sandık
sehâvet : cömertlik

Semî’ : herşeyi işiten Allah
suhulet : kolaylık

suhulet-i mutlaka : tam bir kolaylık
sür’at-i mutlaka
: son derece hız
şehadet : şahitlik, tanıklık

tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
tarihçe-i hayat : hayatın özeti
tefrik
: birbirinden ayırma
tefsir : açıklama, yorum

temâşâ : seyretme
tezyin : süsleme
vâhidiyet
: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi
vücub-u vücud : varlığının zorunlu oluşu

Zât-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah
zemin : yer
zer’ etme : ekme, dikme


 

uður1

Well-known member
Bediüzzaman nasıl geri bildirim alırdı?
04 Aralık 2011 Pazar 06:53
Geri bildirim, elektrik-elektronik sistemlerde kullanılan teknik bir terimdir. “Feedback” kelimesinden sosyal alana taşınan bir kavramdır. Geri besleme anlamındaki bu teknik kavramın ifade ettiği anlamı; bir elektronik devrede giriş sinyallerinden, yani verilerden sistemin planlanan çıkışındaki değerlerin giriş değerleri ile uyumunu sağlamayı amaçlayan bir sistemdir.

En basit örneği sokak lambalarının hava kararınca otomatik olarak yanmasını sağlayan fotosel sensörlerle çalışan otomatik anahtarlama sistemidir. Ortam aydınlandığında ise otomatik olarak söndürür. Elektronik devrelerde daha karmaşık işlemlerde hep bu (feedback) sistemi çalışır.

Şimdi sosyal alanlarda “feedback” kavramı ise, geri besleme değil “geribildirim” olarak sosyal davranışların, toplumun algı ve kanaatlerinin alınması konusunda kullanılır.
Keza, endüstriyel işletmeler piyasa beklenti ve algılarını öğrenmek için bu geri bildirimlere çok önem verilmektedir. Kuruluşların AR-GE birimleri, bırakın geri bildirim almayı nasıl geri bildirim alınması gerektiği üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Alınan geri bildirimlere göre ileriye yönelik stratejiler geliştirmektedirler. İleride karşılaşılacak problemlere kriz çıkmadan proaktif düşünerek tedbir alabilenler krizi kolay atlatabiliyorlar. Kara düzen çalışanlar da batıyorlar.

Araştırma kuruluşları, istatistik biliminin temeli geri bildirimlerin sayısal değerlerinden sosyal sonuçlar çıkarmaya dayanmaktadır. “Kanaate göre değil kanıta göre” karar vermek içindir.

Geri bildirim, fertlerin tekâmülü için de çok faydalı bir yoldur. İnsan kusurunu görüp düzeltmesi ile kemâle erişebilir. Bir dostun bize hatamızı söylemesi boynumuzdaki akrebi göstermesi olarak değerlendirilmeli. Özeleştiri, nefis muhasebesi yine aynı cümleden yaklaşımlardır.

Kâmil ve mütevazi insanlar geri bildirimden memnun olurlar. Enaniyeti güçlü, kibir, gurur küpü kendini beğenenler geri bildirimden hoşlanmazlar. Etrafındaki dalkavuklardan hoşlanırlar. Asıl tehlike ise her yapılana “hikmet buyurdunuz, evet efendimci” diyen dalkavuklardan gelir. Zaten en büyük hata kişinin kendini hatasız görmesidir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin geri bildirime çok önem verdiği hususu Barla Lahikasında dikkatimi çekti. Hayrette kaldım.

Barla hayatı döneminde, telif edilen her risale bir vesile “Santral Sabri” ünvanı verdiği talebesine ulaştırılıyor. Oradan yazılmak ve çoğaltılmak üzere o günün şartlarında sayıları üç beş kişi olan talebelere dağıtılıyor. Tashih için aynı yoldan geliyor ve son şeklini alıyor.

Barla lahikası mektuplarına bakıldığında ilk mektuplar Hulusi imzalı. Her telif edilen risaleyi okuyan Yüzbaşı Hulusi Bey, okuduğu risaleden anladıklarını kendi üslubu ile Üstada yazdığı mektupla paylaşıyor. Sadece çok iyi, güzel, harika diye genel ifadelerle değil o risalenin konusu hakkında muazzam ilmi bir değerlendirme yapıyor.

Sonra Santral Sabri’nin mektupları dikkati çekiyor. Yine her okudukları risale hakkında anladıkları mânâyı geri bildirim olarak Üstad’a aktarıyorlar. Sayfaları çevirince Ahmed Hüsrev’in mektupları risaleler hakkındaki mülâhazalarını içeren mektuplar var. Sonra, Re’fet Bey’in mektupları, suallerine cevaplar. Şamlı Hafız Tevfik, Hafız Ali, Asım, Süleymanlar, Mustafalar, Rüştü, Bekir Bey, Hakkı efendi, Lütfi ….vs’ler gibi daha birkaç isimlerin mektupları, istifadelerini ifade ettikleri gayet derin Tevhid dersleri niteliğinde mektuplar.

Bazı değerlendirmeler müşterek. Okunduktan sonra mektup olarak yazılıyor. Muazzam bir mektupla, uygulamalı ve interaktif eğitim denilebilir. Yanlış mânâ verenleri de tashih ediyor Üstad. O mektupları yazanların seviyeleri şu gün için de havas mertebesinde ulema sınıfındadır. Konu sadece kâtip, söyleneni yazıp kopya yapan rolünde değildir. İlmi derinlik ve vukufiyete sahip olduklarını anlamak mümkün.

Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı mektuplarında bakınız nasıl geri bildirim istiyor?
(Hulusi beye hitaben yazılmış bir mektuptur);
“Evvelâ: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım; ‘gördüğüm hâkikat acaba hâkikat mıdır?’ diye sormuyorum. Belki ‘hâkikate açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?’ diye soruyorum. Çünkü, umumun telakkisini sizin kadar bilmiyorum….” (Barla Lahikası, 135)

Demek umumun telakkisi, algısı, anladığı önemliymiş.

Yine aynı mektubun ilerleyen bölümlerinde “Fakat bence böyle efdaliyet meselesinde kabul-ü âmmeyi ihsas eden âdet-i cemaat medar-ı tercihtir. Âdet-i İslâmiye nasıl gelmiş o daha efdaldir” diyor.

Mesele gayet açıktır: Umumun telakkisi, kabul-ü âmme, âdet-i cemaatin (sayıların değil âdetlerin) medar-ı tercih olması bugünkü deyimle kamuoyunun genel kabulünün ne kadar önemli olduğunu ders veriyor.

Halbuki, Kur’an’ın mânevi mucizesi olan Risale-i Nur, o zamana kadar selef âlimlerin Haşir akidesi hakkında “bu nakildir akıl bu yolda gidemez” dedikleri alanda Onuncu Söz gibi bir risale hakkında dahi; “Haşir Risalesini çok buldunuz mu?” (s. A.g.e. syf.164) diye sorması çok mânidardır.

Bu zamanda bizlere ne oluyor ki, anladığımızı “yegane doğru budur” diyerek uhuvvet ve muhabbeti ortadan kaldıran inadımızda ısrar ediyoruz.

Bütün memleket ahalisi, kamuoyu, risaleden ders alanların ekseriyetinin kanaatlerini hiçe sayarak cemaati cemiyetten tecrit edenler biraz empati yapmalı. Sahabe mesleğinin sırrı olan, “veraset-i nübüvvet sırrı”na haiz olmanın şartı, iman hakikatlerini tebliğ vazifesidir.

İnsanların ekseriyeti ile çatışarak, ters düşerek nasıl tebliğ vazifesi yapılabilir?
Eğer Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a talebe olduğumuzu iddia ediyorsak cemaat ve cemiyete kulak vermeliyiz. “Bu böyledir!” diye dayatmak nefsin ve kollektif gururun ürünüdür.

Toplumun pusulası, saat ayarı mesabesinde olan Risale-i Nur camiası, hakikati tebliğ etmek noktasında saat ayarı ve pusula olma misyonu ile topluma hem kulak vermek hem de tebliğ vazifesini ifa etmek konumundadırlar.

Pusula rolü gerçek liderliktir. Emir vermekle değil mensup ve muhatap olduğu topluma kulak vermekle yapılabilir.
 
Üst