Hâlık’ını Sormayı Unutan Bir Seyyâh

Livza

Well-known member
Milletimizin en büyük özelliklerinden biri,adresi bilmediği halde adres tarif etmesi veya yardımcı olmaya çalışırken yanlış ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarmasıdır.Hâlık’ını sormayı unutan bir seyyâhın yaşadıklarıdır.Milletimizin en büyük özelliklerinden biri, adresi bilmediği halde adres tarif etmesi veya yardımcı olmaya çalışırken yanlış ve istenmeyen
sonuçlar meydana çıkarmasıdır.
İşte bu durumlarda başka birine daha danışmamakla hatanın ortağı olduğunuzu bilmenizi isterim. Küçükken sorduğumuz çoğu soruya yanlış veya eksik cevaplar aldığımızdan dolayı yaşantımızın geri kalan kısmında bir selde sürüklenmişcesine yaşamamız buna en güzel örneklerdendir.
***
Çaresiz ve zor durumdaydı. Belli ki aradığını bulmak için çok çalışmış, kendi başına halledemeyince yardım istemek aklına gelmişti. Fakat kime sorduysa yanlış yönlendirilmiş, ya art niyetle veya yardım etme düşüncesi sorduğu kişiler daha da uzaklaşmasına sebep olmuştu. Umudu tükenmiş, gücü azalmış, imkânı kalmamıştı.Halbuki aradığı bir adresten başka bir şey değildi Mazotunun azaldığını fark etti.Akşam bastırmadan ya bulmalıydı yada kendine dinlenecek bir yer ayarlamalıydı.Yorgunluktan dolayı ilk gördüğü otele yanaştı. Artık işini sabaha bırakmıştı. Çocuk sayılacak yaşlarda başlamıştı yollarla tanışması ve bu iş hayatına yansıyarak şoför olmuştu. Bir seyyah gibi geziyordu.Ama kaderin onu götüreceği asıl yolculuğa henüz çıkmamıştı. Yatağına uzandı.Gözlerini kireçle boyanmış tavanda gezdirdi. İçi sıkıldı.Her sıkıntının, her olumsuzluğun kendi başına geldiğini düşünüyordu. İsyan etmese de hayırlısı olsun da demedi. Bir boşlukta bıraktı kendini. Çok yorulmuştu, duşunu aldı,balkona çıktı, çayını yudumlarken gökyüzünü seyre daldı. Temâşâ ediyordu.“Ben bu yeryüzünde aracımla adres elimde olduğu halde, o kadar yardım almama rağmen yolumu bulamazken nasıl oluyor da, bu yıldızlar, bu gezegenler, bu bulutlar bu karmaşada yollarını bulup devamlı hareket ediyorlar?” diye aklından geçirirken alt katın balkonundan gelen seslerle irkildi, kendine geldi. Merakla eğilip aşağıya baktı. Üç arkadaş elinde bir kitap bir şeyler okuyor ve yorumluyorlardı. Kulak kabarttıktan sonra ilk duyduğu cümle şu olmuştu:“Kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın müşahedatıdır.”1
Yine daldı ve düşünmeye başladı.Adresi bulamamasının, yorulmasının, hep yanlış kişilere sormasından kaynaklandığını düşündü, sonra başka bir eksikliği daha fark etti. Başka bulamadığı veya aramaya
cesaret edemediği şeyler vardı. Duyduğu cümlede geçen “Hâlıkını soran” kısmı aklına
geldi. Daha önce hiç bunu düşünmemişti. Halbuki yolu yarılamış, 35 yaşını devirmişti.
Hâlıkını aramalı ve bulmalıydı.Alt kata birdaha kulak verdiğinde duyduğu cümle,kendisinde bir şok etkisi oluşturdu. Duyduğu cümle şuydu:“Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya
göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin.”2 Tutunduğu demirlere adeta zımbalanmıştı.Kanının çekildiğini fark etti. Neydi bu duydukları, nasıl cümlelerdi. Düşünceleri
sür’at-i intikal ediyordu. Sonra “Allah!” diye bağırdığını ve alt katın kapısına koştuğunu fark etti. Üç arkadaş gelen sesin sahibini bulmak için çoktan kapıyı açmışlardı. Koşarak
alt kata geldi ve kendisini kapıda bekleyen arkadaşlara çocukça bir heyecan ve merakla
ilk sorduğu soru şu olmuştu:“Neydi o okuduğunuz?”
Üç arkadaş şaşkınlıktan şu cevabı verdi.“İman hakikatleri…”
Peşine müthiş bir soru daha geldi.“Kim yazmış, hangi kitapta yazılmış?” diye bağıran biri duruyordu kapılarında. İçeriye davet ettiler, Risale-i Nur’u anlattılar,tanıttılar, çaylarını içmeye ve okumaya devam ettiler. Arzdan, semadan,yağmurdan,buluttan, rüzgârdan konuşuldukça daha da
dikkat kesildi. Bu cümleler de başka bir anlamlı geldi ona,
“Sonra o yolcu, cevdeki rüzgâra bakar görür ki, hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmâne ve kerîmâne istihdam olunuyor ki,güya o camit havanın şuursuz zerrelerinden her bir zerresi, bu Kâinat Sultanından gelen
emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmayarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zîhayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkihine vasıta
olmak gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârane ve alîmâne ve hayatperverâne istihdam olunuyor.”3 Sonra sevk-i İlâhî ile bu arkadaşların
istihdam olunduğunu fark etti. Ders bitmiş, sohbet başlamış, kısa bir tanışmadan sonra
aradığını bulduğunu anlamıştı artık.Yorgunluk kendini hissettirdiğinde her ne
kadar bu güzel ortamı bırakmak istemese de dinlenmesi gerekti. Çünkü sabaha, aradığı başka bir şeyi bulması gerekti. İzin istedi ve kalktı. Kapıdan uğurlanırken eline tutuşturulan Küçük Sözler’i koridorda açtı ve hatıra notunu okudu.
“Bazen küçük sözler çok büyük hakikatler
içerir ve çok şeyler anlatır.”
Selâm ve duâ ile…
Dipnotlar:
1- Şuâlar, 7. Şuâ, Âyetü’l-Kübrâ
2- A.g.e.
3- A.g.e
15.01.2013
SERTAÇ LÜSER​
 
Son düzenleme:
Üst