Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Kuran Öğreniyorum
Hafızlık Eğitimi
Hâfızlık, Fazileti ve Tarihteki Yeri
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="kasif1" data-source="post: 264319" data-attributes="member: 1008778"><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>KUR’ÂN-I KERİMİ lafzen okumaya kıraat, güzel okumanın usullerini öğreten ilme tecvid, Kur’ân okuyan kişiye de kârî denir, çoğulu kurrâ’dır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Kur’ân-ı Kerîmin tamamını ezberleyene de hâfız denir. Arapçada korumak, ezberlemek mânâsındaki “hıfz” kökünden türemiş bir sıfat olan hâfız, Kur’ân-ı Kerîmi ezberleyen ve hâfızasında koruyan kişidir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfız sadece Kur’ân-ı Kerîmin kelimelerini, âyetlerini ezberleyen değil, aynı zamanda onun mânâsını kalbine ve ruhuna nakşeden, beynine alan ve gönül dünyasında sey-reden bir insandır. Kur’ân’ı içine sindirmiş olan gerçek hâfız yürüyen ve konuşan Kur’ân demektir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfız kelimesine nisbet edilen el-Hâfız, Allah’ın güzel isimlerinden biridir ve “Her yönden esirgeyip koruyan, insanların ve cinlerin bütün amellerini muhafaza eden, asla zayi etmeyen” anlamındadır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Şüphesiz ki Kur’ân’ı ve onu koruyacak olan da Biziz” âyetinde de ifade edildiği gibi Kur’ân’ın gerçek sahibi ve koruyucusu o kelâmın mutlak sahibi olan Allah’tır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfızlar, Peygamberimizin (a.s.m.) özel iltifatına mazhar olan insanlardır: </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Hâfız olup da Kur’ân okuyan kimse meleklerle beraberdir” hadisinde bildirildiği gibi, hâfız her an meleklerle birlikte, meleklerin arasında, meleklerle içiçedir. Çünkü meleklerin en çok ilgi duydukları olay, Kur’ân’ın okunduğu ve dile getirildiği yerlerdir. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Kur’ân’ı beynine nakşeden ve kalbine yerleştiren hâfızlar, hem dünyada şerefli ve saygın insanlardır, hem de âhirette akrabalarına ve yakınlarına şefaatçi olacaklardır. Bu müjdeyi Efendimiz (a.s.m.) şu sözleriyle verirler:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Kim Kur’ân okur ve onu ezberler, helâlini helâl kılar ve haramını haram kılarsa, Allah, bu Kur’ân sebebiyle onu Cennetine koyar ve ailesinden Cehenneme girmeyi hak eden on kişiye şefaat hakkı tanır.” </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfızları Abese Sûresinde sözü edilen sefere-i kirama benzeten Peygamber Efendimiz (a.s.m.), hâfızların Cen-nette onlarla beraber olacağını müjdelemiştir. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamberimiz (a.s.m.) kendisine vahyolunan âyetleri ezberinde tutar ve daha sonra Sahabilere okurdu. Kur’ân’ı hâfızasına nakşedip ilk muhafaza eden bizzat kendisidir, ilk hâfız odur.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Kıyamet Sûresinin 16. ve 17. âyetlerinde işaret edildiği gibi Cenâb-ı Hak tarafından garanti edildiği şekilde Pey-gamber Efendimiz (a.s.m.), aldığı vahyi derhal bellemiş oluyordu. Bu yönüyle hâfızlık bir Peygamber mesleğidir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamber Efendimiz (a.s.m.) her sene Ramazan ayındao zamânâ kadar vahyedilmiş olanbütün Kur’ân’ı Hz. Cebrail ile mukabele ederdi. Dünyasını değiştireceği seneye rastlayan Ramazan’da bu mukabele iki defa olmuştu.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Asr-ı Sâadette Hafızlık</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hayatta iken Sahabilerin çoğu Kur’ân-ı Kerîmi ya tamamen veya bir kısmını ezberlemiş durumdaydılar. Ancak Sahabiler içinde hâfız olanların sayısı kesin olarak bilinmiyor. Fakat bazı olaylar dolayısıyla Sahabiler arasında çok sayıda hâfız olduğunu öğreniyoruz. Meselâ hicretin 4. yılında meydana gelen Bi’rü Maûne Vak’asında 70 kadar hâfız Sahabinin, Hicre-tin 12. yılında ise Yemame Savaşında bazı kaynaklara göre, 70; bazı kaynaklara göre ise 500, 700 veya daha fazla hâfız Sahabinin şehit olduğu rivâyet edilmektedir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamberimiz (a.s.m.) daha Mekke’de iken Sahabilerden Hz. Erkam’ın evinde bizzat Kur’ân öğretimine başlamıştı. Aynı şekilde hicretten iki yıl önce Birinci Akabe Bîatını müteakip Mus’ab bin Umeyr’i, Evs ve Hazreç ka-bilelerinden Müslüman olanlara Kur’ân öğretmek üzere Medine’ye göndermişti.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamberimizin (a.s.m.), Müslümanlara Kur’ân öğretmek için indiği yere “Dârü’l-kurrâ” denildiği gibi, hicretten sonra da Peygamberimizin mescidi Dârü’l-Kurrâ gibi kullanılmıştı Mescidin suffesi İslâm tarihinde Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından açılan ve ilk yatılı Kur’ân kursu idi ve burada yüzlerce öğrenci vardı. Bu Sahabilere Suffe Ashabı denirdi ve bizzat Efendimizin (a.s.m.) rahlesi ve dizi dibinde yetişiyorlardı.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Suffe Ashabının bir kısmı hâfızdı ve hep Kur’ân’la meşgul olurlardı. Civar kabileler Peygamberimize (a.s.m.) gelip İslâmı öğretecek hoca istediklerinde Peygamberimiz (a.s.m.) hâfız olan Sahabileri gönderirdi.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Peygamberimiz (a.s.m.), sayıları kırkı bulan vahiy katiplerine ve hâfızlara özel önem vermiş, sağlığında Kur’ân-ı Kerîmi onlara yazdırmış, İslâmı tebliğ için onları görevlendirmiş, üstün zeka ve kabiliyetleri sebebiyle elçilik ve valilik görevlerine onları getirmiştir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hatta, Kur’ân’ın dört kişiden alınmasını tavsiye etmiş-tir. Bunlar; Abdullah bin Mes’ud, Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Salim, Muaz bin Cebel ve Ubey bin Ka’b.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>İlk tabaka kurralar şu isimlerden meydana geliyordu:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>1. Osman bin Afvan, 2. Ali bin Ebi Talib, 3. Ubey bin Ka’b, 4. Abdullah bin Mes’ud, 5. Zeyd bin Sabit, 6. Ebû Mûsa el-Eş’âri, 7. Ebû’d-Derdâ.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfız olan Sahabiler, Mekke, Medine, Kufe, Basra, Şam ve Mısır gibi merkezlerde ders vererek kendi kıraatlarını sonraki nesillere aktaracak talebeler yetiştirmişlerdir. Meselâ Hz. Osman, Muğire bin Şihab el-Mahzumi’yi yetiş-tirmiş, Muğire de kıraat imamlarından İbn-i Amir’in hocalarından olmuştur.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Yedi kıraat imamı olan, 1. Nâfi, 2. İbn-i Kesir, 3. İbn-i Amir, 4. İmam-ı Âsım,</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>5. Hamza, 6. Ebû Amr, 7. Kisâî’nin okuyuş tarzları genellikle Sahabe-i Kiram’dan Ubey bin Ka’b, Zeyd bin Sabit, Ebû’d-Derda, Abdullah bin Mes’ud, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye dayanır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hz. Ebû Bekir (r.a.), Kur’ân-ı Kerîmi tek cilt haline getirme görevini vahiy katipleri komisyonunca yapmıştır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hz. Ömer (r.a.), genç ve yaşlı kurra’yı meclisinde bulundururdu.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hz. Osman (r.a.), Kur’ân-ı Kerîmin çoğaltılmasını hâfızlar ve vahiy katipleri önderliğinde yapmıştır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hz. Ali (r.a.) ise, hâfızları ikram için evine davet ederdi.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Sahabeden Ümmü Varaka, Hz. Aişe, Hz. Hafsa ve Ümmü Seleme gibi hanımlar da hâfızlar arasında idi.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Abbasiler döneminde Harun Reşid’in hanımı Zübeyde’nin üç yüz kadar hâfız cariyesi bulunmakta ve saraydan dışarıya “arı kovanı gibi” Kur’ân sesleri yayılmaktaydı.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Osmanlı Döneminde Hâfızlar</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Osmanlı döneminde Kur’ân eğitimine ve hıfzına ayrı bir önem verilirdi. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlattığına göre, o dönemde sadece İstanbul’da dokuz bin hâfız vardı. Bunların üç binini kadınlar oluşturuyordu.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Osmanlı döneminde bazı türbelerde sürekli Kur’ân okuyan hafızlar görev alırdı. Meselâ Eyüp Sultan türbesinde görevli 72 hâfız vardı. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Fatih Sultan Mehmet Hanın türbesinde ise 90 kadar hâfız, her biri günde 16 dakika Kur’ân okumak üzere her gün nöbetleşe türbeye gelirdi. Bu sûretle 1481’den 1924’e kadar 443 yıl boyunca, Fatih’in başucunda, bir dakika ol-sun Kur’ân sesi eksik olmamıştı. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Aynı şekilde 1917’de Yavuz Sultan Selim Hanın Mukaddes Emanetleri İstanbul’a getirmesinden itibaren Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar asırlarca 40 hâfız hiç ara vermeden Kur’ân okudular.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>* * *</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Ünlü ruh doktoru Mazhar Osman’ın, hastaları Kur’ân sesi ile tedavi etmesi orijinal bir buluştur. Zira ruhun asıl gıdası, Kur’ân’ın lahutî sesidir, Davudî mizmarıdır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Ülkemizde hâfızlık müessesesinin bir nizama bağlanması isteyen Ali Rıza Sağman’dır. İlk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin zamanında 1933 yılına kadar ancak dokuz tane resmî Kur’ân Kursu açılabilmişti. Bu sayı 1991 yılında beş bini aşmış, 2001 yılı itibariyle de bu sayının üç bin beş yüz civarındaydı.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Kur’ân Kurslarında hâfız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığınca tespit edilen bölgeler ve merkezde imtihanlar yapılır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Türkiye’de hâfızlık belgesine sahip en az yetmiş beş bin kişi olduğu tahmin edilmektedir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hafız Olmanın Yaşı</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfız olmanın belli bir yaşı yoktur. Tâbiin ulemasın-dan Süfyan bin Uyeyne gibi 4 yaşında hâfız olanlar olduğu gibi, 60-70 yaşında hıfzını tamamlayanlar da olmaktadır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>2001 yılında gazetelerde yer alan bir habere göre, İzmir Büyük Hatay Kız Kur’ân Kursu’nda, torunu yaşındaki ta-lebelerle beraber yılmadan çalışmaya devam eden Bedia isminde bir hanım, gençlerle beraber Kur’ân’ı hıfzetmenin mutluluğunu yaşamıştır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfızlık merasimiyle diplomasını alan Bedia Hanım, “Ben 5 yıldan beri hâfız olmak için çalışıyorum. Allah’tan çok istedim ve bana verdi. Çok mutluyum. Gençlere bir mesajım var. Bu işe biraz olsun zaman ayırırlarsa, inşâallah yarı yolda kalmazlar. Zamanlarını öldürmesinler ve gönülden isteyince, Allah’ın kendilerini yarı yolda bırakmayacağına inansınlar” şeklinde konuşmuştur. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Hâfızlık ve Risale-i Nur:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>İslâm uleması Kur’ân hıfzını devamlı şekilde teşvik etmiş ve bu vazifenin ihmal edilmemesi üzerinde durmuşlardır. “Kur’ân hıfzına çalışmak mı, yoksa Risale-i Nurla meşgul olmak mı daha iyidir?” şeklindeki bir soru üzerine Bediüzzaman Said Nursî şu cevabı verir:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'ân'ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur'ân'ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem (öncelikli) ve müreccahtır (üstündür). Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur'ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin burhanları, hüc-cetleri olduğundan ve Kur'ân'ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.” </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>* * *</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Bir başka mektubunda ise yine bir soru vesilesiyle hâ-fızları bekleyen ciddi bir tehlikeye parmak basar ve dikkat çeker: “Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: ‘Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor (artıyor), ne yapayım?”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>Ben de dedim:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme (harama bakma). Çünkü rivâyet var: İmam-ı Şâfiî'nin (r.a.) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir (Harama bakmak unut-kanlık verir).”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Evet, ehl-i İslâmda (Müslümanlarda), nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye (nefsin arzuları) heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla (yanlış yollarla) israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir (hâfızası zayıflar).</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede (sıcak ülkelerde) o su-i nazardan (yanlış bakıştan) su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î, küllî (az, çok) o şekvâdadır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle (artmasıyla), hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.’ </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"><strong>“Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a (ha-fızlığa) bu sû-i nazarla (yanlış bakışla) bazılarda set çeki-lecek; o hadisin tevilini gösterecek.” </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #800080"></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="kasif1, post: 264319, member: 1008778"] [SIZE=4][COLOR=#800080][B]KUR’ÂN-I KERİMİ lafzen okumaya kıraat, güzel okumanın usullerini öğreten ilme tecvid, Kur’ân okuyan kişiye de kârî denir, çoğulu kurrâ’dır. Kur’ân-ı Kerîmin tamamını ezberleyene de hâfız denir. Arapçada korumak, ezberlemek mânâsındaki “hıfz” kökünden türemiş bir sıfat olan hâfız, Kur’ân-ı Kerîmi ezberleyen ve hâfızasında koruyan kişidir. Hâfız sadece Kur’ân-ı Kerîmin kelimelerini, âyetlerini ezberleyen değil, aynı zamanda onun mânâsını kalbine ve ruhuna nakşeden, beynine alan ve gönül dünyasında sey-reden bir insandır. Kur’ân’ı içine sindirmiş olan gerçek hâfız yürüyen ve konuşan Kur’ân demektir. Hâfız kelimesine nisbet edilen el-Hâfız, Allah’ın güzel isimlerinden biridir ve “Her yönden esirgeyip koruyan, insanların ve cinlerin bütün amellerini muhafaza eden, asla zayi etmeyen” anlamındadır. “Şüphesiz ki Kur’ân’ı ve onu koruyacak olan da Biziz” âyetinde de ifade edildiği gibi Kur’ân’ın gerçek sahibi ve koruyucusu o kelâmın mutlak sahibi olan Allah’tır. Hâfızlar, Peygamberimizin (a.s.m.) özel iltifatına mazhar olan insanlardır: “Hâfız olup da Kur’ân okuyan kimse meleklerle beraberdir” hadisinde bildirildiği gibi, hâfız her an meleklerle birlikte, meleklerin arasında, meleklerle içiçedir. Çünkü meleklerin en çok ilgi duydukları olay, Kur’ân’ın okunduğu ve dile getirildiği yerlerdir. Kur’ân’ı beynine nakşeden ve kalbine yerleştiren hâfızlar, hem dünyada şerefli ve saygın insanlardır, hem de âhirette akrabalarına ve yakınlarına şefaatçi olacaklardır. Bu müjdeyi Efendimiz (a.s.m.) şu sözleriyle verirler: “Kim Kur’ân okur ve onu ezberler, helâlini helâl kılar ve haramını haram kılarsa, Allah, bu Kur’ân sebebiyle onu Cennetine koyar ve ailesinden Cehenneme girmeyi hak eden on kişiye şefaat hakkı tanır.” Hâfızları Abese Sûresinde sözü edilen sefere-i kirama benzeten Peygamber Efendimiz (a.s.m.), hâfızların Cen-nette onlarla beraber olacağını müjdelemiştir. Peygamberimiz (a.s.m.) kendisine vahyolunan âyetleri ezberinde tutar ve daha sonra Sahabilere okurdu. Kur’ân’ı hâfızasına nakşedip ilk muhafaza eden bizzat kendisidir, ilk hâfız odur. Kıyamet Sûresinin 16. ve 17. âyetlerinde işaret edildiği gibi Cenâb-ı Hak tarafından garanti edildiği şekilde Pey-gamber Efendimiz (a.s.m.), aldığı vahyi derhal bellemiş oluyordu. Bu yönüyle hâfızlık bir Peygamber mesleğidir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) her sene Ramazan ayındao zamânâ kadar vahyedilmiş olanbütün Kur’ân’ı Hz. Cebrail ile mukabele ederdi. Dünyasını değiştireceği seneye rastlayan Ramazan’da bu mukabele iki defa olmuştu. Asr-ı Sâadette Hafızlık Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hayatta iken Sahabilerin çoğu Kur’ân-ı Kerîmi ya tamamen veya bir kısmını ezberlemiş durumdaydılar. Ancak Sahabiler içinde hâfız olanların sayısı kesin olarak bilinmiyor. Fakat bazı olaylar dolayısıyla Sahabiler arasında çok sayıda hâfız olduğunu öğreniyoruz. Meselâ hicretin 4. yılında meydana gelen Bi’rü Maûne Vak’asında 70 kadar hâfız Sahabinin, Hicre-tin 12. yılında ise Yemame Savaşında bazı kaynaklara göre, 70; bazı kaynaklara göre ise 500, 700 veya daha fazla hâfız Sahabinin şehit olduğu rivâyet edilmektedir. Peygamberimiz (a.s.m.) daha Mekke’de iken Sahabilerden Hz. Erkam’ın evinde bizzat Kur’ân öğretimine başlamıştı. Aynı şekilde hicretten iki yıl önce Birinci Akabe Bîatını müteakip Mus’ab bin Umeyr’i, Evs ve Hazreç ka-bilelerinden Müslüman olanlara Kur’ân öğretmek üzere Medine’ye göndermişti. Peygamberimizin (a.s.m.), Müslümanlara Kur’ân öğretmek için indiği yere “Dârü’l-kurrâ” denildiği gibi, hicretten sonra da Peygamberimizin mescidi Dârü’l-Kurrâ gibi kullanılmıştı Mescidin suffesi İslâm tarihinde Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından açılan ve ilk yatılı Kur’ân kursu idi ve burada yüzlerce öğrenci vardı. Bu Sahabilere Suffe Ashabı denirdi ve bizzat Efendimizin (a.s.m.) rahlesi ve dizi dibinde yetişiyorlardı. Suffe Ashabının bir kısmı hâfızdı ve hep Kur’ân’la meşgul olurlardı. Civar kabileler Peygamberimize (a.s.m.) gelip İslâmı öğretecek hoca istediklerinde Peygamberimiz (a.s.m.) hâfız olan Sahabileri gönderirdi. Peygamberimiz (a.s.m.), sayıları kırkı bulan vahiy katiplerine ve hâfızlara özel önem vermiş, sağlığında Kur’ân-ı Kerîmi onlara yazdırmış, İslâmı tebliğ için onları görevlendirmiş, üstün zeka ve kabiliyetleri sebebiyle elçilik ve valilik görevlerine onları getirmiştir. Hatta, Kur’ân’ın dört kişiden alınmasını tavsiye etmiş-tir. Bunlar; Abdullah bin Mes’ud, Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Salim, Muaz bin Cebel ve Ubey bin Ka’b. İlk tabaka kurralar şu isimlerden meydana geliyordu: 1. Osman bin Afvan, 2. Ali bin Ebi Talib, 3. Ubey bin Ka’b, 4. Abdullah bin Mes’ud, 5. Zeyd bin Sabit, 6. Ebû Mûsa el-Eş’âri, 7. Ebû’d-Derdâ. Hâfız olan Sahabiler, Mekke, Medine, Kufe, Basra, Şam ve Mısır gibi merkezlerde ders vererek kendi kıraatlarını sonraki nesillere aktaracak talebeler yetiştirmişlerdir. Meselâ Hz. Osman, Muğire bin Şihab el-Mahzumi’yi yetiş-tirmiş, Muğire de kıraat imamlarından İbn-i Amir’in hocalarından olmuştur. Yedi kıraat imamı olan, 1. Nâfi, 2. İbn-i Kesir, 3. İbn-i Amir, 4. İmam-ı Âsım, 5. Hamza, 6. Ebû Amr, 7. Kisâî’nin okuyuş tarzları genellikle Sahabe-i Kiram’dan Ubey bin Ka’b, Zeyd bin Sabit, Ebû’d-Derda, Abdullah bin Mes’ud, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye dayanır. Hz. Ebû Bekir (r.a.), Kur’ân-ı Kerîmi tek cilt haline getirme görevini vahiy katipleri komisyonunca yapmıştır. Hz. Ömer (r.a.), genç ve yaşlı kurra’yı meclisinde bulundururdu. Hz. Osman (r.a.), Kur’ân-ı Kerîmin çoğaltılmasını hâfızlar ve vahiy katipleri önderliğinde yapmıştır. Hz. Ali (r.a.) ise, hâfızları ikram için evine davet ederdi. Sahabeden Ümmü Varaka, Hz. Aişe, Hz. Hafsa ve Ümmü Seleme gibi hanımlar da hâfızlar arasında idi. Abbasiler döneminde Harun Reşid’in hanımı Zübeyde’nin üç yüz kadar hâfız cariyesi bulunmakta ve saraydan dışarıya “arı kovanı gibi” Kur’ân sesleri yayılmaktaydı. Osmanlı Döneminde Hâfızlar Osmanlı döneminde Kur’ân eğitimine ve hıfzına ayrı bir önem verilirdi. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlattığına göre, o dönemde sadece İstanbul’da dokuz bin hâfız vardı. Bunların üç binini kadınlar oluşturuyordu. Osmanlı döneminde bazı türbelerde sürekli Kur’ân okuyan hafızlar görev alırdı. Meselâ Eyüp Sultan türbesinde görevli 72 hâfız vardı. Fatih Sultan Mehmet Hanın türbesinde ise 90 kadar hâfız, her biri günde 16 dakika Kur’ân okumak üzere her gün nöbetleşe türbeye gelirdi. Bu sûretle 1481’den 1924’e kadar 443 yıl boyunca, Fatih’in başucunda, bir dakika ol-sun Kur’ân sesi eksik olmamıştı. Aynı şekilde 1917’de Yavuz Sultan Selim Hanın Mukaddes Emanetleri İstanbul’a getirmesinden itibaren Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar asırlarca 40 hâfız hiç ara vermeden Kur’ân okudular. * * * Ünlü ruh doktoru Mazhar Osman’ın, hastaları Kur’ân sesi ile tedavi etmesi orijinal bir buluştur. Zira ruhun asıl gıdası, Kur’ân’ın lahutî sesidir, Davudî mizmarıdır. Ülkemizde hâfızlık müessesesinin bir nizama bağlanması isteyen Ali Rıza Sağman’dır. İlk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin zamanında 1933 yılına kadar ancak dokuz tane resmî Kur’ân Kursu açılabilmişti. Bu sayı 1991 yılında beş bini aşmış, 2001 yılı itibariyle de bu sayının üç bin beş yüz civarındaydı. Kur’ân Kurslarında hâfız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığınca tespit edilen bölgeler ve merkezde imtihanlar yapılır. Türkiye’de hâfızlık belgesine sahip en az yetmiş beş bin kişi olduğu tahmin edilmektedir. Hafız Olmanın Yaşı Hâfız olmanın belli bir yaşı yoktur. Tâbiin ulemasın-dan Süfyan bin Uyeyne gibi 4 yaşında hâfız olanlar olduğu gibi, 60-70 yaşında hıfzını tamamlayanlar da olmaktadır. 2001 yılında gazetelerde yer alan bir habere göre, İzmir Büyük Hatay Kız Kur’ân Kursu’nda, torunu yaşındaki ta-lebelerle beraber yılmadan çalışmaya devam eden Bedia isminde bir hanım, gençlerle beraber Kur’ân’ı hıfzetmenin mutluluğunu yaşamıştır. Hâfızlık merasimiyle diplomasını alan Bedia Hanım, “Ben 5 yıldan beri hâfız olmak için çalışıyorum. Allah’tan çok istedim ve bana verdi. Çok mutluyum. Gençlere bir mesajım var. Bu işe biraz olsun zaman ayırırlarsa, inşâallah yarı yolda kalmazlar. Zamanlarını öldürmesinler ve gönülden isteyince, Allah’ın kendilerini yarı yolda bırakmayacağına inansınlar” şeklinde konuşmuştur. Hâfızlık ve Risale-i Nur: İslâm uleması Kur’ân hıfzını devamlı şekilde teşvik etmiş ve bu vazifenin ihmal edilmemesi üzerinde durmuşlardır. “Kur’ân hıfzına çalışmak mı, yoksa Risale-i Nurla meşgul olmak mı daha iyidir?” şeklindeki bir soru üzerine Bediüzzaman Said Nursî şu cevabı verir: “Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'ân'ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur'ân'ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem (öncelikli) ve müreccahtır (üstündür). Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur'ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin burhanları, hüc-cetleri olduğundan ve Kur'ân'ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.” * * * Bir başka mektubunda ise yine bir soru vesilesiyle hâ-fızları bekleyen ciddi bir tehlikeye parmak basar ve dikkat çeker: “Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: ‘Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor (artıyor), ne yapayım?” Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme (harama bakma). Çünkü rivâyet var: İmam-ı Şâfiî'nin (r.a.) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir (Harama bakmak unut-kanlık verir).” “Evet, ehl-i İslâmda (Müslümanlarda), nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye (nefsin arzuları) heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla (yanlış yollarla) israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir (hâfızası zayıflar). “Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede (sıcak ülkelerde) o su-i nazardan (yanlış bakıştan) su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î, küllî (az, çok) o şekvâdadır. “İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle (artmasıyla), hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.’ “Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a (ha-fızlığa) bu sû-i nazarla (yanlış bakışla) bazılarda set çeki-lecek; o hadisin tevilini gösterecek.” [/B] [/COLOR][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Kuran Öğreniyorum
Hafızlık Eğitimi
Hâfızlık, Fazileti ve Tarihteki Yeri
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst