CEMAATLEŞME BİLİNCİ VE FARKLILIKLARA TAHAMMÜL
Muhammed (sav) ümmetinin uluslara, mezheplere, cemaatlere bölünmüş ve aralarındaki birliği kaybederek başsız, birliksiz, dirliksiz kalmış olması, geçirmekte olduğumuz dönemin en büyük musibetlerinden biridir. Kasvetli bir fetret devri sayabileceğimiz bu dönemin -inşallah- sonuna yaklaşırken, Müslümanların en büyük meselelerinden biri, İslam medeniyetini yeniden inşa edip yükseltmede en iyi usulün hangisi olduğu meselesidir.
Sevinilecek bir husus varsa, o da Müslümanların, bu süre içinde, geçirdikleri onca ağır imtihanlara rağmen ümit ve inançlarını yitirmeyip, sürekli çare aramış, farklı metotlar deneyerek cemaat ve cemiyetler meydana getirmiş olmalarıdır.
Hepimizin bildiği gibi, İslami ilimlerin yasaklandığı, din hizmetlerinin ciddi bir kesintiye uğradığı devirlerde dahi bir kısım mübarek zatlar, üstün fedakârlıklarla gelecek nesle iman aşısı vurmaya gayret etmiştir. Bu gibi şahısların birer güneş misali etraflarını aydınlatmaları, gönlü manaya susamış temiz insanların etraflarına toplanmalarına ve cemaat teşkil etmelerine vesile olmuştur. Tamamen gönüllülük esasıyla müesseseleşen bu cemaatler, yok edilmeye çalışılan manevi değerlerin diriltilmesi ve duyguların canlanmasında hiç kuşkusuz önemli bir rol oynamışlardır.
Günümüzde bazı kesimlerin sorguladığını, hatta sertçe tenkit ettiğini gördüğümüz cemaatleşme meselesini ele alırken, öncelikle bu hakikatleri hatırlatmak ve onları cemaatlerimize daha hoşgörüyle ve iyimserlikle bakmaya davet etmek istiyoruz. Bugün İslami meseleleri idealist bir anlayışla ele alabilecek kadar detaylara inebiliyorsak, hiç kuşkusuz bu, yok edilmek üzereyken din ilimlerinin ihya edilmiş olması sayesindedir. En hor görüldüğü zamanlarda İslami anlayışı büyük fedakârlıklarla savunup temsil etmiş; hizmet kervanının ilerlemesi için hayatını vakfetmiş kişi ve gruplara karşı daha kadir bilir ve vefalı olunması icap eder kanaatindeyiz.
İslam Cemaat dinidir
İslam ümmetinin cemaatler teşkil etmesinin tarihi, İslam tarihiyle özdeştir. İlk tesis olunan İslam cemaatinin, Peygamberimizin etrafında kümelenen Sahabe-i Kiram hazerâtı olduğunu kabul edecek olursak, dinimizin, ilk devrinden itibaren cemaatleşme metodu ile varlık kesbettiğini anlamakta zorluk çekmeyiz. Bu çekirdek cemaatin, Peygamberimiz etrafında gittikçe genişleyen halkalar şeklinde büyüdüğünü, bir evvelki halkanın, yeni eklenen halkalara “İslam’ın nasıl yaşanacağına dair” örnek teşkil ettiklerini biliyoruz.
Nitekim Peygamberimizden sonra Sahabe’ye, Sahabe’den sonra da onlara tabi olanlara uyulmuş, böylece onların teşkil ettiği cemaat, kurtuluşa ermek isteyenlerin yapıştığı bir “hablullah” (Kur’ani tabir; “Allah’ın ipi”) olarak, İslam ümmetinin içinde varlığını sürdürmüştür.
Nitekim böyle olması, peygamberimizin emir ve tavsiyesinin icabıdır.
İslam tarihinin bundan sonraki devirlerinde ne zaman Peygamberimizin haber verdiği çeşitli fitneler, sapkınlıklar ve bid’atlar ortaya çıksa, mutlaka bunlara karşı peygamberimizin sünnetini ihya eden âlimler de bulunmuş; çağdaşlarını doğru yola davet etmişlerdir.
Bu âlimlerin silsile halinde birbirinden ilim, irfan ve feyz alıp yetişmesinde tasavvuf yolunun disiplini de büyük değer taşır. Esasen ümmetin içinde varlığını bu hizmete feda etmiş, ‘mukarrebun’ bir grubun varlığı da murâd-ı ilâhiye uygundur.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir cemaat bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran; 104)
Ayet-i kerimede cemaat diye çevirdiğimiz, “ümmet” kelimesi, ‘Ümmet-i Muhammed’ derken kastettiğimiz umumi manada Müslümanları hayra davet eden; onların içinde ancak özel olarak yetişmiş bir topluluğa işaret etmekte gibidir. Bu hususi yetişmiş cemaat; halkın çoğu dünya işlerine daldığı, çeşitli musibetler ve karşılarına çıkan yeni meseleler karşısında kararsızlığa düştüğünde, onlara taze bir iman ve ümit aşılayacak bir manevi kadro olmalıdır.
Günümüzde İslam ümmetinin içinde farklılaşmış, belli bir alanda uzmanlaşmış ve özel bir bağlılıkla birbirlerine tutunmuş cemaatlerin bulunması yadırganmakta gibidir. Oysa bu durumun zararlarından çok faydaları göz önünde bulundurulmalıdır. Ne de olsa fıtri tabiatının bir gereği olarak insan, kendisi bir şeye karar vermekten ziyade, başkalarına uymayı tercih eder.
Hiçbir üyesi bulunmadığı halde, sadece o yolun prensiplerini okuyup öğrenerek bir yolu tesis edebilecek nitelikte insan sayısı çok çok azdır. Oysa bir örnek ve lider çevresinde muhabbetle birleşmiş bir cemaate uyan insan sayısı her zaman çoktur. Çünkü böyle bir cemaatin varlığı, o yolun aklıselim sahiplerini ikna edecek kadar sağlam, hayata geçirilebilir ve vaat ettiklerini sağlayabilen bir yol olduğunun ispatı yerinde olacaktır. Hele hele cemaat mensuplarının hal ve işlerinin güzelliği, bu yolda bulundukları sürece gösterdikleri iyileşme ve ilerleme, yeni kişilerin katılımını artırır.
Zaten her insan mutlaka bir topluluğa uyar. Kimileri dünya zevklerine dalmış menfaat ve zevk ehline, kimileri de geçici hayatını Allah yolunda sarf etmeye azmetmiş ilim ve hizmet ehline…
Uymak, insan yaratılışının icabı olduğu için, bu özelliği kötülemek yerine iyiye kullanmak daha uygun olur. İşte bu sebeplerden dolayı, İslam ümmetinin asr-ı saadetten beri uyguladığı prensip, cemaatleşmedir.
Cemaat Nedir?
Cemaatleşmenin özelliği, sevilen bir kişinin merkezinde durduğu, onun etrafında ama onun şahsını aşan bir sistem oluşturmasıdır. Cemaatler, yıldız şahsiyetlerin etrafında, onların İslam’dan alıp yansıttığı ışıkla aydınlanan insanlar yetiştirir.
Yetişen nesil, o cemaati sürdürmekten öte onu ilerleten, yeni ufuklara taşıyan kişiler olmalıdır. Ancak zaman zaman tenkitlere konu olduğu üzere, cemaatlerde bazen aşırı bağlılık ve taassup yüzünden bir tür kabuklaşma görülebilmektedir. Bazen bir cemaat kendi metodu ve önceliklerinde ısrar etmeyi abartıp, diğerlerinden asgari müştereklerde dahi olsa kopma derecesinde ciddi bir farklılaşmaya ve birleşmeye engel olan derin ihtilaflara sebep olabilmektedir.
Elbette tutkulu bir bağlılıkla bir araya gelmiş olan insanların kendi yollarını, üstadlarını veya onların metodunu çok fazla sevmeleri anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bu durum, aracın amaç haline gelmesi durumunda rahatsız edici olabilmektedir.
Örneğin, bazen bir üstadın eserleri esas alınarak sadece o eser okunmakta, Kur’an ve hadislerden daha önemliymiş gibi bir hava estirilmekte. Başka bir yerde ise bir önderin yerinin asla doldurulamayacağına inanılmakta veya onun asla hata etmeyeceği düşünülerek hareket edilmektedir.
Bu husustaki hatalarımızı düzeltmenin yolu, bizden önce geçip gidenlerin kıssalarını anlatarak bize öğüt veren Kur’an-ı Kerime kulak vermektir. Kur’an-ı Kerim’de Mevlamız, “Allah’ı bırakıp bilginlerini Rab ittihaz etmeyi”; (Tevbe; 31) “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılmayı” (En’âm, 159) yasaklamış; “bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasulüne götürmeyi” (Nisa/59) emretmiştir.
Aslında cemaatler arası ihtilafların çoğu öze ait meselelerden çok, metoda ait meselelerdir. Ancak, bazen bir cemaat mensubu, kendi hizmet metotlarının en doğru ve bu zaman için tek geçerli olan yol olduğunu ileri sürerken, diğer hizmetleri itham eder gibi tutum takınabilmektedir. Bu davranışın ise İslam ahlakına uygun olmadığını söylemeye bile gerek yoktur.
Çoğu zaman cemaatleri farklı metotlara yönelten temel sebep, modernleşme ile birlikte gelen yeni durumlara karşı nasıl tavır takınılacağı meselesidir. Bu hususta her cemaatin tavrı, rehber kabul ettikleri üstadın reyi ile belirlenmekte, cemaatin bilinçsiz kesimi ise bu reyi İslam’ın aslından saymaktadır. Oysa üstadlar yorum farklılığının kökenini bilecek ilme sahip olduklarından birbirilerini gayet iyi anlamakta, itham etmemekte, ama kendi usullerinden fayda umdukları için, onu da bırakmamaktadırlar.
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, üstatlar arasındaki fikir ve usul farklılıkları, onların birbirlerine karşı olan sevgilerini azaltmamaktadır. Mesela Bediuzzaman ile Süleyman Hilmi Tunahan veya Mahmut Sami Ramazanoğlu arasındaki usul farklılığı, onları birbirinden ayırmamıştır. Aksine onlar birbirlerinin hizmetlerini methederek anmışlar, biri hastalanınca diğeri de hastalanacak kadar ve birbirlerine bütün sevaplarını bağışlayacak kadar muhabbet beslemişlerdir. (Prof.Ahmed Akgündüz; Arşiv Belgeleri Işığında Süleyman Hilmi Tunahan, OSAV Yayınları)
İslam Farklı Yorumlara İzin Verir
Cemaatler arası ihtilafların bir nedeni de, hassasiyet ve öncelik farklılıklarıdır. Mesela bir cemaatimiz, geleneksel İslam kıyafetini üzerinde taşımayı önemli bir amel olarak görürken, bir diğeri öncelikli bir mesele olarak görmemektedir. Aslında bu üstadların her biri iyi niyetle reyde bulundukları gibi, onlara uyanların da niyetleri düzgün olduğu nispette sevap alacakları kesindir. Hatta iyimser bir yorum yapılacak olursa, cemaatler arası farklı yorumlar, bir çeşitlilik kaynağı olarak ümmetin hayrına tecelli etmektedir.
Yorumlardaki çeşitlilik, her durumdaki insanın İslam’ı hayata geçirmesine imkân veren bir genişlik sağladığı gibi, Müslümanlar arasında hoşgörüyü ve esnekliği geliştiren bir anlayışa zemin hazırladığı da söylenebilir. Çeşitlilik ve ona sebep olan itilaflar her şeyden önce; İslam’ın tek tip insan yetiştiren, tek tip bir doğru dayatan, katı ve şekilci bir ideoloji değil, hayata geçirilirken ufak tefek yorumlara izin veren bir öz ve ruh olduğunu ispat ettiği için çok önemlidir.
Gerçekten de İslam’ın özü ve ruhu olan iman akideleri, ibadetlerin aslı, İslam’ın korumayı ve geliştirmeyi hedeflediği manevi değerlerin neler olduğu gibi hususlarda üstadlar arasında herhangi bir anlayış farkı yoktur. Mesela bütün üstadlar, infak bahsinde benzer görüşe sahiptir. Ancak adeta birer görev paylaşımı yapılmış gibi, her üstad farklı bir kesimden cemaat edindiği için, infak anlayışı da farklı biçimlere bürünmektedir.
Böylece her cemaat toplumun başka bir kesimine ulaşmakta ve hizmet götürmektedir. Bu arada her cemaatin tecrübesi, ilerde yükselecek İslami müesseseler için istifade edilmesi mümkün bir tecrübe birikimi meydana getirmektedir. Hiç kuşkusuz İslam’ın parlak şafağı söktüğünde, bugün atılmış tohumların meyve verdiğine hep birlikte şahit olacağız.
Eğitim anlayışı bakımından da üstadlar arasında öncelik farkları olduğunu görmek mümkündür. Bazı cemaatler iman hakikatlerine, bazıları fıkhî inceliklere, bazıları tasavvufî derinliklere yönelmiş, bu alanlarda ihtisas yapmaktadırlar. Böylece Hekimoğlu İsmail ağabeyimizin meşhur benzetmesiyle, her biri birer “görünmez üniversite” olan cemaatlerimizin, her kolu da birer “İslam ilimleri fakültesi” işlevi görmektedir.
Aslında cemaatler arasındaki uzmanlaşma farklılığı, her çiçekten bal toplayıp, kendini iyi bir şekilde yetiştirmek isteyenler için bulunmaz fırsattır. Nitekim pek çok Müslüman’ın hayatının çeşitli devirlerinde farklı cemaatlerde bulunarak her birinden feyz aldıklarını görüyoruz.
Mesela, gençlik çağında iman hakikatlerine dikkat çeken kitap-dergileri okuyup daha sonra bir cemaatin kursunda İslami ilimleri öğrenip, orta yaşa doğru ise daha disiplinli bir ibadet hayatına yönelmek üzere tasavvuf yoluna bağlananlar vardır. Bu satırları kaleme alan kardeşiniz olarak naçizane ben de birçok cemaatin eğitiminden istifade edip, sohbet halkalarında yer işgal ettiğim için, bu çalışmalara emeği geçen bütün hocalarıma karşı minnetle doluyum. Allah (cc) onlara layık olmayı nasip etsin.
Bununla birlikte, cemaatler arasında daha fazla iletişim, iş birliği ve yardımlaşma olması, ortak değerlerimizin vurgulandığı çalışmalarda omuz omuza bir araya gelinmesi de önemli bir ihtiyaçtır. Müslümanlarla ortak duruştan kaçınıp, gayri Müslimlerle diyalog arayışına girmek ise bu dönemde en rahatsız edici tutum olacaktır.
Son zamanlarda peygamber sevgisi, namaz gibi ortak değerlerimizi cemaatler üstü bir anlayışla işleyen platformların oluşturulması, bu ihtiyacın geniş kesimler tarafından hissedildiğini göstermektedir.
Son söz olarak, bütün cemaatlerin hizmetleri Muhammed ümmetinin uyanışı ve eğitiminde önemli yere sahiptir. Yeter ki cemaatler, mensuplarını; cahiliye asabiyetini andırır bir şekilde dışa kapalı birer gruba dönüştürmesin.
Yeter ki, cemaat mensupları kendilerini Allah’ın isimlendirdiği isimden; “Müslüman” adından başka bir isimle isimlendirmesin. (Tirmizî, Emsâl 3, (2867)) Fetih suresinin son ayetinde sahabenin örnek gösteren ruh hali gibi, “Müslüman kardeşine karşı rahmetle, küffara karşı şiddetle dolu” olsun.
HATİCE KÜBRA ERGİN