Hadis Sohbetleri 18 : Dildeki Amin Mührü

Ukbaa

Well-known member
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ



Bu haftaki Hadis Sohbetimizde ubudiyetin ruhu ve hâlis bir imanın neticesi olan dua; ve her duanın sonunda söylediğimiz ''AMİN'' kelimesinin ifade ettiği
manaları Hadis-i Şerifimiz ışığında mütalaa edelim.


Hadis-i Şerifimiz ;

[BILGI]
Duaların sonunda Amin demek, alemler Rabbi Allah’ın, mü’min kullarının dillerindeki mührüdür.


(İbn-i Adiyy).
[/BILGI]




Anladıklarımızı paylaşmaya devam İNŞALLAH. Katılımlarınızı bekliyoruz.






[NOT]Önceki Hadis Sohbetlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ.[/NOT]

 

memluk

Hatim Sorumlusu
Öyle olsun, duamızı kabul et, çok doğru anlamında dualardan sonra söylenen söz.
Özellikle namazda fâtihanın bitiminden sonra söylenmektedir.
Arapça'da isim-fiil olarak kabul edilen kelimelerdendir.
Kelimenin İbranice olduğu kânaatleri vardır.
Zira aynı kelimeyi "amen" şeklinde kullanan Yahudi ve Hristiyanlar bunun Süryânîce "âmin" kelimesinden geldiğini ifade etmektedirler.
Bu kelime namazda zikredilmekte ise de, Kur'an'dan olmadığı bilinmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise, namaz'da Fatiha Suresi'nin okunması bittikten sonra "âmin" denmesini özellikle emretmiştir.
Şöyle ki: "İmam, Fatiha'yı tamamlayıp âmin dedikten sonra siz de ."âmin" deyiniz. Kimin bu sırada "âmin" demesi meleklerin o anda "âmin" deyişi ile aynı ana rastlarsa geçmiş günahları affolunur. " (Müslim, K. Salat, 72; Ebû Dâvud, Salat, 167-168; Tirmizî, Mevâkîttü's-Salat, 116).

Bu hadislere göre namaz'da Fatiha'dan sonra "âmin" demek sünnettir.
İmam-ı A'zam'a göre "âmin" gerek imam ve gerekse cemaat tarafından hafiyyen (sessizce); imam-ı Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre açık ve imamla birlikte söylenmesi sünnettir. (Sünen-i Ebû Dâvud Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1988, III, 470-474).

Ahmed AĞIRAKÇA
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Buhari’de rivayet şöyle : “Kârî (okuyucu) âmîn deyince siz de âmîn deyin. Zira melekler de “âmin” der. Kimin âmin’i meleklerin âmin’ine tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir. (Buhârî, Da’avât 63.)

demekki dua sonunda amin demek "Allahım kabul buyur" sonlandırmakla bizimle beraber amin diyen meleklerin aminlerine karışıyor ve kabul olmasına vesile oluyor...
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Duâ, kulun Rabbına takdim ettiği sözlü dilekçesidir. Dilekçenin sonuna imza atmak nasıl dilekçeye geçerlilik kazandırırsa, duânın sonunda (âmin) demek de duâya öyle makbuliyet kazandırır.
Nitekim adamın biri duâsında Rabbına yalvarıyor, ama sözünü ettiğimiz âmin cümlesini hatırına hiç getirmiyordu. Onu gören Efendimiz:
– Mührü basarsa isteği hâsıl olur, buyurdu.
Ashâb bundan pek bir şey anlamamıştı. Sordular:
– Bu adam duâsına mührü nasıl basacak ya Resûlâllah?
Şöyle cevap verdiler:
– Duâsının sonunda (âmin) demekle!
Anlaşılan odur ki, ister kendi yaptığımız olsun, isterse dinlediğimiz başkasına ait bir duâ olsun münasip yerlerinde mutlaka (âmin) demeli, “kabûl et yâ Rab,” mânâsına gelen bu cümleyi, istek cümlelerinin bittiği her yerde tekrar etmeliyiz.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte, Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“İçinizden biri duâ ettiğinde, kendi nefsinin duâsına da (âmin) desin.”
Demek ki, duâlarımızın münasip yerlerinde (âmin) demeli, Rabbimize takdim ettiğimiz sözlü dilekçemizi (âmin) cümlesiyle imzalayıp mühürleyerek takdim etmeliyiz.ahmetsahin
 

faris

Well-known member
İşte, bak: O zât öyle bir salât-ı kübrâda, bir ibadet-i ulyâda saadet-i ebediye için dua ediyor ki; güya bu cezire, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü, ubûdiyeti ise, ona ittiba eden ümmetin ubûdiyetini tazammun ettiği gibi, muvafakat sırrıyla bütün enbiyanın sırr-ı ubûdiyetini tazammun eder. Hem o salât-ı kübrâyı öyle bir cemaat-i uzmâda kılar, niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin Hazret-i Âdem’den asrımıza, belki kıyamete kadar bütün nuranî ve kâmil insanlar ona tebaiyetle iktida edip duasına âmin derler.HAŞİYE-1

Bak: Hem öyle bekà gibi bir hacet-i amme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat niyazına iştirak edip lisan-ı hâl ile “Oh, evet, yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakane, öyle tazarrukârâne saadet-i bakiye istiyor ki,
blank.gif
bütün kâinatı ağlattırıp duasına iştirak ettiriyor.

Bak: Hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insanı ve bütün mahlûkatı esfel-i sâfilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten, âlâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekàya, ulvî vazifeye, mektubât-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.


Bak: Hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semâvâta, Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor.HAŞİYE-2


[NOT]Haşiye-1 Evet, münacat-ı Ahmediye (a.s.m.) zamanından şimdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtları ve salâvatları onun duasına bir âmin-i daimî ve bir iştirak-i umumîdir. Hattâ ona getirilen herbir salâvat dahi, onun duasına birer âmindir. Ve ümmetinin herbir ferdi, herbir namazın içinde ona salât ve selâm getirmek ve kametten sonra Şafiîlerin ona dua etmesi, onun saadet-i ebediye hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumî bir âmindir. İşte, bütün beşerin fıtrat-ı insaniyet lisan-ı hâliyle, bütün kuvvetiyle istediği bekà ve saadet-i ebediyeyi, o nev-i beşer namına zât-ı Ahmediye (a.s.m.) istiyor ve beşerin nuranî kısmı, onun arkasında âmin diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu dua kabule karîn olmasın?

Haşiye-2 Evet, şu âlemin Mutasarrıfı, bütün tasarrufatı bilmüşahede şuurâne, alîmâne, hakîmâne olduğu halde, hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf, kendi masnuatı içinde en mümtaz bir ferdin harekâtına şuuru ve ıttılaı bulunmasın. Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Alîm, o ferd-i mümtazın harekâtına ve daavâtına (dualarına) ıttılaı bulunduğu halde, ona karşı lâkayt kalsın, ehemmiyet vermesin. Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Kadîr-i Rahîm, onun dualarına lâkayt kalmadığı halde, o duaları kabul etmesin. Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) nuruyla âlemin şekli değişti. İnsan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkişaf etti. Ve göründü ki, şu kâinatın mevcudatı, esmâ-i İlâhiyeyi okutan birer mektubât-ı Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekàya mazhar kıymettar ve mânidar birer mevcutturlar. Eğer o nur olmasaydı, mevcudat fena-yı mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karma karışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı. İşte, şu sırdandır ki, insanlar zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) duasına âmin dedikleri gibi, Arş ve ferş ve serâdan Süreyyaya kadar bütün mevcudat, onun nuruyla iftihar edip alâkadarlık gösteriyorlar. Zaten ubûdiyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidemâtı, bir nevi duadır. Meselâ, bir çekirdeğin hareketi, Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.
[/NOT]

Sözler - Onuncu Söz
 

teblið

Vefasýz
Elbette âmin diyen de ibadet işlemiş olur. Âmin diyenler ne kadar çok olursa, duanın kabul ihtimali o kadar çok olur.(Allahu Allem) Bir topluluğun duasını Allahü teâlâ geri çevirmez. Bir hadis-i şerif (Bir cemaatte dua edilir, diğerleri de âmin derse, Allah o duayı kabul eder.)

Ve ne güzel bir giriş yapılmış dersin başındada ,Dillerde ki mühür ..çok güzel maşaAllah...
 

Ukbaa

Well-known member
Bak: Hem öyle bekà gibi bir hacet-i amme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat niyazına iştirak edip lisan-ı hâl ile “Oh, evet, yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakane, öyle tazarrukârâne saadet-i bakiye istiyor ki,
blank.gif
bütün kâinatı ağlattırıp duasına iştirak ettiriyor.


Bak: Hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semâvâta, Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor.

Sözler - Onuncu Söz
Duada aminin manası; "kabul et" demektir ki, Vacibül-Vücud'dan bir dilek, bir istek ve bir niyazdır..

Onuncu Söz'den de anlıyoruz ki amin diyen, dualara iştirak eden yanlız insan değil.
Ehl-i arz, ehl-i semâvât, seradan Süreyyaya kadar bütün mevcudatta kendilerine mahsus hal dilleri ile ''Aminleriyle'' niyazlara iştirak edip tasdik ediyorlar.
 
Üst